NASA’nın Kepler görevi, Kepler Uzay Aracının TSİ 6 Mart 5:49’da Florida’daki Cape Canaveral Hava Kuvvetleri Üssü’nden uzaya fırlatılmasıyla başarıyla başladı. Kepler uzay aracı, yüzeyinde, yaşam için gerekli olduğu düşünülen sıvı su bulunan Dünya benzeri gezegen bulmak için tasarlandı.
Kepler Uzay Aracı’nı taşıyan Delta II roketi kalkarken
Telif Hakkı: NASA/ Jack Pfaller
“Çok başarılı bir fırlatma oldu.” diyor Kepler proje müdürü James Fanson. “Takımımız insan yarışına katkı sağladığı için çok heyecanlı. Kepler, Dünya’nın tek olup olmadığını araştıracak.”
Mühendisler, Kepler’den, 3. kademe roketinden ayrıldıktan ve Güneş merkezli yörüngesine girdikten sonra, TSİ cuma 19:11’de sinyal aldı. Uzay aracı, güneş panellerinden enerji üretecek.
“Kepler, gezegen araştırmasında, şu anda 100000’den fazla yıldızı araştırmak için en iyi konumda” diyor NASA’nın Moffett Field, California’da bulunan Ames Araştırma Merkezi’ nden görevin bilimsel araştırmacısı William Borucki. “Herkes rüyamızın gerçeğe dönüşmesinden oldukça heyecanlı. Eğer başka dünyalar varsa bunu öğrenmek üzereyiz.”
Bir sanatçının gözünden belirsiz bir yıldız etrafında dolanan Dünya benzeri gezegen
Telif Hakkı: Dana Berry/NASA
Mühendisler, 60 gün sürecek olan “görevlendirme” (comissioning) adı verilen kontrollere başladı. Bir ay ya da biraz daha az bir süre içinde, NASA araştırmalar için komutlar gönderecek. Kepler’in kamerasının kalibre edilmesinden sonra gezegen araştırmaları başlayacak.
Kepler’in araştıracağı ilk gezegenler, yıldızlarına çok yakın bir yörünge izleyen gaz devleri olan “Sıcak Jüpiterler” olacak. NASA’nın Hubble ve Spitzer Uzay Teleskopları, bu tip gezegenleri araştıracak ve atmosferleri hakkında bilgi toplamaya çalışacak. Neptün boyutlu gezegenler daha sonra araştırılacak. Daha sonra da Dünya boyutlu kayalık gezegenler araştırılacak. Dünya şartlarına yakın bir gezegenin keşfedilmesi 3 yıl sürecek ve yer teleskopları da buna yardımcı olacak.
“Bizimki gibi başka Dünyalar var mı? Acaba yalnız mıyız?” NASA’nın Kepler uzay aracı, bu eski sorunun cevabını aramak için benzeri görülmemiş bir yolculuğa çıkmak üzere. Kepler uzay aracının, Türkiye saati ile 6 Mart 5:48’te, Florida’daki Cape Canaveral Hava Kuvvetleri Üssü’nden uzaya fırlatılması planlandı. Bu görev, Dünya benzeri gezegenleri (Güneş benzeri bir yıldızın etrafında dönen kayalık ve yüzeyinde su bulunacak kadar ılık gezegen) bulmak için yapılan ilk görev bu olacak. Bir sanatçının gözünden belirsiz bir yıldız etrafında dolanan Dünya benzeri gezegen Telif Hakkı: Dana Berry/NASA
Kepler, yaşamı boyunca, periyodik olarak yıldızın önünden geçen gezegenleri, belli aralıklarla izleyecek. Bu durum astronomlara gezegenlerin varlığını kanıtlayacak. Teorik olarak, Dünya büyüklüğünde üzerinde yaşanılabilir bir gezegen, yıldızı etrafında bir dönüşünü yaklaşık bir yılda tamamlayacağı için Kepler, en az 3 yıl boyunca yıldızları, gezegenin varlığını kanıtlamak için inceleyecek. Dünya üzerindeki teleskoplar ve NASA’nın Hubble ve Spitzer Uzay Teleskopları, daha büyük gezegen çalışmaların sürdürülebilmesi