Önceden, çeşitli antik süpernovaları (biri 11 milyar diğeri de 11.4 milyar yıl önce patlamış) farketmiş olan California Üniversitesi’nden Jeff Cooke ve ekibinin 9 Haziran günü ‘Nature’ dergisinde yayınlanan makalesine göre, 8 milyar yaşında yeni bir süpernova daha keşfetti. Bunu da gökyüzü fotoğrafçılarının sıkça kullandığı ‘istifleme’ (stacking) metodu ile buldu.
Sanatçının gözünden bir yıldız, süpernova oluşturmadan önce dışarı attığı gaz kütleleri.
Telif Hakkı: NASA / Swift / Skyworks Digital / Dana Berry
İlk önce gözlemciler Kanada, Fransa ve Hawaii’deki teleskoplarla çekilmiş resimlerdeki uzakta bulunan gökadaları tespit ediyor. Sonra da bu gökadaların değişik zamanlarda çekilmiş fotoğrafları birleştiriliyor ve fotoğraflar karşılaştırılıyor.
Eğer gökadanın herhangi bir yerinde olağandışı bir parlama farkedilirse bir süpernovanın oluştuğu anlaşılıyor ve kırmızıya kayma değerleri ölçülüyor. Bu da yaşı hakkında bilgi veriyor.
Jeff Cooke’un farkettiği süpernovalar 2.Tip süpernovalardan. Yani Güneş’in kütlesinin 50 ile 100 katı arasında değişen yıldızların oluştuğu süpernovalar. Bu yıldızlar patlamadan önce kütlelerinin büyük kısmını dışarı atarlar ve patlarken büyük miktarda mor ötesi ışın yayarlar.
Şu aralar gökbilimciler bir 2. Tip süpernova için tetikteler. Eta Carinae adındaki yıldız (yaklaşık 7500 – 8000 ışık yılı uzaklıkta) kütlesinin çoğunu uzaya fırlattığı için böyle bir süpernova oluşturmaya aday.
Ayrıca bu yıldız oldukça değişken bir yıldız. 1843’te oluşturduğu bir parlama sayesinde bir saniyeliğine de olsa Güneş’ten sonra en parlak yıldız olan ve Büyük Köpek Takımyıldızı’nda bulunan Sirius kadar parladı. Uzun bir süre 8 kadirde kalırken 1998 – 1999 yıllarında parlaklığı %100 arttı.
Güneş, bilindiği gibi, aktiflik bakımından minimum seviyede ve 2 yıldan beri şaşırtıcı bir biçimde Güneş lekelerine rastlamak çok zor. İlk defa Güneş fizikçileri, bunun nedenini anlayabilmiş olabilir.
Colorado’daki Amerikan Astronomi Derneği’nin (American Astronomical Society) basın toplantısında, araştırmacılara, Güneş’in içindeki püskürme akımının (jet stream) normalden daha yavaş bir biçimde yıldızın iç bölgelerinden geçtiğini ve bu durumun Güneş lekelerinin eksikliğine yol açtığı duyruldu.
Güneş’in iç yüzeyinin heliosismik haritası. Kırmızı – sarı eğri bantlar püskürme akımlarını gösteriyor. Siyah bölgeler ise Güneş lekeleri aktivitesini belirtiyor. Akım 22o‘ye ulaşınca lekeler oluşmaya başlıyor.
Tuscon, Arizona’daki Amerikan Ulusal Gözlemevi’nden (National Solar Observatory) Rachel Howe ve Frank Hill, Güneş yüzeyinin 7000 km altındaki püskürme akımlarını belirlemek için “helioseismology” denilen bir teknik uyguladılar.
11 yılda bir Güneş kutuplarına yakın yerlerde yeni püskürme akımları üretir. Akımlar yavaş yavaş kutuplardan ekvatora doğru hareket eder ve kritik enleme yani 22o‘e ulaşınca yeni Güneş lekeleri oluşmaya başlar.
Howe ve Hill, gelecek lekeleri oluşturacak olan akımların 10o‘lik bir yayı ancak 3 yılda aşabildiklerini farkettiler. Önceki Güneş döngüsündeki akımlar aynı yolu 2 yılda alabilmişlerdi.
Ama sonunda akımlar, Güneş aktivitesinin yıllar sonra yeniden başlayacağının habercisi olan kritik enleme ulaştı.
