Satürn’ün yörüngesinde bulunan uzay aracı Cassini, dev bir kasırganın gezegenin güney kutbunu kasıp kavurduğuna ilişkin görüntüler gönderdi.
Cassini’nin gönderdiği görüntüler Cuma günü NASA’nın internet sitesinden yayınlanırken, NASA tarafından yapılan açıklamada, böyle bir olaya Dünya dışındaki bir başka gezegende daha önce ilk kez rastlandığına da dikkat çekildi. NASA uzmanları tarafından yapılan açıklamada, Satürn’de saptanan kasırganın dünyada görülen kasırgalara benzer özellikler gösterdiğini, buradaki rüzgarların hızının saatte 550 kilometreyi bulduğu kaydedildi. Açıklamada, ayrıca Satürn’deki kasırganın dünyadakilerden farklı olarak yer değiştirmediğini ve ayrıca, gazdan oluşan bir gezegen olan Satürn’deki kasırganın dünyadakiler gibi okyanuslar üzerinde oluşmadığı belirtildi. Cassini’nin kameralarının olayı, 11 Ekimde Satürn’ün güney kutbu üzerinde 340 bin kilometre irtifada uçtuğu sırada 3 saat boyunca kaydettiği de ifade edildi. Cassini, 1997’de fırlatıldıktan sonra Temmuz 2004’te Satürn’ün yörüngesine girmişti.
Çek Cumhuriyeti’nde bir araya gelen bilim adamları, uzun tartışmaların ardından karar verdi: ”Plüton artık gezegen olarak tanımlanamaz…”
Uluslararası Astronomi Birliğinin toplantısına katılan saygın bilim adamları, bir hafta süren tartışmaların ardından, gezegen tanımının ne olduğu üzerine japanese brides anlaşmaya vardı.
Yeni tanıma göre, kendine ait net bir yörüngesi olmayan Plüton, artık gezegen olarak kabul edilmeyecek. Plüton’un yörüngesi, Neptün’le belirgin biçimde kesişiyor.
1930’da keşfedilen Plüton’un gezegen sıfatının geri alınmasıyla, güneş sistemindeki gezegen sayısı 8’e düştü.
Güneş sistemindeki gezegenler artık şöyle sıralanıyor: Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün.
Stellarium un yeni sürümü piyasaya çıktı. Topluluk seminerlerinde de kullandığımız kullanım kolaylığıyla ve görsel zenginliğiyle diğerlerine avantaj sağlayan Stellarium yenilendi. Yeni versiyonun en büyük özellikleri Türkçe dil seçeneği ve gece modu. Stellariumu www.stellarium.org sitesinden ücretsiz indirebilirsiniz.
Celestia diğer uzay simülasyonlarından daha farklı bir program. Celestiayı kullanırken üç boyutlu uzaydasınız, yani Dünya’nın yüzeyinde durmanıza gerek yok, Samanyolunun içinde istediğiniz yıldıza gidebilir, Güneş Sisteminde istediğiniz gezegeni ziyaret edebilirsiniz. Eğer İlker Yelbay’ın Güneş Sistemi seminerini kaçırdıysanız, Celestia’ya özellikle bakmanızı tavsiye ederim. Buraya tıkladığınızda açılan sayfadan Celestia linkine girebilirsiniz. Karşınıza çıkan indirme hatlarından birini kullanarak bedava indirme yapabilirsiniz…
Stonehenge, aralarında Aya Sofya, Eyfel Kulesi, Taj Mahal ve Çin Seddi’nin de yer aldığı 21 finalistten biri olarak modern Dünya’nın Yedi Yeni Harikasından biri olabilmek için yarışıyor. Yedi Yeni Harika’yı belirlemek üzere kurulmuş İsviçre kökenli “New7Wonders” adlı organizasyonun Dünya turu geçtiğimiz Ekim ayında Stonehenge’e uğradı. Organizasyon yetkilileri, İngilizlerin namıyla çelişen sıcak bir karşılamayla karşı karşıya kaldılar.
