gokyuzu.org

Çakılı Kalan Saat: Saatler Artık Geri Alınmıyor

Saatleri bir ileri bir geri almak birçoğumuz için ancak kafa karıştırıcı bir angaryadır (“Şimdi saatleri ileri mi alıyorduk, geri mi?” diye düşünmüşlüğünüz kesin olmuştur). Bir kısmımız içinse saatlerin değişmesi mevsim dönümlerini simgeleyen bir dönüm noktası, zamana hükmeden insanoğlu için şaşmaz bir ritüeldir. Gelgelelim bu hafta sonu olması gereken bu ritüel (ya da kargaşa, nasıl diyorsanız) olmayacak, çünkü 8 Eylül’de çok da ses getirmeyen bir şekilde Türkiye’nin zaman dilimi toptan değişti. Resmi Gazete’de yayımlanan karar “yaz saati uygulamasının yıl boyu sürdürülmesi” hakkındaydı gerçi; ama bu aynı olaya farklı bir bakış açısı aslında. O zaman tam olarak ne olduğunu ve saatlerin çakılı kalmasının ne anlama geldiğini anlatmadan önce kısaca yaz saatinin geçmişine ve şimdiye kadarki ritüellere (ya da kargaşaya, PEKİ) bakalım.

Saatler İleri, Marş!

Modern anlamda yaz saati fikri ilk defa 1895’te, Yeni Zelandalı bir böcek bilimci tarafından önerilmiş: Saatleri ileri alınca öğleden sonra böcek toplamak için daha fazla gün ışığı olacağını fark etmiş çünkü… Ülke çapında yaz saati uygulaması ise ilk defa 1916’da, Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tarafından 1. Dünya Savaşı sırasında hayata geçti, 1970’lerdeki enerji kriziyle de birçok ülkede belli bir düzene oturdu.

Yaz saatinin amacını hepimiz biliyoruz: Gündüz saatlerini verimli kullanmak ve enerji tasarrufu sağlamak. Normalde kullandığınız standart zaman, yerel zamandan çok farklı değilse (ki kış saati uygulamasında Türkiye’nin batısı için öyle) Güneş’in tepeye geldiği öğlen vakitleri 12’de olmaya meyillidir, sabah 07:00’de uyanıp 23:00’te yatan biri içinse “kendi gün ortası” ancak saat 15:00’tedir. Böyle olunca uzun yaz günlerinde siz uyanmadan saatler önce gün doğmuş, daha birkaç saat daha ayakta kalacakken hava kararmış olur.

Yani yaz saati, gündüz zamanlarını insan aktivitelerine bir nebze de olsa uydurmaya çalışan bir sistemdir. Hatta Ekşi Sözlük’ten bir yazarın dediği gibi, “yaz saati uygulaması aslında insanın kendini kandırmasıdır”, çünkü gün ışığından faydalanmak için insanları yazın bir saat erken kaldırmaya zorlamak yerine saatleri bir saat ileri aldırıyoruz. Hangimiz mayısta 07:40 dersine gitmek ister ki?

Üstteki harita ise geçen ay itibariyle yaz saatini uygulayan bölgeleri gösteriyor. Mavi ve turuncuyla gösterilen yerler yaz saati uygulamasını uygulayan, açık griyle gösterilen yerler bir zamanlar yaz saatini denemiş ama artık kullanmayan, koyu griyle gösterilen yerler ise yaz saatinin yüzüne hiç bakmamış bölgeler. Renkli bölgelerin azlığı sizi şaşırtabilir: Avrupa ve Kuzey Amerika haricinde saatleri bir ileri bir geri alan pek de ülke yok aslında. Ama unutmamakta fayda var, yaz saati uygulaması sadece orta enlemlerde işe yarıyor. Ekvatora yakın bölgelerde gün uzunluğu zaten çok fazla değişmediği için gündüzleri insanlara göre ileri geri kaydırmaya gerek yok, yüksek enlemlerde ise yazın gündüzler o kadar uzun ki saatlerle oynamanın anlamı yok. Bir de bazı ülkeler—Rusya gibi—olması gerekenden daha doğuda bir boylamı standart zaman için referans kabul ediyor, bu da yıl boyu yaz saati etkisi yaratıyor.

Uygulamaya karşı olan araştırmalar da az değil: Bazı araştırmalar yaz saati uygulamasının ısınma, klima ve modern aydınlatmanın olduğu günümüz dünyasında kayda değer bir enerji tasarrufu sağlamadığını iddia ediyor. Akşam ışığı insanları daha çok gezmeye teşvik ettiğinden otomobil ve petrol endüstrisinin uygulamayı desteklediği bile iddia edilmiş! Başka bir araştırma da muhtemelen biyolojik saatimizle oynadığımız için baharda saatleri ileri aldıktan sonraki birkaç gün kalp krizi riskinin arttığını bulmuş (Gerçi güzde ise tam tersi oluyormuş). Evrim Ağacı da bu konuda kendi argümanlarını burada sunmuş. Saatleri bir ileri bir geri almanın herkesin mutlu olduğu bir konu olmadığı belli.

Türkiye’de Durum Ne?