Şu andaki Güneş aktivitesinin düşük olması araştırmacılara, 17 yüzyılda meydana gelen “Maunder Minimum”un tekrar yaşanabileceğini düşündürttü. Ama yeni sonuç Güneş aktivitesinin yeniden başlayacağını gösterdiği için bu tip kuramları çürüttü.
Akımlar Güneş yüzeyini altında olduğu için direk olarak gözükmüyor. Hill ve Howe bu saklı akımları yakalamak için “helioseismology”i kullandı. Güneş’in içinde hareket eden kütleler, yüzeyde dalgalar oluşturuyor. “P dalgaları” denilen dalgalar tüm iç yüzeyi titreştiriyor ve Güneş’in büyük bir çan gibi sallanmasına neden oluyor. Bu titreşimleri inceleyerek içerde olan akımları farketmek mümkün. Aynı tip teknikler Dünya’nın iç yüzeyinin incelenemesi için jeolojistler tarafından da kullanılıyor.
Böyle bir olayda, araştırmacılar SOHO (The Solar and Heliospheric Observatory – Güneş ve Heliospheric Gözlemevi) ve GONG’dan (Global Oscillation Network Group – Küresel Salınım Ağ Grubu) gelen bilgileri kullanıyor. GONG, Güneş’teki titreşimleri Dünya’nın çeşitli yerlerinde gözlemleyen bir ağ grubu. SOHO ise aynı işlemi uzaydan yapıyor.
Her ne kadar Güneş lekelerinin akımlara bağlı olduğu bilinse de nedeni tam olarak belli değil.
Bir sanatçının gözünden SDO
Telif Hakkı: NASA
NASA tüm bu gizemleri çözmek için bu yıl sonunda SDO’yu (Solar Dynamics Observatory – Güneş Dinamikleri Gözlemevi) fırlatmayı düşünüyor. SDO gelişmiş heliosismik sensörlere sahip olduğundan Güneş’in içinde tam olarak ne olup bittiğini açıklayabilir.
Amerikan Ulusal Okyanus ve Atmosferik Olaylar Dairesi (UOAOD – National Oceanic and Atmospheric Administration – NOAA)’nin başını çektiği ve NASA’nın sponsor olduğu uluslararası bir panelde yeni Güneş Döngüsü 24 için çeşitli tahminler yapıldı. Ortak görüş Güneş Döngüsü 24’ün maksimumunun ortalama bir değerden daha az bir sayıyla lekeyle geçeceği.
Aralık 2008’deki UOAOD’nin GOES-13 Uydusu’nun gözlemlediği Güneş Işıması.
Oturum başkanı UOAOD Uzay Havası Tahmini Merkezi’nden (Space Weather Prediction Center) Doug Biesecker’e göre eğer tahminleri doğruysa Güneş Döngüsü 24, maksimumda sadece 90 lekeye sahip olacak. Bu sayıya göre, 1928 yılından beri en düşük seviyeli döngü olacak. 1928 yılında Güneş Döngüsü 16 maksimumu 78 lekeyle geçmişti.
Ama bu tür bir döngüyü güçsüz demek pek doğru değil gene de.
Bu tür bir döngünün yaratabileceği çok şiddetli uzay havası olayları olabilir. 1859 yılında meydana gelen ve “Carrington Olayı” denilen jeomanyetik fırtına, 2013 yılında beklenen Güneş Döngüsü 24 ile aynı seviyede başka bir döngüde meydana geldi. Güneş ışımalarını inceleyen Richard Carrington’a göre bu fırtına sırasında, kablolar elektriklendi, telgraf ofislerinde yangın çıktı ve hatta oluşan Kuzey Işıkları yani auroralar altında insanlar çok rahat bir biçimde kitabını okuyabildi.
Güneş Döngüsü 23’ün gözlemlenen ve Güneş Döngüsü 24’ün beklenen Güneş Lekeleri sayıları.
Telif Hakkı: UOAOD / Uzay Havası Tahmini Merkezi
Bu tür bir fırtınanın günümüzde yaratabileceği hasarlar çok büyük. Son araştırmalara göre böyle bir hasarın maliyeti 1-2 trilyon dolar kadar. Katrina Kasırgası’nın maliyeti ise 80 – 125 milyar dolar kadardı.
