Bu zamana kadar ilk kez iki büyük uydu Dünya yörüngesinde çarpıştı. Olay 10 Şubat Salı günü Sibirya’nın yaklaşık 800 km yukarısında Kosmos 2251 uydusunun Iridium 33 uydusuna çarpmasıyla gerçekleşti. İki uydu da tamamen harap oldu.
Amerikan Stratejik Komutanlığı yüzlerce uydu kalıntısını takip ediyor. Çarpışmanın ardından geçen +48 saatte çarpışmanın artıkları her iki yörüngeye de dağılmış durumda.
Bu kalıntılar aslında 800 km yukarıdaki uzay çöplüğünün nüfusunu artırmış oluyor. Çarpışmalar artık hiç olmadığı kadar muhtemel. Neyseki Uluslararası Uzay İstasyonu (UUİ) bu çöplükten şimdilik etkilenmeyecek çünkü UUİ çok daha aşağılarda seyrediyor: 350 km. Hubble Uzay Telekobu’ysa 610 km’de pek de güvende sayılmaz. Araştırmacılar, kalıntıları aşağılara inme risklerinden dolayı önümüzdeki günlerde daha ayrıntılı inceleyecekler.
15 Şubat 1564’te Galileo Galilei İtalya’nın Pisa şehrinde dünyaya geldi. Galileo’nun Güneş fiziğinde önemli bir yeri var. Bilindiğinin aksine Güneş lekeleinin o keşfetmedi fakat teleskopla gözlemleyen ilk kişi oldu.
Galileo’nun döneminde çoğu insan Güneş lekelerinin Güneş’in uyduları olduğunu düşünüyordu. Galileo öyle olmadığını kanıtladı. Hergün Güneş lekelerini çizerek Güneş’in döndüğünü ve lekelerin Güneş’in yüzeyinde (veya çok yakınında) yer aldığını keşfetti
Galileo tarafından 25 Temmuz 1613’te çizilen Güneş lekeleri
Şimdi biliniyorki Güneş lekeleri Güneşin yüzeyindeki dev manyetik adalar. Güneş’in içindeki dinamo sayesinde üretilen manyetik alanlar Güneş’in yüzeyinde Dünya’nın bir kaç katı büyüklüğünde siyah lekeler oluşturuyorlar. Bu bölgeler çevrelerinden daha soğuk oldukları için siyah görünüyorlar çünkü soğuk bölgeler daha az ışık yayıyorlar. Galileo’nun 1613’te çizdiği lekeler yaklaşık Jüpiter büyüklüğündeydi.
Eğer Galileo Şimdi hayatta olsaydı Güneş fiziğinde sanırım hiç bir ilerleme kaydedemezdi zira Güneş şu an minimumda ve 2009 yılının %85’i lekesiz geçti- ne leke var, ne parlamalar var ne de büyük manyetik fırtınalar. Galileo’nun doğum gününü kutlamanın hiç bir yolu yok, umarız ilerde lekeli günler bizleri bekler.
NASA’ya ait uzay araçları kuvvetli gama ışınları yayan Dünya’dan 30.000 ışık yılı (1 ıy= 10 trilyon km) uzaklıktaki bir yıldızı izliyor. Yıldızın yaptığı parlamalardan bazıları Güneş’in yirmi yılda yaydığı enerjiden de fazla enerji gönderebiliyor.
NASA’nın ‘Swift’ ve ‘Fermi’ uzay aracı, Dünya’dan 30000 ışık yılı uzaklıktaki ve güçlü gama ışımaları yapan bir nötron yıldızını izliyor.
“Bazı zamanlarda, bu dikkati çeken nesne, 20 dakika gibi kısa bir süre içinde yüzden fazla ışıma yaparak patlıyor” diyor Pennsylvania Üniversitesi’nde ‘Swift’in araştırmalarını yöneten Loredana Vetere. “En yoğun ışımalar, Güneş’in yirmi yılda yaydığı enerjiden daha fazla.”
SGR J1550-5418 diye bilinen yıldız Cetvel (Norma) Takımyıldızı’nın güney kısmında yer alıyor. Patlamalar 3 Ekim 2008’de başladı, biraz ara verdikten sonra 22 Ocak’ta devam etti.