Prehistorik Druid adı verilen ve Hıristiyanlık öncesi Keltikrahiplerinin giydiği düşünülen kıyafetlere bürünmüş bir ekip, söyledikleri ilahilerle, New7Wonders ekibini bundan binlerce yıl öncesine götürdüler. Atmosferi bozan tek şey arka plandaki trafiğin sesiydi. İşte Stnehenge’in başını belaya sokan ve kara listeye alınmasına sebep olan şeylerden biri de buydu. New7Wonders ekibinin ziyaretinin hemen ardından, geçtiğimiz ay, National Geographic dergisi, Stonehenge’i koruma ve turistik tesisler bakımından “kara liste”ye aldığını duyurdu. Araştırmaya göre Stonehenge gereğinden fazla seviliyor; kalabalık ve düzensiz. Dergi Stonehenge’e 100 üzerinden 56 puan vermiş. Bu arada Çin Seddi ve Taj Mahal de Stonehenge ile eşdeğer puana sahip.
Bugün Dünya’nın yedi harikası olarak kabul edilen harikalardan yalnızca Mısır’daki Giza Piramitleri ayakta. Nitekim bu piramitler bir kez daha “harika” olmaya aday. Eski dünyanın harikaları bundan 2200 yıl önce Philon adlı Yunan filozofça belirlenmiş. Önümüzdeki yılın -2007 yılının 7. ayının 7. gününde (07.07.07)- Dünyanın yedi harikası yenilenecek. Bu kez tek bir kişi seçmeyecek yedi harikayı; internet üzerinden milyonlarca kişinin oyuyla yapılacak. Liste oya açıldığında Çin’den ve Hindistan’dan oy akınına uğramış! Site hala oylara açık. Oy kullanmak isteyenler New7Wonders sitesi aracılığıyla bu şansa sahip olabilirler.( http://www.new7wonders.com/ )
Kaynak: Didem CROSSBY, Londra’dan Mektup; Bilim ve Teknik, Aralık 2006, S:108
Mars’ın Güneş’ ten ortalama uzaklığı yaklaşık 230.000.000 km. (1.5 AU), yörünge süresi ise 687 dünya günüdür. Mars günü Dünya gününden biraz daha uzun olup, tam olarak 24 saat, 39 dakika ve 35.244 saniyedir. Bir Mars yılı 1.8809 Dünya yılıdır, yani Dünya zaman birimiyle tam olarak 1 yıl, 320 gün ve 18,2 saattir. Mars’ın eksen eğikliği Dünya’nın eksen eğikliğine çok yakın olup, 25.19 derecedir. Dolayısıyla Mars’ta de Dünya’dakini andıran mevsimler meydana gelir. Fakat Mars mevsimlerinin süreleri Mars’ın yörünge süresinin uzunluğundan dolayı, Dünya mevsimlerinin sürelerinin iki katıdır.
Mars’ın Doğal Uyduları
Mars’ın düzensiz biçimli, iki küçük doğal uydusu vardır. Kendilerine eski Yunan mitolojisindeki savaş ilahı Ares’e (Romalılar’da Mars) yardım eden çocuklarının adlarından esinlenerek Phobos ve Deimos adları verilmiş, gezegene çok yakın yörüngeler izleyen bu uydular muhtemelen bir Mars “Trojan asteroiti” olan 5261 Eureka gibi, gezegenin çekim alanına kapılarak uydu haline gelmiş asteroitlerdir. Fakat hava tabakası olmayan Mars’ın bu iki uyduya nasıl ve ne zaman sahip olduğu tam olarak anlaşılmış değildir. Üstelik bu büyüklükteki asteroitler çok nadirdir, özellikle ikili olanları. Bu büyüklükteki asteroitlere Asteroid Kuşağı’ nın dışında rastlanması durumu daha da garip kılmaktadır.
Her iki uydu da 1877’de Asaph Hall tarafından keşfedilmiştir. Phobos ve Deimos’un hareketleri Mars yüzeyinden bizim ‘ay’ımızın Dünya’dan görünüşüne kıyasla çok farklı olarak görünür. Phobos 11 saatte bir, batıdan doğar. Deimos ise, dolanım süresi 30 saat olmakla birlikte, 2.7 günde bir doğar. Her iki uydu da ekvatora yakın dairesel yörüngeler izlerler. Phobos ‘un yörüngesi Mars’tan kaynaklanan gelgit etkileri nedeniyle giderek küçülmektedir. Bu yüzden Phobos yaklaşık 50 milyon yıl içinde Mars’a çarpacaktır.
