Bilim insanları su içeren ikinci bir asteroit daha tespit etti. Bu yılın nisan ayında 24 Themis asteroitinde su buzu ve organik maddelerin varlığını keşfeden araştırmacılar, şimdi de 65 Cybele asteroitinde aynı maddeleri buldular.
“Bu keşifle birlikte, Güneş Sistemi’nde sanılandan daha fazla su buzu bulunduğu söylenebilir. Ve aynı zamanda bu, ‘Asteoritler, Yer’e çarpmış olabilir ve gezegenimize yaşamın temek taşlarından suyu getirmiş olabilir’ teorisini de destekliyor.” Diyor Merkez Florida Üniversitesi’nden Profesör Humberto Campins.
Asteroit 65 Cybele, 290 kilometre çapında ve 24 Themis asteroitinden biraz daha büyük bir asteroit. İki asteroit de Mars ve Jüpiter arasında yer alan asteroit kuşağında bulunuyor.
Genel olarak , asteroitlerin çok kuru bir yapıya sahip olduğu düşünülür; fakat şimdi görülüyor ki asteroitler ve gezegenler Güneş Sistemi’nin en erken dönemlerinde oluşurken, buz Ana Kuşak bölgesine kadar ilerliyor. Bu da demek oluyor ki; yıldızların çevrelerinde su ve organik madde miktarı oldukça fazla olabilir.
Bu bulgular ise, Astronomi ve Astrofizik Dergisi’nde (Astronomy and Astrophysics) yayınlanacak ve Campins, bulguları Amerikan Astronomi Derneği’nin bu haftaki Gezegen Bilimi toplantısında sunacak.
NASA’nın Mars Keşif Yüzey Aracı Opportunity, 16 Eylül’de 31 metre uzağında koyu renkli bir göktaşı görüntüledi. Bu uzay aracının ekibi, bu göktaşının demirli bir göktaşı olup olmadığını anlayabilmek için daha çok yaklaşma kararı aldı.
NASA’nın Mars Keşif Aracı Opportunity, göktaşının bu görüntüsünü panoramic fotoğraf makinesi ile aldı. Ufukta ise Endurance Krateri’nin kıyısı görülüyor. (Resmi büyütmek için üzerine tıklayınız.) Telif Hakkı: NASA/JPL-Caltech/Cornell Üniversitesi
“Siyah rengi, yuvarlak yapısı ve gezegenin yüzeyindeki duruşuna bakıldığında, demirli bir göktaşına benziyor.” Diyor NASA’nın Jet İtki Laboratuvarı’ndan Matt Golombek. Opportunity uzay aracı, 2004’de başlayan görevi süresince 4 demirli göktaşı bulmuştu. Bu taşların incelenmesinden sonra taşların özellikleri kadar Mars’ın atmosferi hakkında da önemli bilgilere ulaşıldı.
Yeni bulunan taşa, henüz resmi olmamakla beraber, İrlanda’nın kuzeybatısında yer alan bir adanın ismi (Oileán Ruaidh) verildi. Göktaşının, uzay aracının şuanki bakış açısından, yaklaşık olarak 45 cm. genişliğinde olduğu görülüyor.
Opportunity şu ana kadar Mars üzerinde 23.3 kilometre ilerledi. Opportunity’nin bu göktaşına ulaşması ile birlikte, diğer bir Mars yüzey aracı olan Spirit ile toplam aldıkları yol 31 kilometreyi bulacak.
Kaliforniya, Pasadena’daki NASA’nın Jet İtki Laboratuvarı, Mars Keşif Yüzey Araçları (the Mars Exploration Rover) görevini yönetir.
Çalışmalarını NASA’nın Spitzer Uzay Teleskopu’nu kullanarak yapan gökbilimcileri, dev gezegen GJ 436b’de metan (CH4) gazının çok az miktarda bulunması şaşırttı.
GJ 436b’nin bu sanatçı görüntüsünde, gezegen bizim yıldızımızdan daha soğuk olan yıldızının arkasında görülüyor. (Resmi büyütmek için üzerine tıklayınız.) Telif Hakkı: NASA
“Bu sıcaklık ve büyüklükteki bir gezegende metanın bol miktarda bulunması gerekir fakat biz 7000 kat daha az metan tespit ettik.” diyor sonuçları sunan Merkez Florida Üniversitesi’nden Kevin Stevenson.
