gokyuzu.org

Bir Kahraman Daha Aramızdan Ayrıldı

Gemini 9A, Apollo 10 ve Apollo 17’de görev alan Eugene Cernan, Ay’da yürümüş 12. ve son kişi olarak geçtiğimiz gün hayata veda etti. Bu her ne kadar üzücü bir kayıp olsa da Cernan’ın dünyaya bıraktıkları hakkında aynı şeyin söylenmesi mümkün değil.

Kariyerine deniz kuvvetlerinde başlayan ve ardından hava araçlarında yüzlerce saat harcayan Cernan bu deneyimleri sayesinde 1963 yılında NASA’ya astronot olarak katıldı. İlk uzay uçuşu Gemini 9A’ydı (ilk olarak Gemini 9’un yedek pilotu olarak listedeydi fakat orijinal ekibin pilotları egzersiz uçuşunda talihsiz bir kaza ile hayatlarını kaybetti.). İlk ”uzay yürüyüş”lerinden birini yapacak olacak Cernan, aracın yeterince uzuv desteği-tutacağı- olmaması sebebiyle zorlansa da büyük bir yorgunluğun ardından çoğu görevini tamamladı; ve gelecek uzay görevlerine katkıda bulunacak değerli bilgiler topladı.

İkinci görevi olan Apollo 10 ile 1969’da tekrar uzaya çıktı. Bu görevin amacı Ay’a inişi simüle etmekti -Apollo 10’un başarısı, Apollo 11 ile Buzz Aldrin’in Ay’a ayak basmasını sağladı. Görev gayet normal gidiyordu; Komuta Modülü ”Snoopy”, Ay Modülü ”Charlie Brown”a geri dönmeye çalışana kadar. Snoopy’nin yön bulma sistemi yanlış yönü gösterdiğinden mürettebat bir süre Ay’ın üzerinde dönmeye başladı. Fakat durumu kontrol altına almayı başardılar ve görev başarıyla tamamlandı.

12 Aralık 1972’de son görevi olan Apollo 17 ile Ay’dan ayrılmadan önce ”Geldiğimiz gibi gidiyoruz, ve umarım, tüm insanlığa barış ve umutla döneceğiz.” diyen Cernan, Ay’daki ayak izlerinin yanı sıra yüzeye tek çocuğu olan kızının adının baş harflerini çizdi. Hikayesini anlatan The Last Man on the Moon (Ay’daki Son Adam) isimli belgeselde deneyimini “Oradan ayrılmak üzere mekiğe çıkan merdivenleri tırmanmak oldukça güçtü çünkü geri dönmek istemedim. Biraz daha kalmak istiyordum. Belki de hayatımın en parlak anıydı. Hani dondurmak istediğiniz anlar vardır fakat yapamazsınız… O anı dondurmak ve yanımda götürmek istedim.” şeklinde anlattı. Hayatının son zamanlarında bile uzayı keşfetme tutkusundan vazgeçmeyen Cernan, ülke liderlerini ve gençleri ”Ay’da yürüyen son insan” olarak kalmaması yönünde teşvik etti.

Yazıda biraz kişiselleşme yönüne gitmek istiyorum. Ay’a bir teleskopla baktığım ilk seferde gözlerim dolmuştu. Belki de asla Ay’da yürüyemeyeceğimi düşünmüştüm ve o muhteşem görüntüyü gördükten sonra bu benim canımı çok yakmıştı. Ay’daki Son Adam’ı izledim ve Carnen’ın bir sözünden sonra bütün fikrim değişti. Yazıyı kendisine son bir kez elveda diyerek ve o sözleri sizinle paylaşarak bitirmek istiyorum. ”Genelde küçük çocuklara, özellikle torunlarıma şunu söylerim: Asla kendinden vazgeçme. Eğer denemezsen asla ne kadar iyi olduğunu bilemezsin. İmkansızı hayal et, oraya çık ve bunu başar. Ben Ay’da yürüdüm, neden sen de yapamayasın?”.

Yazan: Ulaş Can Yazar

Belgesel Gösterimi: 400 Yıllık Teleskop Macerası

Bu dönemki son etkinliğimizi belgesel gösterimiyle gerçekleştireceğiz. Galileo’nun kendi yaptığı teleskopla Jüpiter’in uydularını gözlediği günden başlayıp günümüzdeki James Webb Uzay Teleskobu ve E-ELT gibi dev teleskoplara kadar insanlığın evreni keşfetme çabasının anlatıldığı 400 Yıllık Teleskop Macerası’nı izlemeye tüm yıldız çocuklarını bekleriz. Etkinliğimiz perşembe günü saat 18.00’de Cavid Erginsoy Seminer Salonu’nda yapılacaktır.

2016’da Neler Oldu Neler

Astronomi araştırmaları, insanlık tarihinin var olan ve sırrı çözülemeyen önemli sorularına cevap aramaktadır. Gün geçtikçe artan astronomi araştırmaları birçok yeni bulguyu beraberinde getirirken uzay turizmi için de çalışmalara başlandı. Artan teknolojik gelişmeler insanların bir adım ötesini araştırma, keşfetme isteğini arttırmıştır. Bunun sonucunda, her güne yeni bir keşif veya proje haberi ile başlar olduk. 2016’da ise bunlara birçoğu eklendi.