için Kepler’e yardım edecek. “Kepler, diğer yıldızların etrafında ne tür gezegenler olduğunu anlamamızda çok kritik bir değere sahip.” diyor San Francisco Devlet Üniversitesi’nden Güneş Sistemi dışı gezegen avcısı Debra Fischer. “En son teknolojinin yardımıyla Spitzer Uzay Aracı ile büyük ve gaz Güneş Sistemi dışı gezegenleri hemen araştırılmalı. Ve toparlanmış istatistiklere göre bir gün, Dünya gibi bir gezegen, başka bir yıldızın etrafında dönüyorken bulunacak.” Daha fazla bilgi için: http://www.nasa.gov/kepler Kaynak:science.nasa.gov
Arka bahçenizde yaşayan bir dinozor bulduğunuzu hayal edin. Gökbilimciler, gökadalararası arka bahçemizde astronomik açıdan tarih öncesi yaşama denk gelen ve 10 milyar yıldır bir arada bulunan küçük, antik bir grup gökada keşfetti. Bu ‘geç çiçek açan’ grup, büyük bir eliptik gökada inşa etme yolunda. Hickson Kompakt Grup 31, Kanadalı gökbilimci Paul Hickson tarafından oluşturulan 100 gökada grubundan bir tanesi. Telif Hakkı: NASA,ESA, S. Gallagher (Batı Ontario Üniversitesi), J. English (Manitoba Üniversitesi), Görüntü no. STScI-PRC10-08a Cüce gökadalar arasındaki bu tip karşılaşmalar normalde milyarlarca yıl uzaklıkta görülür bu yüzden milyarlarca yıl önce meydana gelmişlerdir. Fakat bu gökadalar, Hickson Kompakt Grup 31 üyeleri, göreceli daha yakın (yaklaşık 166 milyon ışık yılı uzaklıkta).
Bu gökadaların NASA’nın Hubble Uzay Teleskopu ile alınan yeni görüntüleri, evrenin gelişme evrelerinde (büyük gökadaların daha küçük yapı taşlarından oluştuğu zaman) yaygın olarak nelerin olduğunu gözler önüne seriyor. Hubble gözlemleri bu dörtlü arasındaki hikâyeye, gökbilimcilerin bu karşılaşmanın ne zaman başladığını ve gelecekte ne zaman birleşme olacağını tahmin etmelerine olanak sağlayan önemli bir ipucu ekliyor. Gökbilimciler bu sistemden bir süredir haberdarlar çünkü birkaç küresel kümenin içindeki en yaşlı yıldızlar 13 milyar yıl yaşındalar. Bu karşılama bile birkaç 100 milyon yıldır devam ediyor, bu da kozmik tarihte bir göz kırpmasında geçen süre kadar kısa. Gökbilimciler bu birleşik gökada grubunda nereye baksalar bir ‘bebek’ yıldız kümesi ya da yeni yıldız oluşumu bulmaktadırlar. Hubble, bu parlak yıldız kümelerinin, en az 100.000 yıldızın bulunduğu bu ağır grupların, 10 milyondan daha az bir süredir var olduğunu ortaya çıkardı. Yeni yıldızların oluştuğu bu sistemin tamamı hidrojen gazı yönünden zengin. Gökbilimciler, Hubble’ın Araştırmalar için Gelişmiş Kamera’sını (Advanced Camera for Surveys) yıldız kümelerinin yaşlarını hesaplamada yararlanılan en genç ve en parlak yıldız kümelerindeki yıldız-oluşum tarihini ortaya çıkarmak ve gökadaların, son aşamalarına gelip gelmediklerini belirlemek için kullandı. Hickson Kompakt Grup 31’in bu karma görüntüleri dört gökadanın birbirine karışmış üzere olduğunu gösteriyor. Ortadaki parlak biçimsiz nesne aslında çarpışan iki cüce gökada. Mavimsi yıldız kümesi, gökadalardan çekilen yıkıntıların arasında, esas çarpışmanın olduğu bölgede oluşmuş. Eş gökadanın üzerinde yer alan puro şeklindeki nesne, grubun bir diğer üyesi. Yıldız kümelerinin bir köprüsü üçlü yapıya bağlı. Sağ tarafta aşağıda, parlak yıldız kümelerinin bir uzantısı da grubun dördüncü üyesinde sonlanıyor. Merkezdeki parlak yıldız ise daha ön plandadır. Bu görüntü, Hubble Uzay Teleskopu’nun Araştırmalar için Gelişmiş Kamera, NASA’nın Spitzer Uzay Teleskopu (Spitzer Space Telescope) ve Gökada Oluşumu Kâşifi (Galaxy Evolution Explorer – GALEX) tarafından alınan görüntülerin birleştirilmesi ile oluşturuldu. Kaynak: NASA
