gokyuzu.org

Jüpiter’in Bir Kuşağı Kayboldu

Güneş Sistemi’nin en büyük gezegeni olan Jüpiter’de büyük bir olay yaşandı. İki büyük kuşağa sahip olan gezegende artık sadece bir büyük kuşak var.

Jüpiter’in 9 Mayıs’ta çekilmiş bir resmi. Ekvatorunun güneyinde yer alması gereken kuşak yokolmuş durumda.

Telif Hakkı: Anthony Wesley

NASA’nın Jet İtki Laboratuvarı’nda görevli gezegen araştırmacısı Gleen Orton’a göre bu çok büyük bir olay. “Olayı yakından inceliyoruz ve ne olup bittiğini daha öğrenemedik.”

Güney Ekvatoral Kuşağı (South Equatorial Belt – SEB) olarak bilinen kuşağın genişliği Dünya’nın yaklaşık iki katıydı. Uzunluğu ise Dünya’nın  genişliğinin 20 katından fazlaydı.

“Herhangi büyüklükte bir teleskopla hatta dürbünle bile Jüpiter’in iki kuşağı rahatçe görülebiliyordu. Ama şimdi bu kuşaklardan birisi yok oldu.” diyor Avustralya’dan amatör gökbilimci Anthony Wesley.

Jüpiter gözlemi konusundan çok tecrübeli olan Wesley, 2009 yılında gezegene çarpan bir kuyrukluyıldızı keşfettiği için de çok ünlü. Çoğu gökbilimci gibi o da Jüpiter’e baktığında kuşağın yavaş yavaş kaybolduğunu farketmiş.

Orton’a göre kuşak belki de kaybolmadı sadece daha yüksek bulutlar tarafından engellendiği için görünmüyor olabilir.

“Bazı amonyak sirrüs bulutlarının Güney Ekvatoral Kuşağı’nın üstüne çıkmış olma ihtimali olabilir.” Dünya’daki sirrüs bulutları buz kristallerinden oluşur, ama Jüpiter’de ise bunu oluşturan suyun (H2O) yerine amonyak(NH3) kristalleri.

Orton’un düşündüğüne göre küresel rüzgarlardaki değişim, amonyak bakımından zengin maddelerin kuşağın üstündeki temiz ve soğuk bölgeye yığılmasını sağladı. Soğuktan etkilenen maddeler de amonyak kristallerini oluşturuyor.

Jüpiter’in atmosferi hala bir sır. Mesela Jüpiter’in yüzeyinde bulunan ‘Büyük Kırmızı Leke’nin neden kırmızı olduğunu veya buradaki fırtınanın neden yıllardır sürdüğünü bilen yok. Aynı şekilde neden kuşakların kahverengi olduğunu, neden biri kaybolurken birinin etkinliğinin devam ettiğini bilen yok.

Ama bu kaybolma tarihte ilk defa olmuyor. Güney Ekvatoral Kuşağı daha önceleri periyodik olmayan zamanlarda da kaybolmuştu: 1973 – 1975; 1989-1990; 1993; 2007 ve 2010.

Kuşağın olası bir geri dönüşü ise etkileyici olabilir. “Şu anda kuşağı başlatacak fırtınaları ve hava akımlarını arıyoruz. Kuşak her zaman tek bir noktadan çok ani olarak başlamıştır. Bu olayı amatör gökbilimciler orta büyüklükteki teleskoplarıyla da gözleyebilirler, ama ne yazık ki bu olayın ne zaman ve nerde gerçekleşeceğini bilemiyoruz. Ama geçmiş bilgilere bakarak bu olayın 2 yıl içinde başlayacağını söyleyebiliriz.” diyor Wesley.

Dünya üzerinde teleskopu olan herhangi bir insan oluşacak olan kuşağın ilk gözlemcisi olabilir.

İlgili Bağlantılar:

  • Universe Today (Jüpiter’deki kuyrukluyıldızdan dolayı oluşan leke hakkında bilgi)
  • Anthony Wesley (Anthony Wesley’in Jüpiter fotoğraflarını yayınladığı sitesi)

Kaynaklar :

Gökbilim Günleri 2010

İlkini geçen yıl düzenlediğimiz ‘Gökbilim Günleri’ yeniden düzenleniyor. Türkiye’nin bir çok yerinden davet ettiğimiz bilim adamları ile amatör gökbilimciler bir araya geliyor ve davetlilere gökbilim dolu 2 gün vaat ediyor.