İsim
Çap(km)
Kütle(kg)
Ortalama yörüngeyarıçapı (km)
Yörünge süresi(saat)
Phobos
22.2
1.08×1016
9378
7.66
Deimos
12.6
2×1015
23400
30.35
FİZİKSEL ÖZELLİKLER
Mars’ın yarıçapı Dünya’ nınkinin yaklaşık yarısı kadardır. Yoğunluğu Dünya’ nınkinden daha az olup, hacmi Dünya’nın hacminin % 15’i, kütlesi ise Dünya’nınkinin % 11’i kadardır. Mars, boyutu, kütlesi ve yüzeyindeki yerçekimi bakımından Dünya ile Ay arasında yer alır. Mars yüzeyinin kızıl-turuncu görünümü hematit ya da pas adıyla tanınan demir oksitten (Fe2O3) kaynaklanır.
ATMOSFER
Mars, manyetosferini 4 milyar yıl önce kaybetmiştir. Böylece Güne Rüzgarları Mars’ın iyonosfer tabakasıyla doğrudan etkileşime girerek atmosferi ince halde tutmaktadır. Mars Global Surveyor ve Mars Express’in her ikisi de, iyonize atmosfer parçacıklarının uzaya sürüklendiklerini saptamışlardır. Mars atmosferi günümüzde nispeten incedir. Yüzeydeki atmosfer basıncı Dünya yüzeyinden 35 km. yükseklikte rastlanan basınca eştir. Bir başka deyişle Dünya yüzey basıncının %1’inden daha düşük bir değerdir. Mars’taki düşük yerçekiminden dolayı da atmosferinin “ölçek irtifa”sı (İng. scale height) Dünya’nınkinden (6 km.) daha yüksek olup, 11 km.’dir. Mars yüzeyinde yerçekimi Dünya yüzeyindeki yerçekiminini %38’i kadardır. Mars atmosferi %9 karbondioksit, %3 nitrojen, %1.6 argondan oluşmakla birlikte, oksijen ve su izleri de taşımaktadır. 1.5 µm yarıçapındaki toz parçacıklarını içeren atmosferi tümüyle tozludur ki, bu, Mars yüzeyinden bakıldığında Mars gökyüzünün soluk bir turuncu-kahverengimsi renkte (İng. tawny) görülmesine neden olmaktadır. Tamamlanmış Keşif Projeleri Görevini tamamlama konusunda ilk başarı 1964’te NASA tarafından gönderilen Mariner-4’ten gelmiştir. Yüzeye ilk başarılı inişler ise SSCB’nin Mars Probe Projesi kapsamında 1971’de fırlattığı Mars-2 ve Mars-3 tarafından gerçekleştirilmiş, fakat her iki araçla irtibat, inişlerinden kısa bir süre sonra kesilmiştir. Sonraki yıllarda NASA Viking Projesi’ni başlattı ve 1975’te her biri birer “iniş aracı” taşıyan iki “uydu aracı” fırlatıldı. Her iki araç 1976’da başarıyla iniş yaptılar. Gezegende Viking-1 altı yıl, Viking-2 ise üç yıl kaldı. Bunlar Mars’ın ilk renkli fotoğraflarını gönderdiler; gezegenin yüzeyinin haritasının çıkarılması amacıyla gönderdikleri fotoğraflara günümüzde bile zaman zaman başvurulmaktadır. Sovyetler 1988’de Mars’a gezegeni ve doğal uydularını incelemek üzere Phobos-1 ve Phobos-2 adlı sonda araçları gönderdiler. Phobos-1’le irtibat Mars yolundayken kesilmiş olmasına karşın, Phobos-2 fotoğraflar göndermede başarılı oldu. Fakat Phobos-2 de tam Phobos adlı doğal uydunun yüzeyine iki iniş aracını salmak üzereyken başarısızlığa uğradı. Mars Observer uydusunun 1992’deki başarısızlığından sonra NASA tarafından 1996’da Mars Global Surveyor fırlatıldı. Görevinde tümüyle başarılı oldu. Harita çıkarma görevini 2001’de tamamladı. Kasım 2006’da üçüncü uzatılmış görevi sırasında sonda aracıyla irtibat kesildi, uzayda 10 yıl çalışır halde kalmayı başardı. NASA Surveyor’ın fırlatılmasından bir ay sonra da Mars Pathfinder’ı fırlattı. Bu, robotik bir keşif aracı olan Sojourner’ı taşıyordu. 1997 yazında Mars’taki Ares Vallis bölgesine iniş yaptı. Bu proje de başarıyla sonuçlandı. Mars’la ilgili son tamamlanmış görevde 4 Ağustos 2007’de fırlatılan iniş yeteneğine sahip Phoenix uzay gemisi kullanılmıştır. Araç 25 Mayıs 2007’de Mars’ın kuzey kutbu bölgesine iniş yaptı. 2,5 m.’ye uzanan robot koluyla Mars toprağını bir metre kazabilecek kapasitede olup, mikroskobik bir kamerayla donatılmıştı. Bu mikroskobik kamera insan saçının binde biri kadar inceliği ayırt edebilecek bir hassasiyete sahipti. 15 Haziran 2008’de indiği yerde su buzlarını keşfetti. Görevini 10 Kasım 2008’de tamamladı.
