Bu haftanın semineri evrenin başlangıcını konu alıyor. Erdem Aytekin’in vereceği seminer 30 Kasım 2006 Perşembe akşamı saat 17.59’da Cavid Erginsoy Seminer Salonunda.

Bu haftanın semineri evrenin başlangıcını konu alıyor. Erdem Aytekin’in vereceği seminer 30 Kasım 2006 Perşembe akşamı saat 17.59’da Cavid Erginsoy Seminer Salonunda.
Sistemimize hayat veren yıldıza en yakın, en küçük ve en ihtişamlı görünen gezegenlerden biri olan; tanrıların habercisi, Merkür. Bizleri büyülemek için herhangi bir yardımcı araca (teleskop) ihtiyaç duymayan Merkür’ün bu özelliği onun birçok kültürün mitolojik ve astrolojik hikayelerinde aktif olarak rol almasını sağladı. Fakat buna rağmen kendisi, sistemimizde en az bilgi sahibi olduğumuz gezegenlerden biridir. Merkür’ün yörüngesi de Venüs gezegenine benzediğinden (ikisinin de yörüngesi Dünya ile Güneş arasındadır) kendisini hem gündüz hem de akşam vaktinde gözlemleyebiliyoruz. Geceleri ise sahneyi başka gezegenler ve Samanyolu süslüyor. Ay ve Venüs gibi Merkür’ün de çeşitli evreleri vardır.
Boyut, Kütle ve Yörünge:
Yaklaşık olarak 2440 kilometre çap ile sistemdeki en küçük gezegen (on bir sene öncesinde Plüton idi) olan Merkür, Ganymede ve Titan adındaki doğal uydulardan daha da küçük olsa dahi yuvamızdan sonra en yoğun gezegen olma ünvanına sahiptir. Merkür’ün dışmerkezlik (gezegenlerin yörüngelerinin eliptikliği) durumu diğer gezegenlerden biraz farklı durumdadır. Dışmerkezliği, Merkür’ün yıldızımıza olan uzaklığının 46 ila 70 milyon kilometre arasında değişim göstermesine sebep olmaktadır. Ve Merkür’ün Güneş etrafındaki bir tam dönüşü yaklaşık olarak 88 Dünya günü sürer.
Yapısı ve Yüzey Özellikleri:
Kayasal gezegenlerin tamamının içeriğinde olan metal ve silikat maddeleri Merkür gezegeninde de vardır. Gezegenin %70’lik kısmı metallerden, kalan %30’luk kısmı ise silikat materyallerinden oluşmuştur. Her ne kadar diğer gezegenleri yapılan detaylı gözlemler henüz Merkür için yapılamamış olsa da bilim insanları, gezegenin boyutunu ve yoğunluğunu göz önünde bulundurarak sahip olduğu çekirdeğinin gezegenin tamamının %42’lik kısmını kapladığını düşünüyor. Çekirdeğinin üst katmanında erimiş demir, demirin etrafı ise beş yüz ila yedi yüz kilometre yer yer değişkenlik gösteren silikat içerikli materyaller ile kaplanmış durumda. En dış katmanının kalınlığı ise yüz ila üç yüz kilometre arasında değişiklik gösteriyor. Gezegenin yüzeyinde genişliği yüzlerce kilometreyi bulan bazı büzüşük yükseltiler de bulunuyor. Bu yükseltilerin Merkür’ün çekirdeğinin ve kabuğunun soğuduğu zamanda oluştuğu ve yer kabuğunun katılaştığı zamanda büzüşük hale geldiği düşünülüyor. Merkür çekirdeğinin sistemdeki diğer gezegenlere kıyasla bünyesinde çok fazla demir maddesi bulundurduğu düşünülüyor. Bunu açıklamak için bilim insanları ortaya fazlaca teori atmış durumda fakat henüz herhangi biri doğrulanmış değil, doğrulanmaları için gezegende daha detaylı araştırmaların yapılması gerekiyor. Gezegenin yüzeyinde asteroid çarpmaları ve lav akışı sonucunda oluşmuş çukurlar vardır. Bunun yanında Merkür’ün oldukça geniş ovalara sahip oluşu ise kendisinin milyarlarca yıl boyunca jeolojik açıdan oldukça pasif kaldığını gösteriyor.
Atmosferi ve Sıcaklığı:
Bir atmosfer oluşturabilmek için oldukça küçük ve sıcak olan Merkür’ün; hidrojen, helyum, oksijen, sodyum, kalsiyum, potasyum ve su buharından oluşan oldukça hafif ve değişken olan bir ekosferi (yeryüzündeki canlıların yaşam alanı olarak kullandıkları katman) vardır. Var olan ekosferin oluşumunu ise bilim adamları; yıldızımızdan gönderilen çeşitli partiküllerin gezegen tarafından yakalanması, volkanik aktiviteler ve mikrometeroid çarpışmaları sonucu gezegenin yörüngesine giren parçacıklar ile açıklayabiliyor. Gezegenin canlı bir atmosferi olmadığından Güneş tarafından gelen sıcaklığı koruma adına yapabileceği herhangi bir şey yoktur. Bu nedenledir ki, gezegende gündüz ve gece arasındaki sıcaklık farkı oldukça yüksektir. Güneş’e dönük olan yüzü 427 °C iken Güneş görmeyen yüzü -173 °C olabilmektedir. Sıcaklığındaki bu dengesizliklere rağmen gezegende buz halindeki su ve organik moleküllerin varlığı kanıtlanmış durumdadır. Gezegenin kutuplarında bulunan derin kraterler Güneş ışığına direkt olarak maruz kalmadığından ve o bölgelerin sıcaklığı gezegenin ortalama sıcaklığından daha düşük olduğundan varlıklarını koruyabilmişlerdir.
Nötron yıldızları ağırlıklı olarak nötronlardan ibarettir.
Çapları yaklaşık birkaç on km ve kütleleri 1.4 ile 3 Güneş kütlesi arasındadır. Bu kadar kütle, fakat çok daha küçük boyutları onları beyaz cücelerden daha yoğun yapar. Bir kaşık nötron yıldızı maddesi bir milyar tondan daha fazla gelir.
Birçok genç nötron yıldızı kendi eksenlerinde saniyede 10 ile 100 kez dönerler. Zamanla birkaç milyar yıl içinde bu dönme saniyede 1 tura düşer.