Bu yıl Gökbilim Günleri 23 – 24 Mayıs tarihleri arasında ODTÜ KKM (Kültür ve Kongre Merkezi) A ve B Salonları’nda düzenlenecektir.
Program detayları şu şekildedir: 23 Mayıs 2010 Pazar (KKM A Salonu) Saat Ayrıntı 11:00 Açılış Konuşması Prof. Dr. Halil KIRBIYIK (TÜBİTAK Ulusal Gözlemevi (TUG) Yönetim Kurulu Başkanı) 12:00 Söyleşi (Türkiye’deki Astronomi Çalışmaları) Prof. Dr. Mehmet Emin ÖZEL (Çağ Üniversitesi Öğretim Üyesi) Doç. Dr. Birol GÜROL (Ankara Üniversitesi Rasathanesi) 13:00 Öğle Arası 14:00 (Öğleden sonra tüm gün boyunca) Planetaryum gösterimi Fotoğraf Sergisi Amatör Teleskop Yapım Atölyesi Gök Atlası Yapım Atölyesi 15:00 Seminer (Gökyüzü Fotoğrafçılığı) Tunç TEZEL (ODTÜ AAT – TWAN (The World at Night)) 19:00 Gökbilim Geceleri (Gözlem) 24 Mayıs 2010 Pazartesi (KKM B Salonu) Saat Ayrıntı 10:00 Belgesel Gösterimi 11:00 Özel Oturum TÜBİTAK – UZAY 12:30 Öğle Arası 13.30 (Öğleden sonra tüm gün boyunca) Planetaryum gösterimi Fotoğraf Sergisi Amatör Teleskop Yapım Atölyesi Gök Atlası Yapım Atölyesi 14:00 Söyleşi (Astrogeyik ve Sorularla Astronomi) Prof. Dr. Ethem DERMAN (Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi) Yrd. Doç. Dr. Sinan Kaan YERLİ (ODTÜ Öğretim Üyesi) 18:00 Söyleşi Yrd. Doç. Dr. Seçkin KÜRKÇÜOĞLU (ODTÜ Fizik Bölümü Öğretim Üyesi) Yrd. Doç. Dr. Hakan ALTAN (ODTÜ Fizik Bölümü Öğretim Üyesi) 19:00 Gökbilim Geceleri (Gözlem) Etkinliğimiz ücretsiz olup ilgilenen herkesi etkinliğimize bekliyoruz. Sorularınız için [email protected] adresini kullanabilirsiniz.

Kuşaklar Nasıl Oluşuyor?

Jüpiter ve diğer gaz gezegenleri, ekvatorları boyunca kuşaklara sahipler. Ama gökbilimciler bunun nedenini tam olarak bilemiyorlar. Ama şimdi fizikçilerden oluşan bir ekip, kuşakların sayıları 60’dan fazla olan uyduların neden olduğu gelgitlerden oluştuğunu düşünüyor. Bu keşfi de çok basit bir laboratuvar modellemesine borçlular.

Jüpiter’in kırmızı lekesi ve kuşakları.

Telif Hakkı: NASA / JPL / University of Arizona

Jüpiter’in kuşaklarında bölgesel rüzgarlar bulunuyor. Bu rüzgarlar, ekvatora paralel yol alıyorlar . Yıllardır, araştırmacılar bu rüzgarların neden oluştuğunu merak ediyor. “40 yılı aşkın süredir, rüzgarlar aktif.” diyor Washington Üniversitesi’nden araştırmacı Peter Rhines. Bilimadamları, bu rüzgarların konveksiyondan (ısı yayılması) kaynaklandığını düşünüyorlardı. Sıcak gazların yukarı çıktığı, soğuyan gazların ise aşağı indiği belirtiliyordu ama bu kuşakların gezegenin üst katmanlarında mı olduğu yoksa çekirdeğine kadar inip inmediği konusunda anlaşmazlık vardı.

Almanya’nın Göttingen Üniversitesi’nden jeolojist Andreas Tilgner ve Fransa’nın Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi’ndeki (National  Center of Scientific Research) meslektaşlarına göre belki de neden hiçbir zaman ısı yayılması değildi. Fikirleri şu şekilde: Jüpiter ya da başka bir gaz gezegeni, var olduğundan beri kendi ekseni etrafında dönen küresel bir gaz kütlesine sahiptir. Tekrarlı bir çekme kuvveti yaratan bir aktivite,(mesela gezegenin etrafında dönen bir uydu) hareket halinde olan gazları etkiledi. Etkilenen bu gazlar, kendi eksenleri etrafında değişik hızlarda dönmeye başladı. Silindirik bir şekil oluşturdu ve gezegenin en dış katmanına kadar uzandı. Böylece kuşak denilen şekiller oluşmuş oldu. Bu kuramın matematik kısmı üzerinde iki yıl önce çalışan Tilgner, meslektaşları ile beraber bu kuramı destekleyecek deneyi gerçekleştirdiler.

