gokyuzu.org

Kahverengi Cücenin Meşakkatli Keşfi

Bu illüstrasyon yeni keşfedilen kahverengi cüceyi göstermekte.

Uzak bir yıldız, ön planında bulunan bir kozmik nesnenin yarattığı kütleçekimsel alandan dolayı kütleçekimsel merceklemeye uğrayarak da gözlenebilir. NASA’nın Spitzer ve Swift uzay teleskopları işbirliği yapıp bu tarz mercekleme olaylarını yakalama  peşindeler ki yapılan gözlemler sonucunda  bir kahverengi cüce keşfedildi.

Kahverengi cücelerin yıldızlar ve gezegenler arasındaki kayıp halka olduğu düşünülüyor. Bazılarının kütlesi Jüpiter’in kütlesinin 80 katına ulaşabilse de, çekirdekleri yıldızlarınki gibi nükleer füzyon olaylarıyla enerji üretecek kadar sıcak ve yoğun değildir. Bilim insanları, kütlesi Güneş’e yakın olan yıldızların %1’inden azında, 3 ile 5 astronomi birimi (Dünya ile Güneş arası mesafe) arası mesafede bir kahverengi cücenin yörüngede dolaştığını keşfettiler. Bu olay “Kahverengi Cüce Sahrası” fenomeni olarak adlandırılır.

Yeni keşfedilen kahverengi cüce de bu fenomene dahil olabilir. Spitzer ve Swift teleskopları kütleçekimsel mercekleme gözlemini, yeryüzünde yapılan araştırmalardan sonra, OGLE’nin (Optical Gravitational Lensing Experiment) de katkısıyla gerçekleştirdi. Cüceye “OGLE-2015-BLG-1319” adı verildi.

Nasa’da görev alan Yossi Shvartzvald bu olayın ardından kahverengi cüceler hakkında “Kahverengi cücelerin yıldızların çevresinde nasıl oluştuklarını ve neden aralarında bu kadar uzaklık olduğunu anlamak istiyoruz,” açıklamasında bulundu.

Kütleçekimsel Mercekleme (Microlensing) Nedir?

Kütleçekimsel mercekleme olayında, gözlemci için bir nevi fener görevi görmesi için arka planda kaynak bir yıldız seçilir. Büyük kütleli bir cisim, kaynak yıldızın önünden geçtiği zaman yıldızın ışığını saptırır ve odaklar. Böylelikle gözlemciye ulaşan ışık daha da parlaklaşır. Geçen cismin kütlesine ve hizasına bağlı olarak yıldız binlerce kat daha parlak dahi görünebilir.

Kütleçekimsel mercekleme yöntemiyle gözlenen cismin özelliklerini daha iyi anlamak için birden fazla teleskopla farklı konumlardan gözlem yapılabilir. Bu işlemi birden fazla teleskopla yapmak, bilim insanlarının ıraklık açısından (paralaks açısı) faydalanmasıyla mümkün olabiliyor. Başparmağınızı burnunuzun önünde tutun, sırasıyla bir gözünüzü kapatarak parmağınıza bakın. Parmağınızın uzayda yer değiştirdiğini hissedeceksiniz. Tıpkı parmağınızda olduğu gibi, paralaks yöntemiyle farklı konumlardan teleskopla gözlediğiniz cisimler de farklı büyütme modelleri sergiler.

Iraklık açısı; bir kimsenin gözünden çıkan, biri yerkürenin merkezinde öbürü yeryüzünde bulunan iki doğrunun bir gökcisminin merkezinde birleşerek oluşturdukları açı.

Kahverengi cüceden kaynaklanan kütleçekimsel merceklemeyi gözlemlemek için iki uzay teleskobu ve bir gözlemevi ortak olarak çalıştı.

Bu konu hakkında Shvartzvald “Ne zaman birden fazla noktadan gözlem yapsanız, iki uzay teleskobunuzun olması bir cismin ne kadar uzak olduğunu görmek için bir çiftten fazla gözünüz olması gibi oluyor; cismin kütlesi ile uzaklığı arasındaki oranı hesaplamak için daha fazla veri elde ediyorsunuz.” diyor.

Uzay ve yeryüzü teleskoplarından elde edilen veriler birleştirildiğinde, yeni keşfedilen kahverengi cücenin kütlesinin Jüpiter’in 30-65 katı arasında olduğu düşünülüyor. Araştırmacılar ayrıca kahverengi cücenin, başka bir K cücesinin (Güneş’in yarı kütlesine sahip olan yıldızlar) yörüngesinde dolaştığını da buldular. Araştırmacılar cüce gezegen ve yörüngesinde dolandığı yıldız arasındaki uzaklık için iki ihtimal buldu: 0,25 astronomi birimi ve 45 astronomi birimi. Eğer uzaklık 0,25 astronomik birim ise bu durum kahverengi cüceyi “Kahverengi Cüce Sahrası” fenomenine dahil edecek.

Araştırmanın diğer ortağı Geoffrey Bryden, bu araştırmanın üzerine, “Gelecekte, bunun gibi farklı konumlardan daha fazla çoklu kütleçekimsel mercekleme olayını tespit etmek ve kahverengi cüceler ile gezegen sistemleri hakkında daha fazla bilgi edinmeyi umuyoruz,” diyor.

Kaynak: Phys.org

Çeviri: Deniz Gamze Sanal

N’oluyor bu Titan’da? Cassini, Titan’daki Metan Bulutlarının Evrelerini Açıklıyor.

Hızlandırılmış bir video, Titan’ın bulutlarının dinamiğini açıklayabilir mi?

Şekil 1: Cassini’nin  Titan’ın üzerinde çektiği metan bulutları.

Kaynak:  (NASA/JPL-Caltech/Space Science Institute)

Nasa’nın uzay aracı Cassini, Satürn’ün uydusu Titan’da  gezen metan bulutlarını görüntüledi.

Her 20 saniyede 1 adet görüntü alarak çekilen ve 11 saat süren bu video, Titan’daki metan bulutlarının  gelişme evrelerinin ardından gezegen büyüklüğündeki uyduda gezindiklerini ve ardından yok olduklarını bize gösterdi.

Videoda da görülen bu bulutların hızları  7 ile 10 m/sn arasında değişmekte.

Cassini’nin şimdiye kadar çektiği fotoğrafların büyük kısmı günler, hatta haftalar almıştı. Bunun yanında, bu video ise sadece 11 saatlik bir gözlem sonucu oluşturuldu.

Bu video, bilim insanlarına bulutların dinamiğini daha iyi inceleme ve gözlemleme imkanı veriyor.  Bu yeni gözlemler, Titan’ın değişim sezonunun daha bitmediğini gösteriyor.

Cassini, Titan’ı ve hava durumunu 2017’ye kadar gözlemlemeye devam edecek.

Kaynak: Astronomy.com

Çeviri: Ege Can Karanfil

Venüs’teki Volkanlara Dair Daha Fazla Kanıt

Eğer antik çağlarda yaşamış gökyüzü gözlemcileri şu anda bizim bildiklerimizi biliyor olsalardı belki de Dünya’nın en yakın komşu gezegenine Venüs yerine Hades ismini verirlerdi. Bulutlarla kaplı bu dünya sülfürik asit ile bezenmiş yoğun karbondioksit barındıran bir atmosfere sahip. Burada hem zemin seviyesindeki sıcaklık 460°C hem de yüzeyin yaklaşık %85’inde ortalama 1.100 volkanik aktivite bulunmakta.