NASA’ya ait Dawn uzay aracı geçen gece Mars’ın sadece 550 km yakınından geçerek Kızıl Gezegen’in yakından fotoğraflarını çekti. Uzay aracının Mars’a yaklaşması önceden planlanmıştı. Bu sayede gezegenin kütleçekiminden yararlanan araç astereoid kuşağına doğru yol alacak. Uzay aracının 2011’de Vesta ve Ceres’i yakından incelemesi bekleniyor Görev yöneticileri Mars’ın yakın resimlerinin ise 24 Şubat’ta Dünya’ya ulaşacağını bildiriyorlar.
Otomobiller benzin, yıldızlar yakıt tüketir ve gökadalar karadelikler içine çöker. Bunlar olurken, evren ve içindeki her şey yavaş yavaş tükenir. Fakat bu tükeniş nasıl olur? Avustralya Ulusal Üniversitesi’nden araştırmacılar, evrenin daha önce düşünülenden 30 kat daha fazla tükendiğini buldular.
Avustralya Ulusal üniversitesi’nin Astronomi ve Astrofizik Araştırma Okulu’ndan doktora öğrencisi Chas Egan ve Dr Charley Lineweaver evrenin entropisini hesapladı. Bilim insanları, entropiyi bir makinenin ne kadar verimli olduğunu ya da bir miktar yakıttan ne kadar iş yapılabileceği ya da bir sistemin nasıl tükendiğini ve bozulduğunu bulmak için hesaplarlar. Karadeliklerin boyutu ve sayısından oluşan verileri kullanarak evrenin daha önce tahmin edilenden 30 kat daha çok entropi içerdiğini buldular.
“Biz, gözlemlenebilir evrenin entropisine olan tüm katkıları dikkate aldık: yıldızlar, yıldız ışığı, kozmik mikrodalga arkaplan. Hatta karanlık maddenin entropi tahminini bile yaptık. Fakat bu, evrenin entropisini yöneten süper kütleli karadeliklerin entropisi. Bu süper kütleli karadeliklerin boyut ve sayılarından oluşan verileri kullandığımızda, evrenin entropisinin daha önce hesaplanandan yaklaşık 30 kat daha büyük olduğunu bulduk.” diyor Mr. Egan
“Yaygın düşüncenin aksine, çevremizde gördüğümüz tüm karmaşık yapıların (gökadalar, yıldızlar, fırtınalar ve kangurular) varlığı, evrenin entropisi ve bozulmasının artmasında belirgin bir etkiye sahip. Ancak dürüst olmak gerekirse, onların katkıları, süper kütleli karadeliklerle karşılaştırıldığında göz ardı edilecek düzeydedir.” diye ekliyor Dr Lineweaver.
Araştırmacıların sonuçları, karasal ve Dünya-dışı yaşam için önemli etkilere sahip. “Evren, düşük bir entropi halindeyken oluşmaya başladı ve termodinamiğin ikinci yasası uyarınca, entropi o andan beri artmakta. Bu önemli çünkü evrende yaşam (karasal yaşam da dahil) için elde edilebilir enerji miktarı, evrendeki entropiye bağlı. Evrenin herhangi bir yerinde yaşam için ne kadar enerjinin elde edilebilir olduğunu ve nerede bulunduğunu bilmek isterdik. Bu süreçteki ilk adım evrenin entropisini belirlemektir. Bu da bizim yaptığımız şey.” diyor Mr Egan.