Metan eksikliği şaşırtıcı; çünkü Güneş Sistemi’mizdeki tüm gaz devleri metan bakımından zengin gezegenler. Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün’ün atmosferlerinde hidrojen ve karbon bol miktarda bulunuyor. Bu elementler de doğal olarak bir araya gelerek en basit hidrokarbonu, metanı (CH4) oluşturuyor.
Stevenson ve meslektaşları Spitzer’i Aslan Takımyıldızı’nda bulunan ve 33 ışıkyılı uzaklıktaki GJ 436b’ye yönelttiklerinde, bizim sistemimizdeki gaz devlerindeki durumla karşılaşacaklarını umuyorlardı. Gezegenin tayfını incelediklerinde metan gazının var olduğunu tespit ettiler ancak düşündüklerinden az miktarda buldular. Öte yandan gezegen, karbondioksit bakımından oldukça zengin.
Peki, metanın büyük bölümü nereye gitti? Birinci olasılık: Parçalanmış olabilir. “Gezegenin yıldızından kaynaklanan mor-ötesi ışınım, metanı etilen gibi polimerlere dönüştürmüş olabilir.” diyor Merkez Florida Üniversitesi’nden Joseph Harrington.
Bir diğer olasılık ise: Gezgenin atmosferindeki güçlü rüzgârlar, karbondioksitin de bol miktarda bulunduğu sıcak katmanlardan maddeleri sürüklemiş olabilir.
Ya da tamamen daha farklı bir olasılık düşünülebilir: “Bu gezegenin atmosferi, bildiğimizin dışında değişik bir kimyaya sahip olabilir. Ancak henüz bilmiyoruz.” diyor Harrington.
Metan sadece dev gezegenlerde bulunmuyor; Dünya’da da hatrı sayılır miktarda metan bulunuyor. Dünya üzerinde metan gazına, ineklerin ve keçilerin midelerinde ya da çürümüş organik maddelerin açığa çıkarmasıyla bataklıklarda rastlayabilirsiniz. Metan, gaz devlerinde sadece onların kimyasında yer alan bir maddedir ancak bizim gezegenimizde yaşamın işaretçisidir.
Bu nedenle, araştırmacılar, Yer-benzeri uzak gezegenlerin atmosferlerinde metan aramaya başladılar ve NASA’nın Kepler görevinin de bunun gibi gezegenler keşfetmesi bekleniyor. Ayrıca oksijenin yanı sıra metan da olası biyolojik etkinliklerin işaretçisi sayılabilir.
NASA’nın Spitzer Uzay Teleskopu’nun yeni araştırması, Dünya’ya yakın bir dizi asteroit grubu ortaya çıkardı. Bu asteroitler, çikolatalarda ya da meyveli şekerlerdeki gibi değişik renk ve bileşimlere sahip. Bazıları koyu ve soluk, bazıları ise pırıl pırıl ve parlak. Spitzer Uzay Teleskopu’nun Dünya’ya yakın 100 bilinen asteroit ile ilgili bu gözlemleri, bu nesnelerin düşünüldüğünden daha geniş bir çeşitliliğe sahip olduğunu gösteriyor.
Bu görüntü, NASA’nın 2000’deki Dünya’ya Yakın Asteroitlerle Buluşma (Near Earth Asteroid Rendezvous) görevi kapsamında alında. Görüntüde, Eros asteroitinin yakın plan görüntüsü yer alıyor. (Resmi büyütmek için üzerine tıklayınız.) Telif hakkı: NASA/JHUAPL
Bu bulgular gökbilimcilere, fiziki özellikleri tam olarak bilinmeyen bu cisimler hakkında yeni bilgiler sağladı.
“Bu kayalar, geldikleri yer hakkında da bizlere bilgiler veriyor.” Diyor Kuzey Arizona Üniversitesi’nden David Trilling.
Trilling ve ekibi, şimdiye kadar 100 Dünya’ya yakın cismin verilerini inceledi. Gelecek yıllarda 600 nesneyi daha incelemeyi planlıyorlar. Sayıları yüz binleri bulabilen nesnelerin dışında, Dünya’ya yakın yaklaşık 7.000 nesne bulunuyor.