Gökbilimciler bu cismi “Yumuşak Gama Işını Yenileyicisi (Soft-gama-ray repeater)” tanımına uyan 6. cisim olarak sınıflandırdı. 2004 yılında bir “Yumuşak Gama Işını Yenileyicisi”nden gelen yoğun bir ışıma Dünya’nın üst atmosferini 50000 ışık yılı uzaklıktan iyonlaştırdı.
Sanatçının gözünden ışıma yapan bir yıldız
Telif Hakkı: NASA/Goddard Uzay Uçuş Merkezi Kavramsal Görüntü Laboratuarı
“Swift” aracı üzerindeki X-ışını teleskopundan alınan bilgiler kullanılarak, Colombia Üniversitesi’nden Jules Halpern bir yumuşak gama ışın yenileyicisinden beri ilk “ışık yansıması (light echoes)” buldu. Son ışımaların başlangıcında elde edilen görüntüler, kaynağın etrafında oluşan ışık halkalarını genişletenin ne olduğu gösterdi. X-ışınları ile toz bulutları etkileşirken çeşitli halkalar oluşuyor.
Swift uzay aracından X- ışını teleskopu yardımıyla çekilmiş bir SGR J1550-5418 fotoğrafı. Çevresinde halkalar görünüyor. (Telif Hakkı: NASA/Swift/Jules Halpern, Columbia Üniv.)
Araştırmacılar ışınların kaynağının ise dönen nötron yıldızı olduğunu düşünüyor. Sadece 12 mil (yaklaşık 19 km) genişlikte olmasına rağmen, bir nötron yıldızı Güneş’ten daha fazla kütle içerir. Bu bahsedilen nötron yıldızının ise bir magnetar – çok yoğun manyetik alana sahip nötron yıldızı – olduğu düşünülüyor.
Popüler bir teoriye göre ışımaların nedeni magnetarın dış kabuğunda meydana gelen “yıldız sarsıntıları (starquakes)”. Bir magnetarın muazzam manyetik alanı değiştikçe, manyetik alan, kabuğu korkunç manyetik kuvvetlerle zorlar ve genellikle de kırar. Kabuk kırıldıkça yıldız deprem dalgası gibi sismik dalgalarla sallanır ve gama ışınları yayar.
Hiç kimse detaylardan emin değil; çünkü aktif yıldızları anlamak için daha yapılacak çok iş var.
2008 yılının haziran ayında fırlatılan NASA’nın Fermi Gama-Işını Uzay Teleskopu (Fermi Gamma-ray Space Telescope) bu iş için ideal. “Fermi’nin gama ışınlarını izleme tertibatı, bize bu tip olayların yapısını çözmek için magnetarların nasıl enerji saldığını anlamamızda yardım edecek.” diyor Huntsville, Ala’da bulunan NASA’nın Marshall Uzay Uçuş Merkezi’nden Chryssa Kouveliotou. Cisim, Fermi’nin gama ışınlarını izleme tertibatı 22 Ocak’tan beri 95’ten fazla ışıma kaydetti.
NASA’nın “Wind” uydusu ve Japonya Suzaku görevi ve Avrupa Uzay Ajansı’nın ortak “Integral” uydusu da SGR J1550-5418’den gelen ışınları fark etti.
Otomobiller benzin, yıldızlar yakıt tüketir ve gökadalar karadelikler içine çöker. Bunlar olurken, evren ve içindeki her şey yavaş yavaş tükenir. Fakat bu tükeniş nasıl olur? Avustralya Ulusal Üniversitesi’nden araştırmacılar, evrenin daha önce düşünülenden 30 kat daha fazla tükendiğini buldular.
Avustralya Ulusal üniversitesi’nin Astronomi ve Astrofizik Araştırma Okulu’ndan doktora öğrencisi Chas Egan ve Dr Charley Lineweaver evrenin entropisini hesapladı. Bilim insanları, entropiyi bir makinenin ne kadar verimli olduğunu ya da bir miktar yakıttan ne kadar iş yapılabileceği ya da bir sistemin nasıl tükendiğini ve bozulduğunu bulmak için hesaplarlar. Karadeliklerin boyutu ve sayısından oluşan verileri kullanarak evrenin daha önce tahmin edilenden 30 kat daha çok entropi içerdiğini buldular.