Dr Lineweaver, araştırmada sıradaki adımın, maksimum entropiye ne kadar yakın olduğumuzu, şu anki süreçte ne kadar entropinin bulunduğunu ve evren ile tüm hayatın kaçınılmaz ısı-ölümle sona ermesinden önce ne kadar zamanımızın kaldığını tespit etmek olduğunu söyledi.
Geçtiğimiz onyıllarda astronomlar, çok geniş galaksilerin merkezlerine gizlenmiş çok iri karadeliklerin varlığını keşfettiler ve astronomi dünyası yeni bir soruyla karşı karşıya kaldı.Klasik tavuk yumurta sorusu gibi acaba hangisi daha önce oluştu?”Karadelikler mi, Galaksiler mi?”
Amerikan Astronomi Derneği toplantısında yapılan yeni açıklamalarda tahminler kara deliklerin daha önce oluştuğu yönünde.Chriss Carilli(Ulusal Radyo Astronomi Gözlemevi) önderliğindeki bir uluslararası astronomi takımı Amerika, İspanya ve Fransa’da radyo teleskopunu kullanarak aşırı uzaklıklarda bulunan 4 radyo dalgası yayan ve merkezlerinde güçlü bir aktiviteye sahip karadelikler bulunan galaksiler üzerinde çalışıyorlar.Bu galaksilerin Büyük Patlama’dan yaklaşık olarak 1 milyar yıl sonra oluştukları düşünülüyor.
Radyo dalgaboylarının gözlemlenmesiyle astronomi takımı, her galaksiyle gaz bulutunun ışınsal hızını ölçebildiler.Bu hızlar galaksinin merkezinde bulunan gaz bulutunun uzaklığının toplam kütlesini ortaya koyuyor.Hızlı hareket eden gazdan gelen tayfsal çizgideki kırmızı mavi değişimler tek başına merkezdeki karadeliğin toplam kütlesini söyleyebilir.
Carilli ve iş arkadaşları bu 4 galaksinin her birinin şişkinliğinin karadelikten sadece 30 kat daha fazla kütleye sahip olduğunu buldular.Bu 4 duruma göre kara deliğin kütlesinin 20, 30 kat daha geniş olması yakın evrendeki bu ilişkiyi tahmin edilebilir kılıyor.Carilli’nin söylemiyle “kara delikler önce geldi ve her nasıl olduysa da galaksiler etrafında oluşup gelişti.”
Ayrıca Carilli bu sonuçların daha ileri gözlemlerle, şu an hala inşaat halinde olan daha büyük radyo araçlarıyla yapılacak çalışmalarla doğrulanmaya ihtiyacı olduğuna işaret ediyor ve şunları ekliyor:”Bizim çalışmamız bu ilişkinin orjinal halini anlatamıyor.Neticede evrendeki bu sistemi anlamak evren daha çok gençken ilk yıldızların ve galaksilerin nasıl oluştuğunu bilmemiz gerekiyor.”
Jüpiter boyutlarındaki bu sıcak gezegen HD189733b Güneş Sistemi Ötesi gezegenler arasında en ilgi çekenlerden biri. Aslında 2005 yılında keşfedimiş olmasına rağmen gezegen hakkında yeni haberler var.
Gezegenin yıldızına uzaklığı yaklaşık olarak 5 milyon km. Bu fazla yakınlık ise gezegen ile yıldızının birbirlerinden ayırt edilebilmesini olanaksız kılıyor. Ama astronomlar bu ayrımı gerçekleştirebilmek ve yıldız ile gezegeni ayrı ayrı gözlemleyebilmek için bir sistem geliştirdiler.İlk önce gezegen ile yıldızın birlikte spektrumlarını kaydettiler; daha sonra ise yıldız tek başınayken gezegen tekrar görüntüye girdi ve bu şekilde birinden diğerine çıkarım yapılarak en sonunda da gezegenin spektrumu ortaya çıkarılmış oldu.
