gokyuzu.org

Bir Öykü Denemesi: Kızıl Diyarın Şarkıları

Gördüklerim bir hayal miydi yoksa gerçekliğin ufak tanecikleri mi? Gördüklerim melankoli denizinde süzüldüğüm zamanlardan kalma kötü hataların bana çektirdiği ızdırapların kalıntıları mıydı yoksa? Mutfağımda, bir elim tavada tutarken pencereden uçarak bana bakan eski sevgilimin beni öldürmek ister gibi attığı bakışı başka ne açıklayabilir. Yemek yanmak üzereydi ve sentetik ete elimi uzattım. Elim yanmaya, canım acımaya başladı. Gözlerimi açtım.

Gözlerim, ürperen tüylerimin ahengiyle açıldı. Oturduğum koltuğun penceresinden Kızıl Gezegen, tüm detaylarıyla gözüküyordu. Hani o tam gün batımı başlarken oluşan var olan güzel renkten bir elbise ile süslemişti kendini Mars. Gece bölgesindeki koloni ışıkları ve bağlantı yollarının parıltıları, Giovanni Schiaparelli’nin söylediklerini bir kehanet haline getirmişti. Yüzlerce yıllık bilimsel ilerlemenin yarattığı bu kocaman yapının her tuğlasını monte eden bilim insanlarının, fedakâr mühendislerin ve cesur öncülerin yaptıkları olmasaydı bugün Mars Serbest Ticaret Bölgesi’nden bahsediyor olabilir miydik? Mars hala bakir, sade, bir anlamı olmayan bir yer olacaktı. Bir duyurunun geleceğini bildiren ses, mekiği inletti.

“Nergal Kentine inişimiz birazdan başlayacaktır, lütfen koltuklarınızı dik konuma getirip kemerlerinizi bağlayınız. Oksijen maskelerinizi takınız. ANT Hava Yolları İyi Uçuşlar diler. Bizleri tercih ettiğiniz için teşekkür ederiz.”

Teraform istasyonlarıyla kaplı gökyüzünün arasında, havalimanın olduğu bölgeye özel bir boşluk açmaya başlamışlardı. ANT Şirketinin logolarını atmosfer sabitleyicilerinin üstünde okuyabiliyordum. Uçağın televizyonunda, CEO Başkan Cheng Namaskare’nin harika hayatı ve Yeni Orta Doğu’ya yaptığı hayır işleri gösterilmekteydi. O sinir bozucu siyah güneş gözlüğü ve parlak Toryum saati ile olabildiğince itici gözüküyordu. Gemimiz titreşerek ve kırmızı alevlere bürünerek Nergal’in banliyolerini, tarım kooperatiflerini, ticaret merkezlerini görünür kılmaya başladı. Tarlalar, kırmızı üstüne kurulmuş yeşiller ile kübik zamanlardan kalma sanat eserlerini andırıyorlardı ve her tarım blokunun etrafından geçen su kanal ağları, sanat eserimizin çerçeveleri gibilerdi adeta. Dergimi ve tabletimi çantama koyup yavaş yavaş toparlanmaya başladım.

Gemimiz büyük bir gümbürtüyle platforma iniş yaptı ve roket motorları yavaşça sessizleşti. Dengenin tam anlamıyla ayarlandığının anlaşılmasıyla yolc körüğü, geminin kapısına yanaştı. Basınç ve Oksijen değerlerinin yavaşça dengelenmesinin ardından kapılar açıldı ve güleryüzlü görevlilerin yol göstermesiyle kendimi gemiden dışarı attım. Yerçekimi azlığı içimi tuhaf ediyordu, ama 2 haftadır yerçekimsiz kalan bedenime, bir gezegen üstünde olmak iyi gelmişti. Çelimsiz, uzun insanlar her yerdeydi. Solmuş ten renkleriyle bu soğuk dünyanın iklimine ayak uydurmuş yeni nesil, adeta başka bir insan türü gibi görünüyorlardı. Daha önce videolardan görmüştüm Marslıları elbette, fakat kendi gözlerimle görmek insanı oldukça tuhaf hissettiriyor doğrusu. Valilik temsilcileri beni almak için girişte bekliyor olmalıydı. Lenslerime kişilik tanıma komutu verip etrafa bakınmaya başlarken arkamdan gelen bir sesle irkildim:

-Demir bey merhabalar, ben Mars Ticaret Şirketi Dış İşleri Müdürü Dante Leschinky. Şirketimizin özgürlük dolu topraklarına hoşgeldiniz. Denetlemelerinizi yapmadan önce size hotelinize kadar eşlik edeyim. Belki sonrasında çeşitli kentlerimizi görmek istersiniz.

-Teşekkür ederim. Fakat önce Birleşmiş Milletler Temsilciliği ile görüşüp sayın temsilciyle çeşitli istişareler yapmalıyız. Ayrıca Valilik ile randevularım olacak.

-Hay hay, fırsat bulursanız şirketimiz size ihtiyacınız olan her desteği vermeye hazır.

Kravatımı gevşetip ana salona doğru ilerledim. Valilik görevlileri beni bekliyorlardı

-Sayın müfettiş hoşgeldiniz. Sayın temsilci sizleri bekliyor, bir saat sonra vali bey ile Marstaki tekelleşme üzerine bir toplantı alacaksınız. Sizin için uygun mudur?

Başımı salladım ve arabaya bindik. En az 20 metre yüksekliğindeki büyük ve görkemli havalimanı salonu, bembeyaz demir sütunları ve bütünüyle iyon-geçirmez camlarla kaplı, endamıyla insanı etkiliyordu. “Farklı bir yere gelindiğinde ilk izlenimi güzel vermek ne kadar da önemli.” diye düşünürken en az bir insan boyu kadar büyük olan dev tekerlekli sarı arabamız elektrikli motorlara özgü, sinek vızıltısına benzeyen seslerle yola koyuldu. Sokaklardaki yoksul insanlar ve etrafta yükselmiş büyük binaları gördükçe ne umutlarla yeni dünyaya gelmiş insanların düştüğü durumu gördüm. Bizler yalnızca umut taşımamıştık Mars’a, hatalarımızı da taşımıştık…

Yazan: Özgür Can Özüdoğru

Yorum yapın