“Biz, gözlemlenebilir evrenin entropisine olan tüm katkıları dikkate aldık: yıldızlar, yıldız ışığı, kozmik mikrodalga arkaplan. Hatta karanlık maddenin entropi tahminini bile yaptık. Fakat bu, evrenin entropisini yöneten süper kütleli karadeliklerin entropisi. Bu süper kütleli karadeliklerin boyut ve sayılarından oluşan verileri kullandığımızda, evrenin entropisinin daha önce hesaplanandan yaklaşık 30 kat daha büyük olduğunu bulduk.” diyor Mr. Egan
“Yaygın düşüncenin aksine, çevremizde gördüğümüz tüm karmaşık yapıların (gökadalar, yıldızlar, fırtınalar ve kangurular) varlığı, evrenin entropisi ve bozulmasının artmasında belirgin bir etkiye sahip. Ancak dürüst olmak gerekirse, onların katkıları, süper kütleli karadeliklerle karşılaştırıldığında göz ardı edilecek düzeydedir.” diye ekliyor Dr Lineweaver.
Araştırmacıların sonuçları, karasal ve Dünya-dışı yaşam için önemli etkilere sahip. “Evren, düşük bir entropi halindeyken oluşmaya başladı ve termodinamiğin ikinci yasası uyarınca, entropi o andan beri artmakta. Bu önemli çünkü evrende yaşam (karasal yaşam da dahil) için elde edilebilir enerji miktarı, evrendeki entropiye bağlı. Evrenin herhangi bir yerinde yaşam için ne kadar enerjinin elde edilebilir olduğunu ve nerede bulunduğunu bilmek isterdik. Bu süreçteki ilk adım evrenin entropisini belirlemektir. Bu da bizim yaptığımız şey.” diyor Mr Egan.
Dr Lineweaver, araştırmada sıradaki adımın, maksimum entropiye ne kadar yakın olduğumuzu, şu anki süreçte ne kadar entropinin bulunduğunu ve evren ile tüm hayatın kaçınılmaz ısı-ölümle sona ermesinden önce ne kadar zamanımızın kaldığını tespit etmek olduğunu söyledi.
22 Ocak 2009 tarihindeki büyük etkinliğimizde konuğumuz NASA Astronotu Prof. Albert Sacco idi. Bu etkinliği bizler gibi birçok kişi nefeslerini tutarak bekliyordu. Yaklaşık 110 kişinin katıldığı konuşmada Prof. Sacco, uzay maceralarını esprili bir dille anlatırken izleyiciler olarak keyifli vakit geçirdik.
1995 yılında Columbia ile yörüngeye çıkan NASA STS-73 Mürettebatından, Kargo Uzmanı olarak görev yapan Prof. Sacco, bizlere yörüngede geçirdiği 16 gün boyunca yaptığı deneyleri ve başından geçen ilginç olayları anlattı. Uzaya çıkmadan önce kendisine uygulanan sıkı çalışmalardan da bahseden Prof. Sacconun konuşması yaklaşık 1 saat sürdü. Sacco, sunumunda ayrıca yörüngeden çektiği, Türkiye ve Dünya’nın değişik bölgelerinin yer aldığı fotoğraflarını da paylaştı. Daha sonra, sunumu ilgiyle takip eden seyircilerden gelen birbirinden ilginç sorularla konuşma tamamlandı.
ODTÜ AAT olarak, 2009 Dünya Astronomi Yılı’nda böylesine büyük bir etkinliği gerçekleştirmiş olmanın gururyla, başta Prof. Albert Sacco’ya ve daha sonra tüm katılımcılara teşekkürlerimizi sunarız.
Günümüzde Mars, en azından yüzeyinde hayat olmayan, soğuk ve adım atılmamış çöllerin dünyası gibi göründüğü için ölü bir gezegen olarak bilinir. Atmosferinin çok ince olmasından dolayı etkin olan morötesi ışınlar, Mars’ta sıvı su bulunmasını imkansızlaştırır çünkü su, ışınlardan dolayı hemen buharlaşır.
Ama “Science Express” dergisinde yayınlanan araştırmalar, Mars’ta hayatın var olabileceğini gösteriyor. Mars hakkında kesin olan bilinen bir şey var: Mars’ta metan gazının bulunması. NASA’dan ve üniversitelerden bir grup araştırmacı bu durumun gezegenin ya jeolojik bakımdan ya da biyolojik bakımdan hala faaliyette olabileceğini düşünüyor.