Güneş Döngüleri yaklaşık 11 yıl periyotludur. Maksimumları ise çok düşük ya da çok yüksek olabilir. Bazı zamanlarda ise minimumlar çok uzun sürebilir. 17. yüzyılda yaklaşık 70 yıl süren Maunder Minimumu buna bir örnek.
1610’dan 2008’e kadar ortalama yıllık Güneş Lekesi sayısı. Araştırmacılar, Güneş Döngüsü 24’ün, kırmızı okla işaretlenen 1928 yılında meydana gelen döngüye benzeyeceğini düşünüyor.
Telif Hakkı: NASA / MSFC
Şu anda Güneş Döngüsü, geçen yüzyılın en düşük konumunda. 2008 ve 2009 yılında ölçülen Güneş rüzgarlar seviyesi ve lekeleri sayısı çok düşüktü.
Buna rağmen, Güneş yavaş yavaş hayat belirtileri göstermeye başladı. Lekelere artık daha sıklıkla rastlanıyor. Yüksek plazma miktarının Güneş yüzeyinde güç kazandığı ve yavaş yavaş Güneş’in ekvatoruna toplandığı gözlemleniyor. Radyo yayılımlarında da bir yükselme farkediliyor.
Araştırmacılara göre Güneş Döngüsü 24, 2013 Mart’ında en yüksek değerine ulaşacak.
Yıllardır gökbilimciler, Güneş ile Dünya arası mesafeyi ölçmeye çalışmışlardır. Milattan önce 3. yüzyılda Yunanlı Aristarkus, Güneş merkezli sistemi ortaya atan ilk kişiydi. Yalnız ona göre Güneş, Ay’dan sadece 20 kat uzaklıktaydı. Halbuki gerçekte 400 kat uzaklıkta. Güneş-Dünya arası mesafe her yıl 15 cm artıyor.Telif Hakkı: NASA
20. yüzyılın sonlarına doğru, bilimadamları mesafeyi tam olarak ölçebildiler. Bu mesafeye “Gökbilim Birimi” (Astronomical Unit) denildi. Uzay araçlarının da yardımıyla mesafe tam olarak 149,597,870.696 km bulundu. Rus bilimadamları Gregoriy A. Krasinsky ve Victor A. Brumberg, 2004 yılında Güneş ve Dünya’nın birbirlerinden az da olsa uzaklaştıklarını keşfettiler: sadece yılda 15 cm. Peki neden 2 gökcismi birbirlerinden uzaklaşıyor? Bununla ilgili bir iddia Güneş’in kütlesinin Güneş rüzgarları ve füzyon tepkimeleri nedeniyle azalması. Bu nedenle de Güneş’in kütle çekim kuvvetinin azalması. Başka bir iddia da evrensel genişleme ve karanlık maddenin etkisi nedeniyle çekim sabiti, G’nin azalması. Ama hiçkimse bunları tatmin edici bir şekilde açıklayamadı. Ama Japonya, Hirosaki Üniversitesi’nden Takaho Miura ve üç meslektaşı bir cevap üstüne çalışıyorlar. Avrupa bilimsel makale dergisi Astronomy & Astrophysics ‘de çıkan makaleye göre Güneş ile Dünya arası mesafenin artmasının nedeni gelgit etkisi. Bu Ay’ı uzaklaştıran nedenin aynısı: Ay’ın etkilediği okyanus suları, Dünya’nın açısal enerjisini Ay’a aktarıyor. Sonuç olarak da her yıl Ay’ın yörüngesi 4 cm genişlerken Dünya’nın dönüş hızı da 0.000017 saniye yavaşlıyor. Miura ve takımı da Dünya’nın kütlesinin az da olsa arttığını ve Güneş üzerinde ufak bir gelgit etkisi yarattığını kabul ettiler. Hesaplarına göre Güneş’in dönüş hızı her yıl 0.00003 saniye azalırken Güneş açısal momentini kaybetmeye başlıyor ve Güneş ile Dünya arası mesafe de büyüyor. Kaynak: NewScientist
Mars araçlarından Spirit son bir kaç haftadır hareket edemiyor. Bunun sebebi ise altındaki toprak yığını veya bir kaya, ama ne olduğu tam olarak belli değil. Aracın altında tam olarak bilinemeyen bir şey var ve aracın gitmesine izin vermiyor, altında bir toprak yığını veya bir kaya parçası olduğu düşünülüyor. Araç aynı zamanda terim yerindeyse “yarı beline kadar toza batmış vaziyette.”
