gokyuzu.org

Seminer “EVRENIN ZAMANI”

Bu Haftaki Seminer

“EVRENIN ZAMANI”

08 Mart 2007 – Saat 18:03:45

Bu seminerde kozmoloji ile ilgili yazılmış kitaplardan izlenimler sunduk. Zaman kavramından söz açıp, evrenin geçmişinden, geleceğinden ve bizi bekleyen muhtemel sonlardan bahsettik. Seminer başlangıcı “ilk üç dakika” kitabına atfen 18:03:45 ti, bir sonraki seminer “KIZIL GEZEGEN MARS”… her perşembe saat 18:00 de yeni bir gök bilim sohbetiyle karşınızdayız. 

Radyo Teleskoplar

Yıldızların ve diğer cisimlerin görünen dalga boyu diger dalga boyları ile birlikte yaydığı radyo sinyallerini toplamak için için oluşturulan sistemlere Radyo Teleskop adı verilir. Radyo teleskopların optik teleskoplardan farkı  Radyo teleskopların gelen dalgaları işleyebilmek için birkaç elektonik devreye ihtiyaç duymasıdır. Optik teleskoplarda ise bu elektronik devrenin yerini göz alır.

Radyo teleskop kullanan gözlemevlerinin, yine optik teleskop kullanan gözlemevlerinin ışık kirliliğinden uzak yerlere inşa edilmesi gibi radyo, televizyon ve radar sinyallerinden kaçmak için şehir dışlarına kurulması gerekmektedir.

Dürbünler

Gökyüzü gözlemlerine yeni başlayanlar için belkide en önemli gözlem aracı dürbünlerdir. Dürbünler hafif ve kolay taşınır olmalarının yanında sağladıkları geniş görme alanı sayesinde gözleme yeni başlayanların vazgeçilmez gözlem araçlarıdır. Aslında birçok profesyonel gözlemci yanlarında mutlaka kaliteli bir dürbün bulundururlar. Dürbünün önündeki, ışığı toplamaya yarayan büyük merceğe objektif, gözümüzü dayayıp baktığımız küçük merceğe ise göz merceği (oküler) denir. Merceğe gelen ışık miktarı içerideki prizmalar vasıtası ile göz merceğine odaklanır ve bu sayede büyütme ve görüntü sağlanmış olur. Dürbünü genelde (eğer özel bir fonksiyonu yoksa) iki sayı belirtir: 7×50, 10×50, 7×35 gibi. 7×50’lik bir dürbün için 7x büyütmeyi, 50 ise milimetre biriminden objektifin çapını belirtir. 7x yedi kat büyütme demektir, mesela 100m mesafedeki bir cismi 100/7 = 14 metredeymiş gibi gösterir. 10×50’lik bir dürbün ise 10 kat büyütme yapar ve aynı cismi 10 metredeymiş gibi gösterir. 10×50’lik dürbün daha çok yaklaştırdığı için 7×50’lik bir dürbüne göre daha dar bir alana bakar. İkisinde de objektif çapları aynıdır ve dolayısıyla aynı güçte ışık toplarlar. 7×35’lik bir dürbün ise 7×50’ye göre daha küçük bir objektife sahiptir (15mm daha dar) ve yarı yarıya daha az ışık toplar.Image
Dürbün seçimi yapılırken yalnızca optik geçirgenlik ve büyütme gücü değil, dürbünün büyüklüğü ve gövdesinin hangi malzemeden yapıldığı da önemlidir. Dürbünün daha çok ışık toplaması için objektifin çapının büyük yapılması, beraberinde bir problemi getirir: dürbün daha büyük ve ağır olacaktır. Astronomi gözlemleri sırasında kullanılmak için en uygun dürbünler 10×50 dürbünlerdir. Bu dürbünlerin hafif ve ucuz olmaları en önemli avantajlarıdır. Gözlem sırasında uzun süre kullanıldığında dürbünler kollarda ve boyun bölgesinde ağrılara neden olamaktadır. Bu nedenle dürbünü bir üç ayağa monte etmek gözlemleri kolaylaştırabilir. Günümüzde dürbünle gözlemler için otomatik sandalyeler bile satılmaktadır. Objektif çapı büyüdükçe dürbünün ağırlığı artacağından üç ayak kullanımı gözlemleri daha kolay ve ağrısız hale getirmekte ve gök cisimlerini bulmayı ve sabitlemeyi kolaylaştırmaktadır.   Kaynaklar: 1. Alkım Ün, Gözlem Araçları: Dürbünler Semineri (2001) 2. http://en.wikipedia.org/wiki/Binoculars 3. http://www.nightskyinfo.com/binoculars/   

