gokyuzu.org

Kuşaklar Nasıl Oluşuyor?

Jüpiter ve diğer gaz gezegenleri, ekvatorları boyunca kuşaklara sahipler. Ama gökbilimciler bunun nedenini tam olarak bilemiyorlar. Ama şimdi fizikçilerden oluşan bir ekip, kuşakların sayıları 60’dan fazla olan uyduların neden olduğu gelgitlerden oluştuğunu düşünüyor. Bu keşfi de çok basit bir laboratuvar modellemesine borçlular.

Jüpiter’in kırmızı lekesi ve kuşakları.

Telif Hakkı: NASA / JPL / University of Arizona

Jüpiter’in kuşaklarında bölgesel rüzgarlar bulunuyor. Bu rüzgarlar, ekvatora paralel yol alıyorlar . Yıllardır, araştırmacılar bu rüzgarların neden oluştuğunu merak ediyor. “40 yılı aşkın süredir, rüzgarlar aktif.” diyor Washington Üniversitesi’nden araştırmacı Peter Rhines. Bilimadamları, bu rüzgarların konveksiyondan (ısı yayılması) kaynaklandığını düşünüyorlardı. Sıcak gazların yukarı çıktığı, soğuyan gazların ise aşağı indiği belirtiliyordu ama bu kuşakların gezegenin üst katmanlarında mı olduğu yoksa çekirdeğine kadar inip inmediği konusunda anlaşmazlık vardı.

Almanya’nın Göttingen Üniversitesi’nden jeolojist Andreas Tilgner ve Fransa’nın Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi’ndeki (National  Center of Scientific Research) meslektaşlarına göre belki de neden hiçbir zaman ısı yayılması değildi. Fikirleri şu şekilde: Jüpiter ya da başka bir gaz gezegeni, var olduğundan beri kendi ekseni etrafında dönen küresel bir gaz kütlesine sahiptir. Tekrarlı bir çekme kuvveti yaratan bir aktivite,(mesela gezegenin etrafında dönen bir uydu) hareket halinde olan gazları etkiledi. Etkilenen bu gazlar, kendi eksenleri etrafında değişik hızlarda dönmeye başladı. Silindirik bir şekil oluşturdu ve gezegenin en dış katmanına kadar uzandı. Böylece kuşak denilen şekiller oluşmuş oldu. Bu kuramın matematik kısmı üzerinde iki yıl önce çalışan Tilgner, meslektaşları ile beraber bu kuramı destekleyecek deneyi gerçekleştirdiler.

Yapay bir gaz gezegeni oluşturmak için, esnek silikon bir silindirde küresel bir delik açıldı. Gaz gezegenlerin gazını temsil etmek üzere delik su ile dolduruldu. Suya, resmini daha kolay çekmek için (Işığı diğer yönlere daha fazla yansıttığı için resmi çekmek kolaylaşıyor.) plastik parçacılar eklendi. Silindir döndürüldü ve yapay akımlar oluşturuldu. Bir uydu gezegenin etrafında dolaşırken gezegenin biraz değiştirir. Yakın olan yerleri kendine doğru çekeceğinden gezegen biraz ovalleşir. Bu etkiyi yaratmak için ise silindir bir çift tekerleğin arasında değişik hızlarla sıkıştırılarak döndürüldü. Belli hızlarda dönen silindirdeki su akımı bir sütuna dönüştü.

Kaynak : Science/AAAS

Dünya’daki Mikroplar Mars’taki Olası Yaşamı Etkileyebilir

Uygulamalı ve Çevre Mikrobiyolojisi Dergisi’nin (Applied and Environmental Microbiology – AEM) Nisan 2010 sayısında yer alan makaleye göre, uzay araçlarındaki bakterilerin Mars’taki yaşamı kirletebileceği düşünülüyor.

Hubble Uzay Teleskopu ile Mars. Telif Hakkı : Jim Bell Cornell ve Hubble Miras Ekibi (AURA/STScI/NASA)

Mars’taki yaşam araştırmaları, NASA’nın Mars Keşif Programı’nın (Mars Exploration Program) ve Astrobiyoloji Enstitülerinin hedefi olmaya devam etmektedir. Mars yüzeyini kirletmemek için, gezegene giden uzay araçlarındaki biyo-akvaryumlar sterilizasyon (mikroplardan arındırma) işlemine tabi tutuluyor.

