gokyuzu.org

Carl Sagan’ın Çılgın Fikri: Kuyruklu Yıldızlarda Yaşam

Şartlar ne olursa olsun, insanlığın geleceği için Dünya harici bir yerlerde sürdürülebilir insan yaşamı oluşturmak hayati bir önem arz etmektedir çünkü hepimiz Dünya’nın sonsuza kadar dayanamayacağını biliyoruz. Dünya’daki yaşamı onlarca tehdit içinden hangisinin sona erdireceğini tam olarak bilemiyoruz ancak gelecekte hayatın tamamen yok olacağını kesin olarak biliyoruz.

Aylarda ya da gezegenlerde koloniler kurmak insan yaşamını sürdürmenin bir yolu olabilir ancak bunu başarabilmek oldukça zor. Yakında Mars’a ayak basacağız ancak oradaki insan yaşamı fikrinin ne kadar başarılı olacağını bilemiyoruz. Mars’tan bahsettiğimizde birçok ”Eğer” diye başlayan korkutucu cümleler önümüze seriliveriyor.

Elimizde kalan tek seçenek ise ”uzay yerleşimleri.” Uzayda gezegenlerde ve aylarda olduğundan daha fazla alan olduğunu düşünürsek bu seçenek kulağa mantıklı gelebilir. Ayrıca uzay yerleşimleri uzun zamandır düşünürlerin, yazarların ve bilim adamlarının kafa yorduğu bir şey.

Gerar K. O’Neil, muhtemelen uzay yerleşimleri denilince akla gelen en ünlü düşünürdür. Kendisi 1977 yılında ”The High: Frontier: Human Colonies in Space” adında ufuk açıcı bir kitap yayımladı. Şu anda ”O’Neill Silindiri” olarak isimlendirilen şey bizzat O’Neill sayesinde ilgi odağı oldu.

”O’Neill Silindiri”

O’Neill Silindiri uzay yerleşiminin temellerini atmış durumda. Bu silindir zıt yönde hareket eden iki silindirden oluşmakta ve bu silindirlerden biri diğerinin içinde bulunmakta. Zıt yöndeki hareketler kararlılık ve yer çekimi sağlamakta. Böyle bir durumda atmosfer kontrol edilebilir olmakta ve yaşam için gerekli olan enerji, Güneş’ten ya da  füzyon metodundan  sağlanabilmektedir.

”McKendree Silindiri”

O’Neiil’in ortaya atmış olduğu fikrin ardından başka insanlar tarafından da farklı fikirler  ortaya atıldı. Bu fikirler arasından dikkat çeken bir tanesi Mckendree Silindiri’dir. Bu silindir, O’Neill Silindiri’ne göre çok daha büyüktür. Karbon fulleren borucukları sayesinde Amerika Birleşik Devletleri’nin yüzey alanından daha fazla bir alana sahiptir. Silindir, NASA mühendislerinden Tom McKendree tarafından tasarlanmış olup 2000 yılında NASA’da yapılan ”Turning Goals into Reality Conference”(Hedefleri Gerçeğe Dönüştürme Konferansı’nda) tanıtılmıştır.

Bernal Küresi ve Stanford Tor’u gibi projelerin de içinde bulunduğu birçok devasa ve yüksek teknoloji içeren uzay yerleşimi fikirleri de ortaya atılmıştır. Tüm bu tasarımlar mühendislerin ve teknoloji uzmanlarının klasik tasarımlarıdır. Yüksek teknoloji, birçok demir ve makine içeren tasarımlar gibi. Bu tasarımları yapan bilim adamları ve mühendisler haricinde uzayda insan yaşamının olabileceğini düşünen başka kişiler de vardı.

Bunlardan biri de Carl Sagan’dı ve Carl’ın uzaydaki insan yaşamı fikri oldukça farklıydı.