Bunu belirlemek için aracın robotik kol üzerindeki fotoğraf makinası kullanılıyor ama robotik kolun kullanım amacı bu olmadığı için çeşitli testler yapılıyor. Robotik kolun üzerindeki fotoğraf makinesin amacı mikroskobik boyutlarda toprak ve kayaları incelemek. Fakat ilk testler, robotun ikizi olan Opportunity üzerinde yapıldı ve gayet iyi sonuçlar alındı. (Opportunity robotik kol ile kendi alt tarafını fotoğrafladı.) Spirit ilk denemesini salı günü yaptı ve biraz odaklanma sorunu olsa da nesnenin fotoğraflarını çekebildi. Fakat cismin tam olarak ne olduğu hakkında karar vermek, gerçekten aracın alt yüzeyine sürtüyor olup olmadığını belirlemek ve Spirit’i kurtarmak için çeşitli stratejiler üretmek için daha birçok fotoğrafa ihtiyaç var. Peki, Spirit bu duruma nasıl geldi? Spirit geçtiği toz yığını bölgesinde yavaş yavaş toza battı ve tekerlerin patinaj yapması ile toz havuzuna gömülmeye başladı. Bu yüzden yüzeydeki bu cisim aracın alt yüzeyine dokundu ve ilerlemesini engelliyor. Spirit zaten bir süredir ön sağ tekerleğini kullanamıyordu, bu olayda sol orta teker de tutukluk yaptı fakat şu an için eski haline dönmüş durumda ve çalışıyor. Bir başka güzel haber de: Mars’ın kendisi Spirit’in bu durumdan kurtulmasına yardımcı oluyor. Mars’taki kuvvetli rüzgarlar aracın güneş panellerini temizledi ve aracın daha çok şarj olup daha fazla güç depolamasına yardımcı oluyor. Araç şu an gücünün %85′ ini kullanabiliyor. Proje yöneticisi John Callas şimdilik iyimserliğini koruyor ve yeteri kadar zamanda ve yeteri kadar tekerleklerin dönmesi sayesinde bu durumdan kurtulabileceklerini düşünüyor. Spirit’in tekerlekleri toza batmış durumda. Telif Hakkı: NASA/JPL Spirit’i bu zor durumdan kurtarmak için mühendisler Mars’taki durumun Dünya’da simülasyonunu yapıp araçların buradaki ikizini kullanarak yeni kurtarma stratejileri geliştirecekler. Eğer geliştirilen operasyon işe yararsa bu durum Spirit için denecek. Fakat bu kurtarma operasyonu için sadece mühendisler çalışmıyor. Bir çok gönüllü de fikirleri ile bu işe destek çıkıyorlar. Bunlardan bir tanesi de 7 yaşındaki Julian. Geliştirdiği proje ise Spirit’in robotik kolunu kullanarak yere dayanması ve kendi kendini kaldırarak itmesi. İlk balışta komik gibi duran bu fikir aslında gerçekten başvurulabilecek çareler arasında. Belki de en son çare ama proje yöneticisinin dediğine göre listede yer alıyor. İlgili Bağlantılar: Mars Araştırma Görevleri (NASA’nın Mars’taki araştırma araçlarının haberleri verdiği site) Kaynak: Universe Today
Sosyologlar ve biyologlar, tek bir kökenden gelen tek yumurta ikizlerinin farklılıkları üzerinde araştırmalar yaparken gökbilimciler de, aynı anda, aynı yerde oluşan ikiz ya da çoklu yıldız sistemleri üzerinde çalışıyor. En gözlemlenmeye değer yıldız çiftleri ise tutulum çiftleri (eclipsing binaries). Yıldızlar birbirinin önünden geçtikçe yıldızların çok büyük doğrulukla kütleleri, sıcaklıkları, yüzey parlaklıkları ve fiziksel büyüklükleri ölçülebiliyor.
Orion Bulutsu’sunda bulunan kahverengi cüce çiftinin konumu.
Telif Hakkı: NASA / JPL / HST / David James
Orion Bulutsu’sunda bulunan 2MASS J05352184-0546085 adı verilen ikiz kahverengi cüce çifti bir tutulum çifti olarak biliniyor.