Bu sterilizasyon işlemine rağmen son yapılan çalışmalarda, fırlatma sırasında uzay aracında farklı mikrobik toplulukların kaldığı görülüyor. Steril edilmiş, düzenli faliyet gösteren uzay araçlarında acinetobacter, bacillus, escherichia, staphylococcus ve streptococcus gibi çok dayanıklı bakteri türlerinin hayatta kaldığı tespit edildi.

Merkez Florida Üniversitesi’nden (University of Central Florida) araştırmacılar, çölleşmiş, düşük sıcaklık ve hava basıncında, morötesi ışıkla aydınlatılmış bir ortam yaratarak Mars’taki koşulları meydana getirdiler. Bir haftalık çalışma süresince, uzay aracındaki muhtemel bir kirletici olan Escherichia coli bakterisinin hayatta kalma ihtimalinin olabileceğini ancak ince toz bulutlarıyla ya da uzay aracındaki morötesi koruyucularla korunuyor olsaydı Mars’ın yüzeyinde yaşayamayacağını buldular.

“Eğer Mars üzerinde uzun süreli mikrobik yaşam mümkün olursa, geçmiş ve gelecekteki çalışmalarla ve mikrobik aşılama yöntemleriyle Mars’ta karasal yaşam sağlanabilir. Bu yüzden, Mars’ta uzun süreli yaşayabilme olasılığını belirlemek için mikrobiyal türlerin çeşitliliği üzerine çalışılması gerekiyor.” diyor araştırmacılar.

İlgili Bağlantılar:

Kaynak : ScienceDaily

Bugüne Dek Tespit Edilmiş En Büyük Kuyrukluyıldız

Kuyrukluyıldız McNaught 2007’de Pasifik Okyanusu üzerinde görüntülendi. Telif Hakkı : Sebastian Deiries/ESO

İngiliz bilim insanları, bugüne kadar bulunanların en büyüğü olabilecek bir kuyrukluyıldız belirledi.  Londra Kolej Üniversitesi ( University College London )’nin Mullard Uzay Bilim Laboratuvarı’ndan Dr. Geraint Jones, Kraliyet Astronomi Topluluğu’nun ( Royal Astronomical Society )13 Nisan’daki Ulusal Astronomi Toplantısı’nda sonuçları açıkladı.

McNaught C/2006 P1 Kuyrukluyıldızı’nın büyüklüğünü ölçmek için kuyruğunun uzunluğunu kullanmak yerine, kuyrukluyıldızın etkisiyle bozulan alanın büyüklüğünü ölçmek için ESA ve NASA’ya ait Ulysses uzay aracının verileri kullanıldı. Manyetometreden alınan verilerin analizi, kuyrukluyıldızın çekirdeğinden yayılan iyonlaşmış gaz ile Güneş rüzgarlarındaki hızlı parçacıkların etkileşime geçmesiyle kuyrukluyıldızın çevresinde bir şok dalgası oluştuğunu kanıtladı.

2007 Ocak ve Şubat ayında, Kuyrukluyıldız McNaught C/2006 P1 son 40 yılda Dünya’dan görülen en parlak kuyrukluyıldız olmuştu. Raslantı eseri, Ulysses bu kez Kuyrukluyıldız McNaught’ın kuyruğuna yakın umulmayan bir geçiş yaptı ve bu geçiş uzay aracının 19 yıllık görevi boyunca üç tesadüfi karşılaşmalarından bir tanesi oldu. Diğer karşılaşmalardan bir tanesi de en uzun kuyruğa sahip Kuyrukluyıldız Hyakutake ile 1996’daki karşılaşmadır.

Ulyssses uzay aracı, McNaught’ın Güneş ve Yer arasındaki uzaklığın 1.5 katı uzunluğundaki iyonlaşmış gaz kuyruğunu tespit etti. Bu 2007’de görülen olağanüstü toz kuyruktan da  daha uzun.

