gokyuzu.org

Radyo Teleskoplar

Yıldızların ve diğer cisimlerin görünen dalga boyu diger dalga boyları ile birlikte yaydığı radyo sinyallerini toplamak için için oluşturulan sistemlere Radyo Teleskop adı verilir. Radyo teleskopların optik teleskoplardan farkı  Radyo teleskopların gelen dalgaları işleyebilmek için birkaç elektonik devreye ihtiyaç duymasıdır. Optik teleskoplarda ise bu elektronik devrenin yerini göz alır.

Radyo teleskop kullanan gözlemevlerinin, yine optik teleskop kullanan gözlemevlerinin ışık kirliliğinden uzak yerlere inşa edilmesi gibi radyo, televizyon ve radar sinyallerinden kaçmak için şehir dışlarına kurulması gerekmektedir.

Dürbünler

Gökyüzü gözlemlerine yeni başlayanlar için belkide en önemli gözlem aracı dürbünlerdir. Dürbünler hafif ve kolay taşınır olmalarının yanında sağladıkları geniş görme alanı sayesinde gözleme yeni başlayanların vazgeçilmez gözlem araçlarıdır. Aslında birçok profesyonel gözlemci yanlarında mutlaka kaliteli bir dürbün bulundururlar. Dürbünün önündeki, ışığı toplamaya yarayan büyük merceğe objektif, gözümüzü dayayıp baktığımız küçük merceğe ise göz merceği (oküler) denir. Merceğe gelen ışık miktarı içerideki prizmalar vasıtası ile göz merceğine odaklanır ve bu sayede büyütme ve görüntü sağlanmış olur. Dürbünü genelde (eğer özel bir fonksiyonu yoksa) iki sayı belirtir: 7×50, 10×50, 7×35 gibi. 7×50’lik bir dürbün için 7x büyütmeyi, 50 ise milimetre biriminden objektifin çapını belirtir. 7x yedi kat büyütme demektir, mesela 100m mesafedeki bir cismi 100/7 = 14 metredeymiş gibi gösterir. 10×50’lik bir dürbün ise 10 kat büyütme yapar ve aynı cismi 10 metredeymiş gibi gösterir. 10×50’lik dürbün daha çok yaklaştırdığı için 7×50’lik bir dürbüne göre daha dar bir alana bakar. İkisinde de objektif çapları aynıdır ve dolayısıyla aynı güçte ışık toplarlar. 7×35’lik bir dürbün ise 7×50’ye göre daha küçük bir objektife sahiptir (15mm daha dar) ve yarı yarıya daha az ışık toplar.Image
Dürbün seçimi yapılırken yalnızca optik geçirgenlik ve büyütme gücü değil, dürbünün büyüklüğü ve gövdesinin hangi malzemeden yapıldığı da önemlidir. Dürbünün daha çok ışık toplaması için objektifin çapının büyük yapılması, beraberinde bir problemi getirir: dürbün daha büyük ve ağır olacaktır. Astronomi gözlemleri sırasında kullanılmak için en uygun dürbünler 10×50 dürbünlerdir. Bu dürbünlerin hafif ve ucuz olmaları en önemli avantajlarıdır. Gözlem sırasında uzun süre kullanıldığında dürbünler kollarda ve boyun bölgesinde ağrılara neden olamaktadır. Bu nedenle dürbünü bir üç ayağa monte etmek gözlemleri kolaylaştırabilir. Günümüzde dürbünle gözlemler için otomatik sandalyeler bile satılmaktadır. Objektif çapı büyüdükçe dürbünün ağırlığı artacağından üç ayak kullanımı gözlemleri daha kolay ve ağrısız hale getirmekte ve gök cisimlerini bulmayı ve sabitlemeyi kolaylaştırmaktadır.   Kaynaklar: 1. Alkım Ün, Gözlem Araçları: Dürbünler Semineri (2001) 2. http://en.wikipedia.org/wiki/Binoculars 3. http://www.nightskyinfo.com/binoculars/   

Hubble Uzay Teleskobu

Konsept olarak tasarımına  Dünya üzerindeki bütün teleskopların karşılaştığı en büyük problemler olan ışık kirliliği, havadaki nem, ozon tabakasının morötesi ışığı kesmesi ve büyük teleskoplardaki kontrol edilebilirlik sorununu ortadan kaldırmak üzere 1946 yılında başlanan Hubble Uzay Teleskopu 1990 yılında NASA tarafından yörüngeye yerleştirildi. Ancak bu olaydan kısa bir süre sonra farkedilen ve bütün hayalleri yıkan olay HST nin aynalarındaki küresilliğinde bulunan bir sorundu. Bu sorunun düzeltilebilmesi ise ancak 1993 yılını bulabildi.

Asteroidler (Cüce Gezegenler)

Yörüngeleri  Güneş Sistemi’ nde Mars ile Jüpiter gezegenleri arasında kalan ve sayıları yaklaşık 40.000 kadar olan gök cisimleridir. Bu küçük gezegenler, küçük kütle ve hacimlerinden ötürü ‘gezegenimsi’ ya da ‘cüce gezegen’ olarak da bilinirler.

Astroit’lerin günümüzdeki keşfi Bode Kanunu’nun matematiksel olarak ispatlanmasıyla yolalmıştır. Gezegenler arasındaki orantı Johann Titius tarafından 1766 yılında belirtilirken, J.E. Bode formüla’yı 1778 yılında yazmıştır. Bode ve Titius’un belirttiği üzere, Jüpiter ve Mars arasında bir kaybolmuş bir gezegen vardır. 1801’de Giuseppe Piazzi’ nin Ceres 1 astroidinin keşfi ve 1802’de İngiliz bilim adamı Sir William Herscel tarafından 1 Ceres ve 2 Pallas’ı tanımlamak için ortaya atılan kavram, sonradan Mars ve Jüpiter yörüngeleri arasında keşfedilen çok sayıda küçük gök cismini içine almış, ardından Mars ve hatta diğer iç gezegenlerin yörüngesinden daha içte ya da Jüpiter yörüngesinden daha dışta yer alan cisimleri de kapsayacak şekilde genişletilmiştir. İngilizce diline yunanca kökenli Astreoides kelimesi “Astreoit” olarak 1803 yılında geçmiştir.

Bunun yanı sıra, Mısır Piramitleri’ nde Ra’nın Büyük Piramit’te yazdığı bilgiler doğrultusunda; bu eksik gezegen’in varlığı yaklaşık olarak 6000 yıl önce belirtilmiştir. Günümüzde yapılan Sümer tabletlerinin incelenmesinde de (bunlar da 5000 yıl önce yazılmıştır); bu astroidlerin bir gezegenin parçalanması sonucu oluştuğu yazılmıştır. Bu eksik gezegenin günümüz popüler bilimindeki adı da Maldek’ tir.

20. yüzyıl ortalarından itibaren Güneş Sistemi’nin dış sınırlarında henüz saptanamamış çok sayıda gök cisminin bulunabileceği öne sürülmüş ve olası yörünge özelliklerine göre bu cisimleri içine alacak Kuiper Kuşağı ve Oort Bulutu kuramsal grupları yaratılmıştır. 1992 yılında bu tanıma uyan ilk cisim keşfedilmiş, ardından çok sayıda yenileri bulunarak sayı 2005 yılı ortalarında 900’e yaklaşmıştır. Pratik nedenlerle Kuiper ve Oort cisimlerinin Neptün ötesi cisimler tanımı altında toplanması eğilimi yaygınlaşmaktadır. Böylece Güneş çevresinde dönen cisimler ‘gezegenler’, ‘asteroitler-küçük gezegenler’ ve ‘Neptün ötesi cisimler’ olarak 3 ana grupta toplanmıştır.

