gokyuzu.org

Gezegenler

Bir yıldızın etrafında dolanan ve kendisi yıldız olmayan doğal gök cisimlerine gezegen adı verilir. Dar anlamıyla, Güneş Sistemi içinde, Güneş’in doğrudan uydusu olan ve Uluslararası Gökbilim Birliği (IAU) tarafından bu tanıma uygun bulunmuş 8 gök cismini belirlemede kullanılır. Güneş Sistemi’nde, resmi olarak kabul edilen ‘sekiz gezegen’den başka, bu cisimlerle boyut, yörünge ve fiziksel özellikler açısından aynı gruba konabilecek yeni gök cisimlerinin keşfedilmesi, bir yandan da başka yıldızların etrafında da Güneş Sistemi gezegenlerine benzer gök cisimlerinin dolandığının saptanması, ‘gezegen’ tanımının sınırlarının bulanıklaşmasına neden olmuştur.

Uluslararası Gökbilim Birliği’nin (IAU), 2006 yılından bu yana kabul ettiği Güneş Sistemi’nin 8 gezegeni, güneşe yakınlık sıralarına göre şunlardır:

Not: Resimlerin telif hakkı NASA’ya aittir.

Bu 8 gezegenin dışında daha önce gezegen olarak tanımlanan Plüton IAU’nun yeni tanımlamasına göre Cüce Gezegen olarak kabul edilmektedir.

Gezegenlerin çeşitli özellikleri aşağıdaki çizelgede verilmiştir.

Gezegen1ÇapıKütlesiYörünge
yarıçapı
Güneş çevresinde
dönme süresi
Kendi çevresinde
dönme süresi
Merkür (☿)0,3820,060,380,24158,6
Venüs (♀)0,9490,820,720,615-2432
Dünya (⊕)1,001,001,001,001,00
Mars (♂)0,530,111,521,881,03
Jüpiter (♃)11,23185,2011,860,414
Satürn(♄)9,41959,5429,460,426
Uranüs (♅)3,9814,619,2284,010,718
Neptün (♆)3,8117,230,06164,790,671

1 Çizelgedeki değerler Dünya’nın çapı, kütlesi vb.’ne olan oranlardır.

2 Venüs gezegeninin kendi çevresinde dönme yönü, diğer gezegenlere zıttır.

Gezegenlerin Oluşumu

Karasal gezegenlerin, Güneş Sistemi’ni oluşturan bulutsudaki toz parçalarından oluştuğu söylenebilir. İlkel Güneş Sistemi’nde bu toz parçaları bir araya gelerek, kondrül denen küçük gök taşlarını oluşturdular. Bu sırada sıcaklık 2000 dereceyi buluyordu. Milyarlarca yıl önce, İlkel Güneş Sistemi’nde kondrüller ve bulutsudaki toz parçaları bir araya gelerek kondrit adı verilen göktaşlarını oluşturmaya başladı. Günümüzdeki göktaşları, büyük oranda kondüitlerdir. Bunlar Güneş Sistemi’nin oluşumundan bu yana pek bozulmadan kalmışlardır. Bu sayede yeryüzüne düşen göktaşları evrenin geçmişi hakkında bilgi verir.

Yörüngede Güneş çevresinde dolanan bir cisim, ne Güneş’e doğru düşer ne de uzaya savrulur. Ancak ortamda bir miktar gaz varsa, bu gaz cisim hızının azalmasına ve sarmal bir yol izleyerek Güneş’e yakınlaşmasına yol açar. Yani, cisim, çapı giderek küçülen bir yörünge izler. Güneş’e doğru yaklaşan kondrit parçaları ona daha yakın yörüngelere gelince burada birikip biraraya gelerek büyürler. Yaklaşık 1 km çapa ulaşılınca, artık gazın sürtünmesi etkisini büyük oranda yitirir. Zaten artık gaz da büyük ölçüde azalmıştır. Bu sayede cisim hemen hemen sabit bir yörüngede kalır. Yaklaşık bu boyuta ulaşan gökcisimlerine “gezegenimsi” denir.