Dr. Jones;  toz kuyruğun aksine McNaught’ın plazma kuyruğunun gözlemlenmesinin çok zor olduğunu ve bundan dolayı tam olarak uzunluğunun tespit edilemediğini söyledi ve “Ulysses’in Kuyrukluyıldız Hyakutake’in etrafındaki güneş rüzgarını dolaşması sadece 2.5 gün sürerken, Kuyrukluyıldız McNaught’un rüzgarı etrafında dönmesi 18 gün sürmüştü. Bu da kuyrukluyıldızın sadece yeryüzünden muhteşem görünmesine neden olmamış aynı zamanda Güneş rüzgarına büyük bir engel olmuştur.”  dedi.

Diğer bir kuyrukluyıldız ile olan karşılaşma kıyaslandığında ise Kuyrukluyıldız Mcnaught’ın büyüklüğü açıkça gözler önüne seriliyor. Giotto uzay aracının 1992’deki Kuyrukluyıldız Grigg-Skjellerup ile olan karşılaşmasında güneş rüzgarını dolaşması yarım saatten daha az sürmüştür.

“ Etkin bir kuyrukluyıldızın büyüklüğünü, çekirdeğin büyüklüğü değil, dışarı yayılan gazın miktarı belirler.” diye ekliyor Dr. Jones.

Ayrıca bir başka kuyukluyıldızın, C/2009 R1 Mcnaught, bu yıl çıplak gözle gözlenebileceği de ön görülüyor. Bu kuyrukluyıldızın verilerine buradan ulaşabilirsiniz.

Kaynak : ScienceDaily

Küçük, Yer – Merkezli Teleskoplar Üç Ötegezegen Görüntüledi

Gökbilimciler, küçük ve sade ekipmana sahip bir teleskopla bizim Güneş’imizin ötesinde,  bir yıldız etrafında dolanmakta olan üç gezegenin bir görüntüsünü yakaladı. Bu sürpriz başarıya, San Diego şehrinin kuzeyindeki Palomar Gözlemevi’nde bulunan Hale Teleskopu’nun ufak yardımını alan NASA’nın Kaliforniya – Pasadena’daki Jet İtki Laboratuvarı’nda (Jet Propulsion Laboratory – JPL) çalışan bir ekip tarafından ulaşıldı.

Bu görüntüde 120 milyon ışık yılı uzaklıktaki yıldızın üç gezegeni görülüyor. HR8799 yıldızı “X” işareti ile gösteriliyor. Telif Hakkı : NASA/JPL-Caltech/Palomar Gözlemevi

Daha önce biri 10 metrelik Keck Gözlemevi’ndeki teleskoplardan bir tanesi diğeri 8 metrelik Gemini Kuzey Gözlemevi’ndeki teleskop olmak üzere dünyadaki en büyük teleskoplardan ikisi kullanılarak bu gezegenlerin görüntüleri elde edilmişti. HR 8799 yıldızı etrafında dolanmakta olan bu gezegenler doğrudan görüntülenen ilk gezegenler olma özelliğini taşıyor ve bu keşif Kasım 2008’de duyurulmuştu.

Bundan önceki görüntüleri kızılötesi ışıkla alınan gezegenlerin bu yeni görüntüleri ise Hale Teleskopu’nun aynasının sadece 1.5 metre çapındaki kısmı kullanılarak alındı. Bu gökbilim ekibi, böyle küçük bir aynayı son teknolojiyle birlikte kullanabilmek için titizlikle çalıştılar ve iki teknik kullandılar: uyarlamalı optik ve bir koronagraf (yıldızın parlamasını önlemek ve çevresindeki daha sönük gezegenleri ortaya çıkarmak için kullanılır). JPL’de astrofizikçi olarak çalışan Gene Serabyn, “ Bizim kullandığımız teknik, gezegenlerin daha yakından görüntülerinin alınması için büyük, yer – merkezli teleskoplarda da kullanılabilir ya da parlak yıldızların yakınındaki olası Dünya benzeri gökcisimlerinin bulunması için küçük teleskoplarda kullanılabilir.” diyor. Serabyn ayrıca Nature dergisinin 15 Nisan’da yayınlanacak sayısında bulguların yer aldığı raporun baş yazarı.