İngilizce gökbilim terminolojisinde yakın tarihlerde yaşanan yeni bir gelişme, uzun süredir yaygın kullanımdan kalkmış olan minor planets kavramının yine pratik nedenlerle yeniden canlandırılmaya çalışılmasıdır. Güneş sistemi üyelerinin daha tutarlı bir sınıflamasını yapmak amacıyla atılan bu adım, gezegenler ve akan yıldızlar (meteorlar) dışında kalan tüm cisimleri tek bir çatı altında toplamaya dayanmaktadır. Böylece asteroitler ve Neptün ötesi cisimleri kapsayacak şekilde genişletilen bu kavram, Türkçeleştirme açısından sorun yaratmaktadır. Küçük gezegenler şeklinde Türkçe’ye çevrilebilecek olan ‘minor planets’ tanımı ‘asteroit’ sözcüğünün eş anlamlısı olan ‘küçük gezegen’ kavramı ile çakışmaktadır.

Asteroitlerin En Büyüğü

10 Hygiea asteroit kuşağının dördüncü en büyük gökcismidir. Çapı 350-500 km arasında değişir ve kütlesi asteroit kuşağının toplam kütlesinin 3%’sidir. Daha sonra asteroyit kümeleri içinde yer alan en büyük gökcismi Ceres’tir; onun dışında yalnızca Pallas ile Vesta’nın çapları 480 km’yi geçer. Bu gökcisimlerinin hiçbirinin kütlesi bir atmosferi tutabilecek boyutlara ulaşamaz; birçoğu birkaç kilometrelik, hattâ birkaç yüzmetrelik kütlelerdir ve tam bir küre biçimde değildir.

Uluslararası Gökbilim Birliği (IAU) tarafından belirlenen cüce gezegenler Ceres,Pluton ve Eris’tir.Şimdilik sayıları üç adet olsa da ileride daha fazla cüce gezegene sahip bir güneş sistemimiz olacak.Çünkü şu anda bile sırada cüce gezegen olmayı bekleyen bir çok aday bulunmakta.

Ceres:

1801 yılında keşfedilen Ceres, Mars ile Jüpiterin arsındaki astroid kuşağının en büyük cismidir. İlk keşfedildiğinde bir kuyrukluyıldız sanılmış fakat daha sonra bir gezegen olarak adlandırılmıştı. Astroid kuşağındaki diğer astroidlerin keşfedilmesinin ardından ise bu ünvanını kaybetmişti.

Güneşe ortalama uzaklığı: 414 milyon Km

1 günü: 9,1 saat

1 Yılı: 406 Dünya Yılı

Yer Çekimi ivmesi: 0,03g

Çapı: 969 Km

Pluton:

1930 yılında Clyde Tombaugh tarafından keşfinin ardından gezegen olarak kabul edilmesiyle birliktegezegen nedir tartışmalarının da temelini attı. Pluton uydusu Charon ile Güneş etrafındaki turlarını birbirlerinin etrafında dönerek tamamlar.

Güneşe ortalama uzaklığı: 5,9 milyar Km

1 Günü: 153,6 saat

1 Yılı: 247,9 Dünya yılı

Çapı: 2302 Km

Yer çekimi ivmesi: 0,08g

Uydu sayısı: 3

Eris:

2005 yılında keşfinin ardından gezegen olarak kabul edilecek mi edilmeyecek mi diye beklenirken Çek Cumhuriyetinde toplanan bilim adamları tarafından Cüce gezegen adında yeni bir kategori açılmasına neden oldu.

Güneşe Ortalamam uzaklığı: 10,3 milyar Km

1 Günü: bilinmiyor

1 Yılı: 560 Dünya yılı

Çapı: 2300-2500 Km arası

Yerçekimi ivmesi: 0,09g

Uydu sayısı:1

İnsanoğlu Uzayda Kendine Yer Arıyor

NASA Ay’da insanlı ilk uzay üssünü 2024’te kuracak. Plana göre, yeni kuşak uzay araçlarıyla ilk insanlı uçuş 2020’de. Üste 4 astronot barınacak. Bir sonraki hedefse Mars’a koloni oluşturmak.

NASA, Ay’da üs kurmanın maliyetini 104 milyar dolar olarak hesaplıyor.A close-up of a space station

Description automatically generated

Ay’a ilk insanlı uçuşu yapan NASA, Dünya’nın uydusunda bu kez kalıcı olmaya kararlı. 1960’ların Apollo kapsülünü andıran yeni kuşak Orion uzay aracıyla Ay’a insanlı uçuşlar yapmayı planlayan NASA, uyduda kalıcı uzay üsleri de kurmak istiyor. Bir süredir uzay araştırmalarıyla ilgili uzun vadeli planlar yapan NASA, son olarak Ay’da insanlı uzay üsleri için tarih verdi. İnsanoğlu ilk uzay üssünü 2024 yılında Ay’da kuracak.

NASA’nın Ay kuracağı uzay üssü kutup bölgesinde olacak. Uydunun güney kutbunda iki aday bölge var, çünkü bu bölgeler Ay’ın en çok aydınlıkta kalan alanları. Bu özellik üssün güneş enerjisinden yararlanma şansını da artırıyor. NASA’nın 1960’larda yaptığı Ay uçuşlarında Apollo kapsülü uydunun orta bölümlerine inmişti.

APOLLO’NUN TORUNU ORION
Ay’a seyahette NASA iki tip araç kullanacak, Orion keşif aracı ve buna bağlı çok amaçlı bir araç daha bulunacak. Çok amaçlı uzay aracı kargo, mürettebat hatta robotları taşıyabilecek.

İnsanlı uzay üssü Ay’ın güney kutbuna kurulacak.

Columbia faciasından sadece 1 yıl sonra, 2004’te ABD Başkanı George Bush, Ay’a ve Mars’a insanlı uçuşlar yapılacağını ve insanlı uzay üsleri kurulacağını açıklamıştı. NASA Ay’a insanlı uçuş yapmanın maliyetinin 104 milyar dolar olduğunu açıklamıştı.

AY’DA UZAY ÜSSÜ TAKVİMİ
NASA’nın Ay’da insanlı uzay üssü kurulmasına ilişkin takvimi şöyle:
 2009: Ay uzay aracı için ilk deneme yapılacak.
 2014: Yeni kuşak Orion uzay aracı ile ilk insanlı uçuş demenesi. Ay’a gidilmeyecek.
 2020: Ay’a yeniden insanlı uçuşlar başlıyor.

2020-2024 KEŞİF ZAMANI
NASA planına göre, 2020-2024 arasında her yıl bir uçuş yapılarak uzay üssü için uygun arazi bakılacak. Daha sonra 2024’te üssün kurulmasıyla astronotlar 6’şar aylık sürelerle Ay’da kalacak.

A space capsule in space

Description automatically generated
Orion uzay aracı.

NASA, Ay’daki hidrojen ve oksijenden de üste yararlanmayı umuyor; üste ayrıca oksijen deposu bulunacak. NASA’nın Ay üssünde iki astronotu olacak. Ayrıca başka uluslardan astronotların yanı sıra, üs sonraki yıllarda ticari uçuşlara da açılacak.

NASA bu kez başka ülkeleri de uzay çalışmalarına ortak ederek maliyeti düşürmeyi amaçlıyor. ABD, Orion’un tasarım maliyetini üstlenecek, ancak Uluslararası Uzay İstasyonu’nun ortakları Rusya, Avrupa Birliği ve Japonya’dan Ay üssü için katkı talep edecek.

Kaynak:www.ntvmsnbc.com

Neptün

Yıldızımıza en uzak, gaz devlerinin ve sistemin sonuncusu ve etkileyici görüntüsüyle; ismini Roma deniz tanrısı Neptunus’ten alan, Neptün. Kendisi oldukça uzak olduğu için gökyüzü ışık kirliliğinden ne denli uzak olursa olsun çıplak göz ile görülemediğinden insanlığın kendisini keşfi biraz zaman almıştır. Neptün’ü bizler ilk defa Güneş Sistemi’nin dışına çıkmak üzere yolculuğuna çıkan Voyager 2 (bu konu hakkında bir yazımız var) ile 1989 yılında yakından gözlemleyebildik. Buna rağmen, Neptün hakkında elde ettiğimiz az bilgiler bile kendisinin oluşumu ve dış güneş sistemi hakkında bizlere oldukça önemli veriler sağlamıştır.