Yapay bir gaz gezegeni oluşturmak için, esnek silikon bir silindirde küresel bir delik açıldı. Gaz gezegenlerin gazını temsil etmek üzere delik su ile dolduruldu. Suya, resmini daha kolay çekmek için (Işığı diğer yönlere daha fazla yansıttığı için resmi çekmek kolaylaşıyor.) plastik parçacılar eklendi. Silindir döndürüldü ve yapay akımlar oluşturuldu. Bir uydu gezegenin etrafında dolaşırken gezegenin biraz değiştirir. Yakın olan yerleri kendine doğru çekeceğinden gezegen biraz ovalleşir. Bu etkiyi yaratmak için ise silindir bir çift tekerleğin arasında değişik hızlarla sıkıştırılarak döndürüldü. Belli hızlarda dönen silindirdeki su akımı bir sütuna dönüştü.

Kaynak : Science/AAAS

SOHO

SOHO (Solar and Heliospheric Observatory – Güneş ve Heliospherik Gözlemevi) projesi, ESA (European Space Agency) ile NASA (National Aeronautics and Space Administration) tarafından ortaklaşa yürütülen bir projedir. Amacı, Güneş’in çekirdeği ve dış katmanları hakkında bilgi toplamaktır.

SOHO Uzay Aracı, 2 Aralık 1995 tarihinde uzaya fırlatılmıştır. NASA aracın kalkışından ve görevlerinden sorumludur. Aracın üstünde bulunan 12 cihazın 9’u Avrupalı bilimadamları tarafından geliştirilirken 3’ü Amerikalı bilimadamlarının ürünüdür.

Aracın yörüngesi L1 olarak ifade edilen 1. Langrange Noktası’nda bulunur. Bu nokta Dünya’dan 1.5 milyon kilometre uzakta olup Güneş etrafındaki dönüş süresi Dünya ile aynıdır. (Araç her zaman Dünya ile Güneş arasında kalır.)

SOHO Uzay Aracı

Telif Hakkı: Alex Lutkus

Araç, her gün değişik dalga boylarında çektiği Güneş resimlerini Dünya’ya yollar. Sitemizde yayınlanan Güneş fotoğrafları görünür dalga boyunda  MDI (Michelson Doppler Imager) cihazı tarafından çekilmiştir. (Güneş lekeleri bu dalga boyunda çok belirgindir.)

Göktaşı Yağmurları ve Gözlemi

Göktaşı; büyüklüğü bir kum tanesiden, büyük bir kaya parçasına kadar değişebilen kuyrukluyıldız kalıntılarıdır. Halk arasında ‘kayan yıldız’ ya da ‘meteor’ olarak da bilinir. Gerek ‘zamanında’ gerekse bir anlık pencereden baktığımızda, gökyüzünde ışıklı bir iz bırakarak kaybolduklarını görürüz.

Swift-Tuttle Kuyrukluyıldızı’nın neden olduğu Kahraman (Perseid) Göktaşı Yağmuru sırasında alınan bir göktaşının görüntüsü.

 Göktaşı kelimesi yerine de kullandığımız, İngilizce bir kelime olan meteor, Yunanca ‘gökyüzünün yukarısı’ anlamındaki  “meteōros” sözcüğünden gelir. Ayrıca uzaydaki hareketleri süresince değişen konumlarına bağlı olarak çeşitli adlar alırlar; meteoroid; uzayda hareket etmekte olan kaya parçaları, meteor; Dünya’nın atmosferinden girerek ışıldayan parçacıklar ve meteorite; Dünya atmosferinden girdikten sonra yeryüzüne ulaşan kaya parçaları.

Göktaşı yağmurları, Güneş Sistemi’nin iç kısımlarına yaklaşmakta olan bir kuyrukluyıldızın arkasında bıraktığı kaya parçalarından kaynaklanır. Bilim insanları göktaşı yağmurlarına neden olan kuyrukluyıldızları saptayabiliyorlar. Örneğin; Thatcher Kuyruluyıldızı’nın neden olduğu Lir Göktaşı Yağmuru, ünlü Halley Kuyrukluyıldızı’nın neden olduğu Eta Kova Göktaşı Yağmuru. Kuyrukyıldızın bıraktığı bu parçaların içinden geçen Dünya, atmosferine girmeye başlayan meteoroidlerle karşılaşır. Bu parçalar, atmosferin üst tabakalarında temasla birlikte ışıldamaya yani yanmaya başlarlar.