Hubble Uzay Teleskobu

Konsept olarak tasarımına  Dünya üzerindeki bütün teleskopların karşılaştığı en büyük problemler olan ışık kirliliği, havadaki nem, ozon tabakasının morötesi ışığı kesmesi ve büyük teleskoplardaki kontrol edilebilirlik sorununu ortadan kaldırmak üzere 1946 yılında başlanan Hubble Uzay Teleskopu 1990 yılında NASA tarafından yörüngeye yerleştirildi. Ancak bu olaydan kısa bir süre sonra farkedilen ve bütün hayalleri yıkan olay HST nin aynalarındaki küresilliğinde bulunan bir sorundu. Bu sorunun düzeltilebilmesi ise ancak 1993 yılını bulabildi.

3 Mart 2007 Ay Tutulmasının Ardından

3 Mart 2007 sabahı topluluğumuz üyeleri için tam bir hayal kırıklığıydı. Haftalardır açık olan hava tam ay tutulması günü kapanmıştı. Fakat korkulan olmadı ve kristal berraklığında bir hava eşliğinde tutulmayı beklemeye başladık. Tam tutulma esnasında biraz bulut olsa da keyifli bir geceydi.

BM Asteroidlerle Savaşacak

Apophis adlı asteroid, 13 Nisan 2036’da Dünya’nın çok yakınından geçecek ve yeryüzüne çarpma olasılığı bulunuyor
Astronomlar ve kozmonotlar, dünyanın asteroidlerden korunması görevini, Birleşmiş Milletler’in üstlenmesi için bir karar tasarısı hazırlamayı planlıyor.

Birleşmiş Milletler, savaşlar, kuraklık, kıtlık ve hastalıklara karşı mücadele veriyor. Ancak uluslararası örgütün yakında çok farklı ve alışılmadık bir görevi daha olabilir. Dünyayı, yeryüzüne çarpabilecek asteroidlerden korumak.

 

Eski astronot ve kozmonotlardan oluşan bir grup, en az bir asteroidin dünyaya doğru ilerlemekte olduğuna ve 2036’da yeryüzüne çarpması ihtimali bulunduğuna dikkat çekiyor; şimdiden, bu ve diğer asteriodlerdan korunmak için stratejilerin geliştirilmesi gerektiğini vurguluyor.
Uzay Kaşifleri Derneği üyeleri de, önümüzdeki iki yılda, yetkililer, diplomatlar, astronomlarla ve mühendislerin katılacağı bir seri toplantı organize edecek. Amaç bu toplantılardan, sözkonusu asteriod tehlikesine karşı önlem alacak bir karar tasarısı hazırlamak. Hazırlanacak tasarı 2009 yılında onaylanmak üzere BM’ye sunulacak.

ABD Kongresi de Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’dan, dünyayı tehdit edecek asteroidları yakından takip etmesini istedi. NASA, halihazırda dünyaya çarpabilecek 127 asteriodi izliyor.

Apophis adlı asteriod, 13 Nisan 2036’da dünyanın çok yakınından geçecek. Sözkonusu asteroidin dünyaya çarpması riskinin 45 binde bir olduğunu belirten astronomlara göre, böyle bir durumda İngiltere büyüklüğünde bir alan, dünya haritasından silinebilir.

Kaynak: NTVMSNBC 

Özel Görelilik Teoremi

Bilindiği gibi Einstein’ın görelilik(izafiyet) teoremi ışık hızının evrende hiçbir şekilde aşılamayacağını söyler. Bu nedenle yakın yıldızları bile görme umutlarımız büyük engellerle karşılaşıyor demektir. Bize en yakın yıldızın yaklaşık 4 ışık yılı uzaklıkta olduğunu biliyoruz. Işık hızında hareket eden bir araca sahip olsak bile böyle bir yıldızın yakınına gidip gelmemiz 8 yıl kadar sürecektir. Halihazırdaki teknolojinin bu yüksek hıza ulaşma konusunda çok yetersiz olduğunu düşünürsek evrendeki komşumuza yapabileceğimiz bir ziyaret için bile uzun yıllara ihtiyacımız var demektir.