Kahverengi cüceler, başarısız yıldız olarak da bilinen gaz devi gezegenlerle yıldızlar arasındaki bir gök cismidir. Oluşma süreçleri yıldızlarla aynıdır. Gaz ve tozları, yerçekimi kuvvetleriyle toplarlar. Ama yıldızlardan farkı, ufak kütleleri nedeniyle, gerçek bir yıldızdaki gibi hidrojen füzyon tepkimesini ve enerji üretimini başlatabilecek basınca ve sıcaklığa sahip olamamaları.
Yaklaşık 1 milyon yaşında oldukları tahmin edilen 2MASS J05352184-0546085 cisimlerinin tam olarak soğumadıkları tahmin ediliyor. Vanderbilt Üniversitesi’nden Yilen Gòmez Maqueo Chew ve meslektaşları iki cismin özelliklerini büyük bir doğrulukla saptayabildi. %2’lik hata payıyla birinin 68 diğerinin ise 38 Jüpiter kütlesinde olduğu belirlendi. Ama kütlelerine oranla çok büyükler. %1’lik hata payıyla biri Güneş’in çapının %69’u, diğeri ise %56’sı.
Burada kafayı karıştıran durum ise şu: Olması gerekenin tersine, daha büyük ve daha kütleli olan kahverengi cüce diğerinden yaklaşık 450oC daha soğuk. Normalde kabul edilen durum şu: Bir kahverengi cüce ne kadar büyük olursa, o kadar yüksek ısı enerjisi ile yaşamına başlar ve zamanla o kadar yavaş soğur.
Bir sanatçının gözünden 2MASS J05352184-0546085 sistemi.
Telif Hakkı: NASA / ESA / A. Feild (STScI)
İnsanların aksine, yıldız çiftlerinin aynı anda doğup doğmadıkları tam olarak bilinemiyor. Vanderbilt Üniversitesi’nden Keivan Stassun’a göre büyük olan cisim 1 milyon yaşından daha yaşlı olmalı. Ancak bu kurama göre büyük olan cismin daha soğuk olduğu açıklanabilir.
Soğuk olmasının yanısıra, büyük cisim oldukça hızlı dönüyor. (Büyük cisim 3.3, küçük cisim 14.1, Güneş de 27 günde kendi çevresinde dönüyor.) Hızlı dönme yüzünden daha güçlü manyetik alana sahip olan cismin yüzeyinde normalden daha soğuk olan yıldız lekeleri bulunuyor. Bu lekeler normalde yüzeyden %10 soğuk olması gerekirken bu cisimde %65 daha soğuk.
Lekelerin belirlenmesinde konum da çok önemli. Eğer tüm lekeler düzgün bir şekilde dağılmış olsaydı gökbilimciler sadece her dönüşte meydana gelen parlaklık dalgalanmalarını fark edebileceklerdi. Ama lekeler, sürekli Dünya’ya çevrili olan cismin kutbunun etrafında toplandığından lekeler farkedilebildi.
NASA’nın kızılötesi uzay teleskopu Spitzer (Spitzer Space Telescope), 15 Mayıs 2009 tarihinde soğutucu sıvısı olan sıvı helyumunu tüketti ve ‘sıcak durumu”na girdi. 2 yıl daha çalışması öngürülmüş olan teleskop 6 yılını evreni araştırarak geçirdi. Ama şimdi 2 cihazından yoksun olarak araştırmalarına devam edecek: Uzun dalga boylu fotometre ve Kızılötesi izgeçizeri(spektrograf).
Bir sanatçının gözünden Spitzer Uzay Teleskopu
Telif Hakkı: NASA / JPL
Spitzer Uzay Teleskopu düşünüldüğünden daha uzun süre “soğuk durumu”nda kaldı. İyimser tahminlere göre sıvı helyum 2.5 yılda bitecekti.
-270oC’den -242oC’ye ısınan uzay aracındaki aletler, Spitzer Uzay Teleskopu’nun uzun dalga boylu cihazlarının tespit edebileceği aralıktaki frekansta çok az ısı yayılımı yapıyorlar. Bu yayılımdan dolayı bu cihazlar kullanılamaz halde.
BHR 71 Kozmik Bulutu’nun karşılaştırmalı resimleri. Soldaki görünebilir ışıktaki, sağdaki Spitzer Uzay Teleskopu’nun kızılötesi kamerasıyla kızılötesi ışıktaki, ortadaki ise diğer iki resmin birleştirilmesiyle oluşturulmuş birleşik bir resim.