Gezegenlerle ilgilenen bilim insanları  Venüs’te hala volkanik patlamalar olduğuna neredeyse kesin gözüyle bakıyor.  Her ne kadar bu durumu kanıtlayamamış olsalar da tatmin edici veriler de yok değil. NASA’nın Magellan uydusu 1990’ların başında radarını kullanarak yüzeyin bir haritasını çıkarmış ve oldukça yeni görünen birçok akıntı bulmuştu. AUA(Avrupa Uzay Ajansı) tarafından gönderilen Venüs Ekspresi de ortaya çıkıp kaybolan aktif volkanik noktalar keşfetmişti. Hem Venüs Ekspresi hem de NASA’nın Pioneer Venüs Uydusu atmosferde, genelde volkan patlamaları sırasında açığa çıkan sülfür dioksit dalgalanmalarını da keşfetti.

Yeni bir araştırma, her iki uzay aracının gezegenin güney yarım küresinde bulunan yaklaşık 200 km genişliğinde ve 2½ km büyüklüğünde olan devasa volkan Idunn Mons ile ilgili yaptığı gözlemleri bir araya gtirdi. 2006 ve 2007 yıllarında, AUA uydusunun Görünür ve Kızılötesi Termal Görüntüleme Spektrometresi (VIRTIS) , Idunn Mons’un doğu yakasından gelen aşırı bir sıcaklık keşfetti ancak atmosferin mat bulutları uydudan görüşü engelledi.

Piero D’lncecco(Alman Uzay Merkezi, Köln) Idunn Mons’un yüksek çözünürlükteki radar haritalarını bulmak için Magellan’ın arşivi üzerinde çalıştı. D’lnecco ‘‘Bu veri sonuçlarını almak için Magellan ve Venüs Ekspresi’nin çözünürlükleri üzerinde gerçekten çok uğraştık’’ dedi.

Keşfedilen beş farklı akıntıdan bir tanesi geniş çaplı olmakla beraber zirveyi çevrelerken diğer dördü dağın doğu tarafında uzanmakta. Hepsi gayet yeni görünüyor ancak VIRTIS tarafından keşfedilen sıcaklığı açıklamaya yetecek kadar yeni olabilirler mi?

Ekip öncelikle her bir akıntıdan ne kadar sıcaklık yayılabileceğini modelledi ve doğu tarafındaki üç akıntının toplam sıcaklığının VIRTIS tarafından keşfedilen sıcaklığa uyduğunu fark ettiler. Tarafsız bir bakış ile bu akıntıların diğer eğimlerle birleştiğini söyleyebiliriz ki bu da akıntıların en yeni kollar olduğunu gösterir.

D’lncecco, bu bulguları AAS’nin(Amerikan Astronomi Topluluğu)  Kaliforniya’daki ‘’Gezegen Bilimi’’ ve ‘’Avrupa Gezegen Bilimi Kongresi’’ topluluklarını bir araya getiren toplantısında sundu.

Peki Venüs’teki aktif volkanların varlığını kanıtlamak için ne gerekiyor? Daha iyi bir uzay aracı ve şans. Bazı Avrupalı gök bilimciler 2025 yılında EnVision adı verilen bir uyduyu fırlatmayı umuyorken, Atlantik’in diğer tarafındaki bir ekip ise 2021 yılında yüksek çözünürlüklü radar haritası çıkarabilecek Veritas(Venüs Yayıcılık, Radyo Bilimi, InSAR, Topografi ve Spektroskopi’nin kısaltılmış hali) adlı bir uydunun yapımı üzerinde çalışıyor.

Telif Hakkı: NASA/JPL & ESA

Çeviren: Burkay Kuru

Kaynak: Sky & Telescope

Kozmik Okyanusta Bir Şişe

Günümüzden tam 44 sene önce Pioneer 10 ve 11 isimli uzay araçları, daha önce hiç yapılmamış olan uzun bir yolculuğa çıktılar. İki uzay aracına da uzak gelecekte bulunma ihtimali göz önünde bulundurularak hangi zamandan ve nereden geldiklerine dair bilgiler içeren küçük metal plaklar yerleştirildi. NASA, bu örneği daha da geliştirerek Pioneer uzay araçlarının fırlatılmasından beş sene sonra, insan aklının hayal dahi edemeyeceği uzunluktaki yolculuklarına çıkacak olan Voyager 1 ve 2 uzay araçlarına daha detaylı bilgiler ve mesajlar içeren bir plak yerleştirdi: Altın Plak. Voyager uzay araçlarına yerleştirilen plaklar, Dünya dışından olanlara Dünya’nın hikayesi anlatmak üzere 1972 yılında kozmik okyanusta yüzmeye başladılar.

Plak içeriğinde ne olacağını belirlemek üzere oluşturulan komiteyi Cornell Üniversitesi’nden Carl Sagan yönetti. Sagan ve çalışma arkadaşları kaydın içerisine dünyamızı anlatan 115 adet görsel; rüzgâr sesi, kuş, yunus ve diğer hayvanların seslerinden oluşan çeşitli doğa sesleri ve farklı kültürlerden müzikler toparladılar. Bunların yanı sıra, plağa 55 farklı dilden ve dönemin ABD başkanı Carter ile Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Waldheim tarafından gönderilen mesajlar yerleştirildi. İçeriklerin hazırlanmasının ardından plakların üzerlerine nasıl kullanılacaklarına dair sembolik bir dil ile talimat kazındı ve uzay araçları uzun yolculuklarına başlamaları için fırlatıldılar. Voyager, 1990 yılında Plüton’un yörüngesinden çıktıktan sonra kendisini karanlık, sonsuz bir uzay boşluğunda buldu ve sonraki 40 bin yıl boyunca herhangi bir gezegenli sisteme denk gelmemek üzere yoluna devam etti ve günümüzde hala devam etmekte. Bu görevin gerçeklemesi için çok büyük emek sarf eden Carl Sagan yaşananların ardından, “Bu uzay aracının taşıdığı kaydı yalnızca uzay yolculuğu yapan, ya da uzaya araç gönderebilen gelişmiş bir tür dinleyebilir. Ama bu mesajı kozmik okyanusa göndermemiz bile bu gezegendeki hayat için çok umut verici bir olaydır.” şeklinde bir yorumda bulundu. Voyager ile gönderilen müzikleri, farklı dillerin mesajlarını, dünyanın seçmece görüntülerini ve seslerini ilgili kelimelerin üzerine bastıktan sonra açılan pencerede görebilirsiniz.

Şimdilerde hepimizi düşündüren, bizlere yaptıklarımızı sorgulatan, etrafımıza daha geniş bir çerçeveden bakmamızı sağlayan; Dünya’nın aslında ne kadar kırılgan ve küçük olduğunu anlamamızı sağlayan o ünlü “Soluk Mavi Nokta” isimli fotoğraf 1990 yılında Carl Sagan’ın önerisi üzerine Voyager’ın kamerasının son kez gezegenimize çevrilmesi sonucu çekilmiştir. O fotoğrafın çekilmesinin ardından Carl Sagan’ın yaptığı konuşmanın yer aldığı videoya çoğunuz denk gelmişsinizdir. Bu video ile Carl Sagan hatırı sayılır çoğunlukta insanın hayatında değişikliklere sebep olmuştur. O insanlardan biri de benim ve ben eminim ki o video daha çok fazla insanın hayatını küçük ya da büyük bir şekilde etkileyecektir.