Dikkatli bir şekilde Dünya’nın çekim etkisine giren ve yanmaya başlayan göktaşlarını takip ederseniz belirli bir noktadan çıkıyormuş gibi olduklarını fark edebilirsiniz. Bir göktaşı yağmuru da bu noktanın bulunduğu takımyıldızı ile adlandırılır. Örneğin; şu sıralar en etkin günlerini yaşayan Eta Kova Göktaşı Yağmuru’nda, adından da anlaşılabileceği gibi, göktaşları Kova Takımyıldızı’ndaki bir noktadan çıkıyormuş gibi görünür.

Eta Kova Göktaşı Yağmuru’nda göktaşlarının çıkş noktası Kova Takımyıldızı’nda bulunuyor. Telif Hakkı : Earthsky

Göktaşı yağmurları, herkesin gözleyebileceği bir gök olayıdır. Hiçbir gözlem aleti gerekli değildir. Göktaşı yağmuru gözlemi için etrafın açık olduğu (binalar, evler, ağaçlar vb. olmadığı), ışık kirliğinden az etkilenen bir bölgede bulunmak gerekir. Hangi mevsimde olduğunuza bağlı olarak açık arazide olduğunuz için kalın giysiler, çiy, böcekler ve soğuğa karşı çeşitli koruyucular gerekebilir. Yanınızda ne kadar sürede kaç göktaşı gözlediğinizi not edebilmek için not defteri ve kalem, ayrıca gece görüşünü etkilemeyen kırmızı bir fener bulundurabilirsiniz. Gözlerinizin karanlığa alışması için birkaç dakika bekledikten sonra göktaşlarının çıkış noktasının bulunduğu takım yıldızına bakmanız yeterlidir.

Göktaşı yağmuru gözlemlerinde çıplak gözle yaptığınız gözlemler dışında; küçük bir dürbünle göktaşı gözlemlemeye çalışabilir, 5 ya da 15 dakika gibi uzun pozlarla göktaşlarının fotoğrafını çekebilirsiniz.

Kaynaklar: Sky and TelescopeEarthSkyNASA

Cassini ve Amatörler Satürn’de Fırtına Görüntüledi

Amatör gökbilimcilerin de yardımıyla, NASA’nın Cassini uzay aracının birleşik kızılötesi tayfölçer aleti Satürn’ün atmosferindebüyük bir kar fırtınası gözlemledi. Araç, bugüne kadar gezegenin fırtınalarında sıcaklık ve gaz dağılımını en ayrıntılı gösteren verileri topladı.

Amatör gökbilimci Christopher Go,13 Mart 2010’da bu fırtına görüntüsünü aldı. Ok, fırtınanın yerini; kırmızı çizgiler ise Cassini’nin birleşik kızılötesi tayfölçer aletinin verileri topladığı yeri gösteriyor. (Resmi büyültmek için üzerine tıklayınız.) Telif Hakkı : C.Go ve NASA/JPL-Caltech/GSFC

Veriler, bu yıl Washington’da görülen en büyük kar fırtınasından en az beş kat daha büyük bir fırtına olduğunu gösteriyor.

NASA’nın Goddard Uzay Uçuş Merkezi’nde (Goddard Space Flight Center)  birleşik kızılötesi tayfölçer takımının üyesi Gordon Bjoraker; “Amatörlerin böyle bir keşif yapması bizi çok heyecanlandırdı.” diyor.

Cassini’nin radyo ve plazma dalgaları aleti ve görüntüleme aracı, bir süredir Satürn’ün orta enlemleri etrafındaki bir bant üzerinde yıldırım ve fırtınaları takip ediyordu. Fakat Cassini’nin görüntüleme ve tayfölçer gözlemleri aylar önceden yerini alırken, fırtınalar sürekli yer değiştirebilir.

Aralarında Anthony Wesley, Trevor Barry ve Christopher Go’nun bulunduğu amatör gökbilimciler, düzenli olarak radyo ve plazma dalgalarını toplayan aletlerin verdiği uyarıyla Şubat’ta birçok kez onlarca görüntü aldılar.

Mart’ın sonlarında, geçen yaz Jüpiter’in üzerinde bir darbe sonucu oluşmuş yeni koyu noktayı tespit eden Avustralyalı Wesley, Cassini görevindeki bilim insanlarına fırtınanın bir fotoğrafıyla birlikte bir e-posta gönderdi.