Bir diğer haber ise; bu haftalarda iki astronomi takımı Hubble ve Spitzer Uzay İstasyonları’ndan alınan kızılötesi spektrumlar doğrultusunda gezegende suyun var olma ihtimalinin çok yüksek olduğunu söylediler. Bu yeni haber bilinen 300’ün üzerindeki Güneş Sistemi Ötesi gezegenleri inceleyen herkes için büyük önem taşıyor; çünkü yaşanılabilir bir gezegenin varlığına bir adım daha yaklaşılmış oldu.Tabi bu yeni gezegeni “yaşanılabilir” olarak nitelemek tam da doğru olmaz; çünkü gezegenin yüzey sıcaklığı 1.400°C ‘ye yakın.
Her hâlükârda; gezegenin yapısında suyun varlığını hayal etmek o kadar da zor değil. Şaşırtıcı olanı ise burada karbondioksitten izler bulunmuş olması. Güneş Sistemi Ötesi gezegenler uzmanı Sara Seager ise bu konuyu şöyle yorumluyor: “Karbondioksitin bulunuşu oldukça şaşırtıcı. Çünkü; eğer gezegen üzerindeki tüm gazlar kimyasal bir dengede olsaydı burada karbondioksit bulunamazdı. Biz bunun fotokimyadan kaynaklandığını düşünüyoruz. Yıldızın ultraviyole ışınlarının molekülleri parçalaması sonucu başka yapılarda moleküller oluşmuş olmalı.”
Gökbilimciler gezegenin oluşumu hakkında ise şöyle bir yargıda bulunuyorlar. Jüpiter büyüklüğünde böyle bir gezegenin yıldızına yakın bir yerde oluşmuş olamayacağını, yıldız diskinin dışında oluşmuş olup etrafındaki kalıntılarla etkileşim halinde içe doğru sürüklendiğine inanıyorlar. Bu aşama süresince henüz oluşmuş bir çok gezegen ve gezegencik ise tekrar kayboldu. HD 189733b ise kurtulmayı başardı çünkü gezegen yakınlaşmaya başladığında disk kaybolmuştu ve şans eseri Jüpiter benzeri gezegenimiz oluşmuş oldu.
Beta Pictoris ve Beta Pictrois b ‘nin kızilötesinde çekilmiş fotoğrafları.Yıldız Beta Pictrois merkezde yer alıyor.Koyu renk diskin üst solunda yer alan nokta ise Beta Pic b. Resmin üst sağında bulunan çember ise sembolik olarak Satürn’ün Güneş’e olan uzaklığını temsil ediyor.
Geçtiğimiz haftalarda Fomalhaut b’ nin gözlemlenmesinin ardından bu sefer de bir başka Güneş Sitemi ötesi gezegen olan ve yıldızı Beta Pictoris’in yörüngesinde bulunan Beta Pic b gözlemlendi.
Grenoble Üniversitesi’nden Anne-Marie Langrange ‘in rehberliğindeki Fransız astronomlar Avrupa Güney Yarımküre Astronomik Araştırmalar Organizasyonu dahilindeki 8,2 metre çapındaki teleskopu kullanarak yeni gezegeni gözlemlemeyi başardılar
Nokta halinde gözlemlenen gezegen, yıldızı Beta Pictoris’ ten 1000 kat daha az parlaklıkta.Yıldızın bu göz kamaştırıcı parlaklığından dolayı yeni gezegen oldukça zor ayırt edilebildi.Beta Pictoris’ in çıplak gözle görülebilen parlaklığı ise 4 kadirdir ve yıldız, Canopus’ un güneyinde yer almaktadır.
Beta Pic b yıldızdan 8 AB uzaklıktadır.Bu mesafe aşağı yukarı Satürn’ün Güneş’ e olan uzaklığı kadardır.Bu da gezegenin, önceki haftalarda bulunan Fomalhaut b ‘nin yıldızı Fomalhaut’ a olan uzaklığına göre Beta Pictrois’ e daha yakın olduğunu gösteriyor.
(Sanatçının gözünden Dünya’nın yüksek atmosferine giren kozmik ışınlar.
