gokyuzu.org

Ejderha Şeklindeki Toz Bulutu

NASA’nın Spitzer Uzay Teleskopu’ndan (Spitzer Space Telescope) alınan yeni görüntüde ejderha şeklindeki bir toz bulutu, yıldızlarla birlikte uçacakmış gibi görünüyor. Görünür ışıkta, varlık bulutun içinde kayboluyor.

Ejderha şeklindeki bir toz bulutu,  görünür ışıkta görüntülendiğinde (görüntünün üst yarısı) tamamıyla gölge içinde saklanan varlık, bu kızılötesi görüntüde (görüntünün alt yarısı) büyük bir patlamadan uçacakmış gibi görünüyor. Resmi büyültmek için üzerine tıklayınız.) Telif Hakkı : NASA/JPL – Caltech/ Penn State/DSS

Kızılötesi görüntü, M17 SWex olarak adlandırılan bu siyah bulutsu varlığın öfkeli bir biçimde yıldız oluşumlarına neden olduğunu ancak henüz ‘O yıldızlar’ olarak bilinen en ağır yıldızları meydana getirmediğini ortaya çıkardı. Bunun gibi dev gök cisimleri M17’i bulutsusunu aydınlatıyor (görüntünün merkezinde) ve M17’nin göz alıcı sol kenarını oluşturan gaz ve toz arasındaki büyük bir ‘kabarcık oluşturdu.

Bu bölgedeki gaz ve yıldızlar, şimdi Samanyolu’nun sarmal kolu Yay  (Sagittarius) boyunca hareket ediyor. Yıldız oluşumunun en erken evresi, sarmal kola giren tozlu ejderhanın içinde geçiyor. Zaman içerisinde, bu bölge M17 Bulutsusu gibi genç ağır yıldızların ışığında parlayacak. Yıldız oluşumunun en eski patlaması, bölgede görülen ‘kabarcığı’, M17 EB olarak adlandırılan en soldaki bölgeye savurdu.

Bu bölgenin görünür ışıktaki görüntüsü, ‘kabarcık’la beraber M17 Bulutsusu’nu açıkça gösteriyor. Öte yandan M17 SWex ‘ejderha’, görünür ışığı engelleyen toz bulutunun içinde saklı. Bu örtülü bölgeden ışık yakalayabilmek ve yıldız oluşumunun en erken evrelerini görebilmek için kızılötesi bir görüntü alındı.

Ejderha şeklindeki bir toz bulutu bu kızılötesi görüntüde büyük bir patlamadan uçacakmış gibi görünüyor. Resmi büyültmek için üzerine tıklayınız.) Telif Hakkı : NASA/JPL – Caltech/ Penn State

Üstteki üç renkli birleşik görüntü, iki Spitzer aracından alınan kızılötesi gözlemleri gösteriyor.  Mavi renk, 3.6-mikron ışığı ve yeşil ışık da 8-mikron ışığı temsil ediyor. Kırmızı renk ise, 24-mikron ışığı simgeliyor. En alttaki görünür-ışık görüntüsü, Birleşik Krallık Schmidt Teleskopunun Sayısal Gökyüzü Araştırıcısı’ndan (Digitized Sky Survey – DSS) alınan görünür ışık verilerinin bir birleşimidir. Bölgeden kırmızı ve mavi ışığı temsil eden iki gözlemin birleştirilmesi ile oluşturuldu.

Spitzer Uzay Telescopu’nu, NASA’nın Kaliforniya – Pasadena’daki Jet İtki Laboratuarı yürütüyor.

İlgili Bağlantılar:

Kaynak : NASA

Planck’ten Tüm Gökyüzü

Bir yıllık gözlemler sonrasında, Planck Gözlemevi (the Planck Observatory) ekibi, tüm gökyüzünün mikrodalga görüntüsünü yayınladı. Gözlemevindeki uydu, Büyük Patlama’nın (BigBang) yankılarını (Kozmik Mikrodalga Arkaplan – the Cosmic Microwave Background – CMB) duymak için elektromanyetik tayfın mikrodalga alanlarında tüm gökyüzünü izliyor. Bu yeni görüntü, gökadamızı dolduran gaz ve toz karışımının önplandaki yayılımının arkasındaki saklı kozmik sinyali gösteriyor.

Planck’in ‘tüm gökyüzü’ ayrıntılarıyla birlikte görülüyor. (Resmi büyültmek için üzerine tıklayınız.) Telif Hakkı : ESA / HFI / LFI

Kırmızı ve sarı renklerdeki görüntünün en üst ve en altında bölge, Kozmik Mikrodalga Arkaplan’ın açıkça görüldüğü yer.

“Öte yandan, gökyüzünün büyük bir bölümünü, her ne kadar düşük bir yoğunlukta olsa da gökadasal düzlem boyunca parlayan ve bu düzlemin yukarısı ve aşağısı boyunca uzanan Samanyolu kaplıyor.” diyor Planck Projesi’nda bilim insanı Jan Tauber.