Birçok nötron yıldızı çevrelerinde Dünya’nınkinin milyarlarca katından trilyonlarca katına kadar bir manyatik alana sahiptir. Bu güçlü manyetik alanlar ışığı, radyo dalgalarını ve ışınımım diğer çeşitlerini odaklayıp, manyetik alan eksenleri yönünde iki dar ışın demeti ile yayarlar. (Biri kuzey manyetik kuzey yönünde, diğeri manyetik güney kutbu yönünde)
Pulsarlar: Eğer manyetik kutup ekseni yıldızın dönme eksenine ile aynı doğrultuda değilse ışın göğü iki yönde çevreler (nötron yıldızının dönmesine bağlı olarak) sanki bir deniz feneri gibi. Eğer bu ışınların doğrultularından birinin yönünde bulunursak, ışınımın pulslarını (atımlarını) bizim bakış doğrultumuzu kestiği görülür. Bu şekildeki nötron yıldızlarına pulsar denir ve “pulsating radio star” ın kısaltmasıdır.
Gözlemlendiği zaman dikkate değer miktarda radyo dalgası yaydıkları tespit edilir. Yaydıkları radyasyonun şiddetini, nötron yıldızının dönme priyodu belirler. Pulsarların etkileri deneysel olarak gözlemlenmesine rağmen, teorik olarak, ışımalarının kaynağı henüz tam olarak çözülebilmiş değildir.
İlk pulsar 1967 yılında Cambridge Üniversitesinden Jocelyn Bell Burner ve Anthony Hewish tarafından keşfedilmiştir.
Takımyıldız, gökyüzünün (veya gök küresinin) bölündüğü 44 güney yarımkürede 44 kuzey yarımkürede olmak üzere toplam 88 alandan her birine verilen isimdir. Terim genellikle, yanlış bir biçimde, görünüşte birbiriyle ilgili gözüken yıldız gruplarını tanımlamak için kullanılır.
Bazı ünlü takımyıldızlar, çeşitli nesnelere benzetilen parlak yıldız düzenlerine sahiptir. Örnek olarak, bir avcı figürünü çağrıştıran Avcı Takımyıldızı (Orion) ve aslan figürü çağrıştıran Aslan Takımyıldızı (Leo) verilebilir.
Günümüzde geçerli 88 takımyıldız |
Andromeda | Pompa | Cennetkuşu | Kova | Kartal | Sunak | Koç | Arabacı | Çoban | Çelikkalem | Zürafa | Yengeç | Av Köpekleri | Büyük Köpek | Küçük Köpek | Oğlak | Karina | Koltuk | Erboğa | Kral | Balina | Bukalemun | Pergel | Güvercin | Berenis’in Saçı | Güneytacı | Kuzeytacı | Karga | Kupa | Güneyhaçı | Kuğu | Yunus | Kılıçbalığı | Ejderha | Tay | Irmak | Ocak | İkizler | Turna | Herkül | Saat | Suyılanı | Küçüksuyılanı | Hintli | Kertenkele | Aslan | Küçük Aslan | Tavşan | Terazi | Kurt | Vaşak | Çalgı | Masa | Mikroskop | Tekboynuz | Sinek | Cetvel | Sekizlik | Yılancı | Avcı | Tavus | Kanatlıat | Kahraman | Anka | Ressam | Balık | Güneybalığı | Pupa | Kumpas | Ağcık | Okçuk | Yay | Akrep | Heykeltraş | Kalkan | Yılan | Altılık | Boğa | Dürbün | Üçgen | Güney Üçgeni | Tukan | Büyük Ayı | Küçük Ayı | Yelken | Başak | Uçanbalık | Tilkicik |
Andromeda
Andromeda, modern 88 takımyıldızdan biridir. Ayrıca, batlamyus’un 48 takımyıldızdan oluşan listesinde de geçer. Adını yunan mitolojisindeki bir karakter olan prenses Andromeda’dan alır. Kanatlı At (Pegasus) takımyıldızının yanında bir kuzey yarımküre takımyıldızıdır. Andromeda Gökadası’nı barındırıyor olması en dikkat çekici özelliğidir. Kimi zaman Zincirli Prenses olarak da anılır.
Orion (Avcı)
Gökyüzünde hem güney hem de kuzey yarıküresinde bulunan ve bu sayede tüm dünyadan görülebilinen, oldukça parlak yıldızlardan oluşan dolayısıyla da kolay bulunabilinen takım yıldız. Avcının belirgin şekli dört belirgin yıldızdan oluşan boyu eninin iki katı kadar olan bir dikdörtgen ve bu dikdörtgenin merkezinde çapraz durmakta olan üç ayrı yıldızdır. Betelgeuse avcının sağ omzuna, Bellatrix sol omzuna, Rigel sol ayağına ve Saif de sağ ayağına denk gelir. Ortadaki üç çapraz yıldız (alttan üste sırayla Alnitak,Alnilam ve Mintaka) avcının kemerini (Orion kuşağı olarak da bilinir) oluşturur. Kuşağın altında bulunan M 42 bulutsusu (nebulası) avcının kılıcıdır. Heka adındaki avcının başını simgleyen kısım aslında üç daha sönük yıldızdan meydana gelir. Betelgeuse’un üstündeki yıldızlar avcının sag kolunu Bellattrix’den ötede olan yıldızlarda avcının kalkanını oluşturur.
Avcı kış ayları boyunca Türkiye’den rahatlıkla gözlemlenebilir. Avcıyı gözlemlemek isteyenler güney ufkuna bakmalıdır. Avcının yeri bulunulan aya göre güneybatı ile güneydoğu arasında değişir. Bünyesinde gökyüzünün en parlak yıldızlarından Rigel (7. en parlak yıldız) ve Betelgeuse (10. en parlak yıldız)’ ün bulunması ve etrafındaki takımyıldızların solukluğu Avcının kolaylıkla gözlemlenebilmesini sağlar. Avcının komşuları Boğa, İkizler, Eranus nehri, Tavşan takımyıldızlarıdır.
Aquila (Kartal) Takımyıldızı
Aquila, modern 88 takım yıldızdan biridir. Görünüm olarak Samanyolu üzerinde yer alır. En parlak yıldızı Altair‘dir ve bu yıldız yaz üçgeni oluşturan üç yıldızdan birdir. Yaz üçgenin diğer yıldızları Vega Lir (Çalgı) Takımyıldızında, Deneb ise Cygnus (Kuğu) Takımyıldızında bulunur.