“Dünya’ya yakın bu nesnelerin çok azının fiziksel özellikleri biliniyor. Yeni veriler bu grup hakkında daha fazla bilgi veriyor ve nasıl birbirinden bu kadar farklı oldukları konusunda fikir veriyor. Bu bilgiler, olası gelecek görevler için bize yardımcı olabilir.” Diyor Trilling.
Veriler gösteriyor ki, bazı küçük nesneler oldukça yüksek albedoya (Güneş ışığını yansıtma miktarı) sahip. Daha parlak yüzeye sahip asteroitler göreceli daha genç olanlar; çünkü asteroitlerin yüzeyi Güneş’in radyasyonuna maruz kaldığı için zamanla kararıyor. Bu da, Dünya’ya yakın nesnelerin devam eden evrimlerine bir kanıt.
Bunlara ek olarak, çok uzaktan gözlemlenmiş asteroitlerin aslında düşünüldüğünden daha büyük ölçüde çeşitliliğe sahip olmaları, onların farklı kökenlerden geldiğini gösteriyor. Bazıları Mars ve Jüpiter gezegenleri arasındaki ana kuşaktan gelirken, bazıları ise Güneş Sistemi’nin dışından gelmiş olabilir. Bu çeşitlilik ayrıca gösteriyor ki; asteroitleri oluşturan malzemeler (aynı zamanda gezegenimizi oluşturan malzemeler), Güneş Sistemi’nin erken dönemlerinde büyük bir ‘güneş-sistemi çorbası’ gibi bir araya gelmiş olabilirler.
Bu araştırmanın bir diğer üyesi, NASA’nın Geniş-alan Kızılötesi Araştırma Kâşifi (Wide-field Infrared Survey Explorer, WISE), hala uzayda çalışmalarını sürdürüyor. WISE, şimdiye kadar 430 Dünya’ya yakın nesne gözlemledi. Bunların 110’dan daha fazlası yeni gözlemlendi.
Gelecekte, hem Spitzer hem WISE Dünya’ya yakın bu cisimlerin ‘tatları’ hakkında daha fazla bilgi verecek. Bu bilgiler de, kozmik cisimlerin su ve organik maddelerle (yaşamı tetikleyen malzemelerle) gezegenimizi nasıl oluşturdukları hakkında ipuçları verecek.
Ay’daki Shrödinger Havzası’nın yeni bir jeolojik haritasında çok uzun süren şiddetli olaylardan sonra meydana gelen şekiller, geçici olarak renklendirildi. Shrödinger Havzası, yeni bir oluşum sayılabilir çünkü yaklaşık 3.8 milyar yaşında. Öyle ki havza, Ay’ın ikinci en genç geniş havzası (yaklaşık 320 kilometre çapında).
Schrödinger havzanın bu ayrıntılı jeolojik haritası, Ay’daki maddelerle ilgili birleşik bir çalışmayı gösteriyor. Görüntüde; zirve-halkası (peak-ring) haklanın kahverengi iç bölgesi, yeni volkanik etkinlik kırmızı, krater oluşumu sarı, ovadaki maddeler yeşil tonlarda gösteriliyor. (Resmi büyütmek için üzerine tıklayınız.) Telif Hakkı : NASA/Scott Mest
Shrödinger, uydunun güney kutbuna yakın, buzun olduğu düşünülen bir bölgede. Bu harita, araştırmacılara Ay’ın jeolojik tarihi hakkında bilgi ve ileriki keşif çalışmalarında da uygun bir iniş yeri sağlayacak. Gezegen Bilim Enstitüsü (the Planetary Science Institute ) ile birlikte çalışan NASA’nın Goddard Uzay Uçuş Merkezi’nden (Goddard Space Flight Center) bilim insanı Scott Mest ve meslektaşları, bu güne kadarki en detaylı harita olan bu jeolojik haritayı çıkardılar. Bu harita, Ay Yörünge Aracı Lazer Yükseklik-ölçer uzay aracından alınan topografik (yersel) veriler ile Clementine ve Lunar Prospector görevinden elde edilen görüntüler ve tayfsal veriler birleştirilerek oluşturuldu.