Boyutu, Kütlesi ve Yörüngesi:

Çapına göre sistemin dördünce en büyüğü, ağırlığına göre ise sistemin üçüncü en büyük gezegeni olan Neptün’ün kendi ekseni etrafındaki dönme süresi kabaca 16 dünya saati, Güneş etrafındaki bir tam turu ise 164,8 dünya yılı sürer. Gezegenin eksen eğikliği Dünya ve Mars’a benzediğinden orada da bizdekilere benzer mevsimsel değişiklikler yaşamaktadır. Neptün’ün kütle çekim kuvveti, tıpkı Mars ile Jüpiter arasında bulunan Asteroid Kuşağı’nın Jüpiter’in kütle çekim kuvveti ile domine edilmesi gibi, Kuiper Kuşağı’nda bulunan cisimleri domine eder.

Yapısı:

Jüpiter ve Satürn gezegenlerine oranla daha küçük yapıda olması ve daha fazla uçucu maddelerden oluşmasından dolayı (Uranüs gibi) kendisine bazen buz devi denilebiliyor. Uranüs’e benzer bir şekilde Neptün’ün iç yapısında silikat, metal, su, amonyak, buz halindeki metan, hidrojen, helyum ve gaz halindeki metandan oluşmaktadır.

Atmosferi:

Neptün atmosferinin üst kısmının %80 kadarını hidrojen, %19 kadarını helyum ve kalanını ise eser miktardaki metan doldurmaktadır. Uranüs gezegeninde olduğu gibi metan, kırmızı ışığı emdiğinden gezegenler mavi tonundadır. Neptün’ün atmosferinde bulunan metan içeriği Uranüs’e fazlaca benzer olmasının yanında Neptün’ün renginin daha koyu ve canlı görünmesinin nedeninin atmosferinde bulunan ve henüz bilinmeyen başka bir içerikten kaynaklandığı düşünülüyor.

Uyduları:

Neptün’ün şu an için bilinen on dört adet uydusu bulunmaktadır, bu uydulardan biri hariç (S/2004 N 1) kalan hepsi Yunan ve Roma tanrıları ile adlandırılmıştır. Gezegenin uyduları iki gruba ayrılır, düzenli ve düzensiz uydular. İsimleri; Naiad, Thalassa, Despina, Galatea, Larissa, S/2004 N 1 ve Proteus olan düzenli uydular gezegene düzensiz uydulara göre yakındırlar ve gezegenin ekvatoral düzleminde yuvarlak yörüngeye sahiptirler. Gezegenin düzensiz uyduları olan Triton, Nereid, Halimede, Sao, Laomedeia, Neso ve Psamathe ise genellikle gezegenden uzakta; eğik ve eliptik bir yörünge takip ederler. Düzensiz uydulardan biri eğik olsa da gezegene yakındır ve yuvarlak bir yörünge takip eder.

Halka Sistemi:

Neptün’ün beş halkası, gezegen hakkında önemli keşiflere imza atan astronomların isimleriyle taçlandırılmıştır; Galle, Le Verrier, Lassell, Arago ve Adams. Halkalar, toz ve küçük kayalardan oluşur. Gezegenin halkalarının gözlemlenmesi boyutlarının küçüklüğü, halkaların karanlık olması ve yoğunluklarının değişkenlik göstermesi nedeniyle oldukça zordur.

Jüpiter

JÜPİTER

Yörünge Özellikleri
Yarı büyük eksen778.412.000 km.
Günberi740.702.000 km.
Günöte816.081.000 km.
Yörünge dışmerkezliği0,048
Yörünge eğikliği1,3o
Dolanma süresi11,87 yıl
Kavuşum süresi398 gün
Ortalama yörünge hızı13,05 km/sn
Fiziksel Özellikler
Ekvator çapı142.294 km
Basıklık0,065
Hacim1321 x Dünya
Kütle318 x Dünya
Yoğunluk1,33 g/cm3
Eksen eğikliği3,13°
Dönme süresi9 sa 55 dk
Yerçekimi24,79 m/s2
Kurtulma hızı59,5 km/s
Beyazlık (albedo)0,52
Ortalama yüzey sıcaklığı-108oC (165oK)
Görünür parlaklık-2,9 ile -1,6 arası
Görünür çap29,8″ ile 51,0″ arası
Atmosferin içeriği
Hidrojen%89
Helyum%10
Metan%0.3
Amonyak%0.02
Etan%0.0006

Jüpiter (Müşteri) Güneş sisteminin en büyük gezegeni. Güneşten uzaklığa göre beşinci sırada. Adını Roma tanrılarının en büyüğü Jüpiter’den alır. Büyük ölçüde hidrojen ve helyumdan oluşmakta ve gaz devleri sınıfına girmektedir.

İçindekiler Fiziksel özellikler İç yapı Atmosfer Ekseni çevresinde dönüşü Halkalar Manyetosfer Uydular Jüpiter Araştırmalarının Tarihçesi Jüpiter’e Gönderilen Araçlar Gözlem Koşulları Jüpiter’in İlginç Özellikleri

Fiziksel özellikler

Jüpiter gerek çap, gerekse kütle açısından güneş sistemindeki en büyük gezegendir. Nispeten düşük olan yoğunluğu (suyun yoğunluğunun 1,33 katı), gezegenin akışkan yapısı ve kendi çevresindeki dönüş hızının yüksekliği nedeniyle, Satürn kadar olmasa da ekvatorda geniş, kutuplarda basık elipsoid görünüme sahiptir. Beyazlık derecesi (albedo) 0.52 olan gezegen, böylece yüzeyine düşen güneş ışığının yarıdan fazlasını görünür tayfta yansıtmaktadır. Ancak kızılötesi alandaki ışınım ölçüldüğünde, Jüpiter’in Güneş’ten aldığı enerjinin 2,3 katı kadarını dışarı yaydığı görülür. Bu nedenle gezegen, Güneş’e olan uzaklığına göre hesaplanan 106 K’ den (-167°C) çok daha yüksek bir etkin sıcaklığa sahiptir ve 126 K (-147°C) sıcaklığında bir kara cisim gibi ışır. Jüpiter’in kendi içinde yarattığı bu enerji fazlası, gezegenin yerçekiminin etkisi ile yavaşca kendisi üzerine çökerek küçülmesi sırasında dönüştürülen potansiyel enerji ile açıklanmaktadır. Bu olgu Kelvin-Helmholtz mekanizması olarak adlandırılır.

İç yapı

Gaz devleri, içerdikleri elementlerin oranlarına göre iki alt gruba ayrılırlar. Uranüs ve Neptün ‘buz’ ve ‘kaya’ oranı daha yüksek Uranian gezegenler grubundadır. Jüpiter ve Satürn ise, adını yine Jüpiter’den alan Jovian gezegenler grubu içindedir. Jovian gezegenlerin kabaca Güneş’i ve benzer yıldızları oluşturan maddeleri bu yıldızlardakine yakın oranlarda içerdiği düşünülür. 20. yüzyıl başlarından itibaren, gezegenlerin çap, kütle, yoğunluk, kendi etrafında dönme hızları, uydularının davranışları gibi verilerden yola çıkılarak iç yapıları hakkında ortaya atılan görüşler, daha sonra tayfölçümsel çalışmalarla ve son otuz yıl içinde gerçekleştirilen birçok uzay aracı araştırması ile zenginleştirilmiş ve günümüzde oldukça tatminkar modeller geliştirilmiştir.