– Kötü bir haber ile başlar gibi olacak ama gerçekleri göz önünde de bulundurmak gerekiyor. 1850 – 2016 yılları arasında, Dünya’nın ortalama sıcaklığında yaklaşık 1,5 derecelik artış göze çarpıyor. NASA’nın verilerine göre Eylül 2016, son 136 yıl (1880’den beri) içerisindeki en sıcak Eylül ayı idi.
– Albert Einstein’ın Görelilik Teorisi’nde öngördüğü uzay-zaman bükülmeleri doğrulandı.
– 24 Ağustos, Plüton’un tenzil-i rütbe ile gezegenlikten cüce gezegenlik rütbesine düşüşünün 10. yıl dönümü… :((
– Güneş Sistemi’ni ekseninden çıkardığı öne sürülen, Dünya’nın 10 katı büyüklüğünde olduğu ve Güneş’e olan uzaklığının, Dünya’nın Güneş’e olan uzaklığının 200-1200 katı fazla olduğu tahmin edilen Güneş Sistemi’nin 10. gezegeninin varlığına dair bulgular keşfedildi.
– 8 Nisan, amatör bir astronom tarafından Jüpiter gezegenine çarpan bir asteroid kaydedildi.
– Amazon kurucusu Jeff Bezos’un şirketi Blue Origin tekrar kullanılabilir roket denemelerinde bulundu. Uzay seyahatini gerçeğe dönüştürmek isteyen şirketin denemeleri 3 te 3 başarıyla sonuçlandı.
– SpaceX firmasının roketi Falcon 9, 2015’teki başarısız iniş denemelerinden sonra, 8 Nisan’da okyanusa ilk başarılı inişini yaptı.
– Falcon 9 görevini tamamladıktan sonra Dünya’ya dönerek iniş denemelerinde bulunmaktaydı. Bu görevler arasında ISS’e taşıdığı BEAM de bulunmaktaydı. Amaç ise ISS’te yaşam alanını büyütmek ve ilerde uzay otelciliğini başlatmaktır.
– Falcon 9, 1 Eylül tarihinde yakıt yükleme sırasında havaya uçtu. Bu durum diğer uçuşların iptal edilmesine neden olurken, SpaceX’in gelecekteki insanlı uçuşları için tedirginlik yarattı. SpaceX projesi olan ISS’e astronot ile kargo taşınmasını kolaylaştıracak ‘uzay taksiciliği’nin güvenlik lisansını almasını da zorlaştırdı.
– Hindistan insansız tekrar kullanılabilir uzay mekiği fırlatarak, tekrar kullanılabilir uzay aracı geliştirme yarışına katılmış oldu.
– Virgin Galactic firması, Stephan Hawking’in VSS Unity adını verdiği SpaceShipTwo uzay gemisini tanıttı. Uzay gemisi yolcularını 100 km yüksekliğe çıkarmakta, dönüşteyse sıradan bir uçak gibi piste indirmekte.
– Uzayda en uzun süreyi geçiren Amerikalı ünvanına sahip Scott Kelly mart ayının başlarında, ISS’te 340 gün kaldıktan sonra Dünya’ya döndü. Kendisi uzayda iken yeryüzünde onu bekleyen ikiz kardeşi Mark Kelly ile vücutları arasındaki farklılıklar karşılaştırılıp, uzayda uzun süre geçirmenin insan vücudu üzerindeki etkileri incelendi.
– Selam Uzaylı, biz dostuz! Stephan Hawking’in ulaşmaya çalıştığı uzaylılar için Rus milyarder Yuri Milner ile projeleri duyuruldu. Alpha Centauri yıldız sistemine yolculuğa çıkacak mikro-uydu, ışık hızının 1/5’i hız ile hareket edecek.
– 29 Eylül, SpaceX CEO’su Elon Musk, 67. Uluslararası Uzay Yolculuğu Konferansı’nda Mars’taki kolonileşme planını açıkladı. Musk, 80 günde 100 kişiyi Mars’a gönderebileceklerini ve bunun için uygun olan altyapı çalışmalarını neredeyse tamamladıklarını belirtti.
– Elon Musk’ın Mars projesi olan Red Dragon’lar ise 2018’den itibaren 2 yılda bir Mars’a kargo taşıyacak. Hedef ise insanlı uçuşlardan önce yeterli kargoyu taşımak.
– Kendi uzay araştırma üssünü inşa etmeye ve Ay’a uzay aracı göndermeye hazırlanan Çin, Dünya’nın en büyük radyo teleskobunu tamamladı.
– 4 Temmuz’da Juno, 5 yıllık yolculuğunun ardından Jüpiter’in yörüngesine girerek 53,5 günlük turuna başladı.
– 27 Ağustos’ta Juno Uzay Aracı,  Jüpiter’e gerçekleştirdiği yakın uçuşu başarıyla tamamladı.
– Juno Uzay Aracı, Jüpiter’in kuzey ve güney kutbunun daha önce görülmeyen görüntülerini çekti.
– Tarihin en iyi Uzay Teleskobu olan James Webb Uzay Teleskobu tamamlandı. 2018’de fırlatılacak olan teleskop, evrenin ilk zamanlarını gözlemleyecek.
– JAXA’nın önemli çalışmalarından olan Hitomi, insan kaynaklı yazılım hatası nedeniyle kayboldu. Hitomi uydusu ortadan kaybolmadan hemen önce, 250 milyon ışık yılı uzaklıktaki bir galaksi kümesini görüntülemişti. Evrenin uç noktalarını kara deliklerden büyük gökada kümelerine kadar keşfetmek için tasarlanmıştı.
– Komşumuz olan Proxima Centauri’de bulunan ve gezegenimiz gibi kayalık ve okyanuslara sahip Proxima Centauri B gezegeni keşfedildi. Gezegen, yıldızı etrafında bir turunu 11 Dünya gününde tamamlıyor.

– OSIRIS-REx Uzay Aracı yola koyuldu. Hedefi ise Dünya’ya yakın bir yörüngede dolanan gök taşı olan 101955 Bennu’ya ulaşmak ve birkaç parça alıp Dünya’ya geri dönmek. 2023’te Dünya’ya ulaşması bekleniyor.

–  ESA, kuyruklu yıldızları incelemek için gönderdiği Rosetta Uzay Aracı’nın görevine, onu 30 Eylül’de 67P kuyruklu yıldızına çarptırarak son verdi.

– 19 Ekim’de Avrupa Uzay Ajansı (ESA) ve Rusya Uzay Ajansı (Roscosmos) tarafından yürütülen ExoMars projesinde Mars’a iniş yapacaktı. İniş sırasında yaşanan bir sorun nedeniyle uzay aracı ile bağlantı kopmuştur. Schiaparelli Uzay Aracı ise NASA tarafından bulundu. ExoMars’tan ilk Mars fotoğrafı 16 Haziran’da alınmıştı.

– 9 Mayıs’ta Merkür’ün Güneş önünden geçişi gözlemlendi. Gerçekten çok güzeldi. Bir sonrakini kaçırmayın! 😀

– 20 Haziran’da 67 yılda bir gerçekleşen nadir bir gök olayı vardı. Yaz gündönümü ve dolunay aynı güne denk geldi.

– Mars’ta, bulunması hiç umulmayan “Tridimit” isimli mineral bulundu. Sadece çok yüksek sıcaklıklarda bulunan bu mineral, bir zamanlar Mars’ta volkanik yapıların olduğuna işaret ettiği belirtildi.