“Metan gazı bir çok biçimde yok edilebilir, bu yüzden Mars’ta bulunan metan kaynakları, hala devam eden bir süreçten oluşuyor.” diyor NASA Goddard Uzay Uçuş Merkezi’nden (NASA’s Goddard Space Flight Center) Michael Mumma. “Kuzey yarımküredeki yaz boyunca yayılan metan gazı ile ortaya çıkma hızları bakımından Santra Barbara’da bulunan kömür madenlerin çıkan metan gazlarının düzeyleri birbirine yakındır.”
Metan – dört tane hidrojen atomu (H) bir tane karbon (C) atomuna bağlı – Dünya üzerindeki doğal gazın temelidir. Dünya üzerindeki metan gazının bir çoğu canlıların besinleri sindirirken ortaya çıkan gazdan oluşur. Ama gene de hayat, bu iş için gene de yeterli değildir. Metanı ortaya çıkaran başka sebepler ise demirin paslanması gibi jeolojik sebeplerdir. Michael Mumma bu konudaki fikri şöyle: “Şu an metan gazını üretenin biyolojik mi yoksa jeolojik sebepler olduğunu anlayacak kadar bilgimiz yok. Ama gene de gezegenin en azından jeolojik anlamda faal olduğunu söyleyebiliriz.”
Eğer Mars’taki mikroskopik hayat metanı üretiyorsa, bu canlılar yüzeyin altında büyük ihtimalle sıvı suyun bulunabileceği kadar ılık bir yerde yaşıyorlardır. Sıvı su, hem enerji kaynağı olarak hem de şu ana kadar bilinen tüm canlılarda bulunan karbon kaynağı olarak kullanılıyor.
“Dünya’ da ise doğal radyoaktivitenin suyu, oksijene (O) ve moleküler halde hidrojene (H2) parçaladığı Witwatersrand Havzası’nda (Witwatersrand Basin) mikroorganizmalar yüzeyin 2 -3 kilometre altına kadar yayılabiliyor. Organizmalar hidrojeni enerji kaynağı olarak kullanabiliyor. Aynı durum, Mars’ta milyarlarca yıldır, donmuş yer yüzeyinin altında suyun sıvı olarak, enerji kaynağı olarak radyasyonun ve karbon kaynağı olarak da karbondioksitin bulunduğu bir yerde yaşamak benzer mikroorganizmalar için de geçerli olabilir.” diyor Michael Mumma.
Michael Mumma: “Yeraltında birikmiş gazlar, metan gibi, donmuş yüzeyde yazın oluşan çatlaklardan dışarı sızabilir.”
“Hidrojenden ve karbondioksitten metan üreten mikroplar Dünya üzerindeki ilk yaşam formlarıdır.” diyor araştırmayı destekleyen NASA Astrobiyoloji Enstitüsü yöneticisi Carl Pilcher. “Eğer Mars üzerinde yaşam olsaydı, metan oluşumunda bu metabolizmaların etkilerini düşünmek hiç de mantıksız olmayacaktı.”
Morötesi ışınlar yüzünden parçalanan metan, metil ile hidrojene dönüşüyor.
Ama jeolojik olayların da metan gazını üretmesi mümkün. Dünya’da pas oluşumunda metan gazı çıkıyor. Mars’ta da bu olay su, karbondioksit ve gezegenin kendi iç sıcaklığı ile olabilir. Başka bir olasılık ise volkanlar. Henüz Mars’ta aktif bir volkan olduğuna ilişkin bir kanıt bulunamasa da, eskiden kalma metan “clathrates” adı verilen buz içindeki kafeslerden dışarı çıkmış olabilir.
Araştırmacı grubu, Mars atmosferindeki metan gazını NASA’nın Kızılötesi Teleskop Tesisi’nde (NASA’s Infrared Telescope Facility) bulunan teleskoplara bağlı spektrometreler yardımıyla yıllarca (her Mars mevsiminde) dikkatlice gözlemleyerek buldu.
“Biz bir tanesi yaklaşık 19000 ton gaz çıkaran çeşitli metan kaynaklarını gözlemledik. Kaynaklar, sıcak mevsimlerde yani ilkbahar ve yaz mevsimlerinde daha fazla gaz yayıyor. Nedeni de donmuş çatlakların sıcak zamanlarda eriyerek atmosfere metan gazının çıkmasına izin vermesi olabilir. Garip olan ise bazı kaynaklarda su buharı varken diğerlerinde yok.” diyor Catholic Üniversitesi’nden Geronimo Villanueva.