Bu görüntüyü elde etmek için, Planck ekibi Planck’in tüm frekanslarında elde edilen veriler birleştirildi. Gökadamızın ana diski, görüntünün ortasında, Samanyolu’nun aşağısı ve üstüne doğru ilerleyen soğuk toz akımlarıyla birlikte uzanıyor. Bu gökadasal örgü, yeni yıldızların doğduğu yerler ve Planck, henüz oluşma aşamasında olan ya da gelişimlerine yeni başlamış birçok yıldız keşfetti.

Planck, bize Evren’in ilk göz alıcı görüntüsünü yolladı. Bu tek görüntüde Samanyolu’nun bizim bulunduğumuz bölgesi ve Büyük Patlama’nın izleri görülüyor. Böyle muhteşem bir keşif makinesini destekliyor olmaktan gurur duyuyoruz ve bu görüntünün güzelliğinin arkasındaki derin anlamları bulmayı bekliyoruz.” diyor Birleşik Krallık Uzay Ajansı’nın (the UK Space Agency) Uzay Bilimi ve Keşfi yöneticisi Dr. David Parker.

İlgili Bağlantılar:

  • Planck Projesi (Planck’in internet sayfası)
  • Avrupa Uzay Ajansı (European Space Agency – ESA’nın internet sitesinde yayınlanan Planck ile ilgili makale)

Kaynak : UniverseToday

Mars Yüzeyi’nin Yeni Görüntüleri

Mars’ın etrafında dolanan teleskopik bir kamerayla yapılan son 600 gözlemde, Mars’ın yüzeyinde dalgalı oyuntular, geometrik çıkıntılar ve dik kayalıklar görülüyor.

Görüntüde, Mars’ın Kuzey Yarım Küresi’nin ortalarındaki bir kraterin batı yanı görülüyor. (Resmi büyültmek için üzerine tıklayınız) Telif Hakkı : NASA/JPL-Caltech/Arizona Üniversitesi

NASA’nın Mars Keşif Yörünge Aracı’ndaki (NASA’s Mars Reconnaissance Orbiter) Yüksek Çözünürlükte Görüntüleme Bilim Deneyi (High Resolution Imaging Science Experiment – HiRISE) kamerası tarafından alınan bu 600 görüntünün her biri, Mars’ın üzerinde birkaç mil genişliğinde bir alan kaplıyor.

Bu HiRISE görüntüleri 5 Nisan ve 6 Mayıs tarihleri arasında alındı.

HiRISE kamerası, Mars’a 2006’da ulaşan NASA’nın Mars Keşif Yörünge Aracı’ndaki altı araçtan bir tanesi.

Mars’ın bu yeni görüntülerine aşağıdaki bağlantılardan ulaşabilirsiniz:

İlgili Bağlantılar :

Kaynak : NASA

Dünya ve Ay Sanıldığından Daha Önce Oluşmuş Olabilir

Dünya ve Ay, Mars ve Venüs’ün boyutlarındaki iki gezegenin çarpışması sonucu oluştuğu düşünülüyor. Şimdiye kadar bu oluşumun, Güneş Sistemi 30 milyon yaşındayken ya da yaklaşık 4.5 milyar yıl önce gerçekleştiği sanılıyordu. Fakat yeni bir araştırma, Dünya ve Ay’ın daha önce (Güneş Sistemi’nin oluşumundan sonra yani 150 milyon yıl önce) oluşmuş olabileceğini gösteriyor.

“Çarpışma sırasında demir çekirdekleri ile taş yüzeylerin birleşip birleşmediğini gösterebilecek olan tungsten izotoplarını kullanarak, Dünya ve Ay’ın yaşını belirledik.” diyor Niels Bohr Enstitüsü’nden (Kopenhak Üniversitesi) Tais W.Dahl ve Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü’nden profesör David J. Stevenson.

Güneş Sistemi’ndeki gezegenler, yeni oluşmuş olan Güneş’in etrafında dolanan gezegenlerin birbirleriyle çarpışması sonucu oluşmuştu. Bu çaprışmalarda, küçük gezegenler bir araya gelerek katılaşmaya ve daha da büyümeye başladılar.  Demir bir çekirdek ve kaya mantoya sahip iki gezegenimsi yapı çarpıştığında ise  Dünya ve Ay’ı oluşturan o büyük patlama meydana gelmiştir. Fakat bu patlama ne zaman ve nasıl oldu? Çarpışma 24 saatten az bir sürede tamamlandı ve Dünya’nın sıcaklığı kaya ve demirin eridiği 7000°C idi.

Dünya’nın mantosundaki belli elementlerin var olup olmadığına bakılarak Dünya ve Ay’ın yaşı belirlenebilir. Radyoaktif bir madde olan hafnium-132 bozunarak izotopu tungsten-182’ye dönüşür. Bu iki element önemli derecede birbirinden farklı kimyasal özelliklere sahiptir.