Wesley e-postasında; “Bu görüntülerin Cassini veya Hubble Uzay Teleskopu tarafından görüntülenmiş olduğunu düşündüm ve Cassini tarafından da bu görüntülerin alındığından emin olmak istemiştim.”  Demiş.

Şans eseri, birleşik kızılötesi tayfölçer aleti fırtınanın bulunduğu enleme odaklandı. Bilim insanları, orada fırtınalar olabileceğini biliyorlardı ancak bu fırtınaların ne zaman etkin olacaklarını bilmiyorlardı.

25 ve 26 Mart’ta tayfölçer ile alınan görüntülerdeki veriler, umulduğundan daha fazla fosfin (Satürn atmosferinin derininde bulunan bir tür gaz) ve troposferin üst katmanlarından alt katmanlarına malzeme sürükleyen güçlü bir akımın varlığını gösteriyor. Tayfölçerin verileri aynı zamanda, fırtınanın kanıtı olarak; tropopoz’un (durgun stratosfer ve düşük hareketli troposfer arasındaki sınır) çevresindeki bölgelere göre yaklaşık -272.65 C derece daha soğuk olduğunu gösteriyor.

Marylan Üniversitesi’ndan birleşik kızılötesi tayfölçer ekibinde yardımcı bilim insanı Brigette Hesman; “Satürn’ün soğuk stratosferinden 100 kilometre aşağıda uçan bir balon pilotu, amonyak-buz kar fırtınası yaşayabilirdi.” Diyor. “Bu kar fırtınaları, yıldırımların gözlendiği ve su ile amonyaktan bulutların oluştuğu, 100 ya da 200 kilometre aşağıdaki daha güçlü fırtınalarla güçlenebilir.”  diye sözlerine ekliyor Hesman.

Kaynak : NASA

Astrobiyoloji Semineri

05 Mayıs 2010 Çarşamba günü Fizik Bölümü 3. kat Cavid Erginsoy Seminer Salonu’nda Astrobiyoloji Semineri verilecektir. Seminer saati 18:00’dir. Semineri topluluk üyelerimizden Ozan Kıratlı verecek olup tüm gökbilim severleri 2. dönemin onuncu seminerine bekliyoruz.

Dünya’daki Mikroplar Mars’taki Olası Yaşamı Etkileyebilir

Uygulamalı ve Çevre Mikrobiyolojisi Dergisi’nin (Applied and Environmental Microbiology – AEM) Nisan 2010 sayısında yer alan makaleye göre, uzay araçlarındaki bakterilerin Mars’taki yaşamı kirletebileceği düşünülüyor.

Hubble Uzay Teleskopu ile Mars. Telif Hakkı : Jim Bell Cornell ve Hubble Miras Ekibi (AURA/STScI/NASA)

Mars’taki yaşam araştırmaları, NASA’nın Mars Keşif Programı’nın (Mars Exploration Program) ve Astrobiyoloji Enstitülerinin hedefi olmaya devam etmektedir. Mars yüzeyini kirletmemek için, gezegene giden uzay araçlarındaki biyo-akvaryumlar sterilizasyon (mikroplardan arındırma) işlemine tabi tutuluyor.

Bu sterilizasyon işlemine rağmen son yapılan çalışmalarda, fırlatma sırasında uzay aracında farklı mikrobik toplulukların kaldığı görülüyor. Steril edilmiş, düzenli faliyet gösteren uzay araçlarında acinetobacter, bacillus, escherichia, staphylococcus ve streptococcus gibi çok dayanıklı bakteri türlerinin hayatta kaldığı tespit edildi.

Merkez Florida Üniversitesi’nden (University of Central Florida) araştırmacılar, çölleşmiş, düşük sıcaklık ve hava basıncında, morötesi ışıkla aydınlatılmış bir ortam yaratarak Mars’taki koşulları meydana getirdiler. Bir haftalık çalışma süresince, uzay aracındaki muhtemel bir kirletici olan Escherichia coli bakterisinin hayatta kalma ihtimalinin olabileceğini ancak ince toz bulutlarıyla ya da uzay aracındaki morötesi koruyucularla korunuyor olsaydı Mars’ın yüzeyinde yaşayamayacağını buldular.