Telif Hakkı: NASA/JPL-Caltech/Harvard-Smithsonian CfA
Ama, teleskopun kızılötesi kamerasının 3.6 ile 4.5 mikron arasında çalışan iki kısa dalga boylu detektörlerinde ise bir problem yok.
Spitzer Uzay Teleskopu’nun geçmişte bir sürü başarısı var: Başka sistemlerdeki gezegenlerin sıcaklıklarının tespiti, Samanyolu’nun kol sayısının belirlenmesi, vb. Ayrıca Samanyolu’ndaki toz bulutlarının ve başka gökadalarının yapısının belirlenmesinde gökbilimcilere çok yardımcı olmuştu.
Neyse ki, ESA (European Space Agency – Avrupa Uzay Dairesi) tarafından gönderilen Herschel Uzay Teleskopu’nda bu yitirilen kızılötesi kameraların daha gelişmiş modelleri mevcut.
Avrupa Uzay Dairesi, (European Space Agency – ESA) 14 Mayıs 2009 tarihinde Herschel Uzay Gözlemevi’ni (Herschel Space Observatory) ve Planck Araştırma Aracı’nı (Planck Surveyor) uzun bir görev yapmak üzere başarıyla uzaya fırlattı. Herschel Uzay Gözlemevi, uzak kızılötesi gözlemlerle yıldız ve gökada doğumları hakkında bilgi toplayarak gökbilimcilere yardım edecek. Planck Araştırma Aracı ise Büyük Patlama’dan (Big Bang) 380.000 yıl sonra yayılan mikrodalgaları kullanarak uzayı haritalandıracak ve evrenin kaynağı hakkında bilgi toplayacak.
14 Mayıs 2009 tarihinde TSİ 16.09’da Fransız Guyanası’ndan fırlatılan Herschel Uzay Gözlemevi’ni ve Planck Araştırma Aracı’nı taşıyan Ariane 5 roketi.
Telif Hakkı: ESA / S. Corvaja
Şu ana kadar en büyük uzay teleskopu olan Herschel Uzay Gözlemevi, uzak kızılötesi ışınları tespit edebilecek şekilde tasarlandı. Mutlak sıcaklıktan (-273oC) 5 ve 50oC üstündeki sıcaklık yayılımlarını farkedebilen Herschel Uzay Gözlemevi’nin cihazları, tayfda görünür ışığın oldukça uzağında bulunan mikrodalgalara yakın olan ve şu ana kadar üzerinde en az çalışılmış 55 ile 670 mikron dalgaboyunda çalışacak.
Bu az çalışılmanın nedeni ise su buharı. Atmosferde bulunan su buharı hem tayfın bu kısımdaki ışıkları engelliyor hem de yansıtıyor.
Herschel Uzay Gözlemevi, evrende gazların ve tozların arasında Samanyolu’nda oluşan yıldızları gözlemleyecek. Bu uzak kızılötesi gözlemler astrofizikçilere yıldız oluşumunun erken evreleri hakkında bilgi toplayacak.
Sanatçının gözünden fırlatmadan yarım saat sonra Herschel Uzay Gözlemevi’nin (sol) roketin üst kısmından ayrılması.
Telif Hakkı: ESA / D. Ducros
Herschel Uzay Gözlemevi, 3.5 metrelik ayna çapıyla şu ana kadarki en büyük teleskoba sahip. (Hubble Uzay Teleskopu’nun çapı 2.4 metre.) Dalgaboyunun artmasıyla enerji azaldığından düşük dalgaboylarında cisimleri net gözlemleyebilmek için geniş bir aynaya ihtiyaç var. Yalnız, bu büyüklükte bir aynanın yaratacağı bir takım sorunlar var. Soğutmak için sıvı helyum gibi süper soğuk sıvılar gerekecek. Herschel Uzay Gözlemevi’nin 3.5 yılda sadece soğutmak için kullanacağı sıvı helyum miktarı 2300 litre.
Herschel Uzay Gözlemevi, Dünya’nın, Ay ile arasındaki mesafenin dört kat uzağında bulunacak. Bu bölgede, güneş kalkanına rağmen sıcaklığın mutlak sıcaklığın 80o (-193oC) üstünde olan koşullarda çalışabilmesi için soğutulması lazım. Yoksa bu sıcaklıkta aracın kendisi, sorun yaşatabilecek bazı kızılötesi ışınlar yayabilir.