Türkiye’de yaz saati uygulaması başlangıçta biraz karışık, hatta çılgınca olmuş, takip etmesi zor. Türkiye’nin 30° doğu boylamına göre ayarlanmış standart zaman dilimi GMT+02:00 olarak geçer (Greenwich Ortalama Zamanı—“Greenwich Mean Time” + 2 saat, nam-ı diğer “kış saati”), doğu sınırımızın hemen dışındaki 45° doğu boylamına göre ayarlanan yaz saati ise GMT+03:00’e denk geliyor. İlk yaz saati uygulaması ta Osmanlı döneminde, daha doğrusu İtilaf devletlerinin talebi üzerine 1919’da uygulanmış, sonraki 3 yaz ise İstanbul ile sınırlı kalmış. Cumhuriyetin ilanından sonra 1924-1926 arasında yaz saati uygulanmış, 1926’da saatler geri alınmayarak 1940’a kadar ileri zaman (GMT+03:00) kullanılmış. 2. Dünya Savaşı’nın ağır ekonomik etkilerinden dolayı Temmuz 1940’ta saatler bir saat daha ileri alınmış (GMT+04:00: “çifte yaz saati”. Yazın Ankara’da akşam 9’da güneşin hala batmadığını düşünün). Ekimde saatler geri alınmış (GMT+03:00), ama şartlar gereği aralıkta yeniden ileri alınmış (GMT+04:00). Eylül 1941’de ise saatler iki gün üst üste birer saat geri alınarak normal zamana dönülmüş (GMT+02:00). 1942-1945 yıllarında da saatler tüm yıl bir saat ileride tutulmuş, 2. Dünya Savaşı bitince—ÇOK ŞÜKÜR—standart zamana geri dönülmüş.

İlk defa 1947’de bazı Avrupa ülkeleriyle senkronize olarak yaz saati kullanılmaya başlanmış, fakat bu sadece 5 yıl sürmüş. Uzun bir gelgitli evreden sonra, 1985’ten beri her yıl sistematik bir şekilde yaz saati uygulamasını kullanıyoruz—yani, kullanıyorduk.

Alttaki grafikte ise Türkiye’nin yıllar boyunca kullandığı zaman dilimleri görülebilir. Tüm yıl süren kalıcı saat dilimi değişiklikleri bazen “sürekli yaz saati”, bazen ise “ileri saat” olarak kullanılmış, yani saat dilimimiz pratikte değişse bile GMT+02:00 standart zamanı referans kabul edilmiş

Şimdi Ne Oldu Peki?

En başta da bahsettiğim gibi, “kalıcı yaz saati” olarak bahsedilen şey, Türkiye’nin saat diliminin değişmesinden başka bir şey değil. Değişikliğin bu şekilde sunulması hem olayı daha anlaşılır kılıyor, hem de olası tepkileri azaltıyor (“Zaman dilimini değiştirdik, yaz saatini de çöpe attık,” dense daha fazla itiraz geleceği kesin). Ha yaz saati kalıcı olmuş, ha saat dilimi değişmiş, ne fark eder peki? Her ne kadar Türkiye’de kış saati yılda sadece 5 ay uygulansa da resmi zaman dilimimiz standart zaman olarak kabul edilen kış saatiydi. Yani kış saatinin kaldırılması pratikte saat dilimimizin değişmesi anlamına geliyor. Nasıl “365 gün indirim” diye bir şey yoksa (aslında fiyatlar öyledir), 365 gün yaz saati diye bir şey söz konusu olamaz. Sonuç olarak 8 Eylül’de saat dilimimiz değişti ve aynı anda yaz saati kaldırıldı. İkisi aynı anda olunca 8 Eylül günü hiçbir şey değişmedi tabii, farklılığı ayın 30’unda saatleri geri almadığımızda göreceğiz.

Bu değişiklikteki zamanlama, Batı’dan uzaklaşıp yüzünü Doğu’ya dönme politik alt metinlerini de taşıyor gibi. Bu yıl bunu gerçekleştirerek hem Avrupa’nın senkronize bir şekilde kullandığı yaz saati uygulamasını terk ettik, hem de Moskova dahil Rusya’nın batısıyla ve Suudi Arabistan’la yıl boyunca aynı zaman dilimine sahip olduk. Rusya da genel olarak normalden daha doğuyu referans alan, “sürekli yaz saati” olarak tanımlanabilecek zaman dilimleri kullanıyor. Avrupa’yla ise zaman farkı yazın farklı, kışın farklı (bir saat daha fazla) olacak.

Sonuç?

İyi haber: Saatler geri alınmadığı için akşamüstleri Güneş bir saat daha geç batacak. Ankara’da Güneş aralıkta bile 17:20’den önce batmayacak, yani 17:30 derslerinden çıktığımızda hava hala aydınlık olacak. Normalde Güneş ancak şubat ortasında o saatte batmış oluyordu. Güneş daha geç batacağı için hava daha geç soğumaya başlayacak, gökyüzü gözlemlerimiz için iyi haber 🙂 Doğu Anadolu’da ise kullanılan zaman yerel saate daha yakın olduğu için Güneş 15:30 gibi aşırı erken saatlerde batmış olmayacak. Bir de elektriğin en yoğun kullanıldığı akşamüstü saatlerinde daha az elektrik tüketeceğiz.

Kötü haber: Saatleri geri aldığımızda gün doğumları da bir saat ileride kalacak, öyle ki ocak başında Güneş’in 08:10’a kadar doğmadığını göreceğiz (Hele Edirne’de Güneş 08:40’ta ancak doğacak). 08:40 dersine yetişmek için kalktığınızda hele şehirdeyseniz etraf hala zifiri karanlık olacak. Sabahın köründe işe yetişmesi gerekecek insanlar alacakaranlıkta yollara düşecek. Sabahları derse koşarken etraf bir saat daha az Güneş ışığına maruz kalmış olduğu için ortalık birkaç derece daha soğuk olacak. Muhtemelen akşam güneşinin sağlayacağı tasarrufun çoğu de sabahları aydınlatma ve ısıtma için gidecek. Kaldı ki dişe dokunur bir tasarruf olsa bile, zaten stresli bir okul/iş hayatı süren vatandaşımızın “gecenin köründe” kalkıp iş görme zorunluluğundan ötürü daha stresli sabahlar yaşayacağını ve genel bir verimlilik kaybı olacağını düşünüyorum.