Mars’a Gönderilen Uzay Araçları
Spirit adlı sonda aracı • 2001’de NASA Eylül 2010’a kadar görevini sürdürmesi planlanan ve halen görevini başarıyla yerine getiren Mars Odyssey uydu aracını fırlattı. Aracın Gamma Işını Spektrometresi, regolit incelemesi sırasında ilginç miktarlarda hidrojen tespit etti. • 2003’te Avrupa Uzay Ajansı (ESA), Mars Express Projesi kapsamında Mars Express Orbiter adlı uydu aracı ile Beagle-2 adlı iniş aracını fırlattı. Beagle-2 iniş sırasında başarısızlığa uğradı ve Şubat 2004’te kaybolduğuna dair bir açıklama yapıldı. • ESA’nın ‘Beagle-2’yi fırlattığı yıl NASA ‘Spirit’ ve ‘Opportunity’ adlarında iki keşif sondasını fırlattı. Her ikisi de görevini başarıyla yerine getirdi. Bu çalışmalarla Mars’ta en azından geçmişte sıvı suyun bulunduğu kesinlik kazanmıştı. • 2004’te Planetary Fourier Spectrometer ekibi Mars atmosferinde metan saptadıklarını açıkladı. • NASA 12 Ağustos 2005’te Mars Reconnaissance Orbiter sonda aracını fırlattı, 10 Mart 2006’da yörüngeye oturan araç iki yıl boyunca bilimsel incelemelerde bulundu. Araç aynı zamanda gelecekteki projeler için en uygun iniş platformlarını bulmak üzere Mars toprağı ve iklimini incelemekle görevlidir. • ESA Haziran 2006’da Mars’ta ‘kutup ışıkları’ olayını saptadıklarını açıkladı. Vesta ve Ceres’i incelemek üzere gönderilen Dawn uzay gemisinin Şubat 2009’da Mars’a ulaşması bekleniyor.
Mars’ta Astronomi Gözlemleri
Çeşitli uydu araçlarının, iniş araçlarının ve sonda araçlarının Mars’taki varlıkları sayesinde günümüzde astronomi araştırmaları Mars gökyüzünden de yapılabilmektedir. Bunun pek çok yönden avantajları bulunmaktadır. Mars’ın doğal uydularından Phobos doğal olarak Mars’tan daha iyi gözlemlenebilmektedir (dolunayın üçte biri açısal çapta görülür). Diğer doğal uydu olan Deimos ise Mars yüzeyinden az çok bir yıldızı andırır tarzda görünür; Dünya’dan Venüs’ün görünüşüne kıyasla, Venüs’ten hafifçe daha parlaktır.
Öte yandan Dünya’da iyi bilinen, kutup ışıkları, meteorlar gibi birçok fenomen artık Mars yüzeyinde de gözlemlenebilmektedir. Dünya’nın Mars ile Güneş arasına girecek ve Güneş üzerinde bir leke oluşturacak şekilde Güneş önünden geçişi Mars’tan 10 Kasım 2084’te izlenebilecektir. Mars’tan aynı şekilde Merkür ve Venüs’ün transit geçişi (bir kütlenin başka bir kütlenin önünden geçmesinin gözlemlenebildiği geçiş) ve Deimos’un kısmi Güneş Tutulmaları izlenebilir.
İlk Teleskoplar Hollandalı bir gözlükçü olan Hans Lippershey tarafından 1608 yılında yapılmıştır. Efsanelere göre Lippershey’in bu buluşu bir kazanın eseridir. Böyle bir aletin varlığını öğrenen galileo galilei de kendisine bir tüpün içindeki iki mercekten oluşan basit bir teleskop yapmış ve bu teleskopu ve sonradan yaptığı daha büyük teleskopları bir çok astronomik keşifte kullanmıştır.