İnsanlığın yalnızlığını paylaşma güdüsüyle kendisinin zaman anlayışına göre son derece uzun, kozmik zamana göre ise oldukça kısa sayılabilecek bir süre için yalnızlığa mahkûm ettiği şişe. şu anda kozmik okyanusta, bizlerden çok uzakta bizim hikayemizi taşımakta. Her ne kadar bizler ve bizden sonrakiler bu mesajın birilerine ulaşıp ulaşmadığını göremeyecek olsak da, türümüzün böyle bir adım atması Carl Sagan’ın da dediği gibi oldukça umut verici. Voyager kozmik okyanusta yüzmeye başlayalı tam olarak 39 sene geçti ve bu zaman diliminde gezegenimizde bilime dair çok önemli gelişmeler yaşandı, hala yaşanıyor. Bütün bunlara ilham veren, insanlara bilimi sevdiren, bilimin sadece bilim yapanlar için olmadığını, onu herkesin kullanabileceğini bizlere kanıtlayan nice güzel insanlar gezegenimizde yaşadılar. Bugün biz, o insanların bizlere bıraktığı mirası alıp gelecek nesillere aktarmalıyız, aktarmalıyız ki gelecek nesiller hayallerinin gerçek olabileceğine inansın, bilime güvensin ve bilim ile hayatına devam etsin. Gezegenimizin ona değer veren insanlığa ihtiyacı var, insanlığın yine insanlığa ihtiyacı var. İnsanlığın geleceği, onun uzaya ve bilime ne kadar önem verdiğine bağlı. Bizler gelecek nesillere ne aktaracağımıza karar vermeliyiz ve bizler gelecek nesillerin hayatlarını daha iyi yapabilme şansına sahibiz. İnsanlık bir şeyleri değiştirebildiği için bu zamana kadar yaşayabildi. Ve bundan sonra perspektifimizi daha da genişletmeliyiz; geleceğimiz olaylara nasıl yaklaştığımıza göre şekillenecek, eğer bizler uzaya ve bilime hak ettiği değeri verirsek, evren bize çok fazla imkân sağlayabilir.

Bugünden tam 39 sene önce atılan o adım insanlığın uzaya ve bilime olan aşkının sembolü niteliğindedir. Altın Plak bu açıdan hepimiz için fazlasıyla büyük bir önem taşıyor. Altın Plak bizlere bazı şeylerin hala düzgün yapılabileceğini hatırlatıyor. İnsanlık kendisi için daha iyisini yapabilecekken ve daha önce yapmışken neden şu anda daha iyilerini yapmasın ki? Sizleri Carl Sagan’ın “Soluk Mavi Nokta” isimli videosuyla yalnız bırakıyorum. İyi seyirler.

Teknik bilgiler, kapak görseli ve plak içerikleri için kaynak : voyager.jpl.nasa.gov

Yazan: Doğuş Kaçmaz

Juno, Kocası Jüpiter’e Kavuşurken

2011 yılının bir yaz gününde başlamıştı macera. ATLAS V Roketi, içinde Rus yapımı bir itiş motoruyla Soğuk Savaş Dönemi insanlarının duysalar inanmayacakları bir uluslararası işbirliği ile taşımıştı Juno Uzay Aracı’nı kozmik okyanusun kıyısına. JUpiter Near-polar Orbiter, yani Juno, Jüpiter gezegenine duyduğumuz merakı gidermenin ve kafamızdaki sorulara cevap bulmanın oldukça önemli bir yolu olacak. 4 buçuk yıllık yolculuğun ardından nihayet gerekli yörüngeye oturmak üzere olan Juno’nun, 4 Temmuz günü istenilen yörüngeye tam olarak oturması beklenmekte. Peki, Juno tam olarak neyi araştıracak?

Galileo Uzay Aracı Temiz odada. NASA 1983

Jüpiter, güneş sistemimizdeki en büyük gezegendir, bu tür gaz gezegenlere gaz devler adı verilir. Gaz devlerin (Jovian) bileşenlerinin ne olduğunu genel olarak bilmekteyiz ve nasıl oluştuklarını az çok tahmin etmekteyiz. Ancak elimizdeki gerçek deliller ve bilgiler oldukça kısıtlı. Birçok görece ilkel denecek denemelerin ardından 1989’da Galileo Uzay Aracını yolladık Jüpiter’e. Bu araçlar orta çağlarda okyanusa açılan kâşiflerimizdi Carl Sagan’ın deyişiyle. Robot kâşifimiz Gelileo, bizlere uzak diyarların şarkılarını söylüyordu yani. Galileo sayesinde Jüpiter’in uyduları ile yaptıkları kütle çekimsel etkiler hakkında oldukça detaylı fikir sahibi olabildik. Ayrıca Jüpiter’in çekirdeğindeki aktiflik sebebiyle oluşan devasa manyetik alanlar hakkında da fikirler vermeyi başarmıştı Galieo, gezegenden uzaklığını bir azaltıp bir arttırarak. Ayrıca uzay aracının Jüpiter’in uyduları Io’ya ve Europa’ya yaptığı yakın geçişler ile bu uyduların yapılarındaki kil benzeri minerallerin içeriğini anlamayı başardık. Ancak tüm bu ölçümler cihaza zarar vermişti. Daha güçlü, bir başka cihaz gerekiyordu.

Şu ana kadar bir uzay aracına takılmış en büyük Güneş Panelleri, Juno’nun kanatları

Tam bu noktada, ismini tanrılar tanrısı Jüpiter’in karısından alan Juno Projesi için düğmeye basıldı. Bu seferki uzay aracı diğerlerine göre daha farklı olacaktı. Jüpiter’e gidecek uzun yol sırasında elde edilecek tüm enerji Güneş Panelleri aracılığıyla üretilecekti ve şu ana kadar bir uzay aracının sahip olduğu en geniş Güneş Panellerine sahip olacaktı. Bu sayede Juno’nun “kanatları” şu anda 12.000 Watt Elektrik üretebilme kabiliyetine sahip. Bu da hala Kömür, Doğal Gaz gibi kaynaklara yatırım yapan ülkelere ders niteliği taşıyor.

Bu bayrak yarışında Galileo’nun bıraktığı yerden araştırmaları üstlenecek ve Jüpiter üzerinde oynadığımız bu yapboz oyunundaki kayıp parçaları bulmamıza yardım edecek olan Juno’nun, bu kapsamda şu bilgileri elde etmesi planlanmakta:

•Jüpiter atmosferinde su var mı araştırmak, sistem içindeki Oksijen-Hidrojen oranını belirlemek.

•Jüpiter’in çekirdeğinin nasıl oluştuğunu anlamaya çalışmak, kaya kısımlarında su, organik madde ve hatta yaşamın var olma olasılıklarını araştırmak.