Bir de standart dışına çıkmanın getirdiği karışıklık var. Geçen yıl saatler seçimlerden dolayı iki hafta geç geri alındı da iki hafta sonu birden insanların nevri döndü: Akıllı telefonlar saatleri erkenden geri aldı, insanlar “Saat kaç?” diye Google’dan arama yapmaya kalktılar. Onu geçtim bilgisayar sistemlerinin, banka veritabanlarının saatlerinin güncellenmesi var; en basitinden telefondaki ajandamda bile etkinliklerin saatleri 30 Ekim’den itibaren sapıtıyor.

Ama şimdiden belirteyim, pazar günü kafanızın karışmasına hiç gerek yok! Tek lazım olan basit bir saat: Hani milyar transistörlü bilgisayar-telefonların işlevi olarak sunulmayan, internetten kendini güncelleyemeyen, ekimin son pazar gecesi saat 04:00’te kendini geri almaya programlanmamış bir saat. Köşede atıl duran çalar saat var ya, çıkarın onu ortalığa, pilini takın güzelce, saatini ayarlayın. Ondan sonra yapmanız gereken çok basit: Hiçbir şey yapmamak. Pazar sabahı saate bakınca doğru zamanı gördüğünüzden emin olabilirsiniz, böylece saati bile Google’a sorma rezilliğine de düşmemiş olursunuz.

Tabii ben bu konuda uzman değilim, yaptıkları çalışmalar sonucu güzel bir tablo çizen bilim insanları da var. Kimin haklı olduğunu bu kış birlikte göreceğiz, umarım endişelerimde haklı çıkmam.

Kaynaklar:

https://eksisozluk.com/entry/15865235

https://en.wikipedia.org/wiki/International_Meridian_Conference

https://en.wikipedia.org/wiki/Time_zone

http://www.astrolojidergisi.com/yazsaati.htm (Sitenin adı “astroloji”li olsa da bu sayfada kullanılan kaynaklar çok sağlamdı.)

http://www.evrimagaci.org/fotograf/30/7217

http://www.itu.edu.tr/haberler/2016/09/09/itu-tasarruf-eden-ve-daha-mutlu-bir-turkiye-icin-saatleri-sabitledi

http://www.journals.istanbul.edu.tr/iutarih/article/view/5000119516/5000110316

https://www.timeanddate.com/time/change/turkey/istanbul

Yazan: Çağatay Kerem Dönmez

Ay Neden Kırmızı Görünür?

Dünyamız’ın uydusu Ay, 29 günlük period dahilinde çeşitli evrelerinde gözlemlenir. Bu evrelerde Ay diskinin aydınlanan bölümleri Dünya yüzeyinden görünür hale gelir. Ancak bazı durumlarda Ay Dünya’dan kızıl-kırmızı renkte görünür. Bunun nedenini hiç düşündünüz mü?

Ay, tam Ay tutulması süresince kırmızı renkte gürnür. Bunun nedenini, basit bir şekilde açıklayabiliriz. Ay normalde üzerine düşen Güneş ışınlarını bize yansıtmaktadır ancak tam tutulma sırasında, Dünya, Ay’ın Güneş’ten gelen ışınları direkt olarak almasını engeller. Bir başka deyişle, Ay, Dünya’nın gölgesine girer. Bu durumda, Ay, direkt olarak Güneş ışınlarını alamaz ancak az da olsa Dünya atmosferinden saçılan ışınları alabilir. İşte bu ışınlar, genelde spektrumun kırmızı tarafında daha yoğundur. Tıpkı Güneş batarken daha kırmızı görünmesinde olduğu gibi, Rayleigh saçılımı adını verdiğimiz bu saçılımın nedeni, Güneş’ten gelen beyaz ışığın, mavi bölgesinin, kırmızı bölgesine oranla daha fazla saçılıma uğramasıdır. Ay, tam tutulma sırasında sadece Dünya atmosferinden gelen kırmızı yoğunluktaki bu ışık ile aydınlandığından, Dünya yüzeyinden kırmızı görünür.

Yazan: SEDAT CANLI

2016-2017 Güz Dönemi Tanışma Toplantısı

Bizler gökyüzünü seven Yıldız Çocuklarıyız. Bu dönemki yapacağımız tüm etkinlikler hakkında bilgi almak isterseniz, sizleri de 13 Ekim Perşembe günü 18:00’da Fizik Bölümü üçüncü katta bulunan “Cavid Erginsoy Seminer Salonu”nda yapacağımız tanışma toplantımıza bekleriz. Etkinlik sonrası havanın durumuna göre gökyüzü gözlemi yapılacaktır.

Bol Yıldızlı Geceler!


Etkinlik Bağlantısı:

Juno, Kocası Jüpiter’e Kavuşurken

2011 yılının bir yaz gününde başlamıştı macera. ATLAS V Roketi, içinde Rus yapımı bir itiş motoruyla Soğuk Savaş Dönemi insanlarının duysalar inanmayacakları bir uluslararası işbirliği ile taşımıştı Juno Uzay Aracı’nı kozmik okyanusun kıyısına. JUpiter Near-polar Orbiter, yani Juno, Jüpiter gezegenine duyduğumuz merakı gidermenin ve kafamızdaki sorulara cevap bulmanın oldukça önemli bir yolu olacak. 4 buçuk yıllık yolculuğun ardından nihayet gerekli yörüngeye oturmak üzere olan Juno’nun, 4 Temmuz günü istenilen yörüngeye tam olarak oturması beklenmekte. Peki, Juno tam olarak neyi araştıracak?