“Eğer Mars üzerinde uzun süreli mikrobik yaşam mümkün olursa, geçmiş ve gelecekteki çalışmalarla ve mikrobik aşılama yöntemleriyle Mars’ta karasal yaşam sağlanabilir. Bu yüzden, Mars’ta uzun süreli yaşayabilme olasılığını belirlemek için mikrobiyal türlerin çeşitliliği üzerine çalışılması gerekiyor.” diyor araştırmacılar.

İlgili Bağlantılar:

Kaynak : ScienceDaily

Güneş Gözlemi

Amatör gökbilim denince genelde ilk akla gelen gece gözlemleridir. Buna karşın Güneş’ imiz gözlemlenmesi en elverişli yıldızdır gökyüzünde. Güneş’ ten bize fotonlar yaklaşık 8 dakikada, sistemimize en yakın yıldız olan Alfa Erboğa’dan ise 4 yılda ulaşır. Aradaki bu büyük farktan dolayı gökbilimciler uzak yıldızlar hakkında bilgi edinmek için Güneş’ten yararlanırlar. Amatör gökbilimciler için Güneş gözlemi hem ilginç hem de zevklidir.

Güneş yarım derecelik görünür çapıyla, yüzeyindeki ayrıntıların açığa çıkması için yeterli büyüklüktedir. Fakat Güneş ışınları yoğun bir enerjiye sahiptir ve bu yüzden gözlemi yapılırken çok dikkatli olunmalıdır. Aksi takdirde hem gözlem aletleriniz hem de gözlerinizde kalıcı hasarlara yol açabilirsiniz. Gerekli tedbirleri almadan kesinlikle Güneş’ e doğrudan bakmayınız!

Güneş gözlemi sırasında çok dikkatli olmalısınız. Işığının yoğunluğu küçük bir mercekle bile bir kağıdı tutuşturmaya yeter. Korunmadan Güneş’e bakmak anında gözümüzde körlüğe kadar giden kalıcı hasarlar yaratabilir. Bu yüzden asla Güneş filtreleri olmadan asla Güneş’e doğrudan bakmayınız!

Amatör gökbilimciler güvenli Güneş gözlemi için genellikle iki yöntem kullanırlar. Birincisi ve en basit olanı teleskop veya dürbün yardımıyla Güneş’in görüntüsünü beyaz bir ekrana yansıtmaktır. Görüntünün büyüklüğünü ve parlaklığını ayarlamak için ekran ve alet arası uzaklık değiştirilir.

İkinci yöntem ise güneş filtresi kullanmaktır. Kaliteli güneş filtreleri teleskobun veya dürbünün ön kısmını tamamen örtecek şekilde üretilir. Güneş ışınlarını alete girmeden önce azaltmak zararlı ışınımı ve sıcaklığı gözlemciden ve aletten uzak tutar.

Filtreyi asla göz merceği ile gözünüz arasına koymayınız. Aksi takdirde filtre yoğunlaşmış Güneş enerjisinden dolayı çabucak çatlayacak ve size zarar verecektir. Bazı ucuz teleskoplarla birlikte göz merceğine takılan güneş filtreleri satılmaktadır. Bu filtreler kesinlikle güvenli değildir.

Yansıtma yöntemi bir topluluğa sunum yapmak için çok iyi bir yöntemdir; fakat genellikle Güneş’in yüzeyindeki ayrıntıları çok iyi görmemize engel olur. Filtreler pahalı olmasına ve tek gözlemciye izin vermesine rağmen daha detaylı bir görüntü sunar.

Bir başka uyarı: Ayarlama yaparken asla Güneş’e bulucu dürbünden bakmayınız. Bulucu dürbünün önünü ışığı geçirmeyen bir maddeyle kapatın.

Teleskobu Güneş’e yöneltmek için eksenlerde hareket ettirirken, onun yerdeki gölgesini izleyin. Teleskop tüpünün gölgesi en küçük hali aldığında teleskop da Güneş’e tam olarak yönelmiş demektir.

Neleri Görebilirsiniz?

Her iki yöntem de size ışık küreyi (fotosfer) gösterecektir. Bilindiği gibi ışık küre üzerinde siyah benekler olarak görülen güneş lekeleri vardır. 60 mm’lik bir teleskopla bile bu lekeler gözlenebilir. Güneş lekeleri yakından gözlemlendiğinde, gölge olarak adlandırılan merkez bölgelerinin,yarı gölge olarak bilinen dış bölgelere göre daha karanlık olduğu görülür.

Güneş lekelerinin sayılarını,büyüklüklerini,şekillerini ve kümelerinin desenlerini düzenli olarak gözlemleyerek bunları not edebilirsiniz.