– 28 Temmuz, Jüpiter’in Büyük Kırmızı Noktası’nın, büyük bir ısı kaynağı gibi gezegenin atmosferini ısıttığı tespit edildi.

– İki gezegenin kavuşması gökyüzünde muhteşem bir görüntüye sebebiyet veriyor. 27 Ağustos’ta bunlardan biri gerçekleşti. Venüs ve Jüpiter’in bir araya gelişi muhteşemdi…

–  Montreal Üniversitesi tarafından 6 Eylül’de açıklanan bir çalışmaya göre; 165 yeni kahverengi cüce keşfedildi.

– 16 Eylül 2016 Parçalı Ay Tutulması, 2016’da ülkemizden gözlemlenebilen tek tutulma idi.

– 17 Eylül, Şili’deki radyo teleskoplarını kullanan astronomlar, Dünya’dan 176 milyon IY uzakta oluşan yeni bir gezegen sistemini gözlemeyi başardı.

– 25 Eylül, Türkiye’nin uzaya açılacak en büyük gözü DAG Teleskobu’nun inşaatı, Erzurum Karakaya Tepeleri’nde başladı.

– 28-29 Eylül, NASA Güneş’in yüzeyindeki aktif bir bölgede oluşan devasa bir manyetik kemeri görüntüledi.

– Hubble Uzay Teleskobu, Jüpiter’in uydusu Europa’nın yüzeyindeki yarıklardan su buharı olduğu düşünülen fışkırmaları görüntüledi.

– 2 Kasım, ISS’te kesintisiz insan varlığının 16.yılı idi.

– 2 Kasım, Curiosity, Mars’ta demir bir meteorit tespit etti ve onu ayrıntılı inceleme için görüntüledi.

-14 Kasım’da Süper Ay gözlemi vardı.

– 23 Kasım, Margaret Hamilton‘a Özgürlük Heykeli ödülü verildi.

– 5 Aralık’ta Göktürk-1 uydusu fırlatıldı.

– 28 Aralık, Karanlık maddenin kaşifi astronom Vera Rubin, 88 yaşında hayatını kaybetti.

– Ve yazımızı 13 Ekim günü ODTÜ AAT yeni üyelerine kavuştu diyerek bitirelim…

2017’de de astronomiyle kalın…

Yazan: Aylin Açıkgöz

ROGUE ONE, DUMANI ÜSTÜNDE BİR YAZI

Öncelikle şunu söylemek istiyorum; bilgisayara oturmadan önce ”Yazım kesinlikle spoiler’sız olacak!” demiştim. Yanılmışım. Onun yerine şu cümlelerle açıyorum yazımı; Rogue One’a gidin, izleyin, izlettirin. O kadar heyecanla yazıyorum ki tüm yazıyı, spoiler başlığı altına alınıp alınmadığını anlayamadığım için, sadece ciddi spoiler’ları bold ile yazacağım aklınızda bulunsun efendim.

Filme girip de açılış sahnesini izlediğinizde yüzünüze çarpan bir nostalji rüzgarı olacak, onu sıkı kucaklayın; zira film boyunca yanınızda olacak bir dostunuz o. Filmin çekimleri, uzay araçları -özellikle uzay araçları- orijinal filmlere çok sadık kalınarak yapılmış. Bir an, ”Acaba 77-88 filmlerinden flashback mi var ?” diye bir hisse kapıldım. Bu hareketleri benim çok hoşuma gitti çünkü açıkçası Episode VII’de bunu çok görememiştim. Yok demiyorum elbette ama, sadece biraz daha fazla modernleşmeye gitmişler The Force Awakens’ta kanımca. Bu filmde de çoğu efektte -buna olumsuz eleştiri getirecek olan olduğunu düşünmüyorum- modernleşmenin ötesinde nostaljiyle harmanlanmış bir güzellik vardı. Rogue One adeta ödevini çok iyi yapıp da, daha fazlasını göstermek isteyen küçük bir çocuk gibi; ”Ehe bir de böyle güzel yeni görsel efektlerimiz var.” demekten de çekinmiyor arada, ki bu da dediğim gibi benim hoşuma giden bir yöndü. Sadece uzayda geçen savaşlarda değil -fragmanlarda da gördüğümüz- gezegen üzerinde geçen savaşlarda da bahsettiğim havayı yakalamak gayet mümkün. Yine fragmanlardan da görebileceğimiz üzere, bu filmdeki savaş sahneleri biraz daha gerçek hissettiriyor. Demek istediğim şeyi yanlış anlamayın, efektlerden bahsetmiyorum. Gerçek olan savaşın ruhu bu filmde. Ana seriyi izlerken çoğu yerde siz de benim gibi ”Bu ne biçim savaş, kimse burada vurulmaz ki ?” demişsinizdir. Fakat bu film, bir ara film olarak o duyguyu kaldırıyor. Herkesin hayatı ince bir ipliğe bağlı, herkes bunun farkında ve siz o duyguyu filmin ilk sahnesinden -fragmanlarda hissetmediyseniz bile- çok başarılı bir şekilde hissettiriyor. Filmde yaşadığım diğer bir büyük his de korkuydu. Fragmanlarda kendinizi bir Asi olarak düşündüğünüzde yaşadığınız o korku filmde de kendine yer ediniyor elbette. İmparatorluk’a hep büyük bir sevgi beslemişimdir ancak filmde kendimi bir Asi olarak düşündüğümde hiçbir Star Wars filminde yaşamadığım korkuyu yaşadım.

Biliyorsunuz ki Rogue One: A Star Wars Story, Revenge of the Sith ve A New Hope’un arasını anlatan bir film. Bu yüzden de yer yer ana seriye atıfta bulunmaktan da çekinmiyor, yerini belli edercesineFilmden görsel açıda bahsettik, konuyu da zaten biliyor olduğunuzu varsayarak bazı karakter analizlerine geçmek istiyorum. Dikkat buradan sonrası spoiler içerir!