Galileo Uzay Aracı Temiz odada. NASA 1983

Jüpiter, güneş sistemimizdeki en büyük gezegendir, bu tür gaz gezegenlere gaz devler adı verilir. Gaz devlerin (Jovian) bileşenlerinin ne olduğunu genel olarak bilmekteyiz ve nasıl oluştuklarını az çok tahmin etmekteyiz. Ancak elimizdeki gerçek deliller ve bilgiler oldukça kısıtlı. Birçok görece ilkel denecek denemelerin ardından 1989’da Galileo Uzay Aracını yolladık Jüpiter’e. Bu araçlar orta çağlarda okyanusa açılan kâşiflerimizdi Carl Sagan’ın deyişiyle. Robot kâşifimiz Gelileo, bizlere uzak diyarların şarkılarını söylüyordu yani. Galileo sayesinde Jüpiter’in uyduları ile yaptıkları kütle çekimsel etkiler hakkında oldukça detaylı fikir sahibi olabildik. Ayrıca Jüpiter’in çekirdeğindeki aktiflik sebebiyle oluşan devasa manyetik alanlar hakkında da fikirler vermeyi başarmıştı Galieo, gezegenden uzaklığını bir azaltıp bir arttırarak. Ayrıca uzay aracının Jüpiter’in uyduları Io’ya ve Europa’ya yaptığı yakın geçişler ile bu uyduların yapılarındaki kil benzeri minerallerin içeriğini anlamayı başardık. Ancak tüm bu ölçümler cihaza zarar vermişti. Daha güçlü, bir başka cihaz gerekiyordu.

Şu ana kadar bir uzay aracına takılmış en büyük Güneş Panelleri, Juno’nun kanatları

Tam bu noktada, ismini tanrılar tanrısı Jüpiter’in karısından alan Juno Projesi için düğmeye basıldı. Bu seferki uzay aracı diğerlerine göre daha farklı olacaktı. Jüpiter’e gidecek uzun yol sırasında elde edilecek tüm enerji Güneş Panelleri aracılığıyla üretilecekti ve şu ana kadar bir uzay aracının sahip olduğu en geniş Güneş Panellerine sahip olacaktı. Bu sayede Juno’nun “kanatları” şu anda 12.000 Watt Elektrik üretebilme kabiliyetine sahip. Bu da hala Kömür, Doğal Gaz gibi kaynaklara yatırım yapan ülkelere ders niteliği taşıyor.

Bu bayrak yarışında Galileo’nun bıraktığı yerden araştırmaları üstlenecek ve Jüpiter üzerinde oynadığımız bu yapboz oyunundaki kayıp parçaları bulmamıza yardım edecek olan Juno’nun, bu kapsamda şu bilgileri elde etmesi planlanmakta:

•Jüpiter atmosferinde su var mı araştırmak, sistem içindeki Oksijen-Hidrojen oranını belirlemek.

•Jüpiter’in çekirdeğinin nasıl oluştuğunu anlamaya çalışmak, kaya kısımlarında su, organik madde ve hatta yaşamın var olma olasılıklarını araştırmak.

•Jüpiter’in çekirdeğinin kütlesini daha az hata payı ile hesaplamayı sağlamak. Bu sayede Güneş Sistemimizi yaratan büyük yıldızın yapısı hakkında daha detaylı bilgiler edineceğiz.

•Jüpiter üstünde oluşan auroraların gözlenmesi amaçlanıyor.

•Juno aracının topladığı veriler sonucunda Jüpiter’in bütün olarak ve ayrıntılı bir şekilde kütle çekimsel alan haritası çizmek istenmekte.

•Kütle çekimi haritası tek başına yetmiyor tabi. Manyetik alan etkinlerinin de ayrıntılı olarak haritalanması planlanıyor.

•Yapı-Tarama(Frame-Dragging) yöntemi ile Jüpiter’in açısal momentumunu hesaplama.*

•Saatte 614 km hıza ulaşan Jüpiter içindeki dev fırtınaların nasıl oluştuğunu ve bu hız ile enerjiyi nasıl koruyabildiğini anlamak.

Tüm bu bahsedilenler tam anlamıyla elde edilebilir ise gaz gezegenlerin davranışları hakkında daha detaylı bilgilere erişebileceğiz ve bu bilgilerden yola çıkarak Güneş çevresinde olmayan öte-gaz gezegenlerin yapıları hakkında daha tutarlı tahminlerde bulunabileceğiz.

Juno Uzay Aracının ardında Amerikan Güneybatı Araştırma Enstitüsü (Southwest Research Institute), NASA’nın Jet İtki Laboratuarı (Jet Propulsion Laboratory), Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü ve Hawaii Üniversitesi’nden çeşitli mühendisler, uçuş komutanları, fizikçiler ve kimyacılar bulunmakta. Bu oldukça geniş katılımlı çalışma sayesinde NASA’nın Goddard Uçuş Merkezi’nde inşa edilen ve fırlatılan aracın tüm masrafları, yukarıda ismi geçen kurumlara 1.1 Milyar Dolara mal oldu. Bu miktar Diyanet İşleri Başkanlığı 2015 Yılı Bütçesinin yaklaşık 5’te 1’ine tekabül etmekte.