Lyra (lir [Çalgı]) Takımyıldızı
Lir Takımyıldızı bir çok takımyıldıza nazaran gökyüzünde oldukça küçük bir alan kaplar. Lir Takımyıldızın en parlak yıldızı Vega‘dır. Bu Yıldızın kadir değeri + 0,03 dür ve diğer yıldızların parlaklıklarını karşılaştırmada referans olarak alınabilir. Vega yaz üçgenin üç yıldızından birdir.
Cygnus (Kuğu) Takımyıldızı
Cygnus (Kuğu) modern 88 takımyıldızdan biridir. Bir çok parlak yıldız içerir. Bu yıldızlardan en önemlisi ve en parlak olanı Deneb ‘dir ve yaz üçgeninin üç yıldızından biridir. Kuğu takımyıldızı görünüm bakımından Samanyolu üzerinde güneye doğru uçan bir kuşu andırır.
Ursa Major (Büyük Ayı) Takımyıldızı
Ursa Major özellikle kuzey yarım kürenin büyük bir bölümünde yıl boyunca görülebilir. Oldukça parlak yıldızlardan oluşmuştur. Belirgin kepçe biçimi sayesinde diğer takımyıldızlardan ayırması oldukça kolaydır. Kepçenin sapındaki üç parlak yıldızdan ortadaki; ünlü bir çift yıldız olan Mizar’dır ve ona yakın görünümde daha sönük olan başka bir çift yıldız; Alcor yer alır. Ursa Major ‘ün en parlak yıldızdarı Dubhe ve Merak’tır. Bu iki yıldız cezvenin ucunda, sap kısmına en uzak görünümde bulunurlar. Bu yıldızların aralarındaki mesafeyi referans alarak Merak-Dubhe yönünde 5 birim gittiğimizde Kutup Yıldızı’na (Polaris) ulaşırız. Kutup Yıldızı ise Ursa Minor (Küçük Ayı) Takımyıldızında yer alır. Ayrıca kepçenin sap kısmını oluşturan üç yıldızın çizdiği kavisi takip ederek Bootes (Çoban) takımyıldızının en parlak yıldızı olan Arcturus’a ulaşabiliriz. Bu özellikleri ile Ursa Major: Gökyüzünde diğer takımyıldızları bulurken oldukça kolaylık sağlar.
Ursa Minor (Küçük Ayı) Takımyıldızı
Küçük Ayı Takımyıldızı’da büyük kardeşi gibi kuzey yarımkürenin çok büyük bir kısmında, yıl boyunca görülebilir. Şekli Büyük Ayı gibi kepçeyi andırır. Sap kısmının en son yıldızı Kuzey Yıldızı olarak bilinen Polaris’tir. Bu yıldız sayesinde açık bir havada, yönümüzü kolayca belirleyebiliriz.
Scorpius (Akrep) Takımyıldızı
Bu takımyıldız Scorpio olarak da bilinir. Batıda Libra (Terazi), doğuda ise Sagittairus (Yay) takımyıldızları arasında yer alır. Birçok parlak yıldız barındırır. Bunların en önemlisi ve en parlağı Antares, akrebin kalbi olarak bilinir. Antares ömrünün sonlarına gelmiş bir kızıl devdir. Astronomik olarak yakın bir gelecekte bir süper novayla yaşamını noktalayacaktır.
Sagittarius (Yay) Takımyıldızı
Sagittarius (Yay) Takımyıldızı: Sembol olarak okunu Scorpius (Akrep) Takımyıldızına doğrultmuş bir yay olarak tasvir edilmiştir. Ophiuchus (Yılancı) ve Capricornus (Oğlak) Takımyıldızları arasında yer alır.
Güneş Sistemindeki diğer küçük kütlelerin aksine kuyruklu yıldızlar eski zamanlardan beri bilinmektedir. Kuyrukluyıldızlar da meteoridler ve astroidler gibi güneş sisteminin ve gezegenlerin oluştuğu bulutsudan arta kalan gökcisimlerinden biridir.
Halley
Edmond Halley’in 1705 yılında Newton’un hareket kanunlarını kullanarak 1758 de geçecegini tahmin ettiği kuyruklu yıldız. Tahminin doğru çıkması üzerine o sırada ölmüş olan Halleyin adı kuyrukluyıldıza verildi.
Halley’in ortalama periyodu 76 yıldır fakat Güneşe yaklaştıkça kütle kaybetmesi ve başka gezegenlerin kütle çekim alanına girmesinden dolayı bu periyod kesin olarak tahmin edilelmemektedir. En son 1910 ve 1986 yılında geçtiği bilinen kuyrukluyıldızın birdahaki ziyaretinin 2062 nin başında olacağı düşünülüyor.
Halleyin ölçüleri 16x8x8km dir.
SL9
Eugene Shoemaker, Carolyn Shoemaker ve David Levy tarafından keşfedilen kuyrukluyıldız.
Keşfedilmesinin hemen ardından 1994 yılında Jüpiterin çekim alanına kapılarak 21 parçaya bölündü ve bu parçalar teker teker Jüpiterin atmosferine çarptı.
Hyakutake
30 ocak 1996 da Yuji Hyakutake’nin basit dürbünler sayesinde keşfettiği kuyrukluyıldız. Bu sene içinde de mart sonundan nisan sonuna kadar görülebildi.
Astronomlar Hyakutakede diğer kuyrukluyıldızların aksine büyük miktarlarda etan ve metan gözlemlediler.
McNaught
2007 yılının ocak ayında gözlemlenen kuyruklu yıldız astronomlar tarafından son 10, 20, 30 ve hatta 40 yılın en parlak kuyrukluyıldızı olarak nitelendirildi. Bu ünvanı kendisine kazandıran ise Dünyadan bakıldığında güneşe çok yakın olmasına karşın görülebilmesiydi. Ancak Kuzey yarım küreden sadece 4 gün görünen McNaught Ocak ayının sonuna kadar güney yarımküreden gözlenebilecek.
Güneş Sistemi en az bir yıldız ve onun çekim alanı içinde dolaşan gök cisimlerinin (gezegenler, uyduları, astroidler, kuyruklu yıldızlar) oluşturduğu sistemlere güneş sistemi ya da gezegen sistemi denir. Özel ad olarak bu terim Dünya’nın da içinde bulunduğu, Güneş merkezli gezegen sistemi için de kullanılır.