Yaz ayında Mars’ın kuzey yarım küresinde bulunan metan kaynakları
Telif Hakkı: Trent Schindler/NASA
Gruba göre, eskiden kalma yer buzlarının olduğu yerdeki kaynaklar görüldü. Örneğin, kuzey yarımküredeki Arabia Terra bölgesinin doğusundaki Nili Fossae bölgesi, Syrtis Major’un güneydoğusu.
Astronominin gelecekteki görevlerinden birisi Mars atmosferindeki metanın kaynağını araştırmak olacaktır. Gazın kaynağını araştırmak için izlenecek yol ise gazın izotoplarını oranlamak. İzotoplar bir elementin daha ağır versiyonudur. Mesela; döteryum, hidrojenin ağır bir versiyonudur. Hidrojen içeren moleküller, su ve metan gibi, genelde döteryumdan ziyade hidrojeni tercih ederler. Ama, canlılar hafif elementleri tercih ettiklerinden metandaki döteryum miktarı artacaktır. Bu da Mars’ta hayat olduğuna ilişkin kanıt olacaktır.
Ama ne olursa olsun Mars artık ölü bir gezegen değildir.
Geçtiğimiz onyıllarda astronomlar, çok geniş galaksilerin merkezlerine gizlenmiş çok iri karadeliklerin varlığını keşfettiler ve astronomi dünyası yeni bir soruyla karşı karşıya kaldı.Klasik tavuk yumurta sorusu gibi acaba hangisi daha önce oluştu?”Karadelikler mi, Galaksiler mi?”
Amerikan Astronomi Derneği toplantısında yapılan yeni açıklamalarda tahminler kara deliklerin daha önce oluştuğu yönünde.Chriss Carilli(Ulusal Radyo Astronomi Gözlemevi) önderliğindeki bir uluslararası astronomi takımı Amerika, İspanya ve Fransa’da radyo teleskopunu kullanarak aşırı uzaklıklarda bulunan 4 radyo dalgası yayan ve merkezlerinde güçlü bir aktiviteye sahip karadelikler bulunan galaksiler üzerinde çalışıyorlar.Bu galaksilerin Büyük Patlama’dan yaklaşık olarak 1 milyar yıl sonra oluştukları düşünülüyor.
Radyo dalgaboylarının gözlemlenmesiyle astronomi takımı, her galaksiyle gaz bulutunun ışınsal hızını ölçebildiler.Bu hızlar galaksinin merkezinde bulunan gaz bulutunun uzaklığının toplam kütlesini ortaya koyuyor.Hızlı hareket eden gazdan gelen tayfsal çizgideki kırmızı mavi değişimler tek başına merkezdeki karadeliğin toplam kütlesini söyleyebilir.
Carilli ve iş arkadaşları bu 4 galaksinin her birinin şişkinliğinin karadelikten sadece 30 kat daha fazla kütleye sahip olduğunu buldular.Bu 4 duruma göre kara deliğin kütlesinin 20, 30 kat daha geniş olması yakın evrendeki bu ilişkiyi tahmin edilebilir kılıyor.Carilli’nin söylemiyle “kara delikler önce geldi ve her nasıl olduysa da galaksiler etrafında oluşup gelişti.”
Ayrıca Carilli bu sonuçların daha ileri gözlemlerle, şu an hala inşaat halinde olan daha büyük radyo araçlarıyla yapılacak çalışmalarla doğrulanmaya ihtiyacı olduğuna işaret ediyor ve şunları ekliyor:”Bizim çalışmamız bu ilişkinin orjinal halini anlatamıyor.Neticede evrendeki bu sistemi anlamak evren daha çok gençken ilk yıldızların ve galaksilerin nasıl oluştuğunu bilmemiz gerekiyor.”
Bilindiği gibi 2008 yılının Aralık ayındaki dolunay yerberi(perige) Ayı idi. Bu dolunay 2008 ‘deki diğer dolunaylardan %14 daha büyük ve %30 daha parlaktı. Bu cumartesi gecesi (10 ocak) yerberi Ayı tekrar ortaya çıkıyor.
Yerberi olayı 400 yıl önce Johannes Kepler tarafından açıklanmıştı. Yörüngesi elips olan Ay, bazen Dünya’ya 50000 km daha fazla yaklaşıyor ve bu zamanlarda bu ismi alıyor. Yerberi dolunayları ise yılda 1 veya 2 defa oluyor.