Gökbilimciler, Güneş Sistemi’mizin ötesindeki gezegenlerin bir fotoğrafını çekebilmek için  Palomar Gözlemevi’ndeki (San Diego şehrinin kuzeyinde) Hale Teleskopu’nun küçük bir kısmından yararlandılar. (Resmi büyültmek için üzerine tıklayınız) Telif Hakkı : Caltech/Palomar Gözlemevi

HR8799 b, c ve d olarak adlandırılan bu üç gezegenin, Jüpiter gibi gaz devi oldukları düşünülüyor, ancak ondan daha ağırlar. Yıldızlarının etrafında Güneş ile Yer arasındaki uzaklığın yaklaşık 24, 38 ve 68 kez daha uzağında dolanıyorlar ( Jüpiter ise yaklaşık Güneş-Yer uzaklığının 5 katı kadar uzaklıkta ). Dünya gibi katı gezegenlerin yıldızlarına yakın dolanma olasılığı vardır ancak şu anki teknolojiyle yıldızlarının parlaklığından onları görmek olanaksızdır. HR 8799 yıldızı bizim Güneş’imizden biraz daha ağır ve Güneş’in 4.6 milyar yıllık yaşıyla karşılaştırılırsa daha genç ( yaklaşık 60 milyon yıl ). Kahraman (Perseus ) Takımyıldızı’nda 120 milyon ışık yılı uzaklıkta bulunuyor. Bu yıldızın gezegen sistemi hala etkin, geçen yıl NASA’nın Spitzer Uzay Teleskopu’nun da ortaya çıkardığı üzere gökcisimleri birbirleriyle çarpışmaya devam ediyor. Tıpkı fırından yeni çıkmış ekmekler gibi, gezegenler hala sıcak ve teleskopların görmelerini sağlayan kızılötesi radyasyon yaymaya devam ediyorlar.