Telif Hakkı: Simon Swordy, Chicago Üniversitesi)
Uluslararası bir araştırma ekibi Dünya’yı bombardıman eden gereğinden çok fazla miktarda yüksek enerjili elektronlar keşfetti. Bu kozmik ışınların kaynağı ise henüz bilinmiyor. Fakat bilimadamları ışınların kaynağının Güneş sistemine çok yakın olduğunu ve muhtemelen karanlık maddeden oluştuğunu düşünüyor.
Uluslararası bir araştırma ekibi Dünya’yı bombardıman eden gereğinden çok fazla miktarda yüksek enerjili elektronlar keşfetti. Bu kozmik ışınların kaynağı ise henüz bilinmiyor. Fakat bilimadamları ışınların kaynağının Güneş sistemine çok yakın olduğunu ve muhtemelen karanlık maddeden oluştuğunu düşünüyor. Sonuçlar Nature dergisinin 20 Kasım sayısında yayımlandı.
Louisiana Eyaleti Üniversitesi’nden John Wefel bunun büyük bir keşif olduğunu söylüyor. ” İlk kez genel gökada arkaplanının dışında farklı bir kaynaktan gelen kozmik ışınları gözlemliyoruz.”
Gökada kozmik ışınları süpernova patlamaları ve diğer şiddetli olaylardan fırlatılan ışık hızına yakın hızlara ivmelendirilmiş atom altı parçacıklardır. Bunlar Güneş Sistemi’ne her yönden giren yüksek enerjili parçacıklardan bir sis oluşturarak Samanyolu’na akın ederler. Kozmik ışınlar genellikle protonlardan ve elektron ve fotonlar tarafından sarmalanmış atom çekirdeklerinden oluşur.
Wefel ve meslektaşları en güçlü v en ilginç kozmik ışınlar üzerinde çalışmak için son sekiz yılını stratosferin Antartika üzerindeki kısmına balonlar yollayarak harcadı. Her seferinde balonların taşıdığı yük NASA tarafından finanse edilmiş ATIC (Advanced Thin İonization Calorimeter-Gelişmiş İnce İyonlaşma Kalorimetresi) adında bir kozmik dedektördü. Ekip ATIC’in her zamanki parçacık karışımını ,proton ve iyonlar, saptayacağını tahmin ediyordu fakat karışımda fazladan bir şeyler vardı; bol miktarda yüksek enerjili elektronlar.
Wefel bunu şuna benzetiyor: Otobanda giderken aile arabaları sedanları, kamyonetleri ve tırları görüyorsunuz fakat aniden bir sürü Lamborghini akın ediyor normal trafiğe. “Yolda giderkenbir sürü yarış arabası görmeyi tahmin edemezsiniz ya da bir sürü yüksek enerjili elektronları.” 2000 ve 2003’teki 5 haftalık balon göndermelerde ATIC enerjileri 300-800 GeV’u bulan 70 fazladan elektron saptadı. Yetmiş elektron size az gelebilir fakat otobandaki yetmiş Lamborghini gibi bu da beklenmedik bir şey.
“Bu kozmik ışınların kaynağı Güneş Sistemi’ne çok yakın olmalı- 1 kiloparsekten uzak olamaz” diyor NASA Marshall Uzay Uçuş Merkezi’nden Jim Adams.
Peki kaynak neden yakın olmalı? Adams açıklıyor. ” Yüksek-enerjili elektronlar gökada içinde hareket ederken hızla enerji kaybederler. Enerji kaybetmeleri şu iki nedenden dolayı gerçekleşir: (1) düşük enerjili fotonlarla çarpıştıklarında, ters Compton saçılımı olarak da adlandırılır, ve (2) enerjilerini gökadanın manyetik alanından dolayı ışımayla kaybetmesi sonucunda.” Bu arada elektron koca bir kiloparsek yol katetti bu nedenle artık “yüksek enerjili” olmaktan çıktı.
Yüksek enerjili elektronlar bu yüzden yerel. Araştırma ekbinin azı üyeleri kaynak bir kaç kiloparsekten daha yakın olabileceğine inanıyor. karşılaştırma olarak Samanyolu gökadası otuz bin parsek genişliğinde. (Bir parsek yaklaşık olarak 3 ışık yılı eder.)