Bakınız: Güneş
Güneş Sistemi; Güneş, dört yer benzeri iç gezegen , küçük, kaya ve metal içerikli asteroidlerden oluşan bir asteroid kuşağı, dörtgaz devi dış gezegen, ve Kuiper Kuşağı denen buzsu cisimlerden oluşan ikinci bir kuşaktan ibarettir. Kuiper kuşağının ötesinde ise seyrek disk, gündurgun (heliopause) ve en son olarak da varsayımsal Oort Bulutu bulunur.
Güneş Sistemi’nin Yeri ve Yapısı
Karanlık ve bulutsuz bir gecede gökyüzüne bakıldığında, “Samanyolu” adı verilen parlak ışık kuşağı görülür. Güneş Sistemi, içinde yaklaşık 200 000 milyar yıldız barındıran ve sarmal bir gökada olan Samanyolu’ nun bir parçasıdır.
Güneş’imiz, Samanyolu’ nun Orion Kolu olarak bilinen dış spiral kollarından birinin içindedir. Güneş’ in gökada merkezinden uzaklığı yaklaşık 25.000 ile 28.000 ışık yılı arasındadır ve gökada içinde hızı yaklaşık 220 km/s’dir, öyle ki tam bir turu her 225–250 milyon yılda bir atmaktadır. Bu tur Güneş Sistemi’ nin gökadasal yılı olarak bilinir.
Güneş Sistemi’ nin yörüngesi oldukça ilginç özelliklere sahiptir. Bu yörünge hem neredeyse çembersel, hem de sarmal kolların oluşumuna yol açan basınç dalgalarıyla aynı hızdadır. Bu nedenle Dünya’ da yaşamın var olduğu dönemde, Güneş Sistemi sarmal kolların içinde değil aralarında kalmıştır. Sarmal kollarda sık sık meydana gelen süpernova patlamalarından gelecek ışıma, kuramsal olarak, bir gezegendeki yaşamı ortadan kaldırabilir. Bu yörüngesi sayesinde, Güneş Sistemi hayatın ortaya çıkması ve sure gelmesi için uygun şartlara sahiptir.
Güneş Sistemi’nin Oluşumu
Güneş Sistemi’nin ilk olarak Emanuel Swedenborg tarafında 1734 yılında öne sürülen, daha sonra Immanuel Kant tarafında 1755 yılında genişletilen Bulutsu Varsayımı’ na uygun olarak oluştuğuna inanılmaktadır. Benzer bir teori Pierre-Simon Laplace tarafından bağımsız olarak 1796’da üretilmiştir. Bu teoriye göre Güneş Sistemi 4,6 milyar yıl önce dev bir moleküler bulutun çökmesi sonucu oluşmuştur. Bu ilk bulutun birkaç ışık yılı genişliğinde olduğu ve birkaç yıldızın doğumuna sebep olduğu sanılmaktadır. Çok eski göktaşlarının incelenmesi sonucunda, ancak çok büyük patlayan yıldızların merkezinde oluşabilecek kimyasal elementlere rastlanması Güneş’in bir yıldız kümesi içinde ve birkaç süpernova patlamasının yakınında oluştuğuna işaret eder. Bu süpernovalardan gelen şok dalgası çevrede bulunan bulutun içinde yüksek yoğunluk bölgeleri oluşturarak iç gaz basıncını yenecek ve içe çöküşe neden olacak kütleçekimsel kuvvetlerin oluşmasına izin vererek Güneş’in oluşmasını tetiklemiş olabilir.
Güneş Sistemi’nin Yörüngesi
Güneş Sistemi, sarmal bir galaksi olan Samanyolu’nun bir parçasıdır. Samanyolu’nda yaklaşık 200 milyar yıldız olduğu tahmin edilmektedir; bunların arasında Güneş, Dünya’ya en yakın yıldız olması dışında, bir yıldızda bulunan ortalama özelliklere sahiptir.
Samanyolu’nun çapı yaklaşık 100 000 ışıkyılıdır. Güneş sisteminin Samanyolu’nun merkezinden 25-28 bin ışıkyılı kadar uzaklıkta olduğu sanılmaktadır.
Güneş sisteminin yörüngesi oldukça ilginç özelliklere sahiptir. Bu yörünge hem neredeyse çembersel, hem de sarmal kolların oluşumuna yolaçan basınç dalgalarıyla aynı hızdadır. Bu nedenle Dünya’da yaşamın varolduğu dönemde, Güneş Sistemi sarmal kolların içinde değil aralarında kalmıştır. Sarmal kollarda sık sık meydana gelen süpernova patlamalarından gelecek ışıma, kuramsal olarak, bir gezegendeki yaşamı ortadan kaldırabilir. Bu yörüngesi sayesinde, Güneş Sistemi hayatın ortaya çıkması ve süregelmesi için uygun şartlara sahiptir.
Güneş sistemindeki gezegenler her zaman aynı yörünge üzerinde aynı zaman içerisinde hareket ederler. Bunu bulan ilk kişi Kepler’dir. Bu yasaya sonradan Bode yasası adı verilmiştir.
Güneş Sistemi’ndeki Gezegenler
Uluslararası Astronomi Birliği’nin yayımladığı son karara göre, Güneş Sistemi’nde sekiz gezegen vardır, bunlar Güneş’e en yakın gezegenden başlayarak sırasıyla (yukarıdaki resimde soldan sağa, ilk dördü kaya oluşumlu diğer dördü ise gaz devleridir) Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün’dür. 1930’dan 2006 yılına kadar bilimsel olarak geçerli olan dokuz gezegen vardı, ancak 24 Ağustos 2006 tarihinde UAB tarafından Plüton’un statüsü, cüce gezegenliğe düşürülmüştür. Aynı karar gereğince, 2003 UB313 ve Ceres de cüce gezegen statüsündedir.
Güneş: Samanyolu gökadasında bilinen 200 milyar yıldızdan birisi olan Güneş kütlesi sıcak gazlardan oluşan ve çevresine ısı ve ışık yayan bir yıldızdır.
Güneşin çapı dünya çapının 110 katı (1.4 milyon km), hacmi 1.3 milyon katı ve ağırlığı 333.000 katı kadardır. Güneşin yoğunluğu ise Dünyanın yoğunluğunun ¼’ü kadardır. Güneş kendi ekseni etrafında saatte 70 000 km hızla döner. Bir turunu ise 25 günde tamamlar.