Bu bilgiler çerçevesinde, Güneş sisteminin ilksel bileşimine paralel biçimde Jüpiter’in kütlesinin büyük kısmını hidrojen ve helyumun oluşturduğu varsayılır. Hidrojen/Helyum kütle oranı 75/25 civarındadır. Daha ağır elementlerin Güneş Bulutsusu içindeki toplam payı % 1 iken, hafif bir zenginleşme ile Jüpiter’de %3-4,5 arasında olabileceği hesaplanmaktadır. Bu sonuca, gezegenin gözlenen basıklığının 10-15 Yer kütlesinde yoğun bir çekirdeğin varlığı ile açıklanabilmesi üzerine varılmıştır. Jüpiter’i oluşturan yapı taşları özgül ağırlıklarına göre tabakalanmış durumdadır:

  • Gezegenin merkezinde demir ve ağır metallerle birlikte bunların çevresinde daha hafif elementleri içeren bir ‘buz’ ve ‘kaya’ tabakasının oluşturduğu çekirdek bulunur. Bu noktada ısı 20.000K, basınç 100 megabara (100 milyon atmosfer) yakındır. Yüksek basınçlar nedeniyle yoğunluğu 20g./cm3 olan bu katmanın yarıçapı 10.000 km.den küçük, ancak kütlesi Yer’in 10 katını aşkındır.
  • Çekirdeği çevreleyen alanda metalik hidrojenden oluşmuş 40.000 km. kalınlığında manto tabakası yer alır. Hidrojen 3 ila 4 Mbar’dan daha yüksek basınçlarda devreye giren van der Waals kuvvetlerinin etkisi ile moleküler yapısını kaybederek metalik özellikler kazanır, ısıl ve elektriksel iletkenliği çok artar. Manto tabakası merkezden itibaren gezegen yarıçapının 3/4’üne dek uzanır, Jüpiter’in hacminin yarıya yakınını, kütlesinin ise çok büyük bir çoğunluğunu oluşturur. Bu alandaki metalik hidrojenin sıvı nitelikte olduğu, yoğunluğunun dıştan içe doğru 1’den 5’e kadar (su=1) yükseldiği sanılmaktadır.
  • En dışta 20.000 km. kalınlığında moleküler hidrojen(H2) tabakası bulunur. Gezegenin yüzeyine yaklaşıldıkça basınç, ısı ve yoğunluk düşer, hidrojen sıvıdan gaza dönüşür ve giderek atmosfer tabakasına geçilir.

Katmanlar arasında keskin sınırlar olmadığı, bir fazdan diğerine kademeli geçişler olduğu, aynı zamanda konveksiyon akımlarının katmanlar arası madde alışverişine kısmen de olsa izin verdiği tahmin edilir. Gezegenin iç kesimlerinde üretilen dev boyutlardaki ısının bu tür akımlar yardımıyla yüzeye dek aktarılabilmesi tümüyle akışkan nitelikte bir iç yapı varlığını gerektirmektedir.

Jüpiter’in bir gaz devinin ulaşabileceği en büyük çapa yakın boyutlarda olduğu hesaplanmıştır. Kütlesi daha büyük olan bir gezegen, artan kütleçekim gücünün etkisi ile kendi üzerine çökerek, Jüpiter’e oranla daha büyük yoğunluğa, daha küçük bir hacme sahip olacaktı. Daha yüksek çekirdek sıcaklığı anlamına gelen bu durum, kütlesi Güneş’in kütlesinin % 8’i kadar olan bir gezegenin nükleer füzyon için gerekli iç sıcaklığa ulaşarak bir yıldız haline gelmesi ile sonuçlanır. Bu nedenle, 0,001 Güneş kütlesindeki Jüpiter, ‘yıldız olmayı başaramamış’ bir gökcismi olarak da tanımlanabilir.

Atmosfer

Jüpiter’in kalın ve karmaşık bir atmosfer tabakası bulunmaktadır. Bu atmosferin Güneş Sistemi’nin kökenini oluşturan Güneş Bulutsusu’nun varsayılan yapısına yakın olarak, %88 oranında moleküler hidrojen (H2) ve %12 oranında helyum (He) içerdiği saptanmıştır. Bunları %0.1 oranla su buharı (H2O) ve metan (CH4) ve %0.02 oranla amonyak (NH3) izler. Azot, hidrojen, karbon, oksijen, kükürt, fosfor ve diğer elementleri içeren çeşitli bileşiklere milyonda bir düzeyini geçmeyen oranlarda rastlanmaktadır.

Aslında gaz devlerinin belirli bir yüzeyi olduğu söylenemez, gezegenden atmosfer olarak adlandırılabilecek en dış gaz tabakasına doğru kesintisiz, yumuşak bir geçiş sözkonusudur. Bu tür gezegenlerin çapları hesaplanırken 1 bar (yaklaşık 1 atmosfer) sınırının dışında kalan kısım dikkate alınmaz, basıncın 1 barı aştığı noktadan itibaren tüm hacim gezegenin sınırları içinde kabul edilir. Ancak çoğu zaman, atmosfer olarak adlandırılan alan, hidrojen gazı yoğunluğunun sıvı hidrojen yoğunluğu düzeyine çıktığı 10.000 bar basınç sınırına yani gezegenin binlerce kilometre içine dek genişletilir.

Uzaktan bakıldığında, Jüpiter yüzeyinin özellikle ekvatora yakın enlemlerde belirginleşen ardışık koyu ve açık renkli bulut kuşaklarından oluştuğu görülür. atmosferin en üst katmanlarındaki bulutlar kristal halindeki amonyak ve su parçacıklarından oluşur. Atmosferin derinliklerine doğru, yoğuşma sıcaklıklarına göre değişik bileşiklerin meydana getirdiği bulutlar tabakalar halinde birbirini izler. Atmosferde dikey ve yatay doğrultuda yoğun bir hareketlilik gözlenir, 600 km./saat hıza ulaşan rüzgarlar nadir değildir.

15.000 x 25.000 km. boyutları ile yerküreyle karşılaştırılabilecek büyüklükteki Büyük Kırmızı Leke’nin çok uzun ömürlü dev bir ‘fırtına’ alanı olduğu düşünülmektedir.

Jüpiter’in atmosferi makalesinde konu hakkında daha ayrıntılı bilgi yer almaktadır.

Ekseni Etrafında Dönüşü

Katı bir yüzeye sahip olmayan Jüpiter’in dönüş özelliklerinin, atmosfer yapılarının gözlenen hareketlerine göre belirlenmesine çalışılmıştır. Ancak daha 1690 yılında Giovanni Domenico Cassini ekvator bölgesi ile kutupların farklı devirlerle döndüğünü farketmiştir. Sonradan bu gözlem duyarlı ölçümlerle doğrulanmış ve gezegen için ‘Sistem I’ ve ‘Sistem II’ olmak üzere iki ayrı dönme süresi tanımlanmıştır. Ekvator bölgelerinin dönüşü 9 saat 50 dakika 30,003 saniyede tamamlanır ve Sistem I olarak adlandırılır. Kutup bölgelerinde dönüş süresi 9 saat 55 dakika 40,630 saniyedir ve Sistem II adını alır. Jüpiter’den yayılan mikrodalga ve radyo dalgaboyundaki ışınımların ise 9 saat 55 dakika 29,730 saniyelik bir dalgalanma göstermelerine dayanarak, gezegenin manyetik alanını belirleyen büyük metalik hidrojen kütlesinin bu hızla dönmekte olduğu sonucu çıkarılmıştır. ‘Sistem III’ adı verilen bu periyod Jüpiter’in gerçek dönüş hızı olarak kabul edilir, ve bu değerin kutuplardaki dönüş hızı ile hemen hemen aynı olduğu; ekvatorda ölçülen farklı hızın, bu bölgelerdeki bulutların 400 km./saat hıza ulaşan rüzgarlar nedeniyle doğuya doğru hareket etmelerinden kaynaklandığı dikkati çeker.