•Jüpiter’in çekirdeğinin kütlesini daha az hata payı ile hesaplamayı sağlamak. Bu sayede Güneş Sistemimizi yaratan büyük yıldızın yapısı hakkında daha detaylı bilgiler edineceğiz.

•Jüpiter üstünde oluşan auroraların gözlenmesi amaçlanıyor.

•Juno aracının topladığı veriler sonucunda Jüpiter’in bütün olarak ve ayrıntılı bir şekilde kütle çekimsel alan haritası çizmek istenmekte.

•Kütle çekimi haritası tek başına yetmiyor tabi. Manyetik alan etkinlerinin de ayrıntılı olarak haritalanması planlanıyor.

•Yapı-Tarama(Frame-Dragging) yöntemi ile Jüpiter’in açısal momentumunu hesaplama.*

•Saatte 614 km hıza ulaşan Jüpiter içindeki dev fırtınaların nasıl oluştuğunu ve bu hız ile enerjiyi nasıl koruyabildiğini anlamak.

Tüm bu bahsedilenler tam anlamıyla elde edilebilir ise gaz gezegenlerin davranışları hakkında daha detaylı bilgilere erişebileceğiz ve bu bilgilerden yola çıkarak Güneş çevresinde olmayan öte-gaz gezegenlerin yapıları hakkında daha tutarlı tahminlerde bulunabileceğiz.

Juno Uzay Aracının ardında Amerikan Güneybatı Araştırma Enstitüsü (Southwest Research Institute), NASA’nın Jet İtki Laboratuarı (Jet Propulsion Laboratory), Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü ve Hawaii Üniversitesi’nden çeşitli mühendisler, uçuş komutanları, fizikçiler ve kimyacılar bulunmakta. Bu oldukça geniş katılımlı çalışma sayesinde NASA’nın Goddard Uçuş Merkezi’nde inşa edilen ve fırlatılan aracın tüm masrafları, yukarıda ismi geçen kurumlara 1.1 Milyar Dolara mal oldu. Bu miktar Diyanet İşleri Başkanlığı 2015 Yılı Bütçesinin yaklaşık 5’te 1’ine tekabül etmekte.

Temmuz 2016’da görevini başlaması beklenen Juno, etrafında sürekli olarak dönen Güneş Panellerine sahip tasarımı ile Jüpiter’in çevresini tam 32 defa turlayacak ve zaman zaman Jüpiter’in üst tabakasındaki bulutlardan 5.000 km uzakta olacak kadar gezegene yaklaşacak. Tüm bu serüven gerçekleşirken içinde buluna ekipmanlar ile veri alacak ve bir yıllık bir süre içinde gerekli verilerin tümünün elde edilmesi hedeflenmekte. Juno, bünyesinde;

•Yerçekimi kuvvetini ölçerek haritalama yapan bir sensör

•Elektromanyetik radyasyonu ölçen bir radyometre

•Birim alana düşen manyetik alan şiddetini ölçen bir Magnetometre

•Plazma ve iyonlaşmış parçacıkları yakalayan bir detektör

•Morötesi ve Kızılötesi ışın detektörleri

•Optik kamera

Barındırmakta. Bu kadar çok analiz cihazını aynı anda çalıştırmak ve elde edilen verileri hızlı bir şekilde göndermek oldukça fazla elektrik gerektirir. Bu noktada Juno’nun yeni nesil Güneş Panelleri devreye girmekte. Daha önceki Silikat bazlı Güneş Panellerine kıyasla 30 kat daha yüksek verimle elektrik üreten bu cihazlar, Jüpiter’e giden uzay araçları için özel olarak üretildi ve yakın zamanda halkın kullanabilmesi için seri üretime de geçilmesi de planlanmakta. Jüpiter’e Dünya’ya kıyasla 20-30 kat daha az Güneş ışığının ulaştığından bahsetmek gerekir.

Bir Uzay Aracı Jüpiter’e Nasıl Gidebilir?

Takdir edersiniz ki Jüpiter arabanıza atladığınızda bir günlük yolculuk ile varabileceğiniz bir yer değil. Ayrıca kafamızda canlanan yolculuk kavramı günümüzdeki Uzay Yolculukları için pek uygulanabilir değil. Güneş Sisteminin derinliklerine gidecek uzay araçları, enerji harcamadan gidebilmek için kütle çekimini temel itiş gücü olarak kullanmakta. Bir gökcismine yaklaşan uzay aracı, o cismin kütle çekimi etkisine yakalanıyor ve sürekli hızlanıyor. Ancak cismin içine girmeden yörüngede olcukça yakın bir tur attığında, tıpkı bir sapanın taşı fırlatışı gibi gök cismi, uzay aracını fırlatıyor. Juno da aynen bu şekilde Dünya’yı “sapan”ı olarak kullandı. Bu şekilde sürtünmenin yok denecek kadar az olduğu uzayda ek bir enerji harcamadan seyahat edebilirsiniz. Aşağıda Juno’nun hareket rotasını görmek mümkün.

Juno Projesi’nin önemli birkaç sorunu var. İlk olarak, bahsettiğimiz Güneş Panelleri daha önce hiç böyle bir uzay programında kullanılmamıştı ve herhangi bir sorunla karşılaşılmaması umut edilmekte. Şu ana kadar böyle bir sorunla karşılaşılmadı ancak yerde bulunan ekip, her türlü olasılığı gözden geçirmekte. İkinci olarak da, Jüpiter’in elektromanyetik alanını ortaya çıkarmak kolay bir iş değil. Özellikle gezegenin kutup bölgelerinde bulunan yüksek radyasyon alanları, Juno için tehlike oluşturmakta. Bu bölgelerin nerelerde oluşacağı önceden hesaplanıp, uzay aracının rotasını anlık olarak o bölgelerden uzak kalacak bir biçimde çizilmesi gerekecek. Fakat bu durum için de yer ekibi hazır. Juno’yu hazırlayan mühendis ekibi, uzay aracını çok güçlü ve iki yanda bulunan büyük itiş motorları ile donattı. Bu motorlar devreye girdiğinde anlık olarak rota değiştirme mümkün olacak. Ayrıca bu noktada, Juno’nun tam kapasite çalıştığında Jüpiter’in bir kutbundan diğerine çok kısa sürede gidebilecek.