Çok Çılgınca Ancak Gerçekten İşe Yarayabilir

Uzay yerleşimi ile ilgili en çılgınca fikir Carl Sagan’ın 1985’te yazmış olduğu ”Comet”(Kuyruklu Yıldız) kitabı olmalı. Sagan, insanların Güneş Sistemi etrafında yol alan kuyruklu yıldızlara gidebileceğini ve hatta oralarda koloniler kurabileceği fikrini ortaya atmıştır. Sagan’ın hayalindeki zaman dilimindeki tüm gelişmiş teknolojiler kullanılarak – ki şu anda bu teknolojik gelişmelerin hiçbiri gerçekleşmedi. – kuyruklu yıldızlar insanlığın kurtuluşu haline getirilebilir. Carl’ın hayalindeki dünya, yüksek mühendislik ile donatılmış teknolojiye sahip ışıl ışıl yerleşim yerlerinden, yani insanların uzay yerleşimi denilince aklına gelen yerlerden, tamamen farklı.

Sagan’ın uzay yerleşimi hakkındaki düşüncesi en şaşırtıcı ve belki de en kasvetli fikir durumunda. Kuyruklu yıldızlarda yaşamak şok edici ve hatta belki de mantıksız gelebilir ancak Sagan bu fikrinin ardında mantıklı bir düşünce olduğunu söylüyor.

Unutmayın ki Sagan bunu yazdığında süper güçler arasındaki termonükleer savaş hala ”olası” idi ve Carl Sagan gibi düşünürler olası bir tehlikenin kokusunu almışlardı. Bir felaketin yakında gerçekleşeceği hissi ”kuyruklu yıldız – uzay yerleşim yerleri” fikrinin ortaya çıkmasına yardımcı olmuş olabilir. Bu his olmasa bile zaten Carl yenilikçi bir düşünürdü.

Sagan’ın kuyruklu yıldızları uzay yerleşimi olarak kullanma fikrinin arkasında şu düşünce var: Eğer Dünya’nın yörüngesinden geçen yaklaşık yüz bin kuyruklu yıldız ve Oort Bulutsusu’nda da yaklaşık yüz trilyon kuyruklu yıldız varsa, tüm bu yıldızların yüzey alanlarını birleştirdiğimizde ortalama yüz milyon Dünya boyutunda bir yer ortaya çıkar. Gelişmiş teknoloji sayesinde, Sagan bu kuyruklu yıldızların kontrol alına alınıp üzerlerine koloniler kurulduktan sonra insanların isteğine göre yörüngelere yollanabileceği fikrini ortaya atıyor.

Kuyruklu yıldızlar mineraller, su buzu ve biyolojik bileşimler bakımından zengindir, ya da en azından geçmişte öyle olduğu düşünülüyordu. Bu da demek oluyor ki üretim için ham madde, su içmek ve oksijen üretmek için su, biyomühendislik için biyolojik bileşenler ve hatta uzay araçları benzini için ham madde bile bu yıldızlarda bulunmakta. Kuyruklu yıldızlara güç üretebilecek füzyon reaktörü kurulursa, kuyruklu yıldızların her biri Güneş Sistemi içinde elverişli depo durumuna gelir.

Yenilikçi bir düşünür olan fizikçi Freeman Dyson, Sagan’ın kuyruklu yıldız fikrine katkıda bulundu. ”Comet” kitabında Sagan, Dyson’ın genetik mühendisliği hakkında ortaya atmış olduğu fikri de anlatmakta. Bu fikre göre, bir gün, kuyruklu yıldızlarda büyüyebilen ve bazı ihtiyaçlarımızı karşılayabilecek yaşam formları geliştirme imkanına sahip olmalıyız. Dyson, kuyruklu bir yıldızda büyüyebilen ve organik kimyasallar bakımından zengin olan bir kar kütlesinin içine yerleştirilen ve genetiğiyle oynanan devasa bir ağaçtan bahsetmekte. Böylece ağaç bize taze oksijen üretebilecek.