Oluşmakta olan gezegen sistemlerinde çok sayıda gezegenimsi bulunur. Bunların yörüngeleri az çok birbirinden farklı olur. Bu nedenle, yörüngede farklı hızlarla yol alırlar. Birbirine yakın olanlar yakın hızlarla hareket ederler ve bu yüzden de kütle çekimleri birbirini etkiler. Kütle çekimi,yörüngelerde küçük sapmalara yol açabilir ve bu da çarpışmalara neden olabilir. Eğer çarpışma yeterince yavaş olursa, iki kütle birleşir ve daha büyük bir gezegenimsi ortaya çıkar. Çarpışmalar sürdükçe cisim de büyür. Eğer çarpışma hızlı olursa her iki cisim de dağılabilir.

Bilim adamları bir gezegen sistemindeki gezegenlerin oluşumunun ne kadar süreceğini bilgisayar yardımıyla hesaplamaya çalışıyorlar. Hesaba göre gezegenimsiler oluştuktan yaklaşık 20 bin yıl sonra Ay boyutlarında yüzlerce cisim ortaya çıkıyor. Gezegenlerin tam boyutlarına ulaşmalarıysa yaklaşık 10 milyon yıl alıyor. Arta kalan gezegenimsilerse, sonraki 10 milyon yıl içinde gezegenlerce yutuluyor. İşte Merkür,  Venüs, Dünya ve Mars’ın oluşumu da bu şekilde oldu.

Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün’ ün yani gaz devlerinin oluşumuysa başlangıçta aynı olsa da ileriki aşamalarda biraz daha farklıdır. Güneş bulutsusunun dış katmanları, iç katmanlara oranla daha soğuk olduğundan suyun ve öteki katı halde bulunabilen gazların buz halinde yer almasına olanak tanıyordu. Bu sayede bu bölgede buz miktarı iç bölgelere oranla 10 kat fazlaydı. Gaz moleküllerinin de burada çok daha fazla olması nedeniyle burada oluşacak gezegenlerin kimyasal bileşimi de karasal gezegenlerden farklı olmalıydı. Jüpiter ve Satürn, büyük oranda hidrojen ve helyumdan oluşur. Bunun yanında, daha az miktarlarda katı halde bulunabilen gazları, çok az miktarda kayayı ve metali içerir.

Güneş Sistemi Dışındaki Gezegenler

1995 yılında Michel Mayor ve Didier Queloz tarafından 51 Pegasi adlı yıldızın çevresinde dönen bir gök cismi keşfedildiğinde, bu cismin ‘gezegen’ olarak tanımlanması uygun görüldü. 1995-2005 yılları arasında yapılan gözlemlerle, 100’ü aşkın değişik yıldız çevresinde dolanan 150’den fazla gezegen bulundu. Güneş Sistemi gezegenleri ile karıştırılmaması için bu cisimlere ‘Güneş dışı gezegenler’ veya Güneş Sistemi dışı gezegenler adı verilmektedir. Yine karışıklığı önlemek amacıyla, bu tür gezegenlerin yıldızları ile birlikte oluşturdukları sistemlere genel olarak gezegen sistemi ya da ‘yıldız sistemi’ adı verilmektedir. ‘Güneş Sistemi’ adı ise, yalnızca özel ad olarak Güneş ve uydularının oluşturduğu gezegen sistemini tanımlamada kullanılır. ek olarak 1996 yılında amerikalı uzay bilimcisi Arthur Frank Elbourn ‘un yapmış olduğu bir takım araştırmalar uzay hakkında daha da fazla bilgi almamızı sağlamıştır. Arthur Frank Elbourn un yapmış olduğu çalışmalarda 10 olan gezegen sayısı aslında 12 gezegene vardi. goono ve Elbourn ismi verdiği iki gezegen daha keşfetti. Nasa tarafından doğrulanan bu gezegenler fazla medyaya duyurulmadı.