Juno’nun içinde, bilimsel ölçüm cihazlarının yanı sıra, iletişimi sağlayacak antenler de bulunmakta. Saniyede 54 Megabit hızda veri gönderebilme kabiliyetine sahip bu cihazlar çok düşük enerjilerde bir sorun çıktığında bile veri gönderebilecek şekilde ayarlanmış durumda. Tüm bu teknik ekipmanlar ile beraber Juno, bir de İtalya Uzay Ajansı’na ait plaka bulundurmakta. Plaka’da Jüpiter’i ve uydularını bir teleskop ile ilk defa gören Galileo’nun el yazısıyla onları tarif ettiği not defterinin taratılmış bir hali bulunmakta. Galileo, tam bir ay boyunca aynı saatte ve aynı yerde Jüpiter’i teleskobu ile izlemiş, ardından da çevresindeki cisimlerin, Jüpiter çevresinde hareket ettiğini fark etmişti. Bu ise Galileo’nun kaleminden şöyle tercüme edilebilir:

“…Ayın 11’inde baktığımda Jüpiter’e en yakın konumda bulunan ‘yıldız’ın, gezegene olan uzaklığını arttırdığını gördüm. Civarındaki diğer ufak yıldızlar da, uzaklıklarını neredeyse yarıya indirmişlerdi. Tüm bu gözlemlerimden anlayabildiğim kadarıyla söyleyebilirim ki Jüpiter’in etrafında dört tane yıldız var ve dördü de bir şekilde bu gezegenin etrafında belirli bir düzen çerçevesinde hareket etmekte. … …”

Juno, yukarıdaki yazının Latince olarak yazılı olduğu plaka ile Jüpiter’in en büyük 4 uydusu olan Galileo Uydularına selam verecek. Bu planların dışında Juno; Galileo’yu, tanrı Jüpiter’i ve eşi Juno’yu sembolize eden LEGO figürler bulundurmakta. Ancak LEGOlar, plastikten yapıldığından ve plastiğin bunca yola dayanmama ihtimali olduğundan şirket, bu özel üç LEGO’yu Aliminyum metal alaşımlarından yaptı. Bu özel seri LEGO’lardan sınırlı sayıda satışa da çıkarıldı Juno ilk kez fırlatıldığında.

Jüpiter Bilimciler ve Öte-Gezegen çalışan astrofizikçiler, Juno’nun kocası Jüpiter’e kavuşmasını dört gözle bekliyorlar. Elde edilecek tüm veriler sayesinde bilgi dağarcığımızı arttırarak sonraki nesillere daha geniş kapsamlı bir bilimsel yapı bırakabileceğiz. Böyle son derece ciddi bilimsel araştırmalarda bile kültürümüzü temsil eden figürler götürüyor olmamız, bizden önce gelenlere saygımızı iletiyor olmamız da, uluslar arası bir toplum yaratmaya başladığımız şu günlerde, nasıl bir toplumsal kültür oluşturmamız gerektiğini göstermekte.

Medeniyetimiz, kültürünü ve binyılların mirasını kendi Güneş Sistemine yaymaya devam ederken, bilgi dağarcığımız da aynı hızda artmaya devam etmekte. Koşar adımlarla bilim dolu bir geleceğe adım atabilecek güzel bir potansiyelimiz varken, bu bilgileri edinebilecek ve ilerlemeye katkı sağlayabilecek insan kitlelerinin daha da artmasını umut etmek, bu değerli gaye ve gelecek, uğruna yılmadan çalışmaya değer.

Her zaman daha da ileriye!

*: Genel Görelilik Kuramı’na 1918 yılında yapılan eklemeden sonra gelen Frame-Dragging yöntemi ile Einstein alan denklemlerinin bazı çözümleri, bizlere kütle çekimi ve manyetik alan değerlerini bildiğimiz bir cismin açısal momentum değerlerini de hesaplamamıza olanak tanımakta.

Yazan: Özgür Can Özüdoğru

Kaynaklar: NASA, Juno Sayfası

Bu sayfadan, Juno’nun şu anda nerede olduğunu görebilirsiniz

Güney Batı Araştırma Enstitüsü Juno Sayfası

“Not: Bu yazı Bilim ve Gelecek Dergisi Haziran 2016 Sayısında yayınlanmıştır.”

NASA, Hubble Uzay Telekobu’nun Bilim Çalışmaları Sözleşmesini Uzatıyor

NASA, sözleşmeye bağlı olarak Hubble Uzay Teleskobu’nun görev süresini 5 yıl uzatıyor. Ajans, tek kaynak sözleşme uzatılmasını Uzay Teleskobu Bilim Enstitüsü’nün (STSCI) Baltimore’da yürütülen Hubble bilim çalışmalarının devamına destek olmak için Üniversiteler Birliği Astronomi Araştırmaları’na (AURA) perşembe günü verdi.

Bu eylem, performans süresini 1 Temmuz’dan 30 Haziran 2021’e kadar uzatıyor. Sözleşme değeri, toplam 2.03 milyar dolardan yaklaşık 196.3 milyon dolar artacak.

Hubble Uzay Teleskobu

Telif Hakkı: NASA

Bu sözleşme uzatımı, Uzay Telekobu Bilim Enstitü’nün Hubble görevinin, bilim programının devamı için gereken işi kapsayacak. Bu destek, Hubble için bilim sistem mühendisliğinin yürütülmesi için gereken ürün ve servisleri, bilim zemin sistem geliştirme, bilim operasyonları, bilimsel araştırma, hibe yönetimi ve kamu sosyal desteğini; Uzay Teleskopları için Mikulski Arşivi görevlerine veri arşivi desteği içeriyor.

Hubble, 2009’daki son uzay mekiği servisi görevinden beri her zamankinden daha iyi. Hubble’ın, 2020’lere kadar değerli veri sağlayabilmesi; tarihteki yerini, kendi güneş sistemimizden uzak evrene kadar menzili olan, müthiş bir genel amaçlı gözlemci olarak garantilemesi bekleniyor.

2018’de, NASA’nın James Webb Uzay Teleskopu, Hubble keşiflerinin efsanesi üzerine katkıda bulunarak ve evrenin bazı büyük sırlarını deşifre etmede yardımcı olarak dünya çapında astronomlara hizmet etmek üzere 2020’lerin öncül gözlemcisi olarak uzaya fırlatılacak.

Nasa ve ajans programlarıyla ilgili bilgi almak için : http://www.nasa.gov

Çevirme İşlemi: Güzin Turkay

Kaynak: NASA

Dünya’nın En Büyük Teleskobu E-ELT İçin Sözleşme İmzalandı

Bugüne kadar inşa edilen optik teleskoplardan en büyüğünün inşası yakında başlayacak.

Bugün(25 Mayıs), Avrupa Güney Gözlemevi(ESO) Şili’deki Atacama Çölü’nün dağlarında kurulacak olan dünyanın en büyük teleskobunun kubbesini ve ana tesisini inşa etmesi için bir müteahhit seçtiğini duyurdu.

European Extremely Large Telescope(E-ELT)

Telif Hakkı: ESO

E-ELT(European Extremely Large Telescope)’nin birincil aynasının çapı 39 metre olacak. Kıyaslama yapacak olursak, günümüzde faaliyet gösteren optik teleskopların ayna çapları 10 metre mertebesinde. Dünya’nın gökyüzündeki en büyük gözü olarak da adlandırılan E-ELT optik ve kızılötesi dalgaboyunda araştırma yapacak.

E-ELT gibi devasa teleskoplar evrenin optik resimlerinin çözünürlüğünü artıracak, bilim insanlarına evreni anlamaları için daha önce hiç olmadığı kadar izin verecek. En sönük ve çok uzaklardaki cisimleri araştırmalarını ve fizikteki, astronomideki, kozmolojideki çözülmemiş soruları cevaplayabilmelerini sağlayacak.

E-ELT ile diğer teleskop kubbelerinin karşılaştırılması.

Telif Hakkı: ESO

Hazırlayan: Seda Baştürk

Kaynak: space.comESO

Hindistan Mini Uzay Mekiği Fırlatıyor

Pazartesi günü, Tekrar Kullanılabilir Fırlatma Aracı(RLV-TD) Sriharikota, Hindistan’dan fırlatıldı.