31 Aralık 2009 tarihinde Güneş ve üstündeki ‘Leke 1039’ (Telif Hakkı: NASA / SoHO)
Güneş’in Oluşumu
Güneş Sistemi’ ni oluşturan gaz ve toz bulutu önce dağınık bir yapıdaydı ve dönme hareketi yapmaktaydı; ancak bu hareket oldukça yavaştı. Bir süre sonra bulutun bir yerinde yoğunlaşan maddenin kütle çekimi de artınca etrafındaki gaz ve toz bulutu daha hızlı dönmeye başladı. Döndükçe ısınan bulut merkeze doğru yoğunlaşmaya başladı. Merkezdeki bu yoğunlaşma bir süre sonra sıcaklığın artmasına ve bu da atomlar arası çarpışmalara neden olduğundan, ilkel Güneş ilk ışınımını yaymaya başladı. Merkezden uzakta kalan diğer toz ve gaz yapıları ise ilkel Güneş’ in etrafında dönmeye devam ettiler. Yaklaşık 100 milyon yıl kadar sonra ilkel yapının içerisindeki hidrojen yoğunluğu ve basıncı füzyon olayını başlatarak Güneş’i enerjisini kendi sağlayan bir yıldız haline getirmiştir.
Güneş’in Yapısı
Güneş % 75 hidrojen, % 20 helyum ve % 5 de diğer elementlerden oluşur. Güneşte hidrojenin helyuma dönüşmesi sırasında (füzyon – erime birleşme) büyük bir enerji ortaya çıkar. Saniyede 600 milyon ton hidrojen helyuma dönüşür. Buda her saniye Güneşin 4.5 milyon ton hafiflemesine yol açar. Güneşteki füzyon olayı sonucunda kızıl kırmızımsı bir alev 15-20 bin km yükselir ki bu olaya Güneş Fırtınası ya da Güneş Patlaması denir. Bu bilgilere bakarak günün birinde Güneşi’n çevresine ısı ve ışık yayamayacağını ve dolayısı ile yeryüzünde yaşamın sona ereceğini düşünebiliriz. Ancak bu çok uzun yıllar sonra olacak bir olaydır.
Güneşin yüzey sıcaklığı 6 000 °C ve merkezindeki sıcaklık ise 1.5 milyon °C’dir. Güneşten çıkan enerjinin 2 milyonda birlik kısmı yeryüzüne ulaşır. Güneş’in üç günde yaymış olduğu enerji, Dünya’da bilinen bütün petrol, kömür ve ormanlardan elde edilecek enerjiye eşittir. Güneş ışınları 8.44 dakikada yeryüzüne ulaşır. Güneş Dünya’ya en yakın yıldızdır.
18 Kasım akşamı Toplulukta eski yeni herkes Fizik bölümünün çatısında toplandı Leonid’i seyretmek için. Sabaha kadar çay odasında kaç bardak kahve içildi, çatıda kaç göktaşı görüldü bilmiyorum fakat sabah herkes yüzünde bir gülümsemeyle ayrıldı yatağına doğru.
Göktaşı; büyüklüğü bir kum tanesiden, büyük bir kaya parçasına kadar değişebilen kuyrukluyıldız kalıntılarıdır. Halk arasında ‘kayan yıldız’ ya da ‘meteor’ olarak da bilinir.
Göktaşı kelimesi yerine de kullandığımız, İngilizce bir kelime olan meteor, Yunanca ‘gökyüzünün yukarısı’ anlamındaki “meteōros” sözcüğünden gelir. Ayrıca uzaydaki hareketleri süresince değişen konumlarına bağlı olarak çeşitli adlar alırlar; meteoroid; uzayda hareket etmekte olan kaya parçaları, meteor; Dünya’nın atmosferinden girerek ışıldayan parçacıklar ve meteorite; Dünya atmosferinden girdikten sonra yeryüzüne ulaşan kaya parçalarıdır.
Göktaşı yağmurları, Güneş Sistemi’nin iç kısımlarına yaklaşmakta olan bir kuyrukluyıldızın arkasında bıraktığı kaya parçalarından kaynaklanır. Bilim insanları göktaşı yağmurlarına neden olan kuyrukluyıldızları saptayabiliyorlar. Örneğin; Thatcher Kuyruluyıldızı’nın neden olduğu Lir Göktaşı Yağmuru, ünlü Halley Kuyrukluyıldızı’nın neden olduğu Eta Kova Göktaşı Yağmuru. Kuyrukyıldızın bıraktığı bu parçaların içinden geçen Dünya, atmosferine girmeye başlayan meteoroidlerle karşılaşır. Bu parçalar, atmosferin üst tabakalarında temasla birlikte ışıldamaya yani yanmaya başlarlar. Nadiren de olsa günümüze kadar evlerin çatılarına ve arabaların üstüne düşen göktaşları olmuştur.
Dikkatli bir şekilde Dünya’nın çekim etkisine giren ve yanmaya başlayan göktaşlarını takip ederseniz belirli bir noktadan çıkıyormuş gibi olduklarını fark edebilirsiniz. Bir göktaşı yağmuru da bu noktanın bulunduğu takımyıldızı ile adlandırılır. Örneğin; Eta Kova Göktaşı Yağmuru’nda, adından da anlaşılabileceği gibi, göktaşları Kova Takımyıldızı’ndaki bir noktadan çıkıyormuş gibi görünür.
Göktaşı Yağmurlarının Gözlemi
Göktaşı yağmurları, herkesin gözleyebileceği bir gök olayıdır. Hiçbir gözlem aleti gerekli değildir. Göktaşı yağmuru gözlemi için etrafın açık olduğu (binalar, evler, ağaçlar vb. olmadığı), ışık kirliğinden az etkilenen bir bölgede bulunmak gerekir. Hangi mevsimde olduğunuza bağlı olarak açık arazide olduğunuz için kalın giysiler, çiy, böcekler ve soğuğa karşı çeşitli koruyucular gerekebilir. Yanınızda ne kadar sürede kaç göktaşı gözlediğinizi not edebilmek için not defteri ve kalem, ayrıca gece görüşünü etkilemeyen kırmızı bir fener bulundurabilirsiniz. Gözlerinizin karanlığa alışması için birkaç dakika bekledikten sonra göktaşlarının çıkış noktasının bulunduğu takım yıldızına bakmanız yeterlidir.