Schrödinger Havzası, zirve-halka (peak-ring) olarak adlandırılan, zirvelerin bir halka oluşturduğu türden havzalara bir örnektir. Havzanın kenarı (halkanın kahverengi dış bölgesi) gibi, daha küçük ve daha çok parçalanmış zirve-halkası (halkanın kahverengi iç bölgesi) da, tahminen 35-40 kilometre çapındaki bir cismin çarpması sonucu oluşmuştur. Uydunun kabuğunda yükseltilerin oluştuğu bu bölge, havzadaki en eski kayalardır ve çarpan nesnenin sıcaklığından erimemiş tek yapıdır. Eriyen maddeler ise her yöne dağılmış ve ovaları oluşturmuştur. Ovalardaki maddeler ise farklı dokulara ve albedoya (güneş ışığını yansıtma oranı, yeşil tonlarında gösteriliyor) sahip olabilirler. Bu farklılığın nedeni ise büyük ihtimalle farklı zamanlarda soğumuş olmalarıdır. Kırıklar (siyah çizgiler), maddeler soğurken havzada oluşmaya başlamıştır.
Schrödinger Havzası, Ay’ın güney kutbuna yakın, volkanik etkinliğin olduğu ender bölgelerden bir tanesidir. Kırmızı alandaki bir delikten yayılan patlayıcı püskürmeler kadar, bu volkanik etkinliğin lav akıntıları da, yüzeyde görülebilir. Bu delikler ise ovaları (kırmızı alan, bej rengi bölgelerden daha yenidir) örten koyu madde oluşturmuştur. Daha eski volkanik maddeler, daha geniş bir alana (gri ve limon rengi) yayılmıştır. Daha küçük nesnelerle oluşan daha yeni kraterler ise havzanın üst bölümlerine yakın yerlere (sarı alanlar) madde saçmıştır. Onun yanında (sarının yanındaki çok açık yeşil) ise havzanın dış bölgesinden ya da havzanın kenarından gelmiş olabilecek maddeleri barındıran bir bölgedir.
NASA’nın Kepler uzay aracı, aynı yıldızın etrafından geçmekte olan birden fazla gezegene sahip bir gezegen sistemi keşfetti.
Bu sanatçı görüntüsü, NASA’nın Kepler görevi ile keşfedilen Satürn büyüklüğündeki iki gezegeni gösteriyor. Görüntüde gezegenlerin, yıldızlarının (Kepler-9) önünden geçişi gösteriliyor. Bu, çoklu gezegen geçişlerine sahip ilk yıldız sistemi bulgusu. (Resmi büyütmek için üzerine tıklayınız.) Telif Hakkı : NASA/Ames/ JPL-Caltech
Kepler-9 olarak tanımlanan Güneş-benzeri yıldızın verileri arasında iki ayrı gezegenin varlığına rastlandı. Gezegenlere Kepler-9b ve Kepler-9c adı verildi. Bu keşif, ‘Güneş Sistemi’miz dışındaki yer-benzeri gezegen’ arama çalışmaları kapsamında, 156.000 yıldızın yedi aylık gözlemlerinin sonucunda geldi. Bulgular ayrıca Science Dergisi’nin 26 Ağustos’taki sayısında yayınlandı.
Kepler’in son derece keskin görüşe sahip fotoğraf makinesi, yıldızların önlerinden bir gezegen geçtiğinde ortaya çıkan parlaklık düşüşünü ölçer. Bu düşüşten yola çıkarak gezegenin büyüklüğü bulunabilir. Gezegenin yıldızına olan uzaklığı ise peş peşe gelen ‘parlaklıktaki azalmalar’ arasındaki zaman ölçülerek saptanabilir. Bu azalmalardaki küçük değişimler ise gezegenlerin kütlelerini belirlemede kullanılabilir.
Temmuz’da, bilim insanları Kepler’in ilk 40 gününde elde edilen verilerde 700’den fazla gezegen adayına ait bulguları sundular. Veriler ayrıca, yıldızının önünden geçen birden fazla gezegenin bulunduğu 5 gezegen sistemini kapsıyordu. Kepler ekibi, çoklu geçişlerin yaşandığı bir sistem tanımladı ve hakkında veriler toplamak için bu sistemi izlemeye başladı.
“Kepler’in bu nesneler üzerine yaptığı 24 saat süren çalışmalardan elde edilen kaliteli verilerle, ana yıldızlar ve onların gezegen sistemleri oluşturuldu.” Diyor Kepler görevinde bilim insanı Doug Hudgins.