Güneş lekeleri ışıkküre üzerinde daimi değildir. Şekilleri ve büyüklükleri günden güne değişir. Galileo, lekelerin Güneş üzerinde hareket ettiğini fark eden ilk kişidir. Yaptığı gözlemler sonucunda Güneş’in yaklaşık 1 ay sürede kendi ekseni etrafında döndüğünü anladı. Bugün Güneş’in ekvatorunun 25 günde; kutuplarının ise 36 günde döndüğünü biliyoruz.

Bir Güneş lekesi ile Dünya’nın boyutlarının karşılaştırması. (Resmi büyütmek için üzerine tıklayınız) © Muhammed Raşid Tuğral

Güneş lekelerinin sayısı sürekli değişir ve bu değişim 11 yıllık dönemler halinde gerçekleşir.(Güneş Döngüsü -Güneş Leke Çevrimi) En etkin dönemde düzinelerce leke gözlenirken, etkinliğin en düşük olduğu dönemde hemen hemen hiçbir leke gözlemlenemeyebilir.

Güneş Patlamaları

Hiç 1.4 milyon kilometre çapında bir mıknatıs gördünüz mü ? Evet bu mıknatıs yaklaşık Dünyanın çapının 110 katı kadar büyüklükte. Sanırım bu soruya cevabınız büyük ölçüde hayır olacaktır ama aslında bahsettiğimiz bu büyük mıknatıs dünyamızda yaşamın oluşmasını ve devam etmesini sağlayan Güneş’ten başka bir şey değildir. Güneş’in de tıpkı bir mıknatıs gibi kutupları bulunmakta ve bu kutuplar arasında çok büyük manyetik kuvvetler oluşmaktadır. Bu manyetik kuvvetler bazen güneşin yüzeyinde siyah noktaların oluşmasına neden olurlar bu siyah noktalar güneş lekesi olarak adlandırılırlar. Bu lekelerin siyah görünmesinin nedeni güneşin yüzey sıcaklığından yani yaklaşık 5500 dereceden daha soğuk olmalarından kaynaklanmaktadır tabi burada soğuk kelimesi biraz anlamsız kalmaktadır çünkü güneş lekelerinin olduğu yerler de yaklaşık 4000 derece civarındadır. Güneş lekelerinin olduğu yerlerde diğer bir güneş etkinliği gerçekleşir ki bu da güneş patlamalarıdır. Patlamalar Güneş’in ürettiği yüksek enerjili ışınım ve atomik parçacıkların aniden boşalması sonucu oluşur. Bu ani ve şiddetli boşalma güneş lekelerinden çıkan parçacıkların manyetik alanlara yakalanmamasından dolayı gerçekleşir. Bu enerji atımını bir hortumdan tazyikli suyun dışarı çıkışı olarak düşünebiliriz. Astronomlar bu patlamaları X-ray ışımalarının şiddetine göre üçe ayırmışlardır buna göre X sınıfı patlamalar en büyük ve şiddetli M sınıfı patlamalar orta şiddetli ve C sınıfı patlamalar ise genellikle M sınıfı patlamalardan sonra meydana gelen küçük patlamalardır. Bu patlamalar sonucunda uzaya güneşin normal zamanda fırlattığından on milyon kat daha fazla sayıda atomik parçacık fırlatılır. Bu parçacıklardan biri olan nötrinolardan bir saniye içerisinde vucudumuzdan milyarlarcası biz hissetmeden geçmektedir. Nötrinolar elektrik yükü ve hatta neredeyse kütlesi olmayan, ışık hızında hareket eden ve çok ender olarak diğer bir maddeyle etkileşime giren temel parçacıklardır.

Güneş etkinliklerinden belkide en tehlikelisi yüzeyden yani güneşin taç tabakasından kütle atımıdır. Bu olay genellikle güneş patlamalarıyla ilgili olsada her zaman aynı şekilde gerçekleşmiyor. Yüzeyden kütle atımı sırasında atomik parçacıklar güneş yüzeyinden sanki bir balon gibi ayrılıyorlar ve hızları saniyede 2000 km’ye miktarları ise 10 milyar tona kadar çıkabiliyor.