    Einstein’ın teoremine rağmen, bir çok kişi ışık hızının aşılabileceğini düşünmekte ve bunun üzerinde çalışmalar yapmaktadır. Üstelik bugüne kadar bir şeylerin ışıktan hızlı gittiği bazı olaylar öne sürülmüş ve bunlar fiziksel olarak deneylerle de saptanmıştır.  Ancak bu deneylerdeki detaylı analizler sonunda bunların hiçbirisinin görelilik kuramına aykırı olmadığı ve olamayacağı saptanmış.

    Işık hızının geçilemezliğini şu şekilde gösterebiliriz: Bir uzay gemisiyle uzak yıldızlardan birine bir sehayat planladığımızı varsayalım. Gemimizin hızının ışık hızını geçip geçemeyeceğini  merak ediyoruz elbette. Buradaki olay, duran bir cismi hızlandırıp ışık hızını geçirmeye çalışmaktır. Uzay gemimizn motoru itme sağlarken aslında araca enerji kazandırmaktadır. Hareketten kaynaklanan bu enerjiye kinetik enerji diyoruz. Einstein’ın ünlü enerji-kütle bağıntısı yasasını gözönünde bulunduracak olursak (E=m*c2) enerjisi, yani hızı artan cismin kütlesinde de bir artış meydana gelecektir. Formüldeki “c” ışık hızı her zaman sabit olduğu için enerjinin artmasına karşılık kütlenin de artması zorunluluğu bulunduğu gayet açık görülmektedir. Fakat formülde, ışık hızının büyüklük bakımından enerji ve kütleye göre çok daha fazla baskın olması, düşük hızlarda çok büyük bir değişiklik gözlenmediği anlamına gelir. Bu durumda, kütledeki artış düşük hızlarda (relativistik olmayan hızlarda) ihmal edilebilir. Fakat ışık hızına yakın hızlarda (relativistik hızlarda) kütledeki artış ihmal edilemeyecek ölçüde belirginleşir. Öyle ki, ışık hızına ulaştığımızda maddenin enerjisi ve dolayısıyla kütlesi sonsuz olur. Görebildiğimiz evdende bile bütün bildiğimiz enerjilerin sonlu miktarda olduğunu düşünürsek, sonsuz miktarda enerjiden bahsetmek imkansızdır. Dolayısıyla Einstein’ın ünlü formülüne göre her şey ışık hızından yavaş hareket etmek zorundadır. Bir cismin durma konumunda başlayıp ışık hızına eşit ya da daha fazla hıza ulaşma imkanı yoktur. 

    Einstein’ın teoremi karşılaşacağımız her duruma açıklık getiremiyor ne yazık ki. Burada dikkat edilmesi gereken şey cisimlerin durağan bir halden başlayıp kademeli olarak hızlanması. Kademeli hızlanma halinde ışık hızına ulaşmak imkansız. Fakat Kademesiz olarak, yani ani bir hızlanmayla ışık hızının üzerine çıkılıp çıkılamayacağı hala bir tartışma konusu. Teorik olarak hesaplanmış fakat varlığı deneysel olarak ispatlanamamış yüksek enerjili egzotik parçacıklardan biri olan takyonların hızının ışık hızından büyük olması gerektiği öne sürülmüş. Eğer bu deneysel olarak da ispatlanırsa anlık hız artışıyla ışık hızının geçilebileceği ispatlanmış olur. Fakat henüz böyle bir ispat yok.

    Einstein’ın bu gibi durunları açıklamak için kullandırı bir başka düşüncesi nedensellik ilkesi olarak bilinmektedir. Nedensellik ilkesi ile ilgili detayları önümüzdeki yazılarda açıklamaya çalışacağız.