Galileo’nun bu teleskopunu iyileştermek için daha büyük bir tüp ve dolayısıyla daha büyük mercekler gerekliydi. Bu sorunu çözmek için ise Isaac Newton 1668’de mercekli teleskoplarla aynı kalitede fakat daha kısa ve küçük olan aynalı teleskopları hayata geçirdi. Bu teleskopta görüntüyü odaklayan ilk ayna ışığı önündeki açılı duran aynaya gönderiyor bu ayna da ışığı tüpün kenarından göz merceğine yolluyordu.
Göz merceğinin tüpün kenarında bulunması sorunu ise 1672 yılında ikinci aynanın ışığı tüpün yan tarafındaki bir delikten değil de, büyük aynanın içindeki bir delikten geçirerek göz merceğine yolladığı Cassegrain adı verilen teleskoplar ile çözülmüştü.
Teleskoplar genel olarak objektif (birincil mercek ya da ayna), göz merceği (ikincil mercek ya da ayna) ve bu merceklerin bir doğrultu üzerinde durmasını sağlayan bir optik tüpten oluşur. Teleskopları sınıflandırmak gerekirse temel olarak üçe ayrılırlar:
Kırıcı (Mercekli) Teleskoplar
Yansıtıcı (Aynalı) Teleskoplar
Kırıcı – Yansıtıcı (Mercekli – Aynalı ya da Katadioptrik) Teleskoplar
Mercekli Teleskoplar Bu tür teleskoplarda uzun bir tüp içerisindeki tüpün üst ucundaki birincil mercekten geçen ışık ışınları, göz merceğine gelir. Bu teleskop türü, en yaygın teleskop türüdür.Bunların bir ucunda geniş bir mercek, diğer ucunda ise ufak bir göz merceği (oküler) yer alır. Işık büyük mercekten geçer ve ufak bir demet halinde göz merceğine gelir. Bu aşamadan sonra yapacağınız şey göz merceğinde netlik ayarını yapmanızdır.
Bu tür teleskoplarda bir mercek ışığı toplamakta kullanıldığından, mercekteki ufak hatalar bile görüntüyü etkileyebilir, bu yüzden mercekli teleskoplarda merceğin kalitesi çok önemlidir. Eğer kalitesiz bir mercek kullanılırsa, ışık mercekten geçerken bu ışığın bir kısmı yayılır ve bunun sonucunda gözlenen nesnenin çevresinde renkli bir halka oluşturur (Bu olay ‘renk sapıncı’ olarak adlandırılır.).
Mercekli teleskopların çoğunda bu tür kusurları düzeltmek için, akromatik denilen bir yapı kullanılmaktadır. Akromatik yapı sayesinde teleskopta bulunan iki mercek, bu tip problemlerin çoğunu ortadan kaldırır. Daha pahalı olan teleskoplarda kullanılan diğer bir kusur düzeltme yöntemi apokromatik yöntemidir. Apokromatik, akromatik yöntemine göre çok daha net ve daha pahalı bir çözüm sunar.
Galileo’nun Teleskopu : Jan Lippershey 2 Ekim 1608 yılında konkav ve konveks merceklerin bileşimini kullanarak ilk teleskopu yapmayı başardı. Merceklerin bileşimiyle görüntülerin yaklaştırılması bütün Avrupa’da deneyler yapılmasına sebep oldu. Mayıs 1609 yılında Galilei Galileo, elde ettiği mercekleri bir tüp içerisine yerleştirerek cismin görüntüsünü üç kata büyülten bir alet yaptı. Daha sonra yaptığı iki aletle bu görüntüyü 32 kat büyültmeyi başardı. Bu son teleskopla modern gözlemsel astronomi başlamış oldu. Galileo’nun geliştirdiği orijinal teleskop Floransa’daki Galileo müzesinde, bir kopyası da New York’taki Hayden Planeteryum’undadır. Bu teleskop ve benzerlerinde oküler, objektifin odak uzaklığına eşit bir uzaklığa yerleştirilmiştir. Teleskopun büyütme gücü ise objektifin odak uzaklığı, okülerin odak uzaklığına bölünerek hesaplanır (W.L. Page and T. Page, (1966)). Teleskopun görüş alanı küçük olduğundan Ay yüzeyinin ancak bir çeyreği görüntü içine alınabilir.