Ana karakterimiz Jyn Erso. Kendisi bir İmparatorluk bilimadamının kızı. Bahsettiğimiz bilimadamı da Galen Erso, kendisi özellikle silahlar üzerinde çalışan birisi. Hangi filmlerini bağladığına bakarak, veya sadece konusunu okuyarak, hangi silahtan bahsettiğimi anlayabilirsiniz ama yine de ufak bir ipucu; bahsettiğim şey bir uydu (moon) değil. Bir olaylar dizisi sonrasında -filmi kitap gibi yazmak istemedim- Jyn tutuklanıyor. Şimdiki konu da onu kurtarmaya gelenler; Asiler. Özellikle Asilerin arasındaki özel birinden bahsetmek istiyorum; K-2SO. Kendisi yeni droidimiz. Ben K2’yu çok sevdim. Ana filmlerdeki droidlerimiz C-3PO ve R2-D2’nun ufak bir yenilikle harmanlanmış hali gibi geldi bana. Konuşma şekli ve yaptığı diyaloglar bizim protokol droidimize benzerken, iğneleme açısından ufak mavi tenekemizden aşağı kalır bir yanı yok. K-2SO’ya biraz özel ilgi gösterdim çünkü kendisi benim çok ilgimi çeken bir karakter. Yeniden programlanmış bir İmparatorluk droidi olduğunun bilincinde ama, tam olarak da bir Asi. Başka bir karakter de Cassian Andro. Cassian film boyunca etik açısından tam olarak bir gri bölgede. Böyle bir durumu diğer filmlerin ana karakterlerinde yaşadığımızı çok söyleyemeyeceğim – Han shot first. Filmin genel gidişatı da gri bölgelerden oluşma ki bence bu çok hoş bir şey çünkü karakterler fazlasıyla gerçek ve gerçek hayatta da yaşadığımız şeyler çoğunlukla gri bölgelerden oluşma. Diğer Asilerden çok bahsetmeyeceğim, zira filmde hepsinin rolü kendini belli ediyor izleyip o zevki ve merak giderilişini yaşayın istiyorum. 

Şu anda yazının en ağır spoiler içeren kısmına gelmiş bulunmaktayız; uyarmadı demeyin. Buradaki konumuz ise üstte bahsettiğim ana filmlere atıf konusu. Filmde üç adet bulunmakta. İlki Darth Vader, ki bunu zaten fragmanlardan da biliyorduk, o yüzden kendisine sonra geleceğim. Bir diğeri ise Asi üssünde bulunan C-3PO ve R2-D2. Evet, sadık droidlerimiz -efendisi gidince kendini düşük moda alacak kadar büyük bir sadakat- bizi yalnız bırakmadılar, zaten ara film olması ve filmleri bağlaması sebebiyle filmin bunu yapışı hem hoş hem de kaçınılmaz olmuş. Şimdi gelelim Darth Vader’a. Yalan söylemeyeceğim kendisinin filmde ufak bir rol oynamasını bekliyordum. Fragmanlarda gözüken ve bize yavaşça sırtı dönen Vader’ın elinin duruşunu çoğu kişi ”force choke” yapıyor oluşuna vermişti. Siz de onlardan biriyseniz, tebrikler! O sahneyi izleyen salonda çıkan tek ses sanırım gözyaşlarının yere düşüşüydü. Dedim ya nostalji. Vader’ın sonraki büyük sahnesi ise bana bu sene yaşatılan en büyük zevklerden. Bunu sizin için mahvetmeyeceğim ve sadece şunu söyleyeceğim; kan aktı. Ayrıca Vader’ın sesini tekrardan James Earl Jones’tan duyacağımızı belirtmekte de fayda var. Üçüncü ve aynı zamanda hem olması en muhtemel hem de en beklenmedik -en azından benim açımdan- atıf; Prenses Leia ve ünlü sözü ”Hope.”. 

Yazımı burada sonlandırmak istiyorum zira etkisini hala üzerimden atabilmiş değilim. Umarım sizlere faydalı bir yazı olmuştur. Umarım merakınızı biraz olsun körükleyebilmiş; en yakın zamanda en yakın sinemaya koşma isteği uyandırabilmişimdir. Bob Iger’in belirttiği üzere bu film bir deney konumunda; ”Acaba insanların evrenin genişlemesine ilgisi olacak mı?”. Bana sorarsanız, cevabı büyük bir EVET. Filmi izledikten sonra bu konu hakkında yorumlarınızı bekliyorum. Bir dahaki yazılarda görüşmek üzere, MAY THE FORCE BE WITH YOU!

Yazan: Ulaş Can Yazar

Engin Arık: Bir Bilim Kadınının Hayatı

Ülkemizi CERN ile tanıştıran, Türkiye’nin CERN’e üye olması için büyük mücadeleler veren, hayatını bilime adamış büyük bir bilim insanıydı Engin Arık. Biz de bu yazımızda size, Engin Arık ve onun bilim dolu hayatından bahsedeceğiz.

14 Ekim 1948’de İstanbul’da doğan Arık, 1965 yılında Atatürk Kız Lisesi’ni bitirdi. 1969 yılında İstanbul Üniversitesi’nden matematik ve fizik diplomasını aldı ve 2 yıl boyunca aynı okulun Kuramsal Fizik Kürsüsü’nde öğrenci asistanı olarak çalıştı. Pittsburgh Üniviersitesi’nden 1971 yılında master (M.Sc.), 1976 yılında ise doktorasını (PhD) aldı. Doktora çalışmasının ana temasını değişik elementler üzerinde ”hyperon demeti” yollanarak gözlenen rezonanslar oluşturuyordu. 1976-1979 yılları arasında doktora sonrası araştırmacı olarak Londra Üniversitesi ve Rutherford Laboratuvarları’nda hidrojen hedef üzerine yollanan pion demeti ile ”exotic delta” oluşumlarını inceleyen deneylerde yer aldı. 1979’da Türkiye’ye dönerek Boğaziçi Üniversitesi’nde Fizik Bölümü’ne girdi. Deneysel yüksek enerji fiziği alanında yaptığı çalışmalarla 1981 yılında doçent ünvanını aldı. 1983 yılında Control Data Corporation’da iki yıl çalışmak üzere üniversiteyi terk etti. 1985 yılında Boğaziçi Üniversitesi’ne döndü ve 3 yıl sonra 1988’de profesör oldu. 1990’dan sonra CERN’deki ATLAS ve CAST deneylerine katılan Arık, Türkiye’nin CERN’e gözlemci üye olmasını sağladı ve burada çalışan Türk bilim insanlarına liderlik yaptı. 1997’den 2000 yılına kadar Viyana’da Birleşmiş Milletler’in bir kuruluşu olan  Comprehensive Test Ban Treaty Organization’da radionuclide görevlisi olarak çalıştı. Aynı zamanda Türk Ulusal Hızlandırıcı Projesi’nin yürütücülüğünü de yapmıştır.