Kaynak : NASA

WISE ile Karanlık Asteroitlerin Keşfi

NASA’nın geliştirdiği WISE (Wide-field Infrared Survey Explorer – Geniş Alan Kızılötesi Araştırma Kâşifi) aracı, cüce yıldızlar, büyük toz bulutları veya asteroit gibi ‘karanlık’ cisimleri bulmak için sürekli gökyüzünü tarıyor. Bunu da cisimlerin ısısından kaynaklanan ve çoğu teleskopun yakalamakta zorlandığı kızılötesi ışıkla yapıyor.
WISE ile Karanlık Asteroitlerin  Keşfi
Sanatçının gözünden WISE Uzay Aracı.
WISE’ın baş araştırmacısı California Üniversitesi’nden fizikçi Ned Wright şöyle diyor: “Aracımız her gün bizim daha önceden bulamadığımız asteroitleri keşfediyor. WISE gerçekten bu işte çok iyi.” Görünür ışıkta yapılan gözlemlere dayanarak tutulan geçmiş asteroit bilgileri, WISE’ın bulduğu asteroitler ile karşılaştırılınca oldukça yetersiz kalıyor. WISE’ın bulduğu çoğu asteroit, Jüpiter ile Mars arasındaki Asteroit Kuşağı’nda yer alıyor. Ama bunların bir kısmı dinozorların öldürdüğü düşünülen Dünya’ya çarpan asteroite benziyor. “WISE üç aydan beri yörüngede olmasına rağmen ‘potansiyel tehlikeli yakın cisim1‘ (Potentially hazardous near Earth object – NEO) sınıfına giren bir düzine asteroit keşfetti. Bunlardan birisi de önceden keşfedilip ama sonradan WISE tarafından tekrar keşfedilen bir asteroit. WISE bulduğu her ‘potansiyel tehlikeli yakın cisim’ sınıfındaki asteroiti 30 saatliğine izliyor ve gelecek haftalarda izleyeceği yolun bir taslağını çıkartıyor. Tüm bu bilgiler NASA tarafından finanse edilen Boston’daki Cüce Gezegenler Merkezi’ne (Minor Planet Center) gönderiliyor. Buradan da asteroitleri takip etmek isteyen araştırmacılara ve amatör gözlemcilere bilgiler ilan ediliyor. Dinozorları yok eden asteroitin 10 – 15 km çapında olduğu düşünülüyor. Böyle bir cismin yakın zamanlarda Dünya’ya çarpma ihtimali oldukça düşük gibi gözükse de insanlığın tehlikede olmadığı söylenemez. Daha ufak cisimler uzayda çok yaygın ve bunlar da zarar verebilirler. 1908 yılında Rusya, Tunguska’ya düşen onlarca metre çapındaki bir göktaşı, yüzlerce kilometrekarelik ormanlık arazinin yok olmasına neden olmuştu. Wright sözlerine şöyle devam ediyor: “Ufak bir cismin verebileceği hasarlar oldukça ciddi. Biz tüm gökyüzünü tarayarak ‘potansiyel tehlikeli yakın cisim’leri ve izleyeceği yolları ortaya çıkartmak zorundayız. Eğer gerçekten yakın ve tehlikeli bir cisim bulursak onlarla baş edebilecek zamanımızın olması lazım.”    
WISE’ın ilk keşfettiği Dünya’ya yakın asteroit kırmızı nokta ile gösterilmiş. Telif Hakkı: NASA/JPL-Caltech/UCLA Dünya üzerinde bir sürü teleskop araştırmaya devam ediyor. LINEAR (Lincoln Near Earth Asteroid Research – Lincoln Dünya’ya Yakın Asteroitlerin Araştırılması),  the Catalina Sky Survey Catalina (Catalina Gökyüzü Araştırması), Spacewatch (Uzay Gözlemi), NEAT (Near Earth Asterid Tracking – Dünya’ya Yakın Asteroitlerin İzlenmesi), LONEOS (Lowell Observatory Near  Earth Object Search – Lowell Gözlemevi Dünya’ya Yakın Cisimlerin Araştırılması) gibi programlar2 da bu işin içinde. Yıllardır birlikte çalışarak binlerce tehlikeli cisim buldular. WISE’ın bu işe katkısı gerçekten çok fazla. Wright, nisanla ekim sonu arasındaki zaman zarfında, WISE’ın çoğunluğu Asteroit Kuşağı’nda ve yüzlercesi de Dünya’nın etrafında olmak üzere yüz binden fazla asteroiti keşfedeceğini tahmin ediyor. Notlar: 1- Bir cismin ‘Potansiyel Tehlikeli Yakın Cisim’ ünvanını alabilmesi için Dünya’ya yaklaşık 7.5 milyon kilometre kadar yaklaşma ihtimalinin olması lazım. Bu kategoride bulunan cisimlerden birisi Dünya’ya yaklaşık 1.5 milyon kilometre kadar yaklaşacak. 2- Tüm programları görmek için tıklayın. İlgili Bağlantılar: NASA (NASA’nın WISE görevi sayfası) UCLA (California Üniversitesi’nin WISE görevi sayfası) WISE’ın İlk Görüntüsü (WISE Uzay Aracı hakkında bilgi) WISE Uzayın Derinliklerine Doğru (WISE Uzay Aracı hakkında bilgi) Dinozorları Öldüren Göktaşı (Dinozorları öldüren göktaşı hakkında bilgi) Kaynak: Science@NASA