Planck Araştırma Aracı ise, evrenin şu ana kadarki en doğru mikrodalga haritasını çıkaracak. Asıl görevi ise; evren Büyük Patlama’dan sonra 380.000 yaşındayken 3000oC sıcaklıktaki evreni dolduran gazın yaydığı kozmik mikrodalga arkaplan ışınımını (cosmic microwave background – CMB) ölçmek.
Sanatçının gözünden Herschel Uzay Gözlemevi ayrıldıktan birkaç dakika sonra ayrılan Planck Araştırma Aracı (sağ).
Telif Hakkı: ESA / D. Ducros
Bu radyasyonun sıcaklığı noktadan noktaya göre değiştiği için ilk 380000 yılda gökcisimlerinin devasa akustik dalgaları tarafından sıkıştırıldığı ve genişletildiği düşünülüyor. Yoğunluktaki sıçramalara ve değişik ölçekteki değişik yoğunluklara bakılarak evrenin başlangıcı sırasındaki koşullar ve birleşim hakkında kesin bilgilere ulaşabilir.
Planck Araştırma Aracı, evrendeki kozmik mikrodalga yayılımını haritalandıracak. 1 tam küreyi taraması yaklaşık 6 ayını alacak.
Planck Araştırma Aracı, kendisinden önce gönderilen NASA yapımı Wilkinson Mikrodalga Anizotropi Aracı’ndan (Wilkinson Microwave Anisotropy Probe – WMAP) 10 kat daha hassas.
Atlantis Uzay Mekiği, 7 mürettebatla birlikte 11 Mayıs 2009’da TSİ 21.01’de NASA’nın Kennedy Uzay Merkezi’nden (Kennedy Space Center) Hubble Uzay Teleskopu’nun son bakımı için fırlatıldı. Atlantis’in 11 günlük görevi sırasında, Hubble’ın ömrünü en azından 2014 yılına kadar uzatmak ve teleskopun görüş kabiliyetini 70 kat arttırmak için özel olarak geliştirilmiş cihazlar takılacak. Bu işlem sırasında da 5 defa uzay yürüyüşü gerçekleştirilecek.
Atlantis Uzay Mekiği’nin Kennedy Uzay Merkezi’nden kalkışı.Telif Hakkı: NASA Televizyonu
Bu 5. bakım görevine STS-125 adı verildi. Bu görev 126. uzay mekiği görevi oldu. Atlantis’in de görev aldığı 30. görev. Hubble Uzay Teleskopu da STS-31 görevi ile uzaya fırlatılmıştı. İlgili bağlantılar: NASA TV (NASA Televizyonu) Mekikler (NASA’nın uzay mekikleri) Hubble (Hubble Uzay Teleskopu) Kaynak: Science@NASA
Merkür yüzeyinde araştırmalar yapan NASA’nın uzay aracı, bilimadamlarının beklentilerinin ötesinde gezegenin atmosferi, manyetosferi ve jeolojik yapısı hakkında bilgiler elde etti. Uzay aracı, aynı zamanda, çapı 700 km’yi bulan Rembrandt adı verilen bir havza buldu. MESSENGER Uzay Aracı’nın 2008 yılının Ekim ayında, ikinci Merkür geçişi sırasında keşfettiği Rembrandt Havzası. Telif Hakkı: NASA / Johns Hopkins Üniversitesi Uygulamalı Fizik Laboratuarı / Smithsonian Enstitüsü / Carnegia – Washington Enstitüsü Bu keşifler ve daha fazlası Science dergisinin 1 Mayıs sayısında yer aldı. Tüm bu bilgiler MESSENGER’ın (Haberci – MErcury Surface, Space ENvironment, GEochemistry and Ranging spacecraft – Merkür Yüzeyi, Uzay Çevresi, Jeokimya ve Uzaklık uzay aracı) 6 Ekim 2008’de, Merkür’ün yanından ikinci kez geçmesiyle ve 1200’den fazla yüksek çözünürlüklü resim çekmesiyle elde edildi.