Bilim insanları, Hawaii’deki Keck teleskopu ile yapılan gözlemlerden yararlanarak bu gezegenlerin kütlelerini tahmin etti. Gözlemler Kepler-9b’nin diğer gezegene göre daha büyük olduğunu ve kütlelerinin birbirlerinkine benzediğini fakat Satürn’ün kütlesinden az olduğunu gösterdi. Kepler-9c 38 günlük bir yörüngeye sahipken, Kepler-9b yıldıza daha yakın ve 19 günlük bir yörüngeye sahip.
“Bu keşif ile, gezegenin iki geçişi arasındaki zamanda görülen önemli değişimler (geçiş zamanlama değişimleri – transit timing variations) ilk defa açıkça tespit edildi. Bu, Kepler uzay aracı ile görülen iki gezegen arasındaki etkileşimin bir kanıtı.” Diyor Kepler görevinden, Cambridge’teki Harvard-Smithsonian Astrofizik Merkezi’nde çalışan bir bilim insanı Matthew Holman.
Her yıl 12 Ağustos’ta görünen Perseid göktaşı yağmurunu izlemek için, ODTÜ Mezunlar Derneği ve ODTÜ Amatör Astronomi Topluluğu olarak, bu yıl da Beynam Köyü yakınlarındaki Atatürk Ormanı’ndaydık. Önceki yıllardan farklı olarak gökyüzünde Ay olmaması, havanın açık ve sıcak olması, Beynam’a giden yaklaşık 100 kişiyi mutlu etti.
Hubble Uzay Teleskopu’nun uzun pozlu bu görüntüsü, Kuzey Yarı Küre’deki Berenices’in Saçı Takımyıldızı’ndan 320 milyon kilometre uzaklıkta ve Saç Kümesi (Coma Cluster) gökadalar grubu içerisinde bulunan görkemli bir gökadayı gösteriyor.
(Resmi büyütmek için üzerine tıklayınız.) Telif Hakkı : NASA, ESA ve Hubble Heritage Team (STScI/AURA)
NGC 4911 olarak bilinen gökadanın merkezine yakın bölgelerde çok sayıda toz ve gaz şeritler bulunur. Bunlar, yenidoğan parlak yıldız kümelerinin ve devam etmekte olan yıldız oluşumlarının bir göstergesi olan yanardöner pembe hidrojen bulutlarının kontrastını (silüet) oluşturuyor. Hubble aynı zamanda, çeşitli büyüklükteki diğer binlerce gökadanın arasında NGC 4911’in dış eliptik kollarını yakaladı. Yüksek çözünürlükteki Hubble’ın fotoğraf makineleri, oldukça uzun pozlarla birlikte bu sönük ayrıntıların gözlenebileceğini gösterdi.
Kümenin merkezi yakınındaki NGC 4911 ve diğer sarmallar, komşu gökadalarının kuvvetli yerçekimsel etkileriyle oluşuyor. NGC 4911’in dış sarmal kollarının incecik yayları, bir eş gökadanın (NGC 4911A) kuvveti tarafından (sağ yukarıya doğru) çekilir ve kırılır. Bunun sonucunda oluşan çizgili yapılar en sonunda Saç Kümesi (the Coma Cluster) boyunca dağılacak.
Saç Kümesi, yaklaşık 10.00 gökadaya ev sahipliği yapar (ki bu onu en yoğun gökadalar gruplarından biri yapar) ve birbirine yakın gökadalar arasındaki etkileşimler nedeniyle bu zamana kadar gökadalar oluşturmaya devam ediyor.
Bu kümedeki gökadalar o kadara yoğundur ki sık sık etkileşimlere ve çarpışmalara rastlanır. Birbirine yakın kütlelerde gökadalar birleştiğinde, eliptik gökadalar oluşur. Birleşme gökada yoğunluğunun yüksek olduğu kümenin merkezinde daha fazla görülür.
Geniş Alan Gezegen Kamerası 2 (Wide Field Planetary Camera 2) ve Araştırmalar için Gelişmiş Kamera’nın (the Advanced Camera for Surveys) 2006, 2007 ve 2009’da elde ettiği veriler birleştirilerek oluşturulan bu doğal renkli Hubble görüntüsü 28 saatlik pozlama süresiyle elde edildi.