Halkalar

Yakın bir tarihe kadar Güneş sisteminde halkaları olduğu bilinen tek gezegen Satürn idi. Dış gezegenleri ziyaret eden ilk uzay aracı olan Pioneer 10’un 1973’deki gözlemleri üzerine varlığından kuşkulanılan Jüpiter halkaları 1979 yılında Voyager 1 ve 2 uzay araçları tarafından çekilen fotoğraflarda gösterildi.

Jüpiter’in Halka Sistemi
HalkalarYörüngeJüpiter’in Merkezinden Uzaklık
RJ(km.)
Halo Halka1,4 1,71100.000 122.000
Ana HalkaAna Halka (iç)1,71122.000
XVI Metis1,79128.100
XV Adrastea1,80128.900
Ana Halka (dış)1,81129.000
Gossamer HalkaGossamer Halka (iç)1,81129.200
V Amalthea2,54181.400
XIV Thebe3,11221.900
Gossamer Halka (dış)3,15224.900

Satürn‘ün halkaları gibi Jüpiter halkaları da, toz denebilecek mikroskopik boyutlardan, onlarca metre büyüklüğe kadar değişen çeşitli boylarda çok sayıda parçacığın bir araya gelmesinden oluşurlar. Bu parçacıklar bir bulut oluştururcasına birbirinden bağımsız hareket eder ve herbiri gezegen etrafında kendine ait bir yörünge izler. Bu yörüngelerin gezegen ve iç uydularının çekim güçlerinin karşılıklı etkisi ile sürekli şekillenmesi sonucunda halkaların yapısı korunur. Satürn halkaları ile karşılaştırıldığında, Jüpiter’in halkalarının birçok yönden farklı olduğu görülür. Jüpiter halkalarının çok daha silik olmalarının ve zor gözlenmelerinin nedeni, kendilerini oluşturan toplam madde kütlesinin çok daha az olmasının yanısıra ışık yansıtıcılıklarının da sınırlı olmasıdır. Jüpiter halkaları, 0,05 gibi bir beyazlık (albedo) derecesi ile üzerine düşen güneş ışığının büyük bir kısmını soğurur ve karanlık görünürler. Satürn yolculuğu sırasında Cassini-Huygens uzay sondası 2003 yılında Jüpiter’in yakınından geçerken yaptığı ölçümlerle Jüpiter halkalarının küresel değil, keskin kenarlı ve köşeli parçacıklardan oluştuğunu düşündüren veriler elde etti. Bu bilgiler halkaların Jüpiter’e yakın yörüngelerdeki uydulardan kopan parçacıklardan oluştuğu savını destekler niteliktedir. Bu uydulardan Metis ve Adrastea ‘Ana halka’nın, Amalthea ve Thebe ise daha dışta yeralan ‘Gossamer (ipliksi-ağsı) Halka’nın kaynağı olarak düşünülmektedir. Metis ve Adrastea, Jüpiter’in merkezinden 1,79 ve 1,81 RJ (Jüpiter yarıçapı) uzaklıktaki yörüngeleri ile gezegenin Roche Limiti’nin içinde bulunurlar ve parçalanma sürecinde uydular olarak değerlendirilebilirler. Ana halka bu iki uydunun yörüngesi hizasında keskin bir dış sınırla kesintiye uğrarken, iç sınırı daha belirsizdir ve ‘Halo (ayla) halka’ adı verilen üçüncü bir bölümle silik bir şekilde atmosferin üst sınırlarına kadar devam eder. En dışta sınırları belirsiz dördüncü bir halka yapısı, çok seyrek bir toz bulutu şeklinde ters bir yörüngede döner. Bu halkanın kaynağı sonradan Jüpiter’in çekim alanına yakalanmış gezegenlerarası toz olabilir.

Manyetosfer

Jüpiter Güneş sistemi içinde en güçlü manyetik alana sahip gezegendir. Yer ile karşılaştırıldığında 19.000 kat daha güçlü olduğu görülen bu alan, ekseni Jüpiter’in dönme eksenine 11o açı yapan ve gezegenin merkezine 8.000 km. uzaktan geçen, kutupları ters yerleşmiş olan bir çift kutupludur. Böylece Jüpiter’in kuzey manyetik kutbu gezegenin güney coğrafi kutbuna, güney manyetik kutbu ise kuzey coğrafi kutbuna yakındır. Bu çift kutuplunun yanı sıra, Jüpiter’in manyetik alanının, yapısını karmaşıklaştıran bir dört kutuplu ve bir sekiz kutuplu bileşeni bulunmaktadır. Jüpiter’in kütlesinin ancak küçük bir kısmını oluşturan demir ve diğer ağır elementleri içeren çekirdeğinin bu denli güçlü bir manyetik alan yaratması mümkün olmadığından, gezegenin manyetizmasından metalik sıvı hidrojen tabakası sorumlu tutulur. Elektrik iletkenliği çok yüksek olan bu bölgedeki elektronların akımı, Jüpiter’in kendi çevresindeki hızlı dönüşünün etkisi ile güçlü bir manyetik alan oluşturur. Bu alanın etkisi ile, Jüpiter dev bir manyetosfere sahiptir.

Jüpiter manyetosferi, Güneş rüzgarı adı verilen ve güneş kökenli hızlı parçacıkların oluşturduğu plazma akımının, gezegenin manyetik alanın etkisi ile saptırılarak engellendiği bölgedir. Manyetosferin en dışında, plazma akımının hızla yavaşlayarak hızının ses hızının altına indiği ve yön değiştirdiği bir şok dalgası gözlenir. Güneş etkinliğine göre gezegene uzaklığı değişen bu sınır, uzay sondaları tarafından Jüpiter’den Güneş doğrultusunda 25-30 milyon km. uzaklıkta saptanmıştır. Gezegene yaklaştıkça manyetik alanın etkisi giderek artar ve güneş kökenli parçacıkların aşamayarak çevresinden dolaşmak zorunda kaldığı manyetopoz, manyetosferin sınırını belirler. Bu alan da güneş rüzgarının şiddetindeki değişimlere paralel olarak kısa sürelerde genleşip daralmakla birlikte Jüpiter’in 3-7 milyon km. uzağında başlar. Güneş rüzgarının deforme ettiği manyetik kuvvet çizgilerine uyumlu olarak, bu sınır yanlara doğru genişleyerek gezegenden uzaklaşır ve bir damla biçimini alarak gezegenin arkasında bir milyar km. ye kadar uzanan bir kuyruk oluşturur.

Manyetosferin gezegene daha yakın kesimlerinde manyetik alana yakalanan elektrik yüklü parçacıkların doldurduğu iki dev Van Allen kuşağı bulunur.Bu bölgelerden kaynaklanan çok güçlü radyo dalgaları, 9 saat 55 dakika 30 saniyelik bir döngü içinde dalgalanmalar gösterir. Bunun Jüpiter’in manyetik alanının oluşumuna neden olan metalik hidrojen tabakasının dönme hızını yansıttığı varsayılarak, gezegenin kendi etrafındaki dönüş hızını atmosfer hareketlerinden bağımsız olarak saptamak mümkün olmuştur.

Van Allen kuşaklarında toplanan yüklü parçacıkların çoğunluğu Jüpiter atmosferinden koparak manyetik alana kapılan gazlardan kaynaklanır, ve büyük ölçüde iyonize hidrojen atomlarından salınan serbest elektron ve protonların yanı sıra, helyum, oksijen ve kükürt iyonlarına da rastlanır. Çok yüksek hızlara ulaşan bu iyonların oluşturduğu plazmanın ısısı 300-400 milyon K olarak ölçülmüştür. Bu, Güneş’in merkezi de dahil olmak üzere Güneş sisteminin (Güneş taçküresi dışında) bilinen herhangi bir noktasından çok daha yüksek bir sıcaklıktır. Aynı zamanda Jüpiter manyetosferi, hacim açısından Güneş sisteminin en büyük oluşumu olarak kabul edilmelidir.