” Maalesef” diyor Wefel, ” kaynağın yerini gökyüzünde saptayamıyoruz.” ATIC gelen parçacıkların yerini ölçebiliyor fakat gelen açıları gök kordinat sistemine dönüştürmek çok zor. Algılayıcı, balon’un sepetinde yer alıyor ve Güney kutbu semalarında dolaşırken türbulanslı burgaçlar (vortex) tarafından savruluyor. İşte olay burda bitiyor. Üstüne üstlük yüksek enerjili elektronlar gökadanın manyetik etkisinden dolayı saptırıyorlar. ” ATIC’in yapabileceği en iyi şey genel bir anizotropi ölçmek- gökyüzünün bir yönüne karşılık diğer yönü.”
Bu belirsizlik bize hayal gücümüzü istediğimiz gibi kullanma olanağı sağlıyor. En düşük ihtimaller yakındaki bir atarcayı veya bir mikro-atarcayı veya bir yıldız kütleli bir karadeliği kapsıyor.Bunların hepsi elektronları bu enerjlere çıkarabilir. Bu gibi kaynakların yakında tespit edilmesi pek zor değil. NASA’nın yeni fırlatılan Fermi Gama Işını Uzay Teleskobu çok kısa bir süre önce gökyüzündeki bu cisimleri aramaya yöneldi.
Daha bir heyecan uyandıran olasılık ise karanlık madde.
“Kalauza-Klein kuramları” adında bir sınıf fiziksel kuramlar var. Bu kuram kütle çekimi ve diğer temel kuvvetleri fazladan boyutlar ekleyerek birleştirmeye çalışıyor. Tanıdık gelen üç boyuta ek olarak, etrafımızdaki uzayda fazladan sekiz boyut daha olabilir. Karanlık maddenin kanıtlanmamış açıklamalarından biri de, karanlık madde parçacıkları fazladan boyutları yok ediyor. Onları kütleçekimlerinden dolayı fark ediyoruz fakat başka yoldan hiç bir şekilde sezemiyoruz.
Peki bu nasıl fazladan kozmik ışın üretiyor? Kalauza-Klein parçacıkları acayip bir özelliğe sahip: onlar aslında kendilerinin karşıt-maddeleri. Bu parçacıklardan ikisi çarpıştıklarında ortaya yüksek enerjili fotonlar ve elektronlar çıkıyor. Elektronlar gizlenen boyutlarda saklanmıyor. Geerçek dünyanın 3 boyutunda maddeleşiyorlar ve ATIC de bunları “kozmik ışınlar” olarak saptıyabiliyor.
“Verilerimiz Güneş Sistemi’nin komşuluğundaki bir karanlık madde yumağı ile açıklanabilir.” diyor Wefel. “Özellikle bir Kalauza-Klein hipotezi yaklaşık 620 Gev kütleli bir parçacığın yok olduğunda gözlemleyebildiğmiz türden enerji tayfında yer alan elektronlar üretebileceğini öne sürüyor.”
Bu olasılığı test etmek çok saçma çünkü karanlık madde yeterince “kara”. Fakat diğer olasılıkları, gama ışınları gibi, saptamak olası çünkü Fermi Uzay Teleskobu bu olasılıkları saptamak için en iyi şansımız.
“Ne olursa olsun, bu çok heyecan verici olacak” diyor Adams.
NASA gezegenlerarası internet erişimini başarıyla gerçekleştirdi. Yeni geliştirilen sistem İletim Denetimi İletişim Kuralı (Transmission Control Protocol)/Internet İletişim Kuralı (Internet Protocol) kısaca TCP/IP’den farklı bir yöntemle çalşıyor. Yeni sitemin ismi ise DTN(Disruption Tolerant Network- Bozulmaya karşı Hoşgörülü Şebeke). Bu sistem, uzay araçlarıyla internet benzeri bir iletişim kurmamıza olanak sağlıyor. Ayrıca bu sistem hiç bir şekilde Güneş fırtınalarından ve tutulmalardan etkilenmiyor. DTN 32 milyon kilometre uzaklıktaki NASA’ya ait bir bilim uzay aracıyla çalışıyor.