İnsanların uzayda seyahat etmesi, kuyruklu yıldızlarda yaşaması, genetiğiyle oynanmış devasa ağaçlar ve füzyon güç santralleri şu an için inanılması oldukça zor şeyler ancak şunu unutmamalıyız ki şu anda değerini bilmediğimiz bazı şeylerin geçmişte, düşüncesi bile komikti. Bu fikrin altında yatan bazı düşünceler oldukça hayal mahsülü olsa da -tıpkı devasa ağaç gibi- gerçekten uygulanabilir bir fikrin tohumlarının atıldığını da söylemeliyiz. İnsanların kuyruklu yıldızlar arasında gidip gelmesi, onları kendi amacımıza hizmet etmeleri için yeniden düzenlememiz ve onlardan mineral ve yakıt gibi ham maddeler çıkarmamız gibi.

Kuyruklu yıldızları gerçekten yaşanılabilir alanlara dönüştürebilmemiz şu an mütereddit görünebilir. Hatta yukarıda bahsettiğimiz fikirlerin bilimden çok bilim kurgu olduğunu da kabul etmeliyiz ancak gelecek henüz gerçekleşmedi. Yeterince zaman olduğunu varsayarsak, düşünebildiğimiz her şeyin bir gün gerçekleşmesi olası.

Kaynak: universetoday

Yazan: Burkay Kuru

Bu Gece Telefonunuzu Kapatmayın

Bu gece kozmik ışınlar Dünya’ya yaklaşacaktır, 00.30 – 3.30 saatleri arasında telefon hücresel cihaz,tablet vb. Cihazları kapattığınızdan emin olun….

Son zamanlarda oldukça sık bir şekilde karşımıza çıkmaya başlayan ve bilimsel bir dayanağı olmayan bu tür hurafeler birçok insanı oldukça tedirgin ediyor. Genelde bir gök olayının yaklaştığı tarihlerde, şaka olarak ortaya atılan ve  yakınlarını uyarmak isteyen iyi niyetli insanlar tarafından viral bir şekilde yayılan bu mesajlar her ne kadar içeriğinde aksini belirtse de hiçbir resmi kurum tarafından onaylanmaz.

Bu yazıda, uzaydan gelen radyasyonun bizi gerçekten iddia edilen şekilde niye etkilemediğinin cevabını bulacaksınız.

Işınım anlamına gelen radyasyon terimini iki başlık altında inceleyebiliriz. Bunlar iyonlaştırıcı radyasyon ve iyonlaştırıcı olmayan radyasyondur. İyonlaştırıcı olmayan radyasyon, elektromanyetik kuvvetin taşıyıcı parçacıkları olan fotonlardan oluşur ve elektromanyetik spektrumda, radyo dalgalarından ultraviyole dalgaların başlangıç kısmına kadar olan dalgaboylarını içerir. İyonlaştırıcı radyasyon ise alfa, beta gibi yüklü parçacıklardan, ultraviyole ve daha kısa dalgaboylarina sahip fotonlardan ve de  nötronlar gibi yüksüz parçacıklardan oluşur.

Uzaydan Dünya’ya iki tip radyasyon da gelmektedir ancak bunların büyük bir kısmı yeryüzüne ulaşamaz. İyonlaştırıcı olmayan ve yüksüz iyonlaştırıcı radyasyon, belirli dalga boyları dışında Dünya’nın atmosferi tarafından soğurulduğu için yeryüzüne ulaşamadan soğurulmuş olurlar. Yeryüzüne ulaşabilen ışınlar kısa radyo dalgaları ve görülebilir ışıktır (radyo ve optik pencere)  geriye kalan gama, x-ray gibi yüksek enerjili ışınımlar atmosfer tarafından engellenirler.