Yüklü parçacıklar Jüpiter’in manyetik kutuplarındaki açık manyetik çizgiler boyunca ilerleyerek atmosferin yüksek tabakalarında kutup ışıklarının ortaya çıkmasına neden olurlar.

Jüpiter’in birçok uydusu manyetosferin içinde kalan yörüngelere sahiptir. Büyük uydulardan gezegene en yakın olan İo, Jüpiter ile uydu arasında kesintisiz süren bir elektrik akımının etkisi altındadır. Uydu yüzeyinden iyonize atomları kopararak İo ve Jüpiter’i iki yönden birbirine bağlayan ve İo Plazma Torus’u adı verilen bir sıcak plazma halkası oluşturan bu akımın, 1000 gigawatt değerini bulduğu sanılır. Jüpiter’i çevreleyen 1 milyon km. yarıçapındaki alan, çok yoğun ışınımların varlığı nedeniyle uzay sondalarının bu alandan geçtikleri sıradaki etkinliklerini önemli ölçüde kısıtlamıştır, ve ileride yapılabilecek insanlı araştırmalar için önemli sakıncalar yaratabilecek durumdadır.

Uydular

Jüpiter’in 63 doğal uydusu bilinmektedir. Galileo Galilei 1610 yılında kendi yaptığı basit teleskopla Jüpiter’in en büyük 4 uydusu İo, Europa, Ganymede, ve Callisto’yu keşfederek ilk kez Yerküreden başka bir gezegene ait uyduların varlığını göstermiştir. Bu uydular sonradan Galilei uyduları olarak adlandırılmıştır. 1970’lere kadar bilinen uydu sayısı 13 iken, Jüpiter’i ziyaret eden Voyager uzay araçları 3 yeni uydunun bulunmasına yardımcı olmuş, 2000 yılından bu yana yeryüzünden yapılan sistematik araştırmalarla, bu sayı kısa sürede artmıştır. Jüpiter’in doğal uyduları makalesinde uydular hakkında ayrıntılı bilgi yer almaktadır.

Jüpiter Araştırmalarının Tarihçesi

  • Eski çağlardan günümüze ulaşan kaynaklarda Jüpiter, Ay, Güneş, Merkür, Venüs, Mars, ve Satürn ile birlikte görünür hareketlerinin diğer yıldızlardan farklılığıyla tanınan 7 gökcisminden biri olarak gösterilir. Bu yönüyle, antik gökbilim için olduğu kadar astroloji açısından da önem taşıyan gezegen, birçok dilde haftanın yedi gününe adını veren varlıklardan biri olarak, tarihöncesinden günümüze insan kültüründe yerini korumuştur.
  • Jüpiter’in yalnızca parlak bir yıldız değil, üzerinde değişik koyulukta kuşakların seçilebildiği dairesel görünümde bir cisim olduğunu ilk farkeden 1610 yılında Galileo Galilei oldu. Galilei aynı zamanda Jüpiter’in en büyük dört uydusunu keşfetti ve Dünya dışındaki bir gezegenin kendi etrafında dönen uyduları olabileceğinin bu ilk kanıtını, Kopernik’in o güne dek yaygın kabul görmeyen güneşmerkezli teorisini desteklemek için kullandı.
  • 1664’te İngiliz bilim adamı Robert Hooke, ( ya da bazı kaynaklara göre Fransız-İtalyan bilim adamı Giovanni Domenico Cassini) Büyük Kırmızı Leke’yi ilk kez gözledi.
  • 1676’da Danimarkalı gökbilimci Ole Christensen Romer, Jüpiter’in uydularının örtülme ve tutulma zamanlarındaki oynamaların gezegenin Yer’den uzaklığıyla ilişkisini ölçerek ilk kez ışık hızını %25 yanılma payı ile hesapladı. Ölçüm araçlarının gelişmesinin katkısıyla, Romer’in bulduğu bu yöntem, 19. yüzyıl başında ışık hızının %1’den daha az hata ile hesaplanmasına olanak tanıdı.
  • 1690’da Cassini, Jüpiter’in kendi etrafında dönüş süresinin kutuplarda ve ekvatorda farklı olduğunu ilk kez gözlemledi.
  • 1932’de Alman gökbilimci Rupert Wildt tayfölçümsel gözlemlere dayanarak Jüpiter atmosferinde metan ve amonyak bulunduğunu saptadı, bunun ancak çok büyük miktarlarda hidrojen varlığı ile açıklanabileceğini bildirdi. Wildt, 1934’te gezegenin kütle ve yoğunluk verilerinden yola çıkarak Jüpiter’in iç yapısının ve atmosferinin bileşimini bugün kabul edilene benzer şekilde hesapladı.
  • Hidrojen varlığının kanıtlanması ancak 1960’larda kızılötesi tayfölçüm tekniklerinin gelişmesi ile gerçekleşti. Tayfölçümsel yöntemlerle varlığı ortaya çıkarılması çok güç olan helyum ise ancak 1970’lerde uzay sondalarının hidrojen-helyum atomları arasındaki etkileşimleri ölçmeleri ile gösterilebildi.
  • 1955 yılında Burke ve Franklin, Jüpiter’den yayılan yüksek miktardaki radyo ışınımını rastlantısal olarak saptadılar. Bu buluş, Jüpiter’in çok güçlü magnetosferinin keşfedilmesine yol açtı.

Jüpiter’e Gönderilen Araçlar

Pioneer 10 ve 11 Uzay Araçları

Kasım-Aralık 1973’te Pioneer 10, Kasım-Aralık 1974’te Pioneer 11 adlı uzay sondaları Jüpiter’in yakınından geçerek gezegenin ilk yakından gözlemini gerçekleştirdiler. Sırasıyla 1972 ve 1973 yıllarında fırlatılan birbirinin aynı bu iki araç, sınırlı teknik donanıma sahip olmalarına karşın daha sonra gerçekleştirilen uçuşların planlanması için yaşamsal önem taşıyan bilgiler topladılar.

  • Jüpiter’in boyutları ve çekim gücü duyarlı biçimde ölçülerek yoğunluğunun ve kütlesinin daha büyük kesinlikle hesaplanmasına olanak sağlandı.
  • Gezegenin çekim alanının çok düzenli olduğu görüldü, buna dayanarak Jüpiter’in büyük ölçüde akışkan bir yapıya sahip olduğu görüşü güç kazandı.
  • Uyduların boyutları ve fiziksel özellikleri hakkında edinilen yeni bilgilerle Jüpiter sisteminin oluşumu ve evrimi üzerine yeni bakış açıları oluşturuldu.
  • Manyetosfer ile ilgili çok sayıda ölçüm yapıldı.
  • Jüpiter’in gezegenlerarası alana yüksek enerjili elektron ve düşük enerjili protonlar yaydığı saptandı ve böylece bilinen kozmik ışınım kaynaklarına yeni bir tanesi eklenmiş oldu.
  • Gezegenin birçok fotoğrafı çekildi, kızılötesi ve morötesi alanda incelemelerle atmosferin bileşimi ve meteorolojik özellikleri hakkında yeni bilgiler edinildi. Yeryüzünden gözlenemeyen kutup bölgelerinin görüntüleri elde edildi.
  • Büyük Kırmızı Leke’ye benzer, daha küçük boyutta lekeler saptandı, bu oluşumların meteorolojik olaylar olabileceği düşüncesi sağlamlaştı.
  • Beta Scorpio yıldızının radyo ışınımının Jüpiter’in atmosferi tarafından örtülmesi incelenerek atmosferin değişik yükseltilerindeki sıcaklıklar ölçüldü.

Voyager 1 ve 2 Uzay Araçları

1977 yılında fırlatılan ve birbirinin aynı olan Voyager 1 ve Voyager 2 uzay araçları sırasıyla Ocak-Mart 1979 ve Haziran-Temmuz 1979 tarihlerinde Jüpiter’in yakınından geçerek gözlemlerde bulundular.