Sadece yüksek enerji fiziği alanında ki çalışmalarıyla kalmayan Arık, Türkiye’de önemli rezervleri bulunan Toryum maddesinin, enerji sorununa temiz ve ekonomik bir çözüm olabileceği ve olması gerektiği yönünde ki görüşleriyle ve çalışmalarıyla tanındı. Bu doğrultuda Türkiye’nin Toryum ile elektrik enerjisi üretebilme olanağına kavuştuğunda trilyonlarca varil petrole eş değerde bir enerji kaynağının sahibi olacağını öne sürdü.

Boğaziçi Üniversitesi’nde kendisiyle aynı bölümde çalışan Metin Arık ile evli ve iki çocuk sahibi olan Arık, 30 Kasım 2007 yılında Süleyman Demirel Üniversitesi’ndeki bir fizik konferansına katılmak üzere ekibiyle birlikte bindiği uçağın düşmesi* nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Bilim uğruna yaptığı çalışmalarının peşindeyken talihsiz bir şekilde hayata veda eden Engin Arık, bir nevi Türkiye’nin Marie Curie’si olmuştur.

Çalışmalarıyla ve hayatıyla bizlere ilham veren bu büyük bilim insanını ve onunla birlikte kazada hayata veda eden herkesi saygıyla anıyoruz.

Yazan: İlkcan Erdem

Broadway Abi

Renault R9 1.4 Spring…  Her ne kadar kelimelere dökülemeyecek kadar derin bir anlamı olsa da, Amatör Astronomi Topluluğu’nun gayriresmi arazi aracı. Topluluğun yeni kanlarından biri olan ben, yaratıcılık ve üreticiliğin beden bulmuş hali ve insanlık tarihine en aydınlık günlerini yaşatacak insanlardan, sayısız anılara ev sahipliği yapmış “Spring”in sahibi Alpcan ile dün tanışma şansı yakaladım. 10.12.2016 tarihinde, topluluk hakkında hayati manevraların tartışıldığı aristokrat bir toplantı yapıldı.

Bu toplantı sırasında, önce derinlerden gelen bir Spring sesi, ardından da onu gördüm. Karanlıklar içinden çıkıp gelmişti. Çağrı Erciyes’in, “gelecek vadeden iki üyenin tanışması” adındaki küçük bir etkinlikle, beni o kahraman ile tanıştırması aslında sadece bir başlangıçtı.

Ondan ilk ricam oldukça büyüktü. Efsanevi aracın direksiyon koltuğuna oturmak, o an aklıma gelen en uçuk istekti ama söylemiştim bir kere. Hiç beklemediğim şekilde yanıtlandı bu arzum. Heyecanlı bir freshman görmüş, idealist bir bireydi o. Kabul etmişti isteğimi. Ardından, dakikalar içerisinde koltuğundaydım. Evet! Spring’in koltuğundaydım. Marşa basma teklifi vermiştim adeta hadsiz bir şekilde. O da kabul edildi ve elim anahtara gitti. Hiç teklemeden çalışmıştı Spring. Adeta, “daha çok nesil bununla TUG’a gidecek” diyordu. Çok etkilenmiştim. Hatta, büyülenmiştim. Gecenin geri kalanında yaşayacaklarım anlamını yitirmişti. Hatta hayatımda yaşamak istediğim mutlulukların hepsini orada tek celsede yaşamıştım.

Geri döndüğümüzde, toplantıya bir şenlik havası hakimdi. Benim de onların unutulmaz anılarının bir parçası olmam topluluktaki her bireyi etkilemişti. Artık yeni nesillere de bu hikayeleri aktaracak biri vardı. Kısacası, o an topluluktaki tek mutlu kişi ben değildim.

Topluluğun “Millennium Falcon”u hakkındaki hikayelerin geri kalanını, topluluğun farklı farklı bireylerinden dinledim toplantının devamında. Millennium Falcon hakkındaki hikayelere ilişik olarak ise, toplantının ortalarında tanıştığım Han Solo hakkındaki hikayeler de benimle paylaşıldı.

Hikayelerin ardından, Çağrı Erciyes tarafından benim hakkımda kısa bir özet Han Solo’ya verilmiş olacak ki, Han Solo bana asla reddedemeyeceğim son derece idealist ve profesyonel bir teklif ile geldi. Gözlerinde “senin teknik bilgin ve benim teknik bilgim birleştiğinde, bir süpernova yaratacağız” yazıyordu adeta. Çok etkilendim teklifinden ve bir gün sonrası için daha profesyonel bir toplantı planladık.

Gecenin son demlerine geldiğimizde, azmin ve tatlı bir rekabetin söz konusu olduğu, “en hızlı içecek tüketme” yarışması, öncelikle topluluk başkanı ve yönetim kurulu üyeleri tarafından yeni kanlara gösterildi. Ardından ise biz yeni kanlar bu eğitim doğrultusunda benzer bir yarışmayı aramızda yaptık.

Gece bitip ardıma baktığımda; mutluluk, gelecek nesillere ilk günkü heyecanımı koruyarak anlatacağım anılar  ve Han Solo’ile aramızdaki unutulmaz benzerliğin bana yaşattığı şaşkınlığı görüyordum.

Yazan: Ege Can Karanfil

10 Aralık Beşiktaş Saldırısı’nın Karşısındayız

ODTÜ’lü yıldız çocukları olarak 10 Aralık 2016’da İstanbul Beşiktaş Gümüşsuyu girişinde yaşanan ve halkımıza korku salan bu alçakça saldırıda yaşamını yitiren tüm insanlarımızın yakınlarına başsağlığı diliyoruz ve yaşanan saldırının karşısında durduğumuzu bildirmek istiyoruz.

Bilim, şiddetin ve terörün yöntemlerini kullanan insanların karşısında, özgürlüğün yanındadır. Bilimsel yöntemin insana kattığı bilince sahip insanlar, mantık ve diyalog yöntemleri ile sorunlarına çözümler arar. Suçsuz insanların öldürülmesi hiçbir zaman hiçbir sorunu çözemez. Bu bilinç ile dileriz ki bu tür saldırılar azalır ve ülkemizdeki daha fazla insan gökyüzüne bakabilir.