Telif Hakkı: EPA

Hindistan insansız bir uzay mekiği fırlatarak, tekrar kullanılabilir uzay aracı geliştirme yarışına katılmış oldu. 7 metrelik model araç Andhra Pradesh’den fırlatıldı ve denize düşmeden önce atmosferde yaklaşık 70km(43 mil) yüksekliğe çıkması bekleniyor.

Nasa uzay mekiği programını 2011’de durdurduğundan beri alternatif tekrar kullanılabilir uzay araçları tasarlanmasında uluslararası ölçekte büyük bir rekabet var. Bu gibi araçların yapılması, uzay araştırmalarının masraflarını ciddi derecede azaltabilir. Son zamanlarda Hindistan uzay programlarına önemli miktarda araştırma olanağı ve kaynak ayırıyor. 2013’de fırlattıkları olan ve Mars’ın yörüngesine oturan uydu, şimdiye kadar yapılmış olanlardan en yüksek standartlısı oldu. Bu gelişmelerin ardından tamamen tekrar kullanılabilir olan bir uzay mekiğinin, bu yüzyıl içinde fırlatılabilmesi umuluyor.

Hipersonik Hız

Pazartesi günü fırlatılmış olan Tekrar Kullanılabilir Fırlatma Aracı (RLV-TD)Sriharikota’dan yapıldı.

Telif Hakkı: @NARENDRAMODI

1.75 tonluk olan uzay aracının uçuşu atlatması beklenmiyordu, yalnızca Hindistan Uzay Araştırmaları Örgütü’nün hipersonik hızlar ve otomatik inişle ilgili önemli bilgiler toplaması için tasarlanmıştı. Bu model son beş yıl içinde yaklaşık olarak 1 milyar rupi ($14m; £9.6m; ₺44m) harcanarak geliştirilmişti. Bu gelişmelerin sonucunda Başbakan Narendra Modi, bilim insanlarının gayretli çalışmalarını övdü.

ABD uzay mekiği programlarını durdurduğundan beri, milyarder Elon Musk’ınSpeaceX şirketi ya da Amazon’un sahibi Jeff Bezos’un Blue Origin’i gibi özel şirketler açığı kapatmaya çalışıyor. Fakat bu şirketlarin çalışma alanları yatay iniş yapabilen kanatlı araçlar yapmanın aksine, genellikle geleneksel roktetleri tekrar kullanabilir yapmak üzerine.

Ayrıca Japonya, Avrupa ve Rusya da benzer uzay mekiği teknolojilerini test etme aşamasındalar.

Çevirme İşlemi: Mina Meşe

Kaynak: BBC News India

Büyük Kütleli Kara Delikler ve Gök Adalar Erken Evrendeki Çöken Gaz Bulutlarından Nasıl Oluştu

Gözlenebilir evrenin sınırında şimdiye kadar gözlemlenmiş en parlak nesnelerden biri var, Güneş’in bir milyar katından fazla kütleli kara delikler içerdiği düşünülen kuasarlar. Osaka Üniversitesi Yer ve Uzay bilimleri Bölümü’nden Kentaro Nagamine, Kentucky Üniversitesi’nden Isaac Shlosman ve takım arkadaşları Büyük Patlama’dan 700 milyon yıl sonra bu kara deliklerin tam olarak nasıl oluştuklarını açığa çıkardılar.

”Erken evren yoğun, sıcak ve tek tip bir plazmadan oluşuyordu.” diyor Nagamine. Evren soğudukça, kütle dağılımındaki dalgalanmalar, kütle çekimi nedeniyle maddenin toplanmasına neden olan tohumları oluşturdu.” Bunlar ilk yıldızların kökenleridir. Benzer süreçler daha sonrasında kara delikler gibi büyük yapıların oluşumasını da sağlamış olabilir.

Erken evrenin yüksek yoğunluktaki bir bölgesindeki karanlık madde ipliği ağının simülasyonu. Her bir yoğun parlak nokta, gazın içine çökerek bir karanlık madde bölgesi oluşturduğu ve sonrasında büyük kütleli gök ada ve büyük kütleli kara deliklerin oluştuğu yerlerdir

Telif Hakkı: 2015 Kentaro Nagamine, Osaka University

Yakın zamana kadar, bir çok araştırmacı büyük kütleli karadeliklerin tohumlarının ilk yıldızlardan bazılarının çöküşüyle atıldığını düşünüyordu. Fakat bir çok farklı grubun yapmış olduğu modelleme çalışmaları, bu sürecin sonucunda yalnızca küçük kara deliklerin oluşabileceğini gösterdi. Nagamine ve takım arkadaşları büyük kütleli karadeliklerin tohumlarının, astronomların evrenin kütlesinin %85’ini oluşturduğunu düşündükleri görünmez bir madde olan, karanlık madde tarafından oluşturulmuş olabilecek olan potansiyel kuyulara düşen gaz bulutları tarafından oluşturulmuş olabileceğine dair farklı bir durumun simülasyonunu yaptılar.

Devasa gaz bulutlarının dinamiklerinin simülasyonunu yapmak aşırı derecede karmaşık bir iş bu yüzden, takım ‘gömülü parçacık’ adı verilen sayısal bir hile kullanarak problemi basitleştirdi.

Osaka Üniversitesi’nin siber medya merkezindeki ve Japonya’nın Ulusal Astronomi Gözlem Evi’ndeki aşırı güçlü süper bilgisayarları kullanma yetkimizin olmasına rağmen, her bir gaz parçacığını simüle edemezdik.” diyor Nagamine. ”Bunun yerine, etrafını saran gaz geliştikçe büyüyen gömülü parçacığı kullanarak küçük uzaysal ölçekler modelledik. Bu yöntem öncekine oranla çok daha uzun süreli simülasyonlar yapmamıza olanak sağladı.”

Araştırmacılar fark etti ki merkezdeki sadece 2 milyon yılda 2 milyon Güneş kütleseinde daha fazla büyüyerek, büyük kütleli bir karadelik olma olasılığı bulunduran parçacık haricinde, simülasyonlarındaki çoğu gömülü parçacık çok fazla büyümedi. Dahası, gaz iplik haline gelirken ve merkezdeki parçacığın etrafında çökerken -daha önce hiç gözlemlenmemiş olan- yanlış hizalanmış iki toplanma diski oluşturdu.

Başka bir güncel çalışmadai Nagamine ve takım arkadaşları, büyük kütleli kara deliklerle yaklaşık aynı zamanda oluşmuş olan büyük kütleli gök adaların büyümesini açıkladılar. ”Zamanda ne kadar geriyi görebileceğimizin sınırlarını zorlamak istiyoruz.” diyor Nagamine. Araştırmacılar, 2018 yılında fırlatılacak olan ve direkt gaz çökmelerinin gerçekleştiği uzak kaynakları gözlemleyecek olan NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu’ndan gelecek olan gerçek verilerinin, simülasyonlarını onaylamasını umuyorlar.

Çevirme İşlemi: Mina Meşe

Kaynak: Science Daily

Kütleçekimsel Dalgalar Einstein’ın Öngörüsünden 100 Yıl Sonra Keşfedildi!