Sonunda ‘Normal’ Bir Gezegen

CoRot uydusu yeni bir gezegen daha keşfetti. Ama gaz devi olan bu gezegen, sıvı suyu yüzeyinde tutabilecek kadar ılık olabilir. Corot-9b Güneş benzeri yıldızının etrafında yaklaşık Güneş- Merkür arası uzaklıkta dönüyor. Bu mesafe Güneş Sistemi dışında geçiş yöntemi ile bulunan gezegenlerin arasındaki en büyük yörüngelerden biri. Gezegen de yapı olarak Jüpiter ve Satürn’e oldukça benzemekte. Keşfi yapan 60 bilimadamından biri olan Claire Mouto şöyle düşünüyor: “Güneş Sistemi dışı gezegen araştırmacılığında bu keşif bir kilometre taşı.” Sonunda 'Normal' Bir Gezegen
Sanatçının gözünden Corot-9b. Telif Hakkı: ESO/L. Calçada
Corot-9b, resmi olmayan ismiyle ‘Carrot Nimby’, yıldızının önünden 95 günde bir, 8 saatte geçiyor. Bu gezegenin konumu ise Dünya’dan Yılan Takımyıldızı’na doğru 1500 ışıkyılında. “Aynı tipte olan diğer sistem-dışı gezegenlere oranla Corot-9b hakkında daha fazla bilgimiz var. Bu da soğuk ya da orta soğukluktaki gezegenler hakkında yeni bilim dallarının açılmasına sebep olabilir.” diyor Didier Queloz. Corot-9b’nın yıldızı Güneş’ten çok daha soğuk, bu yüzden astronomlar Corot-9b’nin sıcaklığının -23 ile 157 oC arasında olduğunu düşüyor. Gezegen, aynı zamanla Jüpiter’in %84 kütlesine sahip olup çap bakımından Jüpiter’in 1.05 katı kadar. Bu da yoğunluğunun 0.9 g/cm3 olduğunu gösteriyor. 400’den fazla bulunan sistem-dışı gezegenlerden 70’i geçiş yöntemi ile bulundu. Bu yöntemle bulunanlar arasında Corot-9b özel bir yere sahip çünkü yörüngesi, geçmişte bu yöntemle bulunan gezegenlerin en büyük yörüngelisinin 10 katı. “Gaz devleri gibi, bu gezegen de çoğunlukla hidrojen ve helyumdan oluşmuş durumda. Yüksek sıcaklıklarda ve basınçta 20 Dünya kütlesi kadar başka malzeme de barındırıyor da  olabilir.” diyor grup elemanı Tristan Guillot. İlgili Bağlantılar: Nature (Çalışmaların yayınladığı dergi) ESO (European Southern Observatory – Avrupa Güney Gözlemevi) Kaynak: Universe Today

Yıldız Oluşumunu Engelleyen Patlamalar

Bilimadamları, evrenin ilk zamanlarında bir gökadanın içindeki yıldız oluşumunu engellediğini inandıkları muazzam bir olayın kanıtlarını buldu. Bulduklarına göre, Büyük Patlama’dan sadece (Big Bang) 3 milyar yıl sonra, büyük bir gökada, bir atom bombasından trilyonlarca kez daha güçlü olan patlamalara maruz kaldı. Bu patlamalar, milyonlarca yıl boyunca her saniye meydana geldi. “Biz geçmişe baktığımızda yıldız oluşumunu ve tipik bir gökadanın büyümesini duraklatan bir olay görüyoruz.” diyor Durham Üniversitesi’nden Dr. Dave Alexander.
Sanatçının gözünden bir gökadanın içinde yer alan karadeliğin fırlattığı malzemeler. Telif Hakkı: NASA/CXC/M.Weiss
Gemini Gözlemevi’nin Yakın-Kızılötesi Birleştirilmiş Alan Spektrometresi’ni (Near-Infrared Integral Field Spectrometer) kullanarak bilim adamları SMM J1237+6203 ‘e baktı ve Samanyolu etrafında yer alan gökadalarda bulunan özellikleri fark etti. Bu özellikler, ilk oluşan gökadalardaki yıldız oluşumunu ve gökadaların genişlemelerini engelleyen bir olay olduğunu ortaya koyuyor. Bu olay, evren, yaşının dörtte birindeyken meydana geldi. Patlamalar, yeni yıldız oluşumları için gerekli olan gazları gökadanın kütle çekiminden kurtararak dağıttı. Bu enerjinin ya gökadanın merkezinde bulunan bir karadeliğin malzeme fırlatmasıyla ya da süpernova denilen ölen yıldızların rüzgârlarından kaynaklandığı düşünülüyor. Durham Üniversitesi’ndeki araşmacıların da içinde bulunduğu teorisyenler, bu teoriye inanıyor. Ama şu ana kadar bu konuda kesin bir kanıt yok. İleriki zamanlarda gökada oluşumlarını ve gelişimlerini, yeni buluşlarla daha iyi anlayabileceklerini düşünüyorlar.