Temmuz 2016’da görevini başlaması beklenen Juno, etrafında sürekli olarak dönen Güneş Panellerine sahip tasarımı ile Jüpiter’in çevresini tam 32 defa turlayacak ve zaman zaman Jüpiter’in üst tabakasındaki bulutlardan 5.000 km uzakta olacak kadar gezegene yaklaşacak. Tüm bu serüven gerçekleşirken içinde buluna ekipmanlar ile veri alacak ve bir yıllık bir süre içinde gerekli verilerin tümünün elde edilmesi hedeflenmekte. Juno, bünyesinde;

•Yerçekimi kuvvetini ölçerek haritalama yapan bir sensör

•Elektromanyetik radyasyonu ölçen bir radyometre

•Birim alana düşen manyetik alan şiddetini ölçen bir Magnetometre

•Plazma ve iyonlaşmış parçacıkları yakalayan bir detektör

•Morötesi ve Kızılötesi ışın detektörleri

•Optik kamera

Barındırmakta. Bu kadar çok analiz cihazını aynı anda çalıştırmak ve elde edilen verileri hızlı bir şekilde göndermek oldukça fazla elektrik gerektirir. Bu noktada Juno’nun yeni nesil Güneş Panelleri devreye girmekte. Daha önceki Silikat bazlı Güneş Panellerine kıyasla 30 kat daha yüksek verimle elektrik üreten bu cihazlar, Jüpiter’e giden uzay araçları için özel olarak üretildi ve yakın zamanda halkın kullanabilmesi için seri üretime de geçilmesi de planlanmakta. Jüpiter’e Dünya’ya kıyasla 20-30 kat daha az Güneş ışığının ulaştığından bahsetmek gerekir.

Bir Uzay Aracı Jüpiter’e Nasıl Gidebilir?

Takdir edersiniz ki Jüpiter arabanıza atladığınızda bir günlük yolculuk ile varabileceğiniz bir yer değil. Ayrıca kafamızda canlanan yolculuk kavramı günümüzdeki Uzay Yolculukları için pek uygulanabilir değil. Güneş Sisteminin derinliklerine gidecek uzay araçları, enerji harcamadan gidebilmek için kütle çekimini temel itiş gücü olarak kullanmakta. Bir gökcismine yaklaşan uzay aracı, o cismin kütle çekimi etkisine yakalanıyor ve sürekli hızlanıyor. Ancak cismin içine girmeden yörüngede olcukça yakın bir tur attığında, tıpkı bir sapanın taşı fırlatışı gibi gök cismi, uzay aracını fırlatıyor. Juno da aynen bu şekilde Dünya’yı “sapan”ı olarak kullandı. Bu şekilde sürtünmenin yok denecek kadar az olduğu uzayda ek bir enerji harcamadan seyahat edebilirsiniz. Aşağıda Juno’nun hareket rotasını görmek mümkün.

Juno Projesi’nin önemli birkaç sorunu var. İlk olarak, bahsettiğimiz Güneş Panelleri daha önce hiç böyle bir uzay programında kullanılmamıştı ve herhangi bir sorunla karşılaşılmaması umut edilmekte. Şu ana kadar böyle bir sorunla karşılaşılmadı ancak yerde bulunan ekip, her türlü olasılığı gözden geçirmekte. İkinci olarak da, Jüpiter’in elektromanyetik alanını ortaya çıkarmak kolay bir iş değil. Özellikle gezegenin kutup bölgelerinde bulunan yüksek radyasyon alanları, Juno için tehlike oluşturmakta. Bu bölgelerin nerelerde oluşacağı önceden hesaplanıp, uzay aracının rotasını anlık olarak o bölgelerden uzak kalacak bir biçimde çizilmesi gerekecek. Fakat bu durum için de yer ekibi hazır. Juno’yu hazırlayan mühendis ekibi, uzay aracını çok güçlü ve iki yanda bulunan büyük itiş motorları ile donattı. Bu motorlar devreye girdiğinde anlık olarak rota değiştirme mümkün olacak. Ayrıca bu noktada, Juno’nun tam kapasite çalıştığında Jüpiter’in bir kutbundan diğerine çok kısa sürede gidebilecek.

Juno’nun içinde, bilimsel ölçüm cihazlarının yanı sıra, iletişimi sağlayacak antenler de bulunmakta. Saniyede 54 Megabit hızda veri gönderebilme kabiliyetine sahip bu cihazlar çok düşük enerjilerde bir sorun çıktığında bile veri gönderebilecek şekilde ayarlanmış durumda. Tüm bu teknik ekipmanlar ile beraber Juno, bir de İtalya Uzay Ajansı’na ait plaka bulundurmakta. Plaka’da Jüpiter’i ve uydularını bir teleskop ile ilk defa gören Galileo’nun el yazısıyla onları tarif ettiği not defterinin taratılmış bir hali bulunmakta. Galileo, tam bir ay boyunca aynı saatte ve aynı yerde Jüpiter’i teleskobu ile izlemiş, ardından da çevresindeki cisimlerin, Jüpiter çevresinde hareket ettiğini fark etmişti. Bu ise Galileo’nun kaleminden şöyle tercüme edilebilir:

“…Ayın 11’inde baktığımda Jüpiter’e en yakın konumda bulunan ‘yıldız’ın, gezegene olan uzaklığını arttırdığını gördüm. Civarındaki diğer ufak yıldızlar da, uzaklıklarını neredeyse yarıya indirmişlerdi. Tüm bu gözlemlerimden anlayabildiğim kadarıyla söyleyebilirim ki Jüpiter’in etrafında dört tane yıldız var ve dördü de bir şekilde bu gezegenin etrafında belirli bir düzen çerçevesinde hareket etmekte. … …”

Juno, yukarıdaki yazının Latince olarak yazılı olduğu plaka ile Jüpiter’in en büyük 4 uydusu olan Galileo Uydularına selam verecek. Bu planların dışında Juno; Galileo’yu, tanrı Jüpiter’i ve eşi Juno’yu sembolize eden LEGO figürler bulundurmakta. Ancak LEGOlar, plastikten yapıldığından ve plastiğin bunca yola dayanmama ihtimali olduğundan şirket, bu özel üç LEGO’yu Aliminyum metal alaşımlarından yaptı. Bu özel seri LEGO’lardan sınırlı sayıda satışa da çıkarıldı Juno ilk kez fırlatıldığında.