Göktaşı yağmuru gözlemlerinde çıplak gözle yaptığınız gözlemler dışında; küçük bir dürbünle göktaşı gözlemlemeye çalışabilir, 5 ya da 15 dakika gibi uzun pozlarla göktaşlarının fotoğrafını çekebilirsiniz.
Peekskill Meteoridi ve Delik Açtığı Araba
(Pierre Thomas (LST), ENS Lyon)
Açıklama: Peekskilmeteoridi 1992 yılında, bir arabanın üstüne düşmeden önce, atmosfere girişi sırasında 40 saniye boyunca gökyüzünde dolunaydan çok daha parlak bir ateş topu olarak gözlemlenmiş ve 16 farklı açıdan videoya kaydedilmiştir. Fotoğrafta da görünen meteorid, çok sert bir kaya yapısına sahip ve bir bowling topu ağırlığındadır. Kilometrelerce yükseklikten düşerek arabaya verdiği zarar görünüyor. Eğer siz de yeni düşmüş bir meteoride rastlarsanız, kesinlikle dokunmayın çünkü çok sıcak ya da çok soğuk olabilir.
Bir yıldızın etrafında dolanan ve kendisi yıldız olmayan doğal gök cisimlerine gezegen adı verilir. Dar anlamıyla, Güneş Sistemi içinde, Güneş’in doğrudan uydusu olan ve Uluslararası Gökbilim Birliği (IAU) tarafından bu tanıma uygun bulunmuş 8 gök cismini belirlemede kullanılır. Güneş Sistemi’nde, resmi olarak kabul edilen ‘sekiz gezegen’den başka, bu cisimlerle boyut, yörünge ve fiziksel özellikler açısından aynı gruba konabilecek yeni gök cisimlerinin keşfedilmesi, bir yandan da başka yıldızların etrafında da Güneş Sistemi gezegenlerine benzer gök cisimlerinin dolandığının saptanması, ‘gezegen’ tanımının sınırlarının bulanıklaşmasına neden olmuştur.
Uluslararası Gökbilim Birliği’nin (IAU), 2006 yılından bu yana kabul ettiği Güneş Sistemi’nin 8 gezegeni, güneşe yakınlık sıralarına göre şunlardır:
Not: Resimlerin telif hakkı NASA’ya aittir.
Bu 8 gezegenin dışında daha önce gezegen olarak tanımlanan Plüton IAU’nun yeni tanımlamasına göre Cüce Gezegen olarak kabul edilmektedir.
Gezegenlerin çeşitli özellikleri aşağıdaki çizelgede verilmiştir.
Gezegen1 | Çapı | Kütlesi | Yörünge yarıçapı | Güneş çevresinde dönme süresi | Kendi çevresinde dönme süresi |
Merkür (☿) | 0,382 | 0,06 | 0,38 | 0,241 | 58,6 |
Venüs (♀) | 0,949 | 0,82 | 0,72 | 0,615 | -2432 |
Dünya (⊕) | 1,00 | 1,00 | 1,00 | 1,00 | 1,00 |
Mars (♂) | 0,53 | 0,11 | 1,52 | 1,88 | 1,03 |
Jüpiter (♃) | 11,2 | 318 | 5,20 | 11,86 | 0,414 |
Satürn(♄) | 9,41 | 95 | 9,54 | 29,46 | 0,426 |
Uranüs (♅) | 3,98 | 14,6 | 19,22 | 84,01 | 0,718 |
Neptün (♆) | 3,81 | 17,2 | 30,06 | 164,79 | 0,671 |
1 Çizelgedeki değerler Dünya’nın çapı, kütlesi vb.’ne olan oranlardır.
2 Venüs gezegeninin kendi çevresinde dönme yönü, diğer gezegenlere zıttır.
Gezegenlerin Oluşumu
Karasal gezegenlerin, Güneş Sistemi’ni oluşturan bulutsudaki toz parçalarından oluştuğu söylenebilir. İlkel Güneş Sistemi’nde bu toz parçaları bir araya gelerek, kondrül denen küçük gök taşlarını oluşturdular. Bu sırada sıcaklık 2000 dereceyi buluyordu. Milyarlarca yıl önce, İlkel Güneş Sistemi’nde kondrüller ve bulutsudaki toz parçaları bir araya gelerek kondrit adı verilen göktaşlarını oluşturmaya başladı. Günümüzdeki göktaşları, büyük oranda kondüitlerdir. Bunlar Güneş Sistemi’nin oluşumundan bu yana pek bozulmadan kalmışlardır. Bu sayede yeryüzüne düşen göktaşları evrenin geçmişi hakkında bilgi verir.
Yörüngede Güneş çevresinde dolanan bir cisim, ne Güneş’e doğru düşer ne de uzaya savrulur. Ancak ortamda bir miktar gaz varsa, bu gaz cisim hızının azalmasına ve sarmal bir yol izleyerek Güneş’e yakınlaşmasına yol açar. Yani, cisim, çapı giderek küçülen bir yörünge izler. Güneş’e doğru yaklaşan kondrit parçaları ona daha yakın yörüngelere gelince burada birikip biraraya gelerek büyürler. Yaklaşık 1 km çapa ulaşılınca, artık gazın sürtünmesi etkisini büyük oranda yitirir. Zaten artık gaz da büyük ölçüde azalmıştır. Bu sayede cisim hemen hemen sabit bir yörüngede kalır. Yaklaşık bu boyuta ulaşan gökcisimlerine “gezegenimsi” denir.
Oluşmakta olan gezegen sistemlerinde çok sayıda gezegenimsi bulunur. Bunların yörüngeleri az çok birbirinden farklı olur. Bu nedenle, yörüngede farklı hızlarla yol alırlar. Birbirine yakın olanlar yakın hızlarla hareket ederler ve bu yüzden de kütle çekimleri birbirini etkiler. Kütle çekimi,yörüngelerde küçük sapmalara yol açabilir ve bu da çarpışmalara neden olabilir. Eğer çarpışma yeterince yavaş olursa, iki kütle birleşir ve daha büyük bir gezegenimsi ortaya çıkar. Çarpışmalar sürdükçe cisim de büyür. Eğer çarpışma hızlı olursa her iki cisim de dağılabilir.