Eğer Aralık 2008’deki dolunayı kaçırdıysanız, cumartesi gecesi Yerberi Ay’ına bakmayı unutmayın.
9 Kasım 2005’te Venüs’ün yörüngesine fırlatılan Venus Express, geçtiğimiz sene, Venüs’ün karanlık yüzünde gerçekleşen, atmosfer tabakasındaki kaybı saptamıştı. Son olarak, Venüs’ün atmosferinin Güneş’e bakan tarafından meydana gelen kayıplar da saptandı. Son bulgularla birlikte bilimadamları Venüs’te bir zamanlar Dünya’daki kadar bol bulunan suyun esrarengiz kaybı ile ilgili sır perdesini aralamaya başladılar.
Venus Express
Venus Express’in yüklü parçacıkları tesbit eden modülü MAG (magnetometer instrument), Venüs’ün Güneş’e bakan yüzünden azımsanmayacak miktarlarda hidrojen kaçtığını saptadı. Bu olay, daha önceden de olabileceği tahmin edilmekle birlikte, Venüs etrafında yüksek derecede eliptik bir yörünge izleyrek kutuplardan geçen Venus Express sayedinde ilk defa gözlenmiş oldu.
Güneş Sistemi’nin oluşumu sırasında yaklaşık aynı zamanlarda ve aynı büyüklükte oluştuğu tahmin edilen Venüs ve Dünya, kimyasal içerik bakımından da benzerlikler taşıması beklenilen gezegenlerdir. Fakat bilindiği gibi Venüs üzerindeki su miktarıyla Dünya üzerindeki su miktarı arasında çok büyük fark vardır. Dünya’da yaşamı oluşturan su, bugün Venüs’tekinin 100000 katıdır. Su miktarlarındaki bu büyük farklılıkla birlikte, bilim adamları Venüs’ün güne bakan yüzünden saniyede 2×1024 hidrojen çekirdeğinin kaçtığını tesbit ettiler.
Geçen yıl Venüs’ün karanlık yüzünden bu miktarın yaklaşık 2 katı kadar hidrojen çekirdeğinin kaçtığı gözlenmişti. Tüm bu kaçışların hidrojen çekirdeği şeklinde olması sonucunda bilimadamları, suyun Venüs’ün atmosferinde sürekli parçalanıyor olabileceği ihtimalini düşünmeye başladılar.
Venüs’ün Dünya’nınki gibi bir manyetik alana sahip olmaması, onu Güneş rüzgarları karşısında korumasız bırakır. Güneş rüzgarları atmosferin üst katmanlarına çarparak, buradan parçacık koparır. Gezegen bilimcileri, 4,5 milyar yıl önce oluşan Venüs’ün bu şekilde su kaybederek günümüzdeki haline geldiğini düşünüyorlar.
Hidrojen çekirdeklerinin kaçışının aynı zamanda su moleküllerinin kaçtığını göstermesi için, hidrojen miktarının yarısı kadar oksijenin (su 2 hidrojen ve 1 oksijenden oluştuğu için) de Venüs’ten kaçtığının gözlenmesi gerekiyor. Fakat şu ana kadar yapılan araştırmalar atmosferden oksijen kaçışına dair kesin bir bulgu göstermedi. Bu durumda kaçan hidrojenin sudan değil de direk olarak Venüs’ün atmosferinin üst katmanındaki fazla hidrojenden kaynaklandığı görüşü açığa çıkıyor. Bu görüş de bu kez Venüs’ün üst katmanlarındaki fazla hidrojenin nereden geldiği sorusunu akıllara getiriyor.
Güzellik tanrıçası Venüs, her hâlükârda esrarengizliğini korumaya devam ediyor…
1995 yılında STS-73 uçuşuyla Columbia uzay aracıyla uzaya gitmiş NASA astronotlarından Albert SACCO, Dünya Astronomi Yılı 2009 etkinlikleri dahilinde 22 Ocak 2009 günü bizlerle birlikte olacak. Uzaya gitmenin nasıl bir duygu olduğunu ve tecrübelerini bizlere vereceği seminerle aktaracak. Daha sonra da kendisiyle sohbet şansımız olacak.
Saat 15:00 de ODTÜ Kültür Kongre Merkezi D salonunda bizlerle birlike olacak olan Albert Sacco’ya göstermiş olduğunuz ilgi için teşekkür ederiz. Salonumuzda boş yer kalmamıştır.