Jüpiter Bilimciler ve Öte-Gezegen çalışan astrofizikçiler, Juno’nun kocası Jüpiter’e kavuşmasını dört gözle bekliyorlar. Elde edilecek tüm veriler sayesinde bilgi dağarcığımızı arttırarak sonraki nesillere daha geniş kapsamlı bir bilimsel yapı bırakabileceğiz. Böyle son derece ciddi bilimsel araştırmalarda bile kültürümüzü temsil eden figürler götürüyor olmamız, bizden önce gelenlere saygımızı iletiyor olmamız da, uluslar arası bir toplum yaratmaya başladığımız şu günlerde, nasıl bir toplumsal kültür oluşturmamız gerektiğini göstermekte.

Medeniyetimiz, kültürünü ve binyılların mirasını kendi Güneş Sistemine yaymaya devam ederken, bilgi dağarcığımız da aynı hızda artmaya devam etmekte. Koşar adımlarla bilim dolu bir geleceğe adım atabilecek güzel bir potansiyelimiz varken, bu bilgileri edinebilecek ve ilerlemeye katkı sağlayabilecek insan kitlelerinin daha da artmasını umut etmek, bu değerli gaye ve gelecek, uğruna yılmadan çalışmaya değer.

Her zaman daha da ileriye!

*: Genel Görelilik Kuramı’na 1918 yılında yapılan eklemeden sonra gelen Frame-Dragging yöntemi ile Einstein alan denklemlerinin bazı çözümleri, bizlere kütle çekimi ve manyetik alan değerlerini bildiğimiz bir cismin açısal momentum değerlerini de hesaplamamıza olanak tanımakta.

Yazan: Özgür Can Özüdoğru

Kaynaklar: NASA, Juno Sayfası

Bu sayfadan, Juno’nun şu anda nerede olduğunu görebilirsiniz

Güney Batı Araştırma Enstitüsü Juno Sayfası

“Not: Bu yazı Bilim ve Gelecek Dergisi Haziran 2016 Sayısında yayınlanmıştır.”

NASA, Hubble Uzay Telekobu’nun Bilim Çalışmaları Sözleşmesini Uzatıyor

NASA, sözleşmeye bağlı olarak Hubble Uzay Teleskobu’nun görev süresini 5 yıl uzatıyor. Ajans, tek kaynak sözleşme uzatılmasını Uzay Teleskobu Bilim Enstitüsü’nün (STSCI) Baltimore’da yürütülen Hubble bilim çalışmalarının devamına destek olmak için Üniversiteler Birliği Astronomi Araştırmaları’na (AURA) perşembe günü verdi.

Bu eylem, performans süresini 1 Temmuz’dan 30 Haziran 2021’e kadar uzatıyor. Sözleşme değeri, toplam 2.03 milyar dolardan yaklaşık 196.3 milyon dolar artacak.

Hubble Uzay Teleskobu

Telif Hakkı: NASA

Bu sözleşme uzatımı, Uzay Telekobu Bilim Enstitü’nün Hubble görevinin, bilim programının devamı için gereken işi kapsayacak. Bu destek, Hubble için bilim sistem mühendisliğinin yürütülmesi için gereken ürün ve servisleri, bilim zemin sistem geliştirme, bilim operasyonları, bilimsel araştırma, hibe yönetimi ve kamu sosyal desteğini; Uzay Teleskopları için Mikulski Arşivi görevlerine veri arşivi desteği içeriyor.

Hubble, 2009’daki son uzay mekiği servisi görevinden beri her zamankinden daha iyi. Hubble’ın, 2020’lere kadar değerli veri sağlayabilmesi; tarihteki yerini, kendi güneş sistemimizden uzak evrene kadar menzili olan, müthiş bir genel amaçlı gözlemci olarak garantilemesi bekleniyor.

2018’de, NASA’nın James Webb Uzay Teleskopu, Hubble keşiflerinin efsanesi üzerine katkıda bulunarak ve evrenin bazı büyük sırlarını deşifre etmede yardımcı olarak dünya çapında astronomlara hizmet etmek üzere 2020’lerin öncül gözlemcisi olarak uzaya fırlatılacak.

Nasa ve ajans programlarıyla ilgili bilgi almak için : http://www.nasa.gov

Çevirme İşlemi: Güzin Turkay

Kaynak: NASA

Dünya’nın En Büyük Teleskobu E-ELT İçin Sözleşme İmzalandı

Bugüne kadar inşa edilen optik teleskoplardan en büyüğünün inşası yakında başlayacak.

Bugün(25 Mayıs), Avrupa Güney Gözlemevi(ESO) Şili’deki Atacama Çölü’nün dağlarında kurulacak olan dünyanın en büyük teleskobunun kubbesini ve ana tesisini inşa etmesi için bir müteahhit seçtiğini duyurdu.

European Extremely Large Telescope(E-ELT)

Telif Hakkı: ESO

E-ELT(European Extremely Large Telescope)’nin birincil aynasının çapı 39 metre olacak. Kıyaslama yapacak olursak, günümüzde faaliyet gösteren optik teleskopların ayna çapları 10 metre mertebesinde. Dünya’nın gökyüzündeki en büyük gözü olarak da adlandırılan E-ELT optik ve kızılötesi dalgaboyunda araştırma yapacak.