Cumhuriyetin Bilim İnsanı: Cavid Erginsoy

Amatör Astronomi Topluluğu olarak yaptığımız bir çok etkinliği, çok erken yaşta hayata gözlerini yuman ışık dolu bilim insanı Cavid Erginsoy’un adıyla anılan seminer salonunda yapıyoruz. Bu yazımızda da, Modern Türkiye’nin yetiştirdiği aydınlardan biri olan değerli bilim insanı Cavid Erginsoy’un hayatından bahsedeceğiz.

20 Mayıs 1924’te Ankara’da doğuyor Erginsoy. Babası, ailenin geri kalanıyla beraber, İtalya’nın jandarma sistemini öğrenmesi için İtalya’ya gönderiliyor. Henüz 5 yaşındayken İtalyanca ve Türkçe okuyup yazabiliyor Erginsoy. Ortaöğretim ve lise hayatını ise, kütüphanesinin içinde saatler geçirdiği Galatasaray Lisesi’nde tamamlıyor. Aynı kütüphanede, yıllarca sürecek bir arkadaşlığın temelleri de atılıyor. İleride meslektaşı olacak Feza Gürsey ile o kütüphanenin duvarları arasında tanışıyor.

Lise eğitiminin ardından, pek de uzun süre kalmayacağı İstanbul Üniversitesi Elektrik Bölümü’ne giriyor. 1.5 dönem sonra, devletin karşıladığı yurtdışı eğitim burslarının sınavlarına giriyor. Başvurduğu hemen her üniversiteden kabul edilse de, o İngiltere’yi tercih ediyor. Savaş dönemi İngilteresi’nde, başarılarla dolu bir akademik hayata da ilk adımlarını atmış oluyor.

1944 yılında başlayıp, 1946 yılında bitiriyor İngiltere’deki eğitimini. Dönemin en popüler çalışma alanlarından biri olan yarı iletkenler, Erginsoy’u da etkilemiş olacak ki, doktorasını fizik üzerine yapıyor.

Savaş döneminde, yeterli hocanın ve uygun programın olmadığı koşullarda, kuantum mekaniği öğrenmeye çalışıyor. Kitaplardan öğrenmeye çalışıyor. Arkadaşı Feza Gürsey’in endişelerine rağmen çalışma odasına kapanıyor ve aylarca çalışıyor. Aylarca yoğun çalışmanın ardından, adını katı hal fiziği kitaplarına yazdıracak bir çalışmaya imza atıyor.

Savaş dönemi ve savaş sonrasının zorluklarına rağmen, bilimsel  ve kültürel olanaklarından fazlasıyla yararlanıyor Erginsoy. Bir çok bilim insanı gibi o da sanata düşkündür.Klasik müzik çalmayı seven Erginsoy, edebiyata da düşkünlüğü ile biliniyor.  Bir çok yabancı eserin Türkçe’ye çevrilmesini, bir çok Türkçe eserin de farklı dillere çevrilmesini sağlıyor.

Türkiye’ye döndüğünde bilimsel çalışmalarına biraz ara verip ülkesinin eksikliklerine kafa yoran Erginsoy, ülkenin enerji problemleri ile ilgilenmeye başlıyor.

Ülkesinde de duyarlı bir sanat meraklısı olarak günlerini geçiren Erginsoy, sanat dernekleri kuruyor ve birçok etkinliğe katılıyor, etkinlik düzenliyor . Bülent Ecevit’in de aralarında bulunduğu “Helikon” isimli dernekte sanatsal aktiviteler düzenliyor ve bu dernek çok uzun süreler başarıyla etkinlikler düzenliyor.

Nükleer enerjinin evrensel yükselişi, Erginsoy’un da ilgisini çekmişti. Atom enerjisini ülkeye getirmek için pratik çalışmalar yapılmalıydı. Ülkenin bu alandaki eksikliklerini gidermek adına, Erginsoy öncülüğünde Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi kuruluyor.

1957-1958 yıllarında Ülkemizi, Nato Bilim Komisyonu’nda temsil ediyor. Akılcı bilim politikaları üretmek  üzere çalışmalar yapan Erginsoy, gelişmekte olan ülkelere bilim politikası danışmanlığı yapıyor ve sadece ülkemize değil, bir çok ülkeye bu konuda katkılar sağlıyor.

Saf bilimden uzaklaşmanın üzüntüsünü içinde yaşayan Erginsoy, New York’a taşınıyor ve çalışmalarına biraz da burada devam ediyor. New York’ta çalıştığı araştırma merkezinde, daha önce hiç bir yabancı araştırmacıya verilmeyen ömür boyu üyelik, Erginsoy’a veriliyor.

Yurtdışında geçirdiği günlerde, yurt özlemiyle Anadolu’da bir bilim rönesansını hayal ediyor Erginsoy… Ülke özlemi ve ülkesini ileriye taşıma isteği, artık onu yurt dışında tutamamaya başlıyor ve ülkesine dönüş yapıyor.

“Bilim geliştikçe deney imkanları arttı. Artık bilmek eskisi gibi inanmak, öyle farz etmek, tartışmalarla yıkılmayacak bir düşünce yapısı kurmak değil! Doğrudan doğruya, deneylerle fiziksel olayları ayırmak ve sonuçları; rakamlara, matematiğe ve diğer deney sonuçlarına uygun olarak anlamak demek.”
Cavid Erginsoy

Ülkeye döndüğünde önce Tübitak Bilim Kurulu üyeliğine seçiliyor. Ardından da yalnızca birkaç aylık çalışma yapabileceği ODTÜ’de öğretim görevlisi oluyor. ODTÜ’de geçirdiği bu kısa sürede bile, bir çok değerli bilim insanının idolü olarak onların akademik hayatına ışık oluyor. Aydınlattığı yarınlar, modern Türk Cumhuriyeti’nin en önemli  temel dayanağını, ‘Bilimsel Düşünce’yi temel alıyor.

1967 yılında, Cahit Arf’ın ve Erdal İnönü’nün  bulunduğu bir yemekte, kalp krizi sonucu hayata veda eden Erginsoy’un mirası, biz yıldız çocukları oldukça, sonsuza dek onurla ve gururla yaşatılacak.