Güneş patlamaları ve yüzeyden kütle atımları sırasında uzaya büyük hızlarla bırakılan bu atomik parçacıkların Dünya üzerinde de büyük etkileri bulunmaktadır. Güneş’ten çıkan bu parçacıklar Dünya’ya yaklaşık 8 dakikada ulaşır ve ulaşan bu parçacıklar atmosferin iyonosfer tabakasını etkileyerek uzun radyo dalgalarının iletimini bozup haberleşme uydularının yörüngelerinde değişikliğe sebep olmaktadır. Ayrıca elektrik santralleri de bu parçacık bombardımanından olumsuz yönde etkilenmekte ve devre dışı kalabilmektedir. Nitekim 1989 Mart ayında olağanüstü şiddetli bir güneş fırtınası Kanada Quebec eyaletinde tüm elektrik sistemini 9 saat süreyle felç etmiştir.

Güneş patlamaları, her ne kadar dünya üzerinde olumsuz etkiler yaratsa da bu patlamalar sonucu dünyaya ulaşan parcacıkların atmosfere girerek ordaki diger parçacıklarla etkileşiminden kaynaklanan çok güzel bir doğa olayınada neden olurlar ki bu doğa olayına Aurora yani kuzey ışıkları adı verilir. Kuzey ışıkları genellikle kutup noktasına yakın enlemlerde gerçekleşir. Ülkemizin olduğu enlemlerde oluşmamasının nedeni gelen parçacıkların dünya atmosferine dünyanın manyetik kutuplarından yani kuzey ve güney kutup noktalarından girmesidir. Ancak çok büyük patlamaların neden olduğu kuzey ışıklarının çok az da olsa ülkemizin olduğu enlemlere inme şansı vardır. Kuzey ışıklarının gözlenebildiği enlemlerde değişik renklerin gökyüzünü sanki bir perde gibi süslediği görülebilir.

İlk güneş lekesi milattan önce 325 yılında Yunanlı bilimadamı Theophrastus tarafından fark edilmiştir. Güneş üzerindeki ilk güneş patlaması ise 1 Eylül 1859 tarihinde Richard C. Carrington and Richard Hodgson adlı iki bilimadamı tarafından aynı anda gözlenmiştir. Güneş üzerindeki bu patlamalar 11 yıllık bir döngüyle birbirini takip etmekte ve bu dönem içinde maksimum seviyeye ulaşmaktadır .

Güneş’inde tıpkı dünyamız gibi mevsimleri vardır ama güneşin bir yılı 11 yılda tamamlanır. Bu 11 yıllık döngü içerisinde güneş lekelerinin hızlı bir şekilde arttığı zamanlar güneşin etkinliğinin en fazla olduğu anlardır. Güneş lekelerinin sayısı azaldıkça güneşin etkinliği de azalır. Güneş bu 11 yıllık dönem içerisinde maksimum etkinliğine genellikle bir kere ulaşır. Şu anda içinde bulunduğumuz devre 1996 yılında başlamış olup 2007 yılında sona erecektir. Bu dönem içinde güneş maksimum etkinliğine 2000 yılında ulaşmış ve patlamalar sonucu Dünya çapında iletişim uydularında bazı aksaklıklara neden olmuştu 2000 yılından sonra gitgide etkinliğini kaybeden güneş 2002 yılıyla birlikte tekrar aktif hale geçti ve güneş lekeleri artmaya başladı. Yeniden uyanan Güneş’te sık sık patlamalar olmaya başladı. Bilim adamlarının yaptığı açıklamalara göre içinde bulunduğumuz döngü çift zirveli yani güneşin iki kez maksimum etkinliğe ulaştığı devre olarak tanımlanıyor. Güneş üzerinde şimdiye kadar oluşan en büyük patlama ise 4 Kasım 2003 tarihinde gerçekleşti. Bu patlamanın hızı yaklaşık saniyede 2300 kilometreye ulaştı ama patlamanın olduğu yön dünyaya uzak olduğu için dünyamız bu patlamadan çok fazla etkilenmedi.

Güneş yaşamımız için gerekli ısı ve ışığı sağlayarak dünyayı yaşanır bir hale getiren bizim için çok önemli bir yıldızdır fakat her an güneş fırtınaları bu dengeyi bozabilir ve dünya üzerindeki yaşamı yok edebilir. Güneş üzerinde meydana gelebilecek büyük bir patlama ve beraberinde getirdiği yüklü parçacıklar dünyanın manyetik alanına zarar verek atmosferde ani değişikliklere ve ozon tabakasının delinmesine neden olabilir. İşte o zaman dünyamız güneşten ve uzaydan gelen radrasyona maruz kalıp yok olmanın eşiğine gelebilir. Bizim ise kendimize sormamız gereken soru şu acaba güneşimiz bize ne kadar dost? Ve ya daha ne kadar dost kalacak? Sanırım bu iki soruya da cevap bulmak için beklememiz gerekecek.