E-ELT gibi devasa teleskoplar evrenin optik resimlerinin çözünürlüğünü artıracak, bilim insanlarına evreni anlamaları için daha önce hiç olmadığı kadar izin verecek. En sönük ve çok uzaklardaki cisimleri araştırmalarını ve fizikteki, astronomideki, kozmolojideki çözülmemiş soruları cevaplayabilmelerini sağlayacak.

E-ELT ile diğer teleskop kubbelerinin karşılaştırılması.

Telif Hakkı: ESO

Hazırlayan: Seda Baştürk

Kaynak: space.comESO

Hindistan Mini Uzay Mekiği Fırlatıyor

Pazartesi günü, Tekrar Kullanılabilir Fırlatma Aracı(RLV-TD) Sriharikota, Hindistan’dan fırlatıldı.

Telif Hakkı: EPA

Hindistan insansız bir uzay mekiği fırlatarak, tekrar kullanılabilir uzay aracı geliştirme yarışına katılmış oldu. 7 metrelik model araç Andhra Pradesh’den fırlatıldı ve denize düşmeden önce atmosferde yaklaşık 70km(43 mil) yüksekliğe çıkması bekleniyor.

Nasa uzay mekiği programını 2011’de durdurduğundan beri alternatif tekrar kullanılabilir uzay araçları tasarlanmasında uluslararası ölçekte büyük bir rekabet var. Bu gibi araçların yapılması, uzay araştırmalarının masraflarını ciddi derecede azaltabilir. Son zamanlarda Hindistan uzay programlarına önemli miktarda araştırma olanağı ve kaynak ayırıyor. 2013’de fırlattıkları olan ve Mars’ın yörüngesine oturan uydu, şimdiye kadar yapılmış olanlardan en yüksek standartlısı oldu. Bu gelişmelerin ardından tamamen tekrar kullanılabilir olan bir uzay mekiğinin, bu yüzyıl içinde fırlatılabilmesi umuluyor.

Hipersonik Hız

Pazartesi günü fırlatılmış olan Tekrar Kullanılabilir Fırlatma Aracı (RLV-TD)Sriharikota’dan yapıldı.

Telif Hakkı: @NARENDRAMODI

1.75 tonluk olan uzay aracının uçuşu atlatması beklenmiyordu, yalnızca Hindistan Uzay Araştırmaları Örgütü’nün hipersonik hızlar ve otomatik inişle ilgili önemli bilgiler toplaması için tasarlanmıştı. Bu model son beş yıl içinde yaklaşık olarak 1 milyar rupi ($14m; £9.6m; ₺44m) harcanarak geliştirilmişti. Bu gelişmelerin sonucunda Başbakan Narendra Modi, bilim insanlarının gayretli çalışmalarını övdü.

ABD uzay mekiği programlarını durdurduğundan beri, milyarder Elon Musk’ınSpeaceX şirketi ya da Amazon’un sahibi Jeff Bezos’un Blue Origin’i gibi özel şirketler açığı kapatmaya çalışıyor. Fakat bu şirketlarin çalışma alanları yatay iniş yapabilen kanatlı araçlar yapmanın aksine, genellikle geleneksel roktetleri tekrar kullanabilir yapmak üzerine.

Ayrıca Japonya, Avrupa ve Rusya da benzer uzay mekiği teknolojilerini test etme aşamasındalar.

Çevirme İşlemi: Mina Meşe

Kaynak: BBC News India

Son 10 Yılın En Parlak Mars’ı

Akşamları gökyüzünü süsleyen gezegenlerden biri olan Mars, neredeyse Jüpiter kadar parlak görünüyor. -2.06 görünür parlaklığıyla son 10 yılın en parlak Mars’ını, güneydoğu yönüne baktığımızda kırmızı rengi sayesinde ayırt edebiliriz. Kızıl gezegenin parlaklığı günler ilerledikçe azalacak ancak yine de parlak Mars’ı görmek için vaktimiz var. Kızıl gezegene eşlik eden iki gökcismi daha var! Akrep Takımyıldızı’nın kalbi olarak da bilinen Antares ile Satürn. Görselde görüldüğü gibi, bu üç gökcisminden en yüksekteki Mars, en soldaki Satürn, diğeri ise Antares. Oluşturdukları üçgen sayesinde gökyüzündeki yerlerini kolaylıkla tespit edebilirsiniz. Bunlara ek olarak batı yönüne doğru bakacak olursak Jüpiter’i de görebiliriz.

Gökyüzünüz açık olsun!

Telif Hakkı: EarthSky

Kaynak: EarthSky

25 Mayıs, Havlu Günü

DON’T PANIC!

*Paniğe kapılma!

Tam da final dönemine yaklaştığımız bu dönemde gayet makul (ya da duruma göre, fazlasıyla yersiz!) bir öneri gibi duruyor, değil mi? Douglas Adams’ın tüm o yazdıklarının ötesinde, kendisiyle özdeşleşen iki kısacık kelime bu: Öyle ki bilim kurgu yazınının en büyük ustalarından Arthur C. Clarke bunun insanlığa verilmiş en iyi nasihat olduğunu söylemiş. Peki kim bu Douglas Adams? Havlu Günü’yle ne ilgisi var? Havlunun GÜNÜ mü olurmuş?!

“Bir de başımıza 42 çıktı!”

Bilmiyor musunuz? ÇOK AYIP.