Hubble Uzay Teleskopu, NASA ve Avrupa Uzay Ajansı’nın uluslar arası ortaklığında gerçekleştirilen bir projedir. NASA’nın Goddard Uzay Uçuş Merkezi (Goddard Space Flight Center) teleskopu yönetir. Uzay Teleskopu Bilim Enstitüsü (The Space Telescope Science Institute – STScI) Hubble bilim operasyonlarını yürütür. Astronomi Çalışmaları Üniversiteler Derneği (the Association of Universities for Research in Astronomy) tarafından işletilir.
NASA’nın Mars Keşif Yörünge Aracı’ndaki (Mars Reconnaissance Orbiter) Yüksek Çözünürlükte Görüntüleme Bilim Deneyi (High Resolution Imaging Science Experiment – HiRISE) kamerası ile Mars’taki çeşitli yüzey şekillerinin ayrıntılı görüntüleri elde edildi.
Mars’ın kuzeyinde, orta enlemlerde bulunan bir alanın bu renklendirilmiş görüntüsünde; yaklaşık 6 metre çapında yeni oluşmuş bir krater mavi renkte görülüyor. (Resmi büyütmek için üzerine tıklayınız.) Telif Hakkı : NASA/JPL-Caltech/Arizona Üniversitesi
Oldukça küçük boyuttaki yüzey şekillerinin görülebildiği bu görüntüler, 6 Haziran ve 7 Temmuz 2010 tarihleri arasında alındı.
Bu kamera, 2006’da Mars’a ulaşan NASA’nın Mars Keşif Yörünge Aracı’ndaki altı araçtan bir tanesi.
Bu yeni görüntülere aşağıdaki bağlantılardan ulaşabilirsiniz:
2005’te, Cassini uzay aracındaki altı aracın, Satürn’ün uydusu Rhea’nın çevresinde geniş bir halka kalıntısı bulduğu sanılıyordu. Kesin bir kanıt olmamasına rağmen araştırmacılar, uydunun etrafında yayılmış bir halka olduğunu düşünmüşlerdi. Bu, bir uydunun etrafında bulunan ilk halka olabilirdi. Öte yandan yeni gözlemler bu ‘halka’ fikrini reddediyor; fakat hâlâ Satürn’ün ikinci büyük uydusu Rhea’nın çevresinde ilginç ve simetrik bir yapı oluşturan bir şeyler var.
2010 Mart’ta Cassini uzay aracı tarafından alınan görüntü; Rhea. (Resmi büyültmek için üzerine tıklayınız.) Telif Hakkı : NASA/JPL/Uzay Bilim Enstitüsü
Araştırmacılar, Rhea’nın etrafındaki elektronlardaki keskin ve simetrik bir düşüşü gösteren bulguları 2008’de duyurmuşlardı. Bilim insanları bu düşüşe neyin neden olduğunu bulmak için araştırmalara başlamışlardı. Rhea’nın etrafında bir halka kalıntısı olsaydı, yaklaşık 1.500 km (950 mil) çapındaki uydunun boydan boya birkaç bin mil uzunlukta ölçülmesi ve bu halkanın küçük çakıl taşlarından büyük kaya parçalarına kadar büyüklüklerdeki maddelerden oluşması gerekirdi.
Hipotezi test edilirken, Cassini uzay aracı uydu üzerinde birkaç kere uçuş yaptı ve 2008 – 2009 yılları arasında 65 adet görüntü aldı. Cassini bu uçuşları, yüksek miktarda maddenin bulunabileceği yer olan uydunun halkalarının üzerinde yaptı.
Işığın yaptığı açılara bakılarak (eğer halka var olsaydı), bilim insanlarının mikro büyüklükteki maddelerden büyük kayalara kadar nesneler görmesi gerekirdi.
Ancak göremediler.
Cornell Üniversitesi’nden Matthew Tiscareno, Rhea’nın etrafında çok güçlü ve ilginç ve açıklanamayan bir elektromanyetik etkinin var olduğunu fakat bunun katı maddelerden kaynaklanmadığını gösteren oldukça güçlü kanıtlarının olduğunu söylüyor.
Bu ‘halka hipotezi’ geçerliliğini yitirirken, uydunun etrafındaki yüklü parçacıkların oluşturduğu simetrik yapıya neyin neden olduğu hâlâ bir gizem.
Cassini uzay aracı ve ekibi bu gizemi çözmek için çalışmalarına devam ediyor.