“Bu geçiş keşiflerin yapıldığı ikinci geçiş oldu. Bizi en çok şaşırtan olay ise Merkür manyetosferinin ilk Merkür uçusundan (Ocak 2008) bu yana güçlenmesiydi.” diyor Washington – Carnegia Enstitüsü’nden uzay aracından sorumlu Sean Solomon. Manyetosfer, gezegenin manyetik alanının çevrelediği ve tüm Merkür’ü içine alan bir bölgedir. Bu bölgede karşılaşan Güneş rüzgarları ve gezegenin manyetik alanı, manyetik fırtınalardan ve buna bağlı atmosferik olaylardan sorumludur. “İlk geçiş sırasında, MESSENGER gezegene yakın oldukça sakin çift kutuplu bir manyetik alan keşfetmişti. Kelvin – Helmholtz dalgaları dışında önemli bir özellik göze çarpmamıştı.” diyor NASA Goddard Uzay Uçuş Merkezi’nden (Goddard Space Flight Center) araştırmacı James Slavin. Ama ikinci bundan çok farklıydı. MESSENGER, Merkür’de, Dünya’daki oluşmuş en yoğun manyetosferin 10 katı yoğunlukta manyetik yeniden bağlanmaların (magnetic reconnection) olduğu çok hareketli bir manyetosfer keşfetti. Uzay aracının ölçtüğü yüksek dalga boylu plazma dalgaları ve manyetik yapıların nedeni yüksek Güneş rüzgarı enerjisi. Heyecan verici başka bir buluş da önceden farkedilmemiş bir havzanın bulunması. Rembrandt Havzası 700 km’lik çapıyla eğer Türkiye’de bulunsaydı, Türkiye’nin 3 büyük şehrini aralarındaki kuş uçuşu mesafe ile birlikte içine alabilirdi. Rembrandt Havzası’nın, yaklaşık 3.9 milyon yıl önce Güneş Sistemi’ndeki yüksek bombardımanın sonuna doğru meydana geldiği düşünülüyor. Bu havza, Merkür’ün yer altının incelenebilmesi için çok önemli; çünkü derinliği araştırmalar için diğer havzalara oranla çok daha uygun. “İlk defa, Merkür oluştuğundan beri korunan bir arazi görüyoruz. Genellikle Merkür’deki alanlar volkanik aktivite tarafından zarar görmüştür.” diye açıklıyor MESSENGER araştırmacısı Thomas Watters. Uzay araçları Merkür’ün diğer yarısını görüntüleyemediğinden bir yıl kadar önce Merkür’ün yarısı bilinmiyordu. Ama uzay araçları yüksek çözünürlüklü resimler çekince Merkür’ün yer kabuğunun nasıl oluştuğu anlaşıldı.
“Yüzeyi haritalandırdıktan sonra yüzeyin %40’nın düz araziler tarafından kaplandığını farkettik.” diyor Arizona Devlet Üniversitesi’nden Brett Denevi. “Bu çoğu düz alanın volkanik kökenli olduğu ve düzgün olarak dağıldığı söylenebilir. Merkür’ün çoğu yüzeyi sürekli meydana gelen volkanik patlamalarla oluşmuş durumda. Diğer bir keşif ise Merkür’ün ekzosfer tabakasındaki magnezyum varlığı. Ekzosfer; gaz parçacıklarının birbirleriyle etkileşimlerinin en az olduğu çok ince atmosfer tabakasıdır. Buradaki malzeme, Güneş radyasyonundan, Güneş radyasyonundan ve göktaşı buharlaşmasından etkilenir. Magnezyumu bulan uzay aracının Merkür Atmosferi ve Yüzey Birleşimi Spektrometre aleti (Mercury Atmospheric and Surface Composition Spectrometer). Magnezyum varlığı bekleniyordu, ama magnezyuma çok yoğun oranda rastlanılması pek beklenmiyordu. Araç aynı zamanda kalsiyum ve sodyum gibi başka ekzosfer maddeleri keşfetti. Araştırmacılar, Merkür’de meydana gelen günlük büyük değişimlerin nedeninin Merkür’ün aktif manyetosferinin değişken kalkanının olduğu düşünülüyor. “Üçüncü Merkür geçişi 29 Eylül’de. Bu bizim uzay aracını, Mart 2011’de, Merkür yörüngesine oturtmadan önceki son prova.” diyor Solomon. “Araç yörüngedeyken Merkür hakkında bir yıl boyunca sürekli bilgi akışı olacak.” “Şu ana kadar Merkür sırlarını bize açmadı ama iki yıl içinde bize yakın bir arkadaş olacaktır.” İlgili bağlantılar: MESSENGER (MESSENGER Uzay Aracı’nın internet adresi) Resimler (MESSENGER Uzay Aracı’nın çektiği resimler) Kaynak: Science@NASA