Bilim insanları ilk kez, Evren’in uzak noktalarındaki sarsıntılı bir olay sonucunda Dünya’ya ulaşan, kütleçekimsel dalga olarak isimlendirilen, uzay-zaman dokusunda dalgacıklar gözlemledi. Bu, Albert Einstein’ın 1915 genel görelilik kuramındaki önemli öngörüsünü onaylamakla beraber, Evren’e dair emsalsiz bir pencere açıyor.

Kütleçekimsel dalgalar, çarpıcı kökenleri ve kütleçekim kuvvetinin doğası ile ilgili, başka türlü elde edilemeyecek bilgiler taşıyor. Fizikçiler, tespit edilen kütleçekimsel dalgaların iki karadeliğin çok daha devasa tek bir karadelik haline gelmek üzere birleşmesinin son saniyesinin son kesitinde oluştuğu kanaatine vardı. İki karadeliğin çarpışması öngörülmüş, ancak tespit edilmemişti.

Kütleçekimsel dalgalar, 14 Eylül 2015’te, Doğu Yaz Saati’ne göre saat 17:51’de (09:51 UTC), Livingston, Lousiana, ve Hanford, Washington, ABD’de bulunan ikiz Lazer Inferometresi Kütleçekimsel-Dalga Gözlemevi (İngilizce kısaltması: LIGO) dedektörlerinin ikisi tarafından da gözlemlendi. Ulusal Bilim Kurumu (İngilizce kısaltması: NSF) tarafından finanse edilen LIGO Gözlemevleri, Caltech ve MIT ortaklığıyla tasarlanmış, inşa edilmiş ve işletilmiş. Physical Review Letters dergisinde yayımlanması kabul edilen keşif, LIGO Bilimsel Ortaklığı (GEO Ortaklığı ve Avustralya Interferometrik Kütleçekimsel Astronomi Birliği’ni de kapsayan), ve Virgo Ortaklığı tarafından, iki LIGO dedektörünün verileri kullanılarak yapıldı.

LIGO bilim insanları, gözlemlenen sinyallere göre, bu olaydaki karadeliklerin yaklaşık olarak 29 ve 36 Güneş ağırlığında olduğunu ve çarpışmanın 1.3 milyar yıl önce gerçekleştiğini yaklaşık olarak hesapladılar. Neredeyse 3 Güneş ağırlığında kütle, görülebilir Evren’inkinin 50 katı kadar olan düşük bir güç çıkışıyla, bir saniye kesitinde kütleçekimsel dalgalara dönüştü. Bilim insanları sinyallerin ulaşma zamanlarına bakarak-Livingston’daki dedektör olayı Hanford’dan 7 milisaniye önce kaydetti-kaynağın Güney Yarımküre tarafında olduğunu tespit etti.

LIGO, çarpışan karadeliklerde kütleçekimsel dalgaları gözlemleyerek, Evren için yeni bir pencere açtı. WASHİNGTON, DC/Cascina, İtalya .

Genel göreliliğe göre, birbiri etrafında dönen iki karadelik, milyarlarca yıl zarfında onları birbirine ağır ağır, son dakikalara gelindiğinde ise çok daha hızlı bir biçimde yaklaştıracak şekilde, kütleçekimsel dalga yaymak suretiyle enerji kaybeder. Son saniyenin son kesitinde, karadelikler neredeyse ışık hızının yarısı kadar bir hızla çarpışarak, daha devasa tek bir karadelik oluşturur. Bu sırada, Einstein’ın E=mc^2 formülüne uygun olarak, birleşen karadeliklerin kütlesinin bir kısmı enerjiye dönüşür. Bu enerji, son bir kuvvetli kütleçekimsel dalga saçılması aracılığıyla salınır. İşe LIGO’nun gözlemlediği kütleçekimsel dalgalar bunlardı.

Kütleçekimsel dalgaların varlığı ilk kez 1970 ve 80’lerde, Joseph Taylor, Jr ve meslektaşları tarafından kanıtlanmıştı. Taylor ve Russell Hulse, 1974 yılında bir nötron yıldızı etrafında dönen bir pulsardan oluşan bir ikili sistem keşfetti. Taylor ve Joel M. Weisberg, 1982 yılında pulsarın yörüngesinin, kütleçekimsel dalgalar formunda enerji yaydığı için, yavaş yavaş küçüldüğünü fark etti. Pulsarın keşfi ve bunun kütleçekimsel dalgaların ölçümünü yapılabilir kılmasından ötürü, Hulse ve Taylor 1993 yılında Nobel Fizik Ödülü’nü kazandı.

Yeni LIGO keşfi, dalgaların Dünya’dan geçerken uzay-zamanda sebep olduğu ufak bozulmaların ölçülmesi suretiyle, kütleçekimsel dalgaların ilk doğrudan gözlemini teşkil ediyor.

LIGO Laboratuvarı’nın yetkili müdürü, Caltech’ten David H. Reitze, “Kütleçekimsel dalgaları gözlemleyerek, en az 50 yıl önce hırslı bir şekilde belirlenmiş olan, bu anlaşılması zor olayı doğrudan tespit etmek ve Evren’i daha iyi anlamak hedefine ulaşmış olduk. Böylece, tam da genel görelilik kuramının 100. yılında Einstein’ın mirasını değerlendirip, öngörülerini ispatladık.” dedi.

Keşif, ekipmanların hassasiyetini ilk jenerasyon LIGO dedektörlerine göre arttırarak, Evren’in daha büyük bir kısmının incelenmesine olanak sağlayan önemli bir iyileştirme olan, Gelişmiş LIGO’nun yükseltilmiş kabiliyetleri sayesinde yapılabildi-üstelik kütleçekimsel dalgaları daha ilk çalıştırılışında bulmayı başardı. Gelişmiş LIGO’yu, ABD Ulusal Bilim Kurumu finanse ediyor. Almanya (Max Planck Topluluğu), Birleşik Krallık (Bilim ve Teknoloji Tesisleri Konseyi, İngilizce Kısaltmasıyla, STFC) ve Avustralya’daki (Avustralya Araştırma Konseyi) finansal açıdan destek olan bazı kurumlar da projeye maddi açıdan önemli maddi taahhütte bulundu. Gelişmiş LIGO’yu çok daha hassas kılan ana teknolojilerin bir kısmı, Almanya Birleşik Krallık GEO Ortaklığı tarafından geliştirildi ve test edildi. Önemli bilgisayar kaynakları AEI Hannover Atlas Kümesi, LIGO Laboratuvarı, Syracuse Üniversitesi ve Milwaukee Wisconsin Üniversitesi’nin katkılarıyla sağlandı. Gelişmiş LIGO için çeşitli üniversiteler ana bileşenleri tasarladı, yaptı ve test etti; bunlar: Ulusal Avustralya Üniversitesi, Adelaide Üniversitesi, Florida Üniversitesi, Stanford Üniversitesi, New York Şehri Columbia Üniversitesi ve Lousiana Devlet Üniversitesi.

NSF’nin yöneticisi France Cordóva “1992 yılında, LIGO’nun ilk fonu onaylandığında, bu NSF’nin yaptığı en büyük yatırımı teşkil ediyordu.” dedi, “Bu büyük bir riskti. Ama Ulusal Bilim Kurumu, bu tür riskler alan bir kuruluştur. Keşif yolunda hiç de belirgin olmayan bir noktadayken, temel bilim ve mühendisliği destekliyoruz. Biz öncüleri finanse ediyoruz. ABD bu sebeple ileri bilgi konusunda küresel bir lider konumunda.”