  • Voyager 1, Jüpiter’in de Satürn‘ün halkalarına benzer bir halka sistemi bulunduğunu saptadı.
  • Jüpiter’in 3 yeni uydusu, Adrastea, Metis, ve Thebe keşfedildi.
  • Gezegenin ve uydularının çok sayıda yüksek çözünürlüklü görüntüsü elde edildi. Uyduların ayrıntılı yüzey fotoğrafları yardımıyla, iç yapıları hakkında değerli ipuçları sağlayan jeolojik özellikleri öğrenildi.
  • İo üzerinde volkanik aktivite gözlendi. Jüpiter manyetosferinin dış kesimlerine kadar uzanan alanda İo’dan kaynaklandığı sanılan kükürt, oksijen, ve sodyum izlerine rastlandı. Aynı elementlere ait iyonların İo yörüngesi içinde ışık hızının %10’una varan hızlara ulaşarak bir sıcak plazma alanı oluşturduğu saptandı. Pioneer uzay araçlarının gözlemleri ile çelişen bu bulgular iç manyetosferin değişken bir yapısı olduğu izlenimini oluşturdu.
  • İo’dan Jüpiter’e ulaşan akı hattının 5 milyon amper düzeyinde bir elektrik akımı taşıdığı saptandı.
  • Voyager 2’nin Satürn’e doğru yolculuğu sırasında Jüpiter manyetosferinin Satürn yörüngesine dek uzanan kuyruğu kanıtlandı.
  • Jüpiter atmosferinde yıldırımlara neden olan yoğun elektrik boşalmaları saptandı.
  • Bulut hareketleri izlendi, atmosfer akımlarının önceden bilinmeyen ayrıntıları saptandı, Büyük Kırmızı Leke’nin altı günlük bir devirle saat yönünün tersinde döndüğü görüldü.
  • Kutup ışıkları gözlendi.
  • Atmosferin üst kesimlerindeki helyum oranı ölçüldü, Güneş ve gezegenleri oluşturan ilksel Güneş Bulutsusu’nun bileşimi hakkında ipuçları sağlandı.

Ulysses Uzay Aracı

Güneş çevresinde kutupsal bir yörüngeye oturtulmak üzere 1990 yılında fırlatılan Ulysses uzay aracı, bu yörüngenin gerektirdiği ivmeyi kazanması amacıyla Jüpiter’in yakınından geçerek gezegenin çekim gücünden yaralanabileceği bir yol izledi. 8 Şubat 1992’de Jüpiter’in 450.000 km. kadar yakınından geçen araç, bu fırsatı değerlendirerek 2-14 Şubat tarihlerini kapsayan dönemde Jüpiter’in manyetosferi üzerinde yoğunlaşan gözlemlerde bulundu. İo Plazma Torus’u içinden geçerek ölçümler yaptı, manyetosferin çeşitli bölgelerinde manyetik alan, değişik frekanslarda ışınımlar, yüksek enerjili parçacıklar, ve plazma bileşenlerini hedef alan çok sayıda gözlem yaptı. Jüpiter yakın geçişi sonrasında kazandığı kutupsal yörüngesi sayesinde, Jüpiter manyetosferinin tutulum düzlemi dışındaki daha önce araştırılmamış bölgelerinde de gözlem yapma olanağını sağladı.

Ulysses, Kasım 2003-Nisan 2004 arasında ikinci kez Jüpiter’in yakınından geçti.

Galileo Programı

1989 yılında fırlatılan Galileo uzay aracı, bir yörünge aracı ve bir atmosferik sonda olmak üzere iki ayrı birimden oluşmakta idi.

  • Galileo’nun Jüpiter ile ilgili görevi planlanandan önce başladı. Temmuz 1994’te, gezegene ulaşmasından 18 ay önce, Shoemaker-Levy kuyrukluyıldızının Jüpiter’e çarpmasını yeryüzünden yapılan gözlemlere oranla daha elverişli açılardan görüntüledi.
  • Jüpiter’e yaklaşırken uzay aracından ayrılan atmosferik sonda 7 Aralık 1995’te gezegen atmosferine daldı, bir paraşüt yardımıyla yavaşlayarak, atmosferin derinliklerinde yüksek basınç ve ısı nedeniyle tahrip olmadan önce 58 dakika süreyle veri topladı ve yeryüzüne gönderdi. Ölçümler, atmosferin beklenenden çok daha kuru olduğu izlenimini verdi, ancak sonradan sondanın giriş noktasının alçalan kuru ve soğuk hava akımlarına denk gelen bir atmosfer bölgesinde olduğu görüşü ağırlık kazandı. Sonda, beklenen değerlerin beşte biri kadar su buharı, beklenenin yarısı kadar helyum ve metan düzeyleri gözledi. Yer atmosferinde gözlenenden 10 kat fazla yıldırım etkinliği saptandı.
  • Galileo yörünge aracı, 7 Aralık 1995’te Jüpiter çevresinde yörüngeye girdi ve görevini tamamladığı 2003 yılına dek 35 tur tamamladı, İo, Europa, Ganymede, Callisto, ve Amalthea ile ilgili gözlemleri gerçekleştirdiği 34 yakın geçiş yaptı. Uyduların yüzey şekilleri ve iç yapıları ile ilgili geniş bilgi edinilmesini sağladı.
  • Jüpiter halkalarının oluşumunda kozmik çarpışmalar sonucunda iç uydulardan kopan maddelerin katkısı anlaşıldı.
  • Jüpiter manyetosferinin kendine özgü pek çok özelliği ortaya çıkarıldı.
  • 21 Eylül 2003’te uzatılmış görevini tamamlayan Galileo, yaşam barındırma olasılığı bulunan uydulara zarar vermemesi için, Jüpiter üzerine düşürülerek parçalandı.

Cassini-Huygens Programı

Satürn ve sisteminin araştırılması amacıyla 1997 yılında fırlatılan Cassini-Huygens uzay aracı, Jüpiter’in çekim gücünden yararlanarak yolculuğun hızlandırılabilmesi için bu gezegenin yakınından geçen bir rota izledi. 30 Aralık 2000 tarihinde Jüpiter yakın geçişini gerçekleştiren sonda, bu tarihin öncesi ve sonrasını kapsayan birkaç aylık süre içinde bilimsel aygıtlarını Jüpiter hakkında veri toplamak için çalıştırdı.

  • Jüpiter’in bugüne dek elde edilen en yüksek çözünürlüklü görüntüleri kaydedildi.
  • Jüpiter’in atmosferinde koyu renkli görünümü ile ayırdedilen kuşakların, alçalan gaz kütlelerinin oluşturduğu siklon alanları olduğu yönündeki yerleşmiş görüşü sarsan bulgular elde etti. Ayrıntılı görüntülerde, bu koyu kuşaklarda her biri yükselen gaz kütleleri içeren açık renkli bulut kümelerinden oluşmuş çok sayıda küçük fırtına hücresinin bulunduğu ve net gaz hareketinin koyu kuşaklarda da yukarı doğru olduğu ortaya çıktı.
  • Jüpiter halkalarının neden olduğu ışık saçılmasının ölçümü, halkaların düzensiz ve köşeli parçacıklardan oluştuğunu ortaya koydu.

Chandra X-ışını Gözlem Uydusu ve Hubble Uzay Teleskopu

1999 yılında fırlatılarak Dünya etrafındaki yörüngesine oturtulan Chandra uydusu, X-ışını dalga boyunda yaptığı gözlemlerde, Jüpiter’in kutup bölgelerinde gözlenen dünyadakinden 1000 kat daha güçlü kutup ışıklarının elektronlarını kaybetmiş yüksek enerjili oksijen ve benzeri iyonların atmosfer ile etkileşimi sonucunda ortaya çıktığını belirledi. Eşzamanlı olarak Hubble uzay teleskopundan alınan görüntülerde hidrojen iyonlarında artışa rastlanmaması, bu parçacıkların Güneş kaynaklı olamayacağını ortaya koydu. Böylece Jüpiter’de gözlenen kutup ışıklarının Yer atmosferindekinden farklı bir mekanizma ile oluştuğu ve büyük olasılıkla İo’dan kopan atomların Jüpiter manyetosferinde hızlanarak atmosfere çarpmalarının sonucu oldukları varsayımı güçlendi.