Bilim adamları bir gezegen sistemindeki gezegenlerin oluşumunun ne kadar süreceğini bilgisayar yardımıyla hesaplamaya çalışıyorlar. Hesaba göre gezegenimsiler oluştuktan yaklaşık 20 bin yıl sonra Ay boyutlarında yüzlerce cisim ortaya çıkıyor. Gezegenlerin tam boyutlarına ulaşmalarıysa yaklaşık 10 milyon yıl alıyor. Arta kalan gezegenimsilerse, sonraki 10 milyon yıl içinde gezegenlerce yutuluyor. İşte Merkür, Venüs, Dünya ve Mars’ın oluşumu da bu şekilde oldu.
Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün’ ün yani gaz devlerinin oluşumuysa başlangıçta aynı olsa da ileriki aşamalarda biraz daha farklıdır. Güneş bulutsusunun dış katmanları, iç katmanlara oranla daha soğuk olduğundan suyun ve öteki katı halde bulunabilen gazların buz halinde yer almasına olanak tanıyordu. Bu sayede bu bölgede buz miktarı iç bölgelere oranla 10 kat fazlaydı. Gaz moleküllerinin de burada çok daha fazla olması nedeniyle burada oluşacak gezegenlerin kimyasal bileşimi de karasal gezegenlerden farklı olmalıydı. Jüpiter ve Satürn, büyük oranda hidrojen ve helyumdan oluşur. Bunun yanında, daha az miktarlarda katı halde bulunabilen gazları, çok az miktarda kayayı ve metali içerir.
Güneş Sistemi Dışındaki Gezegenler
1995 yılında Michel Mayor ve Didier Queloz tarafından 51 Pegasi adlı yıldızın çevresinde dönen bir gök cismi keşfedildiğinde, bu cismin ‘gezegen’ olarak tanımlanması uygun görüldü. 1995-2005 yılları arasında yapılan gözlemlerle, 100’ü aşkın değişik yıldız çevresinde dolanan 150’den fazla gezegen bulundu. Güneş Sistemi gezegenleri ile karıştırılmaması için bu cisimlere ‘Güneş dışı gezegenler’ veya Güneş Sistemi dışı gezegenler adı verilmektedir. Yine karışıklığı önlemek amacıyla, bu tür gezegenlerin yıldızları ile birlikte oluşturdukları sistemlere genel olarak gezegen sistemi ya da ‘yıldız sistemi’ adı verilmektedir. ‘Güneş Sistemi’ adı ise, yalnızca özel ad olarak Güneş ve uydularının oluşturduğu gezegen sistemini tanımlamada kullanılır. ek olarak 1996 yılında amerikalı uzay bilimcisi Arthur Frank Elbourn ‘un yapmış olduğu bir takım araştırmalar uzay hakkında daha da fazla bilgi almamızı sağlamıştır. Arthur Frank Elbourn un yapmış olduğu çalışmalarda 10 olan gezegen sayısı aslında 12 gezegene vardi. goono ve Elbourn ismi verdiği iki gezegen daha keşfetti. Nasa tarafından doğrulanan bu gezegenler fazla medyaya duyurulmadı.
Tarih Boyunca Gezegen Kavramı
Elimize ulaşan tarihsel kayıtlar incelendiğinde, Türkçe’nin genç sözcüklerinden olan ‘gezegen’in diğer dillerde uzun süredir var olan karşılıklarının, gökyüzünde yıldızların alışılmış hareketlerinden farklı davranışları ile dikkati çeken ‘aykırı’ yıldızlar için kullanıldığı görülür. Batı dillerinde gezegen kavramı Eski Yunan’da ‘başıboş dolaşan’ anlamında kullanılan planitis (πλανήτης) sözcüğünden türetilmiş sözcüklerle ifade edilmektedir. Yakın tarihe kadar Türkçe’de kullanılan Arapça kökenli seyyare sözcüğü de benzer anlam taşımaktadır. Türkçe gezegen sözcüğü de, bu yıldızların gökyüzünde diğer sabit yıldızların arasında ‘gezinmelerinden’ esinlenilerek türetilmiştir.
17.ci yüzyıla dek bilinen beş gezegen (Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn), insan kültürü ile tarih boyunca içiçe olmuş, çeşitli kültürlerde tanrılarla bağdaştırılarak mitolojinin, klasik elementlerle bağdaştırılarak felsefenin ve astrolojinin önemli bir parçasını oluşturmuşlardır. 17.ci yüzyılda Kopernik’in o güne dek yaygın olan
yermerkezli görüşü sarsan kozmolojik devrimi ile güneşmerkezli evren anlayışının ağırlık kazanması sonucunda dünyanın da bir gezegen olduğu kabul edilmiş, böylece gezegen kavramı ‘gökte başıboş dolaşan yıldız’dan günümüzdeki gökbilimsel anlamına oturmuştur.
18.ci yüzyılda keşfedilen Uranüs gezegenler listesine yedinci sırayla kolaylıkla eklenirken, 1801 ve 1802’de Güneş Sistemi’nin Ceres ve Pallas adlarını alan iki yeni üyesi bulunduğunda, küçüklükleri nedeniyle gezegen sayılmayarak Sir William Herschel’in verdiği asteroit tanımı içine alındılar. İzleyen yıllarda keşfedilen benzer niteliklerde yeni küçük gök cisimleri de bu kategoriye eklendiler. Böylece Titius-Bode yasasının öngördüğü şekilde Mars ile Jüpiter yörüngeleri arasında bir başka gezegen bulunması gerektiği sorunu çözümlenmiş oldu. Ancak bu kez Uranüs yörüngesindeki tedirginliklerden sorumlu yeni bir gezegen arayışı başladı. Bu sorunun yanıtını da 1846 yılında bulunan ve sekizinci gezegen olarak benimsenen Neptün getirdi. Güneş Sistemi içinde gözlenen tüm tedirginliklerin henüz keşfedilmemiş bir ‘bilinmeyen gezegen’ ile açıklanabileceği yaklaşımının bu şekilde meyvasını vermesi, ‘gezegen avcılarını’ cesaretlendirerek dokuzuncu gezegenin aranmasına başlandı. Ancak, giderek daha güçlü teleskopların yapılması, gökyüzünü inceleyen insan ve kuruluş sayısının artması, 19.yüzyıl sonunda astrofotografi tekniğinin ortaya çıkması gibi gelişmeler sayesinde önemsiz sayılacak gökcisimlerinin saptanabilir hale gelmesine ve yeni bulunan asteroit sayısının bini aşmasına karşın, 1930’da Plüton bulunduğunda neredeyse yüz yıl geçmişti. Bu uzun bekleyiş, Plüton’a dokuzuncu gezegen olma onurunu kazandırırken, açıklamasını da birlikte getiriyordu: yeni gezegen o ana dek bilinen en küçük gezegen Merkür’ün yarısından daha küçük çapta ve otuzda biri kütlesinde, aralarında Ay’ın da bulunduğu birçok gezegen uydusundan daha küçük, üstelik alışılmadık bir yörüngede idi. Bütün bunlara karşın, en büyük asteroit Ceres’ten daha büyük olan ve Güneş çevresinde dönen dokuzuncu büyük gök cismi olan Plüton’un dokuzuncu gezegen sıfatı 20. yüzyıl sonlarına kadar tartışma konusu olmadı.