Neyse… Douglas Noel Adams, (nam-ı diğer DNA), ne tesadüf ki DNA’nın yapısının keşfinden azıcık önce doğmuş, Beatles ve Machintosh hayranı, doğa dostu, zamanında Doctor Who’nun da ucundan tutmuş İngiliz bir yazar. 1978’de BBC’de radyo serisi olarak başlayan Otostopçunun Galaksi Rehberi öyle çok tuttu ki 5 kitaplık bir “üçleme”ye, diziye, bilgisayar oyununa, tiyatro oyunlarına, çizgi romana, havluya ve hatta kıytırık bir Hollywood filmine bile uyarlandı. Komediyle bilim kurguyu harmanladığı kitaplarında ironinin ve geyiğin dibine vurdu ama bunları öyle sarsıcı tespitlerle birlikte yaptı ki ufkunuzun açılmaması için Vogon olmanız lazım. Yani kitapları okumadıysanız sahiden… anlayamazsınız… Okumanız gerek!

Ne mutlu ki final döneminde hiç ders çalışmadan kitaplarını okuyarak oyalanabileceğiniz kadar yazmış Douglas, hani bir gün kütüphanede çalışmaya karar verirsiniz falan 😉

(Bu kadarı da size yetmediyse, DNA’nın “deadline”ları yıkıp geçme alışkanlığını öğrendiğinizde kendisine belki biraz daha sempati besleyebilirsiniz…)

Demek isterdim ki Douglas Adams şu an üçlemenin sekizinci kitabını yaz(ama)makla meşgul. Fakat kendisi, 11 Mayıs 2001’de, henüz 49 yaşında geçirdiği kalp krizi yüzünden aramızdan ayrıldı. Bu zamansız kayıp, Pan Galactic Gargle Blaster’ın yarattığı etkiden bile daha büyük bir şokla DNA hayranlarını aldı götürdü. “Kayıp giden bu parlak dehayı nasıl anabiliriz?” fikrinin sonucu olarak da hayranları ölümünden iki hafta sonrasını, 25 Mayıs’ı, “Havlu Günü” yapmaya karar verdi.

Peki neymiş bu havlu ki bu kadar önemli? Kitapları okumadığımız ne kadar da belli! Bari Rehber’den kontrol etseydiniz… Rehber der ki:

“Bir havlu yıldızlararası seyahat eden bir otostopçunun sahip olabileceği neredeyse en işe yarar şeydir. Bir kere pratikte büyük değeri vardır – Jaglan Beta’nın soğuk aylarında yol alırken ısınmak için ona sarınabilirsiniz. Santraginus V’in ışıl ışıl mermer kumsallarında baş döndürücü deniz buharını içinize çekerken üzerine yatabilirsiniz; çöl dünyası Kakrafoon’un kıpkırmızı ışıldayan yıldızlarının altında onu üzerinize örtüp uyuyabilirsiniz; ağır ağır akan Moth ırmağı üzerinde seyrederken mini salınıza yelken yapabilirsiniz; yumruk yumruğa dövüşlerde kullanmak üzere ıslatabilirsiniz; zehirli gazlardan korunmak ya da Traal’ın kurt gibi acıkmış Cırtlak Canavarı’nın bakışlarından (aşırı aptal bir hayvandır, onu göremiyorsanız sizi göremediğini sanır ve sizi görmez – ot kadar aptal ama çok çok açtır) kaçmak için başınıza sarabilirsiniz; acil durumlarda havlunuzu imdat işareti olarak sallayabilirsiniz ve tabii ki, hala yeterince temiz görünüyorsa onu kullanabilirsiniz. …”

Peki, Havlu Günü’nde ne yapılır? Çok basit: 25 Mayıs’ta yanınıza bir havluyla gezin! Gerisi size kalmış; ister Radiohead’in Paranoid Android’ini dinleyin, ister birkaç arkadaşınıza Rehber’den bir kuple okuyun. Hatta kampüsümüzün kültürünü harmanlayıp havluyla otostop bile çekebilirsiniz. Çok mu saçma? Yok canım! Tam tersi, havluyla geçen bir günden sonra eminim bundan önce havlusuz nasıl yaşamışım diyeceksiniz. Hem Ankara’nın ülkemiz kadar (hadi abartmayalım) dengesiz mayıs havasını düşünürseniz, kurulanmak için gayet faydalı. En kötü, soranlara “döneme havlu attığınızı” söylersiniz (Yalan mı?).

Belki de KKM önünde elinizde havluyla otostop çekerken bir Vogon gemisi sizi alıp uzayın derinliklerine götürüverir, kim bilir?

Yazan: Çağatay Kerem Dönmez

Tarihi Beypazarı Gezisi ve Gökyüzü Gözlemi

ODTÜ Amatör Astronomi ve Tarih Toplulukları olarak, koskoca yorucu bir dönemin ardından, tam da finaller öncesi bir Beypazarı gezisi ile sizleri hem tarihi ve kültürü öğrenmeye hem de gökyüzü gözlemi yapmaya davet ediyoruz. ODTÜ’nün köklü ve çalışkan iki topluluğu, Amatör Astronomi ve Tarih Toplulukları olarak 30. yıllarımızı kutluyoruz, etkinliklerimize Beypazarı Gezisi ile devam ediyoruz! Beypazarı, Anadolu coğrafyasının İstanbul ve Ankara arasındaki bir bölgede, önemli bir kültürel geçiş ve etkileşim, ve tabii ekonomik bölgesinde bulunur. Bu gezimizde, Beypazarı’nın Romalılardan Selçuklulara onlardan da Osmanlılar ve Cumhuriyet dönemine kadar olan tarihi, sosyal, kültürel, şehirsel ve ekonomik gelişimine bakacağız. Ve yine Beypazarı’nın apaçık ve ışık kirliliğinden nispeten uzak gökyüzüne bakacağız. Yüzlerce yıllık konakları, çarşısı, fırınları, kıraathaneleri, insanları ve tertemiz gökyüzü ile capcanlı şehir hayatının yaşandığı bu kente yapacağımız gezimizi kaçırmayınız!

Etkinlik Bağlantısı: