gokyuzu.org

Titan’daki Olası Metan-Temelli Yaşam

NASA’nın Cassini uzay aracından alınan verilerin dikkatle incelenmesiyle Satürn’ün uydularından Titan’ın üzerinde karmaşık kimyasal olaylar gözlendi. Bazı biliminsanları biyolojik olmayan bu kimyasal olayların, Titan’daki ilkel ve yabancı bir yaşamın oluşumuna dair bir işaret olduğuna inanıyor. Astrobiyologların öne sürdüğü bir teoriye göre, bu bulgular varsayılan bir “metan-temelli”  yaşamın işareti olabilir.

Bu sanatçı görüntüsünde, sislerle kaplı Titan’ın yüzeyinde ayna gibi pürüzsüz bir göl görülüyor. Telif Hakkı : NASA/JPL

Icarus Dergisi’nde yayınlanan bulgulardan bir tanesi Titan’ın atmosferinden aşağıya doğru hidrojen moleküllerinin düştüğünü ve bunların yüzeyde kaybolduğunu gösteriyor. Başka bir dergi Geophysical Research’de (Jeofiziksel Araştırma) ise Titan’ın yüzeyindeki hidrokarbonların dağılımını gösteren bir harita yer alıyor ve asetilen eksikliği olduğu görülüyor.

“Bu asetilen eksikliği önemli çünkü Titan üzerindeki olası bir metan-temelli yaşamın en iyi enerji kaynağı bu kimyasal olabilir.” Diyor  NASA AMES Araştırma Merkezi’nden astrobiyolog Chris Mckay. Asetilen ile ilgili verilerden yapılan bir başka varsayım ise hidrokarbonun Titan üzerindeki olası varlıkların besin olarak tüketilebileceği. Fakat Mckay, hidrojendeki düşüşün daha önemli olduğunu çünkü tahmin ettikleri tüm canlı mekanizmalarının hidrojen tüketebildiğini söyledi.

“Hidrojen tüketiminin olası olduğunu düşündük çünkü Titan’da kesin olarak bulunan bir gaz, bizim Dünya’da oksijen tüketmemiz gibi.” Diyor Mckay. “Eğer bu işaretler bir yaşamın işaretlerine dönüşecek olursa bu, Dünya’daki su-temelli yaşamdan daha farklı ikinci bir yaşam şeklinin olduğunu gösterecek.” Diye sözlerine ekliyor.

Kaynak : NASA

NASA’nın Uçan Kızılötesi Gözlemevi ‘İlk Işığı’ Gördü

Kızılötesi Gökbilim için Stratosferik Gözlemevi (The Stratospheric Observatory for Infrared Astronomy – SOFIA), NASA ve Alman Havacılık Merkezi’nin ortak görevi. SOFIA, 26 Mayıs’ta gece uçuş gözlemlerinde ilk ışığı alarak görevine başarıyla başlangıç yaptı.

Jüpiter’in bu birleşik görüntüsü, SOFIA’nın ‘ilk ışık’ uçuşu sırasında, Cornell Üniversitesi’nin FORCAST fotoğraf makinesi ile alındı. Görünür dalgaboyunda alınan görüntüde de Jüpiter’in hemen hemen aynı tarafı görülmekte. Telif Hakkı : Anthony Wesley

Özel olarak değiştirilmiş Boeing747SP jet uçağına yaklaşık 2.75 metrelik bir yansıtıcı teleskop yerleştirildi. Bu özel uçak, NASA’nın Kaliforniya’daki Dryden Uçuş Araştırma Merkezi’ndeki Hava aracı Hareket Tesisi’nden havalandı. Uçuş mürettebatı ise NASA, Kolombiya’daki Uzay Araştırma Derneği Üniversiteleri, Cornell Üniversitesi ve Alman SOFIA Enstitüsü’nden uluslararası bir ekipten oluşuyor. Neredeyse sekiz saat süren uçuş sırasında, yaklaşık 10.700 kilometre yükseklikte, 10 biliminsanı, gökbilimci, mühendis ve teknisyenden oluşan mürettebat uzay aracının ana kabinindeki kontrol panelinde teleskoptan ulaşan verileri topladı.

İlgili Bağlantılar:

Kaynak : NASA

Samanyolu’nda Yeni Yıldız-Oluşum Bölgeleri

Gökbilimciler, gökadamız Samanyolu’nda büyük yıldızların oluştuğu daha önce görülmemiş birçok bölge tespit etti. NASA’nın Spitzer Uzay Teleskopu’nun yardımı ile yapılan keşif, gökadamızın oluşumu ve içeriği hakkında önemli yeni bilgiler içeriyor.

Samanyolu Gökadamızın bilgisayar programları ile oluşturulmuş bir görüntüsü. Telif Hakkı : NASA/JPL-Caltech

Gökbilimcilerin tespit ettiği “H II” olarak adlandırılan bu yıldız-oluşum bölgeleri, büyük ve genç yıldızların yaydığı radyasyonla elektronlarını kaybeden hidrojen atomlarının bulunduğu yerler. Samanyolu’nun gaz ve toz bulutuyla görünür ışıkta görülemeyen bu bölgeleri bulmak için, araştırmacılar kızılötesi ve radyo teleskoplar kullandı.

“NASA’nın Spitzer Uzay Teleskopu ve Ulusal Bilim Kurumu’nun (National Science Foundation) Çok Büyük Dizi Radyo Teleskopları (Very Large Array radio telescope) ile elde edilen kızılötesi verilerin değerlendirilmesiyle hedefe ulaştık. “ diyor Fransa’daki Marsilya Astrofizik Laboratuvarı’ndan (the Astrophysical Laboratory of Marseille) gökbilimci Loren Anderson.

Uzun süren değerlendirmelerin ardından gökbilimciler H II bölgelerini belirlediler. Ayrıca gökadamızın merkezinde ve sarmal kollarındaki yoğunluğu tespit ettiler. Araştırmanın sonuçları ayrıca bu bölgelerden 25’inin gökadanın merkezine Güneş’ten daha uzak olduğunu gösterdi.

Kaynak : NASA

Antik Gökadalar Bir Arada

Arka bahçenizde yaşayan bir dinozor bulduğunuzu hayal edin. Gökbilimciler, gökadalararası arka bahçemizde astronomik açıdan tarih öncesi yaşama denk gelen ve 10 milyar yıldır bir arada bulunan küçük, antik bir grup gökada keşfetti. Bu ‘geç çiçek açan’ grup, büyük bir eliptik gökada inşa etme yolunda. A group of stars and galaxies in space

AI-generated content may be incorrect.
Hickson Kompakt Grup 31, Kanadalı gökbilimci Paul Hickson tarafından oluşturulan 100 gökada grubundan bir tanesi. Telif Hakkı: NASA,ESA, S. Gallagher (Batı Ontario Üniversitesi), J. English (Manitoba Üniversitesi), Görüntü no. STScI-PRC10-08a Cüce gökadalar arasındaki bu tip karşılaşmalar normalde milyarlarca yıl uzaklıkta görülür bu yüzden milyarlarca yıl önce meydana gelmişlerdir. Fakat bu gökadalar, Hickson Kompakt Grup 31 üyeleri, göreceli daha yakın (yaklaşık 166 milyon ışık yılı uzaklıkta).
Bu gökadaların NASA’nın Hubble Uzay Teleskopu ile alınan yeni görüntüleri, evrenin gelişme evrelerinde (büyük gökadaların daha küçük yapı taşlarından oluştuğu zaman) yaygın olarak nelerin olduğunu gözler önüne seriyor. Hubble gözlemleri bu dörtlü arasındaki hikâyeye, gökbilimcilerin bu karşılaşmanın ne zaman başladığını ve gelecekte ne zaman birleşme olacağını tahmin etmelerine olanak sağlayan önemli bir ipucu ekliyor. Gökbilimciler bu sistemden bir süredir haberdarlar çünkü birkaç küresel kümenin içindeki en yaşlı yıldızlar 13 milyar yıl yaşındalar. Bu karşılama bile birkaç 100 milyon yıldır devam ediyor, bu da kozmik tarihte bir göz kırpmasında geçen süre kadar kısa. Gökbilimciler bu birleşik gökada grubunda nereye baksalar bir ‘bebek’ yıldız kümesi ya da yeni yıldız oluşumu bulmaktadırlar. Hubble, bu parlak yıldız kümelerinin, en az 100.000 yıldızın bulunduğu bu ağır grupların, 10 milyondan daha az bir süredir var olduğunu ortaya çıkardı. Yeni yıldızların oluştuğu bu sistemin tamamı hidrojen gazı yönünden zengin. Gökbilimciler, Hubble’ın Araştırmalar için Gelişmiş Kamera’sını (Advanced Camera for Surveys) yıldız kümelerinin yaşlarını hesaplamada yararlanılan en genç ve en parlak yıldız kümelerindeki yıldız-oluşum tarihini ortaya çıkarmak ve gökadaların, son aşamalarına gelip gelmediklerini belirlemek için kullandı. Hickson Kompakt Grup 31’in bu karma görüntüleri dört gökadanın birbirine karışmış üzere olduğunu gösteriyor. Ortadaki parlak biçimsiz nesne aslında çarpışan iki cüce gökada.  Mavimsi yıldız kümesi, gökadalardan çekilen yıkıntıların arasında, esas çarpışmanın olduğu bölgede oluşmuş. Eş gökadanın üzerinde yer alan puro şeklindeki nesne, grubun bir diğer üyesi. Yıldız kümelerinin bir köprüsü üçlü yapıya bağlı. Sağ tarafta aşağıda, parlak yıldız kümelerinin bir uzantısı da grubun dördüncü üyesinde sonlanıyor. Merkezdeki parlak yıldız ise daha ön plandadır. Bu görüntü, Hubble Uzay Teleskopu’nun Araştırmalar için Gelişmiş Kamera, NASA’nın Spitzer Uzay Teleskopu (Spitzer Space Telescope) ve Gökada Oluşumu Kâşifi (Galaxy Evolution Explorer – GALEX) tarafından alınan görüntülerin birleştirilmesi ile oluşturuldu. Kaynak: NASA