Hafnium’un bozunması ve tungstene dönüşmesi 50-60 milyon yıl alır ve Ay’ın oluşumuna neden olan çarpışma sırasında, neredeyse tüm metal Dünya’nın çekirdeğine gömüldü. Fakat tüm Tunsten çekirdeğe mi gömülmüştü?

“Gezegen oluşumlarına neden olan bu çarpışmalarda metal ve kayanın birbirlerine hangi derecede karıştığını bulmak için çeşitli çalışmalar yaptık. Sıvı kaya ve metal karışımının hareketli modellerini kullanarak, Dünya’nın oluşumunun ilk evrelerinde tungsten izotoplarının kaya manto içinde kaldığını bulduk.” diyor Dahl.

“Elde ettiğimiz veriler gösteriyo ki, metal çekirdek ve kaya 10 km. çapından daha büyük gezegenler arasındaki bu çarpışmalarda emülsiyon (birbiri içinde çzünmeyen sıvıların karışımı) haline dönüşemedi. Bundan dolayı oluşumu sırasında, Dünya’nın demir çekirdeğinin büyük bir kısmı (%80-90) mantoda bulunan kaya malzemeden tungsteni uzaklaştıramadı.” diyor Dahl.

Araştırmanın sonuçları, Dünya ve Ay’I oluşturan çarpışma, Güneş Sistemi’nin oluşumundan sonra neredeyse 150 milyon yıl önce (daha önce sanıldığından, 30 milyon yıl, çok daha önce) meydana gelmiş olabileceğini gösteriyor.

Araştırma sonuçları ayrıca bilimsel dergi Dünya ve Gezegen Bilimi Dergisi’nde (Earth and Planetary Science Letters) yayınladı.

İlgili Bağlantılar:

Kaynak : Universe Today

Andromeda’nın Merkezindeki Kararsız Karadelik

Andromeda Gökadası, bizim Smanyolu Gökadamıza en yakın gökada, diğer gökadalar gibi merkezinde büyük kütleli bir karadeliğe sahip. Bize olan yakınlığı yüzünden, Andromeda Gökadası (M31) gökadaların merkezindeki büyük kütleli karadelikleri incelemek için mükemmel bir yer.

Andromeda Gökadası, bizim Smanyolu Gökadamıza en yakın gökada, diğer gökadalar gibi merkezinde büyük kütleli bir karadeliğe sahip. Bize olan yakınlığı yüzünden, Andromeda Gökadası (M31) gökadaların merkezindeki büyük kütleli karadelikleri incelemek için mükemmel bir yer.

Optik ışıkta ve Chandra’nın X-ışın’ında görülen Andromeda’nın kalbindeki büyük kütleli karadelik. (Resmi büyültmek için tıklayınız.) Telif Hakkı : X-Işın NASA/CXC/SAO/Li et al.), Optik (DSS)

Son on yıllık bir süreçte, NASA’nın Chandra X-ışın Gözlemevi, Andromeda’nın kalbindeki büyük kütleli karadeliği görüntüledi. Bu uzun vadede alınan veriler, gökbilimcilere bu karadeliğin ayrıntılı görüntülerini sundu. Harvard-Smithsonian Astrofizik Merkezi’nden Zhiyuan Li, bu hafta Amerikan Astonomi Topluluğu’nun Miami’deki 216.’ncı toplantısında sonuçları açıkladı.

1999’dan 2006’ya, M31 oldukça sessiz ve sönüktü. 2006’nın Ocak ayında, Andromeda’nın merkezindeki karadeliğin parlaklığı 100 kat arttı. Bu, karadeliğin büyük kütleli bir cismi yutmuş olabileceği düşüncesini akıllara getirdi ama 2006’da kesin bir yargıya varılamadı.

M31’deki bu karadelik, yakınındaki bir yıldızın rüzgarlarını ve geniş bir gaz bulutunu yutmaya devam ediyor. Tüm bu malzemeleri yutmaya devam ederken, Chandra’nın yakaladığı X-ışınları karadelikten çıkmaya devam ediyor.

“Hem Andromeda’daki hem de Samanyolu’ndaki karadelikler akıl almaz derecede güçsüz. Bu iki anti-kuasar, büyük kütleli bir karadelikte görülen en sönük tipte genişlemeyi incelememiz için özel bir laboratuvar. Karadeliğin içindeki maddenin genişlemesi bizim için önemli çünkü gökadaların oluşumu bu süreçlerden etkileniyor.” Diyor Li.

Andromeda Takımyıldızı’nda yer alan M31, teleskop ve dürbünle görülebildiği gibi çıplak gözle de görülebilir. Fakat merkezindeki karadeliği görmek mümkün değil tabiki.

Kaynak : Universe Today