Tarih Boyunca Gezegen Kavramı

Elimize ulaşan tarihsel kayıtlar incelendiğinde, Türkçe’nin genç sözcüklerinden olan ‘gezegen’in diğer dillerde uzun süredir var olan karşılıklarının, gökyüzünde yıldızların alışılmış hareketlerinden farklı davranışları ile dikkati çeken ‘aykırı’ yıldızlar için kullanıldığı görülür. Batı dillerinde gezegen kavramı Eski Yunan’da ‘başıboş dolaşan’ anlamında kullanılan planitis (πλανήτης) sözcüğünden türetilmiş sözcüklerle ifade edilmektedir. Yakın tarihe kadar Türkçe’de kullanılan Arapça kökenli seyyare sözcüğü de benzer anlam taşımaktadır. Türkçe gezegen sözcüğü de, bu yıldızların gökyüzünde diğer sabit yıldızların arasında ‘gezinmelerinden’ esinlenilerek türetilmiştir.

17.ci yüzyıla dek bilinen beş gezegen (Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn), insan kültürü ile tarih boyunca içiçe olmuş, çeşitli kültürlerde tanrılarla bağdaştırılarak mitolojinin, klasik elementlerle bağdaştırılarak felsefenin ve astrolojinin önemli bir parçasını oluşturmuşlardır. 17.ci yüzyılda Kopernik’in o güne dek yaygın olan

yermerkezli görüşü sarsan kozmolojik devrimi ile güneşmerkezli evren anlayışının ağırlık kazanması sonucunda dünyanın da bir gezegen olduğu kabul edilmiş, böylece gezegen kavramı ‘gökte başıboş dolaşan yıldız’dan günümüzdeki gökbilimsel anlamına oturmuştur.

18.ci yüzyılda keşfedilen Uranüs gezegenler listesine yedinci sırayla kolaylıkla eklenirken, 1801 ve 1802’de Güneş Sistemi’nin Ceres ve Pallas adlarını alan iki yeni üyesi bulunduğunda, küçüklükleri nedeniyle gezegen sayılmayarak Sir William Herschel’in verdiği asteroit tanımı içine alındılar. İzleyen yıllarda keşfedilen benzer niteliklerde yeni küçük gök cisimleri de bu kategoriye eklendiler. Böylece Titius-Bode yasasının öngördüğü şekilde Mars ile Jüpiter yörüngeleri arasında bir başka gezegen bulunması gerektiği sorunu çözümlenmiş oldu. Ancak bu kez Uranüs yörüngesindeki tedirginliklerden sorumlu yeni bir gezegen arayışı başladı. Bu sorunun yanıtını da 1846 yılında bulunan ve sekizinci gezegen olarak benimsenen Neptün getirdi. Güneş Sistemi içinde gözlenen tüm tedirginliklerin henüz keşfedilmemiş bir ‘bilinmeyen gezegen’ ile açıklanabileceği yaklaşımının bu şekilde meyvasını vermesi, ‘gezegen avcılarını’ cesaretlendirerek dokuzuncu gezegenin aranmasına başlandı. Ancak, giderek daha güçlü teleskopların yapılması, gökyüzünü inceleyen insan ve kuruluş sayısının artması, 19.yüzyıl sonunda astrofotografi tekniğinin ortaya çıkması gibi gelişmeler sayesinde önemsiz sayılacak gökcisimlerinin saptanabilir hale gelmesine ve yeni bulunan asteroit sayısının bini aşmasına karşın, 1930’da Plüton bulunduğunda neredeyse yüz yıl geçmişti. Bu uzun bekleyiş, Plüton’a dokuzuncu gezegen olma onurunu kazandırırken, açıklamasını da birlikte getiriyordu: yeni gezegen o ana dek bilinen en küçük gezegen Merkür’ün yarısından daha küçük çapta ve otuzda biri kütlesinde, aralarında Ay’ın da bulunduğu birçok gezegen uydusundan daha küçük, üstelik alışılmadık bir yörüngede idi. Bütün bunlara karşın, en büyük asteroit Ceres’ten daha büyük olan ve Güneş çevresinde dönen dokuzuncu büyük gök cismi olan Plüton’un dokuzuncu gezegen sıfatı 20. yüzyıl sonlarına kadar tartışma konusu olmadı.