Yazan: Ege Can Karanfil

Algınızı Değiştirecek Bir Film: Arrival

Geçtiğimiz yıllarda sinema dünyasına bilim kurgu dalında oldukça başarılı olan ve genelde büyük bir heyecanla takip edilen yapımlar eklendi. Yakın tarihte vizyona giren ve beklediğimden çok daha başarılı bir yapım olan Arrival, gözlemleyebildiğim kadarıyla insanların pek de ilgisini çekmeyen bir yapım oldu. Burada yanılma payım elbet var çünkü sadece şahsımın gözlemleyebildiği çevreden bahsediyorum. Kıyaslama yaptığım nokta ise bahsettiğim çevrenin Gravity, Interstellar ve Marslı gibi yapımları Arrival’a kıyasla daha büyük bir ilgiyle takip etmesiydi. Parmak basmak istediğim nokta Arrival’ın kesinlikle hak ettiği ilgiyi görmeyen bir film olması. Bütün bunları bir kenara bırakıp filmden bahsedecek olursak; Arrival bilim kurgu alanında yakın zamanda çıkan filmlere kıyasla çok sık izleyemediğimiz bir tür olarak karşımıza çıkıyor. Evet bilim kurgu var fakat bilim kurgudan ziyade filmin felsefi, dram ve gizem yönü çok daha güçlü ve böyle olması Arrival’ı daha da ilgi çekici kılan niteliklerden zira film beni fazlasıyla etkileyebildi. Üzülerek belirtmeliyim ki bu durum salonumda bulunan izleyiciler ile genel izleyici kitlesi için geçerli değil, bu zamanlarda artık bilim kurgu dendiğinde insanların aklına Arrival’da olanlardan çok daha değişik olaylar geliyor. Çoğu insan bu filmden etkilenmedi çünkü filmde muazzam derecede yıkıcı silahlara sahip olan, gezegenimize ani giriş yapıp saldıran uzaylılar ve her nasılsa böylesine üstün bir teknolojiye karşı elimizde olan basit bir güç ile gezegenimizi kurtaran kahramanlarımız yer almıyor. Bu açıdan önceden uyaralım bu film bilim kurgu evet ama enteresan silahlar, fedakarlıklar ve yersiz aksiyonlar barındırmıyor. Bunların yanında bilim kurgu dendiğinde insanların aklına yukarıda bahsettiğim örneklerin gelmesi başka üzücü bir durum fakat bunu tartışacağımız konu burası değil.

Adı Ted Chiang olan Çinli bir insanın “Story of Your Life” ismindeki hikayesinden uyarlama olan filmimiz henüz başında Max Richter ağabeyimizin muazzam bir parçasını çalarak izleyicilerine filmin devamının nasıl işleyeceğine dair ipucu veriyor. Max Richter eserleri gibi; ağır ve derin. Denis Villeneuve (yönetmen), bizlere bir bilim kurgu filminin dram ve felsefi yönden nasıl zenginleştirilebileceğini ve bunların nasıl kusursuz bir biçimde birleştirilebileceğini kanıtlıyor. Şimdi dilerseniz filmin benim üzerimde bıraktığı etkiyi yansıttığım kısma giriş yapalım. Film aşağıda yazdıklarımdan daha fazla mesaj içeriyor fakat beni en çok etkileyen kısmı aktarıyorum. Filmi izlemediyseniz aşağıda bulunan kalın harflerle yazılmış kısmı atlamanız sizin için fazlasıyla sağlıklı olur.

Sıradan bir günde gezegenimizin 12 farklı bölgesine uzay araçları iniyor (bizler olaylar Montana bölgesine inen uzay aracından takip edeceğiz). Dünya dışından olan canlıların oldukça büyük ve minimal tasarıma sahip uzay araçlarıyla gezegenimizi ziyaret etmeleri üzerine o bölgeyi karantina altına alan ordu iletişime geçmeye çalışıyor. Uzay araçlarının kapısı her 18 saatte bir açılıyor (bunu atmosferin dengelenmesi için gereken süre olarak düşünüyorlar). İlk temas sonucunda sadece anlaşılmayan sesler elde ediliyor ve bu kayıt ediliyor. Bu olaylar arka planda gerçekleşirken dil bilimci ve aynı zamanda üniversite hocası olan Lousie Banks’in hayatından çeşitli sahneler gösteriliyor. Günümüze döndüğümüzde Banks, artık pek de sıradan olmayan bir günde gelişmeleri takip ederken Albay Weber tarafından elde edilen seslerin çevrilmesi amacıyla ziyaret ediliyor. Banks, bu şekilde yardımcı olamayacağını ve onlarla iletişime bizzat geçmesi gerektiğini belirtiyor ve Montana bölgesine doğru yolculuğumuz başlıyor. Dr. Banks, uzaylılar ile olan iletişim süresince teorik fizikçi Ian Donnelly ile birlikte çalışıyor olacak. Alana varmalarının ardından ilk temasları fazlasıyla kısa sürüyor ve kayda değer bir şey elde edilemiyor. Dr. Donnelly çalışmalar sırasında uzaylılara isim veriyor. Heptapod. Yunan dilinde hepta 7, pod ise ayak, yani gayet sade bir biçimde yedi ayak. Sonrasında yapılan denemelerde Dr. Banks yazı yoluyla iletişim kurmayı deniyor ve başarılı oluyor. Uzaylılar ile ilk kayda değer iletişim sağlanıyor  ve aldıkları karşılık daha önce rastlanılmayan döngüsel bir dil, bu nedenle -haliyle- herhangi bir şey anlaşılmıyor. Filmde uzaylıların kullandığı dilin çözülme aşaması biraz hızlı işleniyor çünkü Villeneuve için önemli olan kısım burası değil, kendisi farklı bir noktaya parmak basacak. Filmde Sapir-Whorf hipotezinden bahsediliyor, bu hipoteze göre sözcükler dünyayı nasıl algıladığımızı belirler. Her dilin kendi içinde farklı bir mantığı ve algılama biçimi vardır (ekşisözlük). Dr. Banks, Heptapod dilini çözdükçe var olan algısı tamamen değişime uğruyor, kendisini tanımadığı küçük bir kızın hayalinde görüyor fakat bunları rüya olarak yorumladığı için pek önemsemiyor. Dr. Banks, yedi ayaklıların dilini çözmeye çalışırken diğer ülkeler ile olan bilgi alış verişleri kesintiye uğruyor ve en son edindikleri bilgiye göre Çinli dil bilimciler yedi ayaklıların gezegeni ziyaret etme amaçlarını çözmüş durumdalar. Silah teklifi. Bunun üzerine Çin, yedi ayaklılara karşı savaş ilan ediyor ve var olan ordusunu orada bulunan uzay aracına zarar verme amacıyla o bölgeye yönlendiriyor. Bu sırada Dr. Banks; ordunun, diğer ülkelerin tutumuna karşı Montana bölgesinde bulunan uzay aracının misilleme yapması durumunda hazırlıksız yakalanmamak için görevi iptal edip ayrılmaları gerektiği kararına uymayıp yedi ayaklılar ile son kez iletişime geçmeye çalışıyor ve başarıyor. Yedi ayaklıların diline hakim olan Dr. Banks uzay aracına gidip yaptığı görüşme sonucunda; silah teklifinin aslında yedi ayaklıların dillerinin olduğunun ve yedi ayaklıların üç bin yıl sonra insanlığın yardımına ihtiyacı olacağından onlara bu dili öğretme amacıyla geldikleri bilgisini elde ediyor. Dr. Banks, yedi ayaklıların döngüsel dillerinin zaman algısını değiştirdiği fark ediyor. Bizim kullandığımız dilde zaman; doğrusal, başı ve sonu var fakat yedi ayaklıların dillerinde zaman olduğu gibi işleniyor. Zaman, başı veya sonu olmayan, kendi içinde bükülebilen, uzayıp kısayabilen bir yapıdadır. Dr. Banks, yedi ayaklıların dillerini çözmeye çalışırken rüya olarak yorumladığı her şeyin aslında doğrusal düşünceden çıktığı için kendi hayatının gelecekten birer kesitleri olduğunu anlıyoruz. Bu noktada filmin bizlere vermek istediği mesaj olan, dilin en güçlü silah olduğunu anlıyoruz. Filmin sonunda Dr. Banks’in yedi ayaklıların dillerini insanlara öğreten çalışmalarda yer aldığını görüyoruz. Ve olaylar açıklığa kavuştuğunda Dr. Banks herkesi fazlasıyla düşündüren bir soru soruyor, “Eğer hayatınızı baştan sona her şeyi ile biliyor olsaydınız, bazı şeyleri değiştirir miydiniz?”