Özellikle Güneş rüzgarları ile gelen, yüksek enerjili yüklü parçacıklar ise atmosfere ulaşamadan manyetosfer tarafından engellenmiş olur. Bunun sebebi yüklü parçacıkların manyetik alanda sapmasıdır (Lorentz Kuvveti). Bu olay sonucunda enerji kaybeden yüklü parçacıklar,  atmosferin en üst tabakasıyla etkileşime girip kutup noktalarına yakın enlemlerde (yaygın olarak 60 ve 72 derece kuzey-güney enlemleri arasında) görülen kutup ışıklarına sebep verebilir.

Her ne kadar Dünya’nın koruması sayesinde radyasyon seviyesi insanlara risk oluşturmayacak düzeyde düşük kalsa da, tamamen engellenmeleri mümkün olmadığı çin küçük bir miktar radyasyon Dünya’ya ulaşır ve bundan özellikle uçak pilotları gibi atmosferin üst tabakalarında olan insanlar etkilenir. Ayrıca çok güçlü Güneş patlamaları gibi olaylar sonucu, elektrik şebekesinde arızalar meydana gelebilir ancak bu radyasyonun telefon gibi cihazlar üzerinden insan sağlığını tehdit edecek etkileri yoktur.

Görseller : https://commons.wikimedia.org , https://antarcticarctic.wordpress.com

Yazan: Alper Karasuer

Venüs ve Uranüs: Güneş Sistemi’nin Aykırı Çocukları

Güneş Sistemimizde bulunan sekiz gezegenden ikisi olan Venüs ve Uranüs’ün uzaydaki hareketleri, diğer gezegenlerinkine göre biraz daha farklıdır. Diğer gezegenler, kendi eksenleri etrafında batıdan doğuya doğru dönerken Venüs’ün kendi ekseni etrafında ki dönüşü ise doğudan batıya doğrudur(Başlık resminde okla gösterilen yönlere bakarak bunu daha iyi anlayabilirsiniz). Bu da kulağa her ne kadar ilginç gelse de, Venüs’te Güneş’in batıdan doğduğu anlamına gelir. Bir diğer gezegenimiz Uranüs’ün ilginç özelliği ise eksen eğikliğinin 90°dereceye yakın bir açıda olmasıdır( 98°). Peki neden bu iki gezegen diğerlerine göre farklı hareket eder diye soracak olursanız cevabı bu yazının içinde gizli!

Öncelikle Venüs ile başlayalım. Venüs’ün neden saat yönünde döndüğü  ile ilgili en çok kabul gören teorilerden biri, zamanında Venüs’ün de diğer gezegenlerle aynı yönde döndüğü ancak daha sonra Mars ile Dünya arasında var olduğu iddia edilen gezegen sayılabilecek büyüklükte bir gök cisminin yörüngesinden kopup Venüs’e çarpması ve Venüs’ün eksen eğikliğini yaklaşık 180° tersine çevirmesidir. Yani Venüs aynı yönde dönmeye devam ederken, eksen eğikliği değişmiş ve bu da Venüs’ün diğer gezegenlere göre ters yönde döndüğü izlenimine sebep olmuştur.

Fransa’daki Astronomie et Systemes Dynamique isimli bir araştırma enstitüsünden bir grup bilim insanı ise bambaşka bir teori ortaya atmıştır. Bu teoriye göre Venüs’ün dönüşü zamanla yavaşlamış,durmuş ve en sonunda ise tersi yöne doğru devam etmiştir. Buna sebep olan şeyin ise Güneş’in kütleçekimi olduğu iddia edilmektedir.Güneş’in devasa büyüklükte ki kütleçekimsel kuvveti Merkür ve Venüs’ün dönüş hızlarının yavaşlamasına ve iki gezegenin gün süresinin uzamasına sebep olmuştur. Bu yüzden Venüs’ün bir günü 254 Dünya gününe, bir yılı ise 224 Dünya gününe eşittir. Yani ” Venüs’ün bir günü bir yılından daha uzun sürer ”.