Hollandalı gökbilimci Kuiper tarafından kuramsal olarak ortaya atılan ve bugün Kuiper kuşağı olarak bilinen bölge, Güneş’ten 30-50 A.Ü (astronomi ünitesi-gökbilim birimi)

yani yaklaşık 4,5-7,5 milyar km. uzaklıktaki alanı kaplar ve Güneş çevresinde dönen çok sayıda küçük gök cisminin bu aralıkta yer aldıklarına 1950’lerden bu yana inanılmaktadır. 1992 yılında, o ana dek Kuiper kuşağının bilinen tek üyesi Plüton gezegeni iken, (15760) 1992 QB1 geçici adıyla tanınan ‘ilk Kuiper kuşağı cismi’nin bulunması ve bunu kısa sürede çok sayıda yenilerinin izlemesi ile bu yeni gök cisimi sınıfı bir kavram olarak netleşmeye başladı. Plüton’un bilimsel anlamda bu sınıfın bir üyesi olduğu gökbilim çevreleri tarafından kabul edilirken, hala bir gezegen olarak kabul edilip edilmeyeceği konusu popüler bir tartışma biçimini aldı. Uluslararası Gökbilim Birliği (IAU) 1999 yılında Plüton’un resmi olarak Güneş sistemi’nin dokuzuncu gezegeni kabul edildiğini ve bunun değiştirilmesinin düşünülmediğini açıklayan bir bildiri yayınlamak zorunda kaldı.

2002 yılında Plüton’un yarısı çapındaki 50000 Quaoar’ın, 2004’te ise neredeyse Plüton büyüklüğünde 90377 Sedna’nın keşfi, Plüton’un diğer Kuiper kuşağı cisimlerinden (Kuiper Belt Objects-KBO) fazla ayrıcalıklı olmadığını göstermesi bakımından önemli görüldü. 29 Temmuz 2005’de üç yeni Kuiper kuşağı cisimi daha bulunduğu açıklandı. Bunlardan 2003 UB313 adlı olanı, Plüton’dan daha büyük olması nedeni ile bazılarınca 10.cu gezegen ilan edilirken bir yandan da Plüton’un gezegen sıfatının gözden geçirilmesi tartışmaları yeniden alevlendi. amerika da yapılan araştırmalar sonucunda aslında 12 gezegen dışında dört gezegen daha keşfedilmiş. bunlar pluton dan daha büyük ve yapılan araştırmalarda bu dört gezegenin bir tanesinde yaşamsal bir belirti olabileceği söylenmektedir. yalnız dunyaya çok uzak olan bu dört gezegen nasa nın yapmış olduğu gizlia raştırmalar sonucunda ortaya çıkarılmış, ve medyadan bugune kadar saklanmıştır. medyaya nasıl sızdığı bilinmemekte olup araştırmaların devam ettiği söylenmektedir.

Merkür
Venüs
Yer
Mars
Jüpiter
Satürn
Uranüs
Neptün
Kütle (1024 kg)0.33024.86855.9740.64191,898.6468.4686.83102.43
Hacim (1010 km3)6.08392.843108.32116.318143,12882,7136,8336,254
Yarıçap (km)2,4406,0526,3713,37069,91158,23225,36224,624
Yerçekimi ivmesi (m/s2)3.78.99.83.724.810.48.911.2
Uydu Sayısı001263332613
Güneş’ten ortalama  uzaklık (milyon km)57.8108.2149.6227.9778.61,443.52,872.54,495.1
Günberi (milyon km)46.0107.5147.1206.6740.51,352.62,741.34,444.5
Günöte (milyon km)69.8108.9152.1249.2816.61,514.53003.64,545.7
Dışmerkezlilik0.210.00670.0170.0940.0490.0570.0460.011
Eksen eğikliği0.01°177.36°23.45°25.19°3.13°26.73°97.77°28.32°
Dönme periyodu (saat)4,2232,80224.024.79.910.717.216.1
Yörünge Periyodu (gün)87.969224.701365.256686.9804,332.58910,759.2230,685.460,189
KaşifBilinmiyorBilinmiyor…..BilinmiyorBilinmiyorBilinmiyorWilliam Herschel
(1781)
Johann Galle
(1846)
Atmosfer Basıncı (bar)10-159210.006>>1000>>1000>>1000>>1000
Atmosfer BileşimiO2, Na, H2CO2, N2N2, O2

CO2, N2H2, HeH2, HeH2, HeH2, He
Ortalama Sıcaklık (°C)16746415-63-108-139-197-201

Yorum yapın