Filmin müzikleri Jóhann Jóhannsson tarafından yapılmış. Film müzikleri o kadar yerinde ve etkileyici ki o atmosfere girmekte kesinlikle bir zorluk yaşamadım. Bunun dışında ayrıca belirtmek istiyorum, filmin başında benim fazlasıyla sevdiğim Max Richter’ın bir eserinin çalınması daha en başından filme karşı olan yaklaşımımı değiştirdi. O an çok etkileyici bir film olacağını sezdim. Arrival, izlediğim her saniyesinden haz aldığım nadir filmlerden biri olmayı başardı. İnsanları düşündürmenin, yorumlamaya zorlamanın, sorgulatmanın pek zor olduğu bu dönemde bunu başarabiliyor olmasıyla kesinlikle adından söz edilenden de çok söz edilmesi gereken bir film. Dünya dışından olanlar ile ilk temasımızı böylesine gerçekçi bir biçimde işliyor olması bazı insanları bunaltsa da benim beğenimi fazlasıyla kazandı. Bu filmi kesinlikle herkese öneriyorum ve tekrar uyarıyorum garip silahlar ve işgal altındaki bir gezegen yok, bambaşka bir bilim kurgu var. Sizlere Max Richter’ın film başında kullanılan eseri ile veda ediyorum.

Arrival IMDb sayfası

Arrival fragmanı

Yazan: Doğuş Kaçmaz

Göktürk-1 Uydusu Fırlatıldı

Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. ‘nin (TUSAŞ), İtalyan Telespazio Şirketi ve Aselsan’ın, Türkiye Cumhuriyeti Milli Savunma Bakanlığı için tasarlanmış olan, Türkiye’nin Göktürk-2’den sonra yüksek çözünürlüklü bir diğer uydusu  5 Aralık 2016’da Kourou’da Fransa’nın Güney Amerika’daki ilindeki Guyana Uzay Merkezi’nden fırlatıldı. Bu programın tüm bütçesi 250 milyon Euro’yu geçmektedir. Dünya’yı gözlemleyen 1060 kg ağırlığındaki, Güneş enerjili bu uydunun, yüksek çözünürlüklü bir optik sensörü (0,8m) vardır ve sensörün ömrü 7 senedir. Ayrıca projenin bir diğer önemli kısmı ise Türkiye’de kurulmuş olan tesis etabıdır. Türkiye’de kurulan bu tesiste, 5.00 kilograma kadar uzay aracının montajı, entegrasyonu ve denenmesi yapılabilmektedir. Uydu yaklaşık 90 dakikada Dünya çevresinde bir tur atacağı ve bir sene içerisinde 60 binden fazla görüntü alacağı tahmin ediliyor.

Bu uydunun amacı TUSAŞ’ın internet sitesinde şu şekilde açıklanmıştır:

“GÖKTÜRK-1 Programının amacı; coğrafi kısıtlama olmaksızın dünya üzerinde herhangi bir bölgeden askeri istihbarat amaçlı yüksek çözünürlüklü görüntü elde edilmesine imkan tanıyacak; aynı zamanda orman alanlarının kontrolü, kaçak yapılaşmanın takibi, doğal afet sonrası en kısa sürede hasar tespiti, ürün rekolte tespiti, coğrafi harita verilerinin üretilmesi gibi pek çok sivil faaliyet alanında da görüntü ihtiyacını karşılayacak bir uydu sisteminin tedarik edilmesidir.”

TUSAŞ’ın yürütmeye devam ettiği bir diğer proje de Göktürk-3’tür. Bu proje tamamen yerli bir tasarım (uydu ve yer istasyonu) olarak başlamıştır. Göktürk-3 uydusu Türkiye’nin ilk sentetik aralıklı uydusu olacaktır ve 2019’da fırlatılması planlanlanmaktadır.

Kaynakça:

Yazan: Çağıl Benibol