Kaynak: Turgut, Sadi; ODTÜ Fizik Bölümü. Bilim ve Teknik Dergisi

http://www.biltek.tubitak.gov.tr

Tam Ay Tutulması

3 Mart Cumartesi gecesi Tam Ay Tutulması gerçekleşti. Saat 23.30 başlayan parçalı tutulmanın ardından tam tutulma 00.44’te başlayıp 01.58 de sona eredi.

Toplam 1 saat 14 dakika boyunca süren olan bu gök olayında ayın rengi beyazdan kızıl (bakır) rengine döndü. Tam Ay tutulması ülkemizin her yerinden çıplak gözle izlenebildi.

Ülkemizden izlenebilecek bir sonraki Tam Ay tutulması ise 15 Haziran 2011 de gerçekleşecek.

Ege Semalarındaki Parlak Cisim

1 Şubat akşamı saat 17.30 sıralarında Ege Bölgesi’ndeki bir çok yerleşim yerinden gökte büyük bir gürültü ile birlikte ışıklar saçarak düşen bir şey görüldüğüne dair ihbarlar geldi.  İlk ihbar, Dalaman semalarında seyreden küçük bir özel uçaktan geldi. Avusturya uçağının pilotu Dalaman Havalimanı Kulesi’ne, uçağının üzerinden bir alev topu geçtiğini ihbar etti. Arkasından jandarmaya da peşpeşe ihbarlar yağmaya başladı. İhbarlar bu cismin güllük körfezi yakınlarında büyük bir gürültü ile düştüğünü işaret ediyor. Uzmanlar bu cismin büyük bir göktaşı olabileceğini ve atmosfere girişinin ardından yanarak bitmiş ve belki yere bile düşmemiş olabileceğini söylüyor.

Asteroidler (Cüce Gezegenler)

Yörüngeleri  Güneş Sistemi’ nde Mars ile Jüpiter gezegenleri arasında kalan ve sayıları yaklaşık 40.000 kadar olan gök cisimleridir. Bu küçük gezegenler, küçük kütle ve hacimlerinden ötürü ‘gezegenimsi’ ya da ‘cüce gezegen’ olarak da bilinirler.

Astroit’lerin günümüzdeki keşfi Bode Kanunu’nun matematiksel olarak ispatlanmasıyla yolalmıştır. Gezegenler arasındaki orantı Johann Titius tarafından 1766 yılında belirtilirken, J.E. Bode formüla’yı 1778 yılında yazmıştır. Bode ve Titius’un belirttiği üzere, Jüpiter ve Mars arasında bir kaybolmuş bir gezegen vardır. 1801’de Giuseppe Piazzi’ nin Ceres 1 astroidinin keşfi ve 1802’de İngiliz bilim adamı Sir William Herscel tarafından 1 Ceres ve 2 Pallas’ı tanımlamak için ortaya atılan kavram, sonradan Mars ve Jüpiter yörüngeleri arasında keşfedilen çok sayıda küçük gök cismini içine almış, ardından Mars ve hatta diğer iç gezegenlerin yörüngesinden daha içte ya da Jüpiter yörüngesinden daha dışta yer alan cisimleri de kapsayacak şekilde genişletilmiştir. İngilizce diline yunanca kökenli Astreoides kelimesi “Astreoit” olarak 1803 yılında geçmiştir.

Bunun yanı sıra, Mısır Piramitleri’ nde Ra’nın Büyük Piramit’te yazdığı bilgiler doğrultusunda; bu eksik gezegen’in varlığı yaklaşık olarak 6000 yıl önce belirtilmiştir. Günümüzde yapılan Sümer tabletlerinin incelenmesinde de (bunlar da 5000 yıl önce yazılmıştır); bu astroidlerin bir gezegenin parçalanması sonucu oluştuğu yazılmıştır. Bu eksik gezegenin günümüz popüler bilimindeki adı da Maldek’ tir.

20. yüzyıl ortalarından itibaren Güneş Sistemi’nin dış sınırlarında henüz saptanamamış çok sayıda gök cisminin bulunabileceği öne sürülmüş ve olası yörünge özelliklerine göre bu cisimleri içine alacak Kuiper Kuşağı ve Oort Bulutu kuramsal grupları yaratılmıştır. 1992 yılında bu tanıma uyan ilk cisim keşfedilmiş, ardından çok sayıda yenileri bulunarak sayı 2005 yılı ortalarında 900’e yaklaşmıştır. Pratik nedenlerle Kuiper ve Oort cisimlerinin Neptün ötesi cisimler tanımı altında toplanması eğilimi yaygınlaşmaktadır. Böylece Güneş çevresinde dönen cisimler ‘gezegenler’, ‘asteroitler-küçük gezegenler’ ve ‘Neptün ötesi cisimler’ olarak 3 ana grupta toplanmıştır.