LIGO araştırmaları, 14 ülke ve ABD’den çeşitli üniversitelerde çalışan 1000’den fazla bilim insanından oluşan LIGO Bilimsel Ortaklığı (İngilizce kısaltması: LSC) tarafından yürütülüyor. LSC’deki 90’dan fazla üniversite ve araştırma enstitüsü dedektör teknolojisi geliştiriyor ve veri analizi yapıyor; 250 öğrenci de bu ortaklığın önemli katkılarda bulunan üyeleri arasında. LSC dedektör ağı, LIGO interferometreleri ve GEO600 dedektörünü içeriyor. GEO takımı; Max Planck Kütleçekimsel Fizik Enstitüsü (Albert Einstein Enstitüsü, AEI), Leibniz Üniversität Hannover’den olan bilim insanlarından ve Glasgow Üniversitesi, Cardiff Üniversitesi, Birmingham Üniversitesi ve Birleşik Krallık’tan başka üniversiteler ve İspanya’daki Balearic Adaları Üniversitesi’nden olan ortaklardan oluşuyor.

LSC sözcüsü ve Louisiana Devlet Üniversitesi’nde fizik ve astronomi profesörü olan Gabriela González, “Bu bulgu yeni bir çağın başlangıcı: Kütleçekimsel dalga astronomisi artık gerçekliğe kavuşmuş bir alan.” dedi.

Kütleçekimsel dalgaların saptanması amacıyla, LIGO aslında 1980’lerde MIT’den emekli fizik profesörü Rainer Weiss, Caltech’ten emekli Richard P. Feynman Kuramsal Fizik Profesörü Kip Thorne ve yine Caltech’ten emekli fizik profesörü Ronald Drever tarafından önerilmişti.

Weiss, “Bu gözlemin tarifi, Einstein’ın 100 yıl önce formülleştirdiği genel görelilik kuramında çok güzel bir biçimde anlatılıyor ve güçlü kütleçekim için ilk kuram testini de kapsıyor. Eğer kendisine söyleyebilseydik, Einstein’ın yüzünü bu sırada izlemek harika olurdu.” dedi.

Thorne ise, “Bu keşifle, insanlar olarak müthiş ve yepyeni bir arayışa girişiyoruz: Evren’in çarpık yüzünü keşfetme arayışına-çarpık uzay-zamandan yapılma nesne ve olaylara. Çarpışan karadelikler ve kütleçekimsel dalgalar ilk güzel örneklerimiz.” şeklinde yorum yaptı.

Virgo araştırması ise, 19 farklı Avrupalı araştırma grubundan gelen 250 fizikçi ve mühendisten oluşan Virgo Ortaklığı tarafından yürütülüyor. Bu grupların 6’sı Fransa’daki Centre National de la Recherche Scientifique’ten (CNRS); 8’i İtalya’daki Istituto Nazionale di Fisica Nucleare’den( (INFN); 2’si Hollanda’daki Nikhef’ten; biri Macaristan’daki Wigner RCP’den; biri Polonya’daki POLGRAW’dan ve biri de İtalya, Pisa’ya yakın bir noktadaki, Virgo dedektörünü barındıran laboratuvarın olduğu Avrupa Kütleçekimsel Gözlemevi’nden (İngilizce kısaltması: EGO).

Virgo sözcüsü Fulvio Ricci, “Bu fizik için önemli bir kilometre taşı ancak daha da önemlisi, LIGO ve Virgo ile gelecek olan pek çok yeni ve heyecan verici astrofiziksel keşiflerin de başlangıcı.” yorumunda bulundu.

Max Planck Kütleçekimsel Fizik Enstitüsü (Albert Einstein Enstitüsü) yetkili yöneticisi Bruce Allen, “Einstein, kütleçekimsel dalgaların tespit edilebilmek için çok zayıf olduğunu ve karadeliklerin var olmadığını düşünüyordu. Ama yanıldığı için keyfinin kaçacağını sanmayın!” diye ekledi.

MIT’den Gelişmiş LIGO proje lideri David Shoemaker, “Gelişmiş LIGO dedektörleri, gerçekten fevkalade bir uluslararası teknisyen, mühendis ve bilim insanı ekibi sayesinde, bilim ve teknoloji için tam bir gövde gösterisi.” dedi, “NSF fonlu bu projeyi zamanında ve bütçe sınırları içerisinde bitirdiğimiz için oldukça gururluyuz.”

Her gözlemevinde, 4 kilometrelik L şeklindeki LIGO interferometresi, iki ışına ayrılmış ve kollarda (1.2 metre çaplı, neredeyse tamamen ideal vakumda tutulan tüpler) ileri geri hareket eden lazer ışığını kullanıyor. Işınlar, her kolun sonunda dikkatle yerleştirilmiş aynalar arasındaki mesafeyi ölçmek için kullanılıyor. Einstein’ın kuramına göre, aynalar arasındaki uzaklık kütleçekimsel bir dalga geçtiği zaman sonsuz derecede küçük bir miktar değişmeli. Protonun çapının on binde biri (10^-19) kadar bir değişim tespit edilebilir durumda.

Glasgow Üniversitesi’nden fizik ve astronomi profesörü Sheila Rowan, “Bu muhteşem kilometre taşına ulaşılması için küresel bir bilim insanı ortaklığı gerekti-GEO600 için geliştirilen lazer ve süspansiyon teknolojisi Gelişmiş LIGO’yu şu ana dek yapılmış en karmaşık kütleçekimsel dalga dedektörü yapmakta kullanıldı.” dedi.

Bağımsız ve aralarında epey mesafe olan gözlemevleri, kütleçekimsel dalgalara sebep olan olayın yönünün belirlenmesi ve sinyallerin bölgesel bir olaydan değil de uzaydan olduğunun onaylanması bakımından önem taşıyor.

LIGO Laboratuvarı bu açıdan, Hindistan’daki Inter Üniversitesi Astronomi ve Astrofizik Merkezi, Raja Ramanna İleri Teknoloji Merkezi ve Plazma Enstitüsü ile, Hindistan alt kıtasında üçüncü bir Gelişmiş LIGO dedektörü kurmak için çalışıyor. Hindistan hükümetinin onayını bekleyen proje, önümüzdeki on yıl içinde işler hale getirilebilir. Bu ek dedektör, küresel dedektör ağının kütleçekimsel dalga kaynaklarının yerlerinin belirlenmesi açısından büyük bir ilerleme sağlayacak.

Avustralya Ulusal Üniversitesi Kütleçekimsel Fizik Merkezi yöneticisi ve fizik profesörü David McClelland, “Umuyoruz ki, bu ilk gözlem küresel dedektör ağı kurulumunu hızlandırarak, çoklu-ulak astronomisi çağında daha doğru kaynak belirlemesi yapabilmemizi sağlayacak.

Ek video ve görseller http://mediaassets.caltech.edu/gwave adresinde bulunabilir.

Çevirme İşlemi: Zeynep Kılıç Kaynak: LIGO Caltech & MIT