Hollandalı gökbilimci Kuiper tarafından kuramsal olarak ortaya atılan ve bugün Kuiper kuşağı olarak bilinen bölge, Güneş’ten 30-50 A.Ü (astronomi ünitesi-gökbilim birimi)
yani yaklaşık 4,5-7,5 milyar km. uzaklıktaki alanı kaplar ve Güneş çevresinde dönen çok sayıda küçük gök cisminin bu aralıkta yer aldıklarına 1950’lerden bu yana inanılmaktadır. 1992 yılında, o ana dek Kuiper kuşağının bilinen tek üyesi Plüton gezegeni iken, (15760) 1992 QB1 geçici adıyla tanınan ‘ilk Kuiper kuşağı cismi’nin bulunması ve bunu kısa sürede çok sayıda yenilerinin izlemesi ile bu yeni gök cisimi sınıfı bir kavram olarak netleşmeye başladı. Plüton’un bilimsel anlamda bu sınıfın bir üyesi olduğu gökbilim çevreleri tarafından kabul edilirken, hala bir gezegen olarak kabul edilip edilmeyeceği konusu popüler bir tartışma biçimini aldı. Uluslararası Gökbilim Birliği (IAU) 1999 yılında Plüton’un resmi olarak Güneş sistemi’nin dokuzuncu gezegeni kabul edildiğini ve bunun değiştirilmesinin düşünülmediğini açıklayan bir bildiri yayınlamak zorunda kaldı.
2002 yılında Plüton’un yarısı çapındaki 50000 Quaoar’ın, 2004’te ise neredeyse Plüton büyüklüğünde 90377 Sedna’nın keşfi, Plüton’un diğer Kuiper kuşağı cisimlerinden (Kuiper Belt Objects-KBO) fazla ayrıcalıklı olmadığını göstermesi bakımından önemli görüldü. 29 Temmuz 2005’de üç yeni Kuiper kuşağı cisimi daha bulunduğu açıklandı. Bunlardan 2003 UB313 adlı olanı, Plüton’dan daha büyük olması nedeni ile bazılarınca 10.cu gezegen ilan edilirken bir yandan da Plüton’un gezegen sıfatının gözden geçirilmesi tartışmaları yeniden alevlendi. amerika da yapılan araştırmalar sonucunda aslında 12 gezegen dışında dört gezegen daha keşfedilmiş. bunlar pluton dan daha büyük ve yapılan araştırmalarda bu dört gezegenin bir tanesinde yaşamsal bir belirti olabileceği söylenmektedir. yalnız dunyaya çok uzak olan bu dört gezegen nasa nın yapmış olduğu gizlia raştırmalar sonucunda ortaya çıkarılmış, ve medyadan bugune kadar saklanmıştır. medyaya nasıl sızdığı bilinmemekte olup araştırmaların devam ettiği söylenmektedir.
Merkür | Venüs | Yer | Mars | Jüpiter | Satürn | Uranüs | Neptün | |
Kütle (1024 kg) | 0.3302 | 4.8685 | 5.974 | 0.6419 | 1,898.6 | 468.46 | 86.83 | 102.43 |
Hacim (1010 km3) | 6.083 | 92.843 | 108.321 | 16.318 | 143,128 | 82,713 | 6,833 | 6,254 |
Yarıçap (km) | 2,440 | 6,052 | 6,371 | 3,370 | 69,911 | 58,232 | 25,362 | 24,624 |
Yerçekimi ivmesi (m/s2) | 3.7 | 8.9 | 9.8 | 3.7 | 24.8 | 10.4 | 8.9 | 11.2 |
Uydu Sayısı | 0 | 0 | 1 | 2 | 63 | 33 | 26 | 13 |
Güneş’ten ortalama uzaklık (milyon km) | 57.8 | 108.2 | 149.6 | 227.9 | 778.6 | 1,443.5 | 2,872.5 | 4,495.1 |
Günberi (milyon km) | 46.0 | 107.5 | 147.1 | 206.6 | 740.5 | 1,352.6 | 2,741.3 | 4,444.5 |
Günöte (milyon km) | 69.8 | 108.9 | 152.1 | 249.2 | 816.6 | 1,514.5 | 3003.6 | 4,545.7 |
Dışmerkezlilik | 0.21 | 0.0067 | 0.017 | 0.094 | 0.049 | 0.057 | 0.046 | 0.011 |
Eksen eğikliği | 0.01° | 177.36° | 23.45° | 25.19° | 3.13° | 26.73° | 97.77° | 28.32° |
Dönme periyodu (saat) | 4,223 | 2,802 | 24.0 | 24.7 | 9.9 | 10.7 | 17.2 | 16.1 |
Yörünge Periyodu (gün) | 87.969 | 224.701 | 365.256 | 686.980 | 4,332.589 | 10,759.22 | 30,685.4 | 60,189 |
Kaşif | Bilinmiyor | Bilinmiyor | ….. | Bilinmiyor | Bilinmiyor | Bilinmiyor | William Herschel (1781) | Johann Galle (1846) |
Atmosfer Basıncı (bar) | 10-15 | 92 | 1 | 0.006 | >>1000 | >>1000 | >>1000 | >>1000 |
Atmosfer Bileşimi | O2, Na, H2 | CO2, N2 | N2, O2 | CO2, N2 | H2, He | H2, He | H2, He | H2, He |
Ortalama Sıcaklık (°C) | 167 | 464 | 15 | -63 | -108 | -139 | -197 | -201 |