İngilizce gökbilim terminolojisinde yakın tarihlerde yaşanan yeni bir gelişme, uzun süredir yaygın kullanımdan kalkmış olan minor planets kavramının yine pratik nedenlerle yeniden canlandırılmaya çalışılmasıdır. Güneş sistemi üyelerinin daha tutarlı bir sınıflamasını yapmak amacıyla atılan bu adım, gezegenler ve akan yıldızlar (meteorlar) dışında kalan tüm cisimleri tek bir çatı altında toplamaya dayanmaktadır. Böylece asteroitler ve Neptün ötesi cisimleri kapsayacak şekilde genişletilen bu kavram, Türkçeleştirme açısından sorun yaratmaktadır. Küçük gezegenler şeklinde Türkçe’ye çevrilebilecek olan ‘minor planets’ tanımı ‘asteroit’ sözcüğünün eş anlamlısı olan ‘küçük gezegen’ kavramı ile çakışmaktadır.

Asteroitlerin En Büyüğü

10 Hygiea asteroit kuşağının dördüncü en büyük gökcismidir. Çapı 350-500 km arasında değişir ve kütlesi asteroit kuşağının toplam kütlesinin 3%’sidir. Daha sonra asteroyit kümeleri içinde yer alan en büyük gökcismi Ceres’tir; onun dışında yalnızca Pallas ile Vesta’nın çapları 480 km’yi geçer. Bu gökcisimlerinin hiçbirinin kütlesi bir atmosferi tutabilecek boyutlara ulaşamaz; birçoğu birkaç kilometrelik, hattâ birkaç yüzmetrelik kütlelerdir ve tam bir küre biçimde değildir.

Uluslararası Gökbilim Birliği (IAU) tarafından belirlenen cüce gezegenler Ceres,Pluton ve Eris’tir.Şimdilik sayıları üç adet olsa da ileride daha fazla cüce gezegene sahip bir güneş sistemimiz olacak.Çünkü şu anda bile sırada cüce gezegen olmayı bekleyen bir çok aday bulunmakta.

Ceres:

1801 yılında keşfedilen Ceres, Mars ile Jüpiterin arsındaki astroid kuşağının en büyük cismidir. İlk keşfedildiğinde bir kuyrukluyıldız sanılmış fakat daha sonra bir gezegen olarak adlandırılmıştı. Astroid kuşağındaki diğer astroidlerin keşfedilmesinin ardından ise bu ünvanını kaybetmişti.

Güneşe ortalama uzaklığı: 414 milyon Km

1 günü: 9,1 saat

1 Yılı: 406 Dünya Yılı

Yer Çekimi ivmesi: 0,03g

Çapı: 969 Km

Pluton:

1930 yılında Clyde Tombaugh tarafından keşfinin ardından gezegen olarak kabul edilmesiyle birliktegezegen nedir tartışmalarının da temelini attı. Pluton uydusu Charon ile Güneş etrafındaki turlarını birbirlerinin etrafında dönerek tamamlar.

Güneşe ortalama uzaklığı: 5,9 milyar Km

1 Günü: 153,6 saat

1 Yılı: 247,9 Dünya yılı

Çapı: 2302 Km

Yer çekimi ivmesi: 0,08g

Uydu sayısı: 3

Eris:

2005 yılında keşfinin ardından gezegen olarak kabul edilecek mi edilmeyecek mi diye beklenirken Çek Cumhuriyetinde toplanan bilim adamları tarafından Cüce gezegen adında yeni bir kategori açılmasına neden oldu.

Güneşe Ortalamam uzaklığı: 10,3 milyar Km

1 Günü: bilinmiyor

1 Yılı: 560 Dünya yılı

Çapı: 2300-2500 Km arası

Yerçekimi ivmesi: 0,09g

Uydu sayısı:1