Evren Düşünüldüğünden 30 Kat Daha Fazla Tükeniyor

Otomobiller benzin, yıldızlar yakıt tüketir ve gökadalar karadelikler içine çöker. Bunlar olurken, evren ve içindeki her şey yavaş yavaş tükenir. Fakat bu tükeniş nasıl olur? Avustralya Ulusal Üniversitesi’nden araştırmacılar, evrenin daha önce düşünülenden 30 kat daha fazla tükendiğini buldular.

Avustralya Ulusal üniversitesi’nin Astronomi ve Astrofizik Araştırma Okulu’ndan doktora öğrencisi Chas Egan ve Dr Charley Lineweaver evrenin entropisini hesapladı. Bilim insanları, entropiyi bir makinenin ne kadar verimli olduğunu ya da bir miktar yakıttan ne kadar iş yapılabileceği ya da bir sistemin nasıl tükendiğini ve bozulduğunu bulmak için hesaplarlar. Karadeliklerin boyutu ve sayısından oluşan verileri kullanarak evrenin daha önce tahmin edilenden 30 kat daha çok entropi içerdiğini buldular.

“Biz, gözlemlenebilir evrenin entropisine olan tüm katkıları dikkate aldık: yıldızlar, yıldız ışığı, kozmik mikrodalga arkaplan. Hatta karanlık maddenin entropi tahminini bile yaptık. Fakat bu, evrenin entropisini yöneten süper kütleli karadeliklerin entropisi. Bu süper kütleli karadeliklerin boyut ve sayılarından oluşan verileri kullandığımızda, evrenin entropisinin daha önce hesaplanandan yaklaşık 30 kat daha büyük olduğunu bulduk.” diyor Mr. Egan

“Yaygın  düşüncenin aksine, çevremizde gördüğümüz tüm karmaşık yapıların (gökadalar, yıldızlar, fırtınalar ve kangurular) varlığı, evrenin entropisi ve bozulmasının artmasında belirgin bir etkiye sahip. Ancak dürüst olmak gerekirse, onların katkıları, süper kütleli karadeliklerle karşılaştırıldığında göz ardı edilecek düzeydedir.” diye ekliyor Dr Lineweaver.

Araştırmacıların sonuçları, karasal ve Dünya-dışı yaşam için önemli etkilere sahip. “Evren, düşük bir entropi halindeyken oluşmaya başladı ve termodinamiğin ikinci yasası uyarınca, entropi o andan beri artmakta. Bu önemli çünkü evrende yaşam (karasal yaşam da dahil) için elde edilebilir enerji miktarı, evrendeki entropiye bağlı. Evrenin herhangi bir yerinde yaşam için ne kadar enerjinin elde edilebilir olduğunu ve nerede bulunduğunu bilmek isterdik. Bu süreçteki ilk adım evrenin entropisini belirlemektir. Bu da bizim yaptığımız şey.” diyor Mr Egan.

Dr Lineweaver, araştırmada sıradaki adımın, maksimum entropiye ne kadar yakın olduğumuzu, şu anki süreçte ne kadar entropinin bulunduğunu ve evren ile tüm hayatın kaçınılmaz ısı-ölümle sona ermesinden önce ne kadar zamanımızın kaldığını tespit etmek olduğunu söyledi.

Kaynak: ScienceDaily