Tasarı Aşamasındaki Araştırmalar

  • Plüton ve uydusu Charon’u incelemek üzere NASA tarafından Ocak 2006’da fırlatılan ve hız kazanması için Jüpiter’in yakınından geçen bir rota izlemesi öngörülen New Horizons uzay sondası, Şubat-Mart 2007’de Jüpiter ile ilgili gözlemler yapabilecektir.
  • NASA tarafından geliştirilmekte olan Prometheus programının ilk aşaması JIMO (Jupiter Icy Moons Orbiter-Jüpiter Buz Uyduları Yörünge Aracı), Nükleer-Elektrik İtme Gücü ile hareket eden bir uzay sondası ile Jüpiter’in Galilei uyduları’nın ayrıntılı incelenmesini olanaklı kılacaktır. Bu projenin en erken fırlatma tarihi olarak 2015 yılı önerilmektedir.

Gözlem koşulları

Venüs’ten sonra en iyi gözlenebilen gezegendir.

Jüpiter’in İlginç Özellikleri

Bazı özellikleri, Jüpiter’i eşşiz kılmaktadır:

  • Jüpiter, Güneş Sistemi’nin en büyük gezegeni olmakla kalmaz, kütlesi tek başına diğer tüm gezegenlerin toplam kütlesinin 2,5 katına ulaşır.
  • Kendi etrafında dönüş süresi en kısa olan gezegendir.
  • En güçlü manyetik alana ve en büyük manyetosfere sahip gezegendir.
  • Büyüklük ve çeşitlilik açısından en zengin uydu sistemine sahip gezegendir. Güneş Sistemi’nin en büyük gezegen uydusu Ganymede, Jüpiter etrafında dönmektedir.

Seminer Takımyıldızlar ve Mitoloji

7 Aralık 2006 perşembe akşamı hepberaber gerçek dünyanın hikayelerinden ayrılıp gökyüzünün masallarına doğru yol alacağız. Masalları perşembe akşamı saat 18.00 da Cavid Erginsoy Seminer Salonunda Orkun Kule anlatacak.

Uranüs

Uranüs (Voyager 2’den çekilmiş)



Gezegenin bulunuşuWilliam Herschel
1781
Yörünge Özellikleri
Yarı büyük eksen2.872.460.000 km.
19,2 AB
Günberi2.741.300.000 km.
18,3 AB
Günöte3.003.620.000 km.
20,1 AB
Yörünge dışmerkezliği0,046
Yörünge eğikliği0,77o
Dolanma süresi30.685,4 gün
84 yıl
Kavuşum süresi369,66 gün
Yörünge hızı
ortalama
6,81 km/saniye
Uydu sayısı27
Gözlem Özellikleri
Yer’e en yakın konumda
Yer’e Uzaklık2.581.900.000 km.
17,3 AB
Görünür çap4,1 ark saniye
Görünür parlaklık5,3
Yer’e en uzak konumda
Yer’e Uzaklık3.157.300.000 km.
21,1 AB
Görünür çap3,3 ark saniye
Görünür parlaklık6,0
Fiziksel Özellikler
Ekvator çapı
(1 bar düzeyinde)
51.118 km.
(4,01 x Yer)
Kutupsal çap
(1 bar düzeyinde)
49.946 km.
Basıklık0,023
Hacim63 x Yer
Kütle14,5 x Yer
Yoğunluk1,27 g/cm3
Eksen eğikliği97,77o (ters dönüş)
Dönme süresi– 17 sa. 14 dk. 24 s.
(ters yönde)
Ekvatorda yerçekimi
(1 bar düzeyinde)
8,87 m/s2
(0,9 x Yer)
Ekvatorda kurtulma hızı
(1 bar düzeyinde)
21,3 km/saniye
(1,9 x Yer)
Beyazlık
(albedo)
0,51
Etkin sıcaklık58 K

Uranüs Güneş sisteminin Güneş’ten uzaklık sırasına göre 7. gezegenidir. Çap açısından Jüpiter ve Satürn’den sonra üçüncü, kütle açısından bu iki gezegen ve Neptün’ün ardından dördüncü sırada gelir. Adını Yunan mitolojisi’ndeki gökyüzü tanrısı Uranos’tan (Yunanca’da Οὐρανός, Latinceleştirilmiş şekli ile Uranus) alır. Eski çağ gökbilimcilerin göremediği ilk gezegen 1781 yılında William Herschel tarafından bulunmuştur. Gaz devleri sınıfına girmektedir.

Yörünge

Uranüs, Güneş çevresinde bir devrini 84 yılda tamamlar. Hafifçe eliptik olan yörüngesi boyunca, Güneş’e uzaklığı 18-20 Astronomi birimi (ortalama 19,2 AB) arasında değişir.

Fiziksel Özellikler

Uranüs’ün kütlesi Yer’inkinin 15 katı, hacmi ise 63 katıdır. Uranüs’ün çevresinde ince, keskin hatlı ve koyu renkli 10 halkanın olduğu tespit edilmiştir. Halkaların tümü, yaklaşık 1 m çapında koyu renkli kaya benzeri parçalardan oluşmaktadır. Bunların yapısı henüz belirlenememiştir. Uranüs, kutbu güneşe bakacak şekilde tekerlek gibi döner. Böylece etrafındaki halkalar da dik olarak onunla birlikte döner.

Uranüs’de, Yer’in ve Satürn’ün çevresindekilerle karşılaştırılabilecek ölçüde manyetik alan vardır. Manyetik alanın ekseni, gezegenin dönme eksenine göre 55o eğiktir ve bu diğer gezegenlere oranla oldukça yüksek bir değerdir. Bu eğiklik manyetik alanın, güneş rüzgarı karşında tirbuşan benzeri uzun bir kuyruk yapmasına neden olur. Gezegenin dönme periyodu yaklaşık olarak 17.5 saattir ve dönme ekseni olağandışıdır. Uranüs’ün eriyik halde bulunan ağır bir çekirdeği vardır. Çekirdeğin çevresinde ise su, metan ve amonyaktan oluşan birkaç bin oC sıcaklığında ve binlerce km kalınlığında bir manto yer alır. Bu aşırı sıcak mantonun, üzerindeki atmosferin ağırlığından kaynaklanan devasa basıncın etkisiyle kaynayamadığı ve buranın elektriksel olarak iletken olduğu, gezegenin manyetik alanını ürettiği sanılmaktadır.

Atmosfer

  • Etkin sıcaklık 58 K
  • 1 bar basınçtaki sıcaklık 76 K
  • 1 bar basınçtaki yoğunluk 0.42 kg/m3
  • Rüzgar hızı 0 ile 200 m/s arası
  • Skala yüksekliği 27.7 km
  • Ortalama moleküler ağırlık 2.64 g/mol
  • Bileşim: Hidrojen (H2) % 83, Helyum (He) %15, Metan (CH4) %2, Aerosoller: Amonyum buzu; su buzu; amonyum hidrosülfit; Metan buzu (?)

Uydular

Uranüs’ün 27 uydusu bilinmektedir. Jüpiter ve Satürn’den sonra en fazla uyduya sahip olan gezegendir. Beş büyük uydusunun (Miranda, Umbriel, Ariel, Oberon ve Titania) çapı 500–1600 km arasında değişir.

Küçük uydular: Cordelia, Ophelia, Bianca, Cressida, Desdemona, Juliet, Portia, Rosalind, Belinda, Puck, Caliban, Stephano, Trinculo, Sycorax, Prospero, Setebos, S/1986 U10, S/2001 U2, S/2001 U3, S/2003 U1, S/2003 U2, S/2003 U3

Gözlem Koşulları

Bakınız: Uranüs Gözlemi