Kepler’in Teleskopu (Astronomik Teleskop) : Johannes Kepler yeni bir teleskop yapmamış olmakla birlikte Galileo’nun teleskopundaki görüş alanının küçük olması kusurunu ortadan kaldırdı. Bunun için Galileo’nun teleskopunda kullanmış olduğu konkav gözmerceğini konveks olarak değiştirdi. Mercekler birbirlerinden odak uzaklıklarının toplamı kadar ayrı noktalara yerleştirildi. Teleskopun gücü yine aynı yöntemle hesaplanıyordu. Böylece daha geniş alan daha büyük güçle görülebiliyordu ki bugün kullanılan teleskoplar bu tür teleskoplardır.
Mercekli Teleskopların Avantajları:
Kolay kullanılır olması ve basit dizaynından dolayı güvenilir olması.
Çok az bakım gerektirmesi.
Gezegen, ay ve çift yıldız gözlemleri için çok uygun olması.
Yüksek kaliteli görüntüler.
Renk düzeltiminin çok iyi olması.
Kapalı tüp dizaynının tüp içindeki hava akımlarını azaltması.
Merceğin sabit olarak yerleştirilmesi.
Mercekli Teleskopların Dezavantajları:
Aynalı veya mercekli – aynalı teleskoplardan daha pahalı olması.
Ağır ve uzun olması.
Maliyet ve ağırlığın, büyük açıklıklı teleskoplara izin vermemesi.
Küçük ve sönük nesnelerin (derin uzay cisimleri gibi) gözlemine çok uygun olmaması.
Uzun odak oranların astrofotoğrafçılığa izin vermemesi.
Akromatik dizaynlarda bazı renk kaymaları.
Aynalı Teleskoplar
Bu tür teleskoplarda ışık, düz ve geniş bir tüpün içine girer, tüpün dibindeki eğri aynadan (parabol, hiperbol ya da elips) yansır, toplanmış olan ışık huzmesi, tüpün açık olan ucunda yer alan ufak ikinci aynaya çarpar ve oradan göz merceğine gelir bu şekilde görüntü oluşturulmuş olur. Bu tür teleskoplarda genellikle ikincil aynayı tutabilmek için tüpün açık olan ucundan artı işareti biçiminde teller gerilmiş durumda bulunur, bu teller netlik ayarı yapılmamış olduğu zaman göz merceğiyle bakıldığında görünür. Fakat netlik ayarı yapıldığında tellerin görüntüsü yok olur.
a. Newtonian Türü : Isaac Newton tarafından geliştirildikleri için Newtonian adını almışlardır. Newtonian türü teleskoplar ışığı toplayan ve ikinci bir düz aynaya odaklayan bir çukur aynaya sahiptirler. İkinci ayna ise görüntüyü ana tüpün dışına açılan bir penceredeki göz merceğine yansıtır. Dizaynının basitliği, ucuzluğu ve küçük, kolay taşınabilir oluşu bu türü en çok kullanılan teleskoplar arasına koymuştur. Newtonian türü teleskopların dizaynı büyük teleskoplar için uygun değildir. İkincil aynanın gerek ışık kaybına neden olması gerekse gözlem yerine erişilebilirlik ve odağa konacak yardımcı aletlerin dengelenmesi açısından dezavantajlara sahiptir. Ayrıca, optik eksenden yarım derecelik uzaklaşmalar bile görüntü kalitesini oldukça düşürmektedir.
b. Cassegrain Türü : Bu tür teleskoplar büyük bir küresel veya parabolid çukur ayna ile hiperbolid tümsek bir ikinci aynadan oluşur. Gelen ışınlar önce çukur ayna tarafından toplanır ve ikinci aynaya yansıtılır. Bu aynadan yansıyan ışınlar ise birinci aynanın merkez bölgesindeki delikten geçerek göz merceğine odaklanır.
Aynalı Teleskopların Avantajları:
Diğer teleskop türleri ile karşılaştırıldığında objektif açıklığının her cm’si en düşük fiyata imal edilir.
Odak uzaklığı 1m ‘ye kadar olanlar kolaylıkla taşınabilir.
Ay ve gezegen gözlemleri için idealdir.
Derin uzay cisimlerini gözlemek içinde idealdir.
Optik sapınçları az olduğu için oldukça parlak bir görüntü vermektedirler.
Aynalı Teleskopların Dezavantajları:
Diğer türlerden daha hassas oldukları için daha çok bakım gerektirirler.
Yeryüzü cisimlerini gözlemek için uygun değildir.
Açık optik tüp dizaynı hava akımlarının görüntüyü etkilemesine sebep olur. Hava ile olan bu temas aynanın sırını bozar ve teleskobun gücünü azaltır.
İkinci aynaları sebebiyle, mercekli teleskoplardan daha fazla ışık kaybına neden olurlar.