Güneş Sistemi’nin bir diğer aykırı çocuğu olan Uranüs ise Venüs’e göre biraz daha farklı bir özelliğe sahiptir.Yazının en üstünde bulunan resme baktığınızda gezegenlerin eksen eğikliğini gösteren uzun çizginin her bir gezegenin kutuplarından geçtiğini görürsünüz. Uranüs’ün eksen eğikliği daha önce bahsettiğimiz gibi 98° civarındadır ve diğer gezegenlere göre neredeyse yana yatık bir şekilde kendi etrafında dönmektedir.

Bunun nedenlerinden olarak düşünülen ilk açıklama Venüs için ortaya atılan görüşlerden ilkiyle çok benzerdir. Uzun zaman önce yaklaşık olarak iki Dünya büyüklüğünde bir gök cisminin Uranüs’ün yüzeyine çarpması sonucu gezegenin eksen eğikliği değişmiştir. Ancak bu teorinn açıklayamadığı şey Uranüs’ün uydularının da neden aynı eğikliğe sahip olduğudur. Aynı zamanda 2011 yılında yapılan simülasyonlar bize göstermiştir ki büyük bir gök cismi yerine küçük ama sayısı daha fazla olan gök cisimlerinin çarpması sonucu Uranüs’ün eksen eğikliği yine değişmiş ve bu, Uranüs’ün uydularının neden aynı eğiklikte olduğunu açıklayabilmiştir.

Bir başka alternatif açıklama da 2009 yılında bir grup astronom tarafından öne sürülen, Uranüs’ün bir zamanlar büyük bir uydusunun olduğu, Uranüs’ün kütleçekimsel kuvveti sayesinde bu uydunun başka bir gezegendeki yörüngesinden kopup Uranüs’ün yörüngesine girdiğidir. Bu durum kozmik bir pinball oyununa benzemektedir.

İlerki yıllarda Venüs ve Uranüs ile ilgili çalışmalarla birlikte yeni teoriler doğabilir ya da bu saydığımız teorilere daha güçlü kanıtlar bulunabilir. Bununla ilgili en yakın tarihteki çalışma, 2018 yılında Merkür’e iniş yapacak olan BepiColombo sondasını taşıyan aracın Venüs’ün yakınından geçerken bize göndermesini beklediğimiz bilgilerdir.

Kaynaklar: http://www.sciencealert.com/why-are-venus-and-uranus-spinning-in-the-wrong-direction

https://www.scientificamerican.com/article/why-venus-spins-the-wrong

Yazan: İlkcan Erdem

Ay Neden Kırmızı Görünür?

Dünyamız’ın uydusu Ay, 29 günlük period dahilinde çeşitli evrelerinde gözlemlenir. Bu evrelerde Ay diskinin aydınlanan bölümleri Dünya yüzeyinden görünür hale gelir. Ancak bazı durumlarda Ay Dünya’dan kızıl-kırmızı renkte görünür. Bunun nedenini hiç düşündünüz mü?

Ay, tam Ay tutulması süresince kırmızı renkte gürnür. Bunun nedenini, basit bir şekilde açıklayabiliriz. Ay normalde üzerine düşen Güneş ışınlarını bize yansıtmaktadır ancak tam tutulma sırasında, Dünya, Ay’ın Güneş’ten gelen ışınları direkt olarak almasını engeller. Bir başka deyişle, Ay, Dünya’nın gölgesine girer. Bu durumda, Ay, direkt olarak Güneş ışınlarını alamaz ancak az da olsa Dünya atmosferinden saçılan ışınları alabilir. İşte bu ışınlar, genelde spektrumun kırmızı tarafında daha yoğundur. Tıpkı Güneş batarken daha kırmızı görünmesinde olduğu gibi, Rayleigh saçılımı adını verdiğimiz bu saçılımın nedeni, Güneş’ten gelen beyaz ışığın, mavi bölgesinin, kırmızı bölgesine oranla daha fazla saçılıma uğramasıdır. Ay, tam tutulma sırasında sadece Dünya atmosferinden gelen kırmızı yoğunluktaki bu ışık ile aydınlandığından, Dünya yüzeyinden kırmızı görünür.