SMM J1237+6203 Gökadası’nda bulunan gazı gösteriyor. Görüntü, Gemini Gözlemevi’nin Yakın-Kızılötesi Birleştirilmiş Alan Spektrometresi’ni kullanarak alındı. Çizgiler, enerji patlamalarının gökada içindeki yolunu gösteriyor. Telif Hakkı:  Dave Alexander/Mark Swinbank, Durham University, and Gemini Observatory

“Buna benzer enerji fışkırmalarının gökada büyümesini de engellediğini düşüyoruz.” diyor Alexander. İlgili Bağlantılar: The Royal Society (Çalışmaların yayınladığı dergi) Kaynak: Universe Today

Phobos’un Sırları Açığa Çıkıyor

Avrupa Uzay Ajansı (ESA)’nın Mars Express uzay aracının 12 uçuşu ile birlikte Mars’ın uydularından Phobos’un en derin sırlarının açığa çıkarılması planlanıyor. Geçen haftaki Phobos’a en yakın (76 kilometre) geçişin de aralarında bulunduğu bu uçuşların altısı tamamlandı.
Bu renklendirilmiş görüntüde, 9 kilometrelik Stickney krateri Mars’ın uydusu Phobos’un yüzeyinde bir çöküntüye neden olmuştur. Resmi büyültmek için tıklayınız . Telif Hakkı : NASA / JPL – Caltech / Arizona Üniversitesi

Bu uçuşlar, uydunun yüzeyi boyunca dağılmış olan maddeleri gözler önüne sererken, uydunun çekim kuvvetini de daha önce hiç olmadığı kadar derinlemesine araştıracak. Aynı zamanda Mars Yeraltı ve İyonosfer Sondajı için Gelişmiş Radar (MARSIS), muhtemelen büyük mağaralarla delik deşik olmuş ovaların altındaki yapıları araştıracak.
Yerçekimi ile ilgili veriler, Rusya’nın 2011 ya da 2012’de başlatılması planlanan Phobos – Grunt görevinde uzay aracının yüzeye inmeden önceki manevraları için oldukça verimli olacak. Phobos’un yeni görüntüleri de yolda. “Şimdiye kadar alınan görüntüler, uydunun ‘gece’ olduğu taraftan alındı. “ diyor Avrupa Uzay Ajansı (ESA)’nın projedeki bilim insanlarından Olivier Witasse. “Bu hafta, kamera ve spektrometrelerle birlikte günışığının olduğu taraftan geçiş yapacağız.” Diye sözlerine ekliyor. Bu, ‘uydunun gezegenin yörüngesine nasıl geldiği bilinmeyen kayalardan oluştuğu’ görüşünü test edecek. Ne yazık ki, 90 metre yüksekliğine sahip ‘monolit (tek parça taş)’ olarak adlandırılan bir kaya ise Mars Express’in bu uçuş serisi boyunca görülemeyecek. 1999 yılında NASA’nın Mars Küresel Araştırmacı (Mars Global Surveyor) sondası ile alınan görüntülerde belirlenen bu monolit, bir krater oluşumu sırasında Phobos’un iç katmanlarından yüzeyine atılmış bir parça olabilir. Kaynak : New Scientist

Dinozoları Öldüren Göktaşı

Bilimadamları yıllardır, 65 milyon yıl önce dinozorların neden soylarının tükendiğini düşünüyor. Düzenlenen bir panelde 41 uluslararası uzman bir araya gelip şu görüşü resmiyete dönüştürdüler: ‘Dinozorların soylarının tükenmesinin nedeni 15 km çapında dev bir göktaşının Chicxulubi, Meksika’da Dünya’ya çarpmasıdır.’