Mercekli – Aynalı (Katadioptrik) Teleskoplar
Bu tür teleskoplarda adlarından da anlaşılacağı gibi hem ayna hem de mercek kullanılır. Bu tür teleskoplarda, aynalı ve mercekli teleskopların avantajları bir araya toplanarak her amaca uygun bir çeşit teleskop yaratılır. Bu tür teleskopların en tanınan üç çeşidi vardır. Bunlar; Schmidt-Cassegrain, Maksutov-Cassegrain ve Schmidt-Newtonian türleridir.
a. Schmidt-Cassegrain Türü : Bu tür teleskoplarda ışık ince bir Schmidt düzeltici mercekten geçerek gelir. Daha sonra küresel çukur aynaya çarparak tekrar geri yansır. Yansıyan bu ışınlar birinci aynanın göbeğindeki delikten geçerek göz merceğinde odaklanırlar. Bu tür teleskoplar teleskop türleri içinde en modern olanlarıdır.
b. Maksutov-Cassegrain Türü : Bu tür genel olarak Schmidt-Cassegrain teleskoplara benzer. Bu tür teleskoplarda bir tarafı iç bükey bir tarafı dış bükey olan ince bir düzeltici mercek kullanılır. İkinci ayna, merceğin merkez bölgesi alüminyum kaplanarak oluşturulur.
c. Schmid-Newtonian Türü : Bu tür teleskoplar diğerlerine benzemekle birlikte; bunlarda Newtonian aynaları ve Schmidt düzeltici mercekleri kullanılmıştır. Daha çok sönük uzay cisimlerini gözlemek için kullanılırlar.
Gökada veya Galaksi; yıldızlar, yıldızlararası gaz ve toz, plazma ve (büyük ihtimalle de)görülmeyen karanlık maddeden oluşan dev sistemlere verilen isimdir. Tipik bir gökada 10 milyondan bir trilyona kadar yıldız barındırır. Bu yıldızların hepsi aynı çekim merkezini çevreleyen yörüngelerde dönerler. Gökadalar şekillerine göre üç ana grupta toplanırlar:
elips / disk biçimli gökadalar
sarmal gökadalar
düzensiz gökadalar
Gökyüzünün diğer kısımlarına nazaran çok daha parlak olan bu yıldızlar topluluğu, bizim Gökadamız samanyolundan başka bir şey değildir. Ancak görülebilen, Samanyolunu meydana getiren kollarından birisidir.
Gökadamızın karın kısmı ve disk kısmı merkezi etrafında dönmektedir.Diskteki yıldızlar yaklaşık 200km/sn hızla galaktik merkez etrafında dolanma yaparlar. Gökadaların yaklaşık % 80 kadarı disk biçimlidir.
Bu disklerin içerisinde bulunan yıldızlar, genellikle iki şekilde sıralanmıştır. Bu sıralama ya düzenli bir şekildedir veya spiral biçimde bir kol üzerinde dizilmiştir. örneğin Gökadamızda bu spiral şekil açıkça göze çarparken, bazı Gökadalar hiçbir şekle girmemekte ve nizam dışı bir diziliş göstermektedir. Diğer Gökada tipleri başlıca; çubuk şeklinde Gökadalar, eliptik Gökadalar (bütün galaksilerin yaklaşık % 20’si) ve düzensiz (irregular) Gökadalardır. Gökadalar genellikle, Gökada kümeleri olarak gruplanmışlardır. Bu kümeler içinde en çok bilineni Başak Takım Yıldızı içindeki Virgo kümesidir.
Galaksimizin komşuluğunda yer alan Andromeda, bize en yakın gökada olmakla birlikte, gökyüzünde çıplak gözle görülen en uzak gök cismidir (2,2milyon ışık yılı). Biçim bakımından bizim gökadamıza çok benzeyen Andromeda’nın boyutları Samanyolu’nun 1,5 katı kadardır. Dolayısıyla 300 milyar yıldız içerir.
Gökadaların uzayda rastgele dağıldıklarını ileri süren teoriler, modern araçlarla yapılan gözlemler neticesinde önemini kaybetmiş, hepsinin belli bir intizam içinde yer aldıkları, ayrıca Gökadaları teşkil eden yıldızlar ve diğer gök cisimlerinin de hepsinin belli bir kanun içinde hareket ettikleri, içinde bulunduğumuz Samanyolu Gökadası gibi milyonlarca Gökadanın var olduğu, bütün bunların saniyede binlerce kilometre hızla hareket ettikleri anlaşılmıştır. Günümüzde imal edilen geliştirilmiş uzay aletleriyle yapılan gözlemlerde, Gökadaların spektrumunda görülen kırmızıya yakın kayış, bu kaçışın devam ettiğini göstermektedir.