Yazan: SEDAT CANLI

Faydalı Astronomi Uygulamaları

Akıllı telefonlarımız aslında birer astronomi bilgini. Gökyüzünde ne olduğunu merak ettiğiniz gök cisimlerini bilmesinden tutun uydu geçişlerini, göktaşı yağmurlarını haber vermesine kadar her alanda amatör astronomların en yakın dostu. Bir kısmını burada sıralayacağız ancak çok sayıda uygulama olduğu için geri kalanları siz keşfedebilirsiniz.

Messier Catalog: Messier Kataloğu, 1774 ile 1781 yılları arasında Fransız gökbilimci Charles Messier tarafından derlenen 110 derin uzay cismini içerir. Bu uygulama ile Messier cisimlerinin özelliklerine, gökyüzündeki konumlarına ve nasıl gözlenebileceğine dair bilgilere ulaşabilirsiniz.

Night Sky Tools: Bu uygulama aslında astronomi ile ilgili yapılabilecek tüm uygulamaların toplamıdır. Astronomi ile ilgili aradığınız çoğu bilgiye bu uygulama sayesinde ulaşabilirsiniz.

Google Sky Map, Star Chart, SkEye, SkyPortal: Bu dört uygulama aralarında farklar olsa da aynı amaç için yapılmıştır. Bu uygulamalar sayesinde gökyüzünde ne olduğunu merak ettiğiniz cisimleri öğrenebilir, yıldızları, gezegenleri, takımyıldızları tespit edebilirsiniz.

Phases of the Moon: Çok parlak olduğu için Ay ışık kirliliği kadar etki yaratabilir bu yüzden gözlem günü seçilirken Ay’ın olmamasına dikkat edilir. Bu uygulama sayesinde Ay’ın evrelerinin değişimini takip edebilirsiniz bu sayede en iyi gözlem gününe karar verebilirsiniz. 2050 yılının herhangi bir günündeki Ay’ın evresine bile bakabilirsiniz. Kraterlerin, denizlerin isimlerini öğrenebilirsiniz.

NASA: Bu uygulamayı indirdiğinizde NASA ile keşfe çıkıp uzayla ilgili görevler hakkında bilgilenebilirsiniz. En son çıkan haberlere, videolara, resimlere ulaşabilirsiniz.

APOD: Her gün NASA tarafından yayınlanan Günün Gökbilim Görüntüsü’e ve açıklamasına ulaşabileceğiniz güzel bir uygulama.

ISS Detector: Bu uygulama İridyum uydusu parlamalarını ve Uluslararası Uzay İstasyonu geçişlerini haber verir ve gökyüzünde hangi yöne, ne zaman bakacağınızı söyler.

Heavens-Above, SatTrack: Bu iki uygulama da ISS Detector uygulamasına benzer. ISS geçişlerine ve İridyum parlamalarına ek olarak radyo uydularını da ne zaman görebileceğinizi söyler.

CMO: Chile Mobile Observatory, Dünya’nın en verimli yer merkezli gözlemevi ESO’dan çekilen çok sayıda fotoğraf içerir ve her fotoğraf için kısa bir bilgilendirme metni de vardır.

Rocket Science 101: RS101 ile roket bilimcisi olmaya gerek kalmadan NASA’nın uzay aracını inşa edip yörüngeye yerleştirebilirsiniz.

Meteor Shower Calendar: Yaklaşan göktaşı yağmurlarını ve hangi günlerde en fazla sayıda gözlenebileceğini haber verir. Astronomy Learning: Başlangıç seviyesinde astronomi derslerini takip edip ilginç keşifleri öğrenebilirsiniz. Udemy daha fazla sayıda astronomi içerikli dersler hazırladıkça bu uygulama da gelişecektir.