Dinozorları Öldüren Göktaşı
Ortaya atılan bir sürü kuramın incelenmesinden sonra bu görüş önem kazandı. Bu kuramı destekleyen de kraterde bulunan korunmuş yapı. Bilgisayar modellemeleri, çarpışmada ne kadar kayanın buharlaştığını veya ne kadarının yerden koparıldığını gösteriyor. Gruba öncülük eden Dr. Penny Barton şöyle diyor: “Bizim işimiz, çarpışmadan sonra meydana gelen muazzam olayların birkaç dakikasını görselleştirmek. Göktaşının bir ucu Dünya’ya çarparken diğer ucu hala üst atmosferdeydi ve bu ucu Dünya’nın atmosferinde bir delik açıyordu.” Bu tarihten kalan kaya katmanlarından yola çıkılarak, Kretase Paleojen Tükenmesi’nin (Crataceous-Paleogene extinction) Dünya tarihindeki çarpışmaya en önemli jeolojik kanıt olduğu ortaya çıktı. Çarpışma, dinozorların kitle halinde tükenmesinin (mass extinction) nedeni olarak görülse de bazı bilim adamları buna, Meksika Körfezi’ndeki mikro fosillere bakarak karşı çıkıyorlar ve bu çarpışmanın yok oluşun birinci nedeni olarak gösterilemeyeceğini savunuyorlardı. Bu zamanlarda Hindistan’ın Deccan volkanik yapısını oluşturan volkanizmanın bu yok oluşa neden olduğu düşünülüyordu. Ama panelde, bilgisayar modellemeleri çarpışma kuramını destekledi. Çarpışma modellemesi, çarpışmadan sonra ortaya çıkan korkunç şok dalgalarını, ani sıcaklık değişimini ve tsunami denilen büyük dalgalarını da gözler önüne serdi. Çarpışmadan ortaya atmosferdeki çıkan toz, kül ve gaz ise Dünya’yı soğuttu. Düşük ışık seviyesi ve okyanus asitleşmesi (ocean acidification)  ise fotosentez yapan bitkileri ve ona bağlı yaşayan türlerin soyunu tüketti. Göktaşının Hiroşima’ya atılan atom bombasından bir milyon daha fazla enerjiyle Dünya’ya çarptığı düşünülüyor. Çarpışma, birçok parçayı atmosfere yüksek hızla fırlattı. Bu da beraberinde birçok türün soyunun tükendiği küresel kışı (global winter) getirdi.     Cambridge Üniversitesi’nden Barton sözlerine şöyle devam etti: “Göktaşı, 2 dakika içinde 30 km derinliğinde ve 100 km çapında bir krater oluşturdu. Bunun arkasından gelen karanlık ve küresel kış, bilinen canlı türlerinin %70’nin soyunu kuruttu. O zamanlar fare büyüklüğünde olan memeliler, dinozorlardan daha çabuk duruma ayak uydurup daha çabuk adaptasyon geçirdiler. Böylece Dünya’nın baskın türü memeliler oldu.” İlgili Bağlantılar: University of Cambridge (Haberi veren site) Kraterler (Kraterler hakkında bilgi) Kaynak: Universe Today

GOES-P Fırlatıldı

Florida’daki Cape Canaveral Hava Kuvvetleri Üssü’nden TSİ 5 Mart 2010 01.57’te GOES-P (Geostationary Operational Environmental Satellite – Yersabit İşlevsel Çevre Uydusu) Delta IV yardımıyla uzaya fırlatıldı.


GOES-P uydusu fırlatılırken.
Telif Hakkı:Alan Walters
NOAA (Amerikan Ulusal Okyanus ve Atmosferik Olaylar Dairesi – National Oceanic and Atmospheric Administration) ile NASA işbirliği ile tasarlanan bu uydu, fırtına gözlemek ve hava koşullarını gözlemlemek için uzaya önceden fırlatılmış uyduların sonuncusu. 35888 km yükseklikte yer ile sabitlenebilmesi 10 günü bulacak. Yörüngeye oturduğunda ise ismi GOES-15 olacak. 5 ay boyunca uydudaki tüm aletler kontrol edilecek ve aletlerin ayarları tamamlanacak. NOAA’nın çalışan 2 GOES uydusu daha var: doğuda GOES-12 ile batıda GOES-11. İlgili Bağlantılar: Alan Walters (Alan Walters’ın sitesi) GOES (GOES Projesi’nin sitesi) Kaynak: Universe Today