Astrofizikçilerin yapmış olduğu son araştırmalarda Gökadaların milyarlarca yıllarla ölçülen ömürleri içinde birbirleriyle çarpıştıkları açıklanmıştır. Çekim güçlerinin Gökadalara birbirine yaklaştırması neticesinde meydana gelen bu dev kozmik olay sonucunda spiral eliptik Gökadalara dönüştüğü ileri sürülmektedir. Diğer bir görüşe göre de eliptik Gökadalar, çoğu büyük Gökada kümeleri içinde bulunurlar. Bu gruplar içindeki yalnız Gökadalar diğer Gökadalarca hızla çekilir. Bu durumda bir Gökada diğerine çarpmaktansa yanından geçmeyi tercih eder.
Son zamanlarda bir Amerikan astronom grubu, dünyadan 150 milyon ışık yılı uzaklıkta yeni bir Gökada gruplaşmasının (çapı 250 milyon ışık yılı), çok büyük bir kütle çekimi uyguladığını buldu. Öyle ki, aralarında Samanyolu ve Andromeda’nın da bulunduğu binlerce Gökada bu merkeze doğru çekilmektedir. Bu merkez ve çevresindeki Gökadalar sisteminin hepsine Uzayın büyük çekim merkezi adı verilmiştir. Ancak bu akıl almaz büyüklükteki çekim merkezi, uzayın kestirilen kütlesinin ancak binde biri kadardır.
Yıldız kümesi: Fiziksel olarak ortak kökenli ve birbirini karşılıklı kütleçekim etkisiyle bir arada tutan yıldızlar topluluğudur. İki tip yıldız kümesi vardır: Açık yıldız kümesi ve küresel yıldız kümesi.
Açık ve küresel yıldız kümesi birbirinden fiziksel özelliklerine ve dağılımlarına göre ayrılır. Yıldız kümeleri, Güneş Sistemi’nin içinde yer aldığı gibi Samanyolu Gökadası’nın farklı yerlerinde de bulunabilirler. Yakındaki dış gökadalarda, özellikle Yerel Grup’ta (Samanyolu Gökadası’nı da içeren yaklaşık 20 gökadadan oluşan grup), çok sayıda yıldız kümesi belirlenmiştir.
Açık Yıldız Kümeleri
İçinde bulunan yıldızların, daha pekişik olan küresel kümelere oranla, daha seyrek halde dağılmış olmasından bu kümelere ‘açık yıldız kümesi’ denir.
Samanyolu Gökadası’nda 1000’i aşkın açık küme keşfedilmiştir; bunların çoğu, gökadanın sarmal kollarının içinde ya da yakınlarında yer alır.
Samanyolu’nda bilinen tüm kümelerdeki yıldız sayısı 10 ile birkaç yüz arasında değişir ve bunların hepsi genç yıldızlardır. En tanınmış örnekleri; Boğa Takımyıldızı’ndaki Ülker (Pleiades) ile Öküz (Hyades), Yengeç Takımyıldızı’ndaki Arıkovanı (Praesepe, M44)’dır.
Ülker açık yıldız kümesi.
Küresel Yıldız Kümeleri
İçinde bulunan yıldızlar, özellikle kümenin merkezine doğru yoğunlaşmıştır ve hemen hemen küresel bir biçim kazanmıştır.
Gökbilimciler şimdiye kadar Samanyolu’nda birkaç yüz kadar küresel yıldız kümesi belirlemişlerdir. Bunların büyük bölümü gökada diskinin altında ve üstünde, ayla denen bölgede yer alır. Küresel kümelerdeki yıldız sayısı on bin ile bir milyon arasında değişir.
Açık kümelerin tersine, küresel kümelerdeki yıldızlar yaşlı yıldızlardır.
Küresel Kümeler, Güneş Sistemi’nden çok uzakta (bazıları 60 milyon ışık yılından daha uzakta) olduğundan, bunların çoğu çıplak gözle görülemez. Örneğin; Herkül Takımyıldızı’ndaki M13 ve birkaç başka küme, teleskopsuz olarak yeterince karanlık ortamlardan ışık benekleri halinde görülebilir.