gokyuzu.org

Karanlık Madde Gizemine Yeni Bir Yaklaşım Daha: İlkel Karadelikler, Karanlık Madde’yi Oluşturuyor olabilirler mi?

Sağda, NASA’nın Spitzer Uzay Teleskobu tarafından alınmış ham bir veri görüyorsunuz. Solda ise, tüm bilinen gök cisimleri haritadan çıkarıldıktan sonra bilinmeyen kaynaklardan gelen ışımaları görüyorsunuz. Bu ışımaların çoğunun Kozmik Arkaplan Işıması olduğu düşünülse de, eğer Kashinsky’nin hipotezi doğru ise, bu ışımalar karanlık maddeyi var eden kara deliklerden geliyor olabilir. [Fotoğraflar, halka açık veri, NASA]

Karanlık Madde, günümüz astrofiziğindeki en büyük sırlardan bir tanesidir. Gök adaların dönüş hızlarının yavaşlamasına engel olmasının yanı sıra, galaksiler arası büyük boşluklarda da bulunduğu düşünülen bu yapının tam olarak ne olduğu hala gizemini koruyan sorulardan bir tanesidir. Genellikle biz insanlar, bilmediğimiz ve bize bilinmez gelen kavramlara “karanlık” sıfatını vermeyi çok severiz. Fakat Karanlık Madde tam anlamıyla karanlık da değildir. Etrafta ışık da dâhil olmak üzere hiçbir şey ile etkileşmez, yalnızca bölgede bir miktar kütle yoğunluğu olduğunu görürüz. Yani bir tahterevallidesiniz; elinizdeki fener yardımıyla karşınızda kimsenin oturmadığından eminsiniz ancak yine de tahterevalli sizi yukarı doğru kaldırıyor.

Karanlık Madde üzerine ortaya atılmış pek çok görüş bulunmaktadır. Takdir edersiniz ki farklı konularda uzman olan fizikçiler, bu fenomeni incelerken, kendi alanları doğrultusunda olaylara bakıyorlar. Gezegen bilimciler, Karanlık Madde’nin, ışık gelmediği için aydınlanamamış sönük yıldızlar yahut dev gezegenler olduklarını iddia ettiler. Kozmologlar, Yüksek Enerji Teleskoplarından gelen verileri analiz etmek ile meşguller. Parçacık fizikçiler ise, bu kütle yoğunluğuna sebep olacak “Steril Nötrino” adı verilen yapıların bulunduğunu düşünmekteler. Steril Nötrino arayışlarında bulunan gök fizikçileri arasında Esra Bülbül adında bir bilim insanı da bulunmakta. Bülbül, Harvard Üniversitesi bünyesinde, Chandra X-Işını teleskopundan gelen veriler üzerinden Steril Nötrino’larınkine benzer yapılar bulmaya çalışmaktadır. Ayrıca, bütün bunların dışında “Karanlık madde diye bir şey yok, kütleyi ve matematiği algılayış biçimimiz doğru değil, kütle denklemlerini yeniden yazmalıyız.” Diyen ve alternatif eşitlikler üretmeye çalışan kuramsal fizikçiler bile var. Yakın zamanlarda NASA’nın Goddard Uzay Merkezi’nde çalışan astrofizikçi Alexander Kashinsky tarafından yayımlanan bir makale, yukarıda bahedilen hipotezlerin hepsine ek olarak, yeni bir öneri daha sunmaktadır.

Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın Spitzer Uzay Teleskobu’ndan alınan kızılötesi veriler üzerinden hesaplamalar yapan bilim insanları, karanlık olarak görülen kısımlarda parlak yapılar keşfettiler. Kozmik Arka Plan Işıması*na ait olduğu düşünülen bu dağılıma daha sonrasında, aynı bölgeye farklı dalga boylarında yapılan gözlemler eklendiğinde, bu parlak yapıların; Kozmik Arka Plan Işıması’nda olduğu gibi düzenli dağılmadığı, belirli bölgelerin çok çok daha yoğun olduğu fark edildi.

LIGO Araştırmacıları, birbiri etrafında dönen iki kara delikten oluşan kütle çekimsel dalgaları ilk defa 14 Eylülde ölçmeyi başardılar. Alexander Kashinsky de, elde edilen verilerin o bahsedilen kara deliklerden değil de, karanlık maddenin yoğun olarak bulunduğu bir bölgeden gelmesi durumunda neler olacağını incelemeye ve hesaplamaya koyuldu. Hesaplamalara göre karanlık maddenin bulunduğu bölgelerde eğer kara delikler var ise, karanlık madde temelli sorunların hemen hemen tamamı çözülmüş olacak. “Eğer ortaya koyduklarım doğrulanır ise, gök adamızın etrafını ilkel kara delikler sarmış durumda ve etrafında dönüyorlar.” Diye açıklıyor Kashinsky. Kara delikler içlerine madde çektiklerinde, bu maddeler o kadar hızlanır ki etrafa X-Işıması yaparlar. Bu ışımalara Kızılötesi dalga boylarında ışıma yapan kara delikler de eklendiğinde dolaylı yoldan kara delik gözlemiş oluruz. İşte bu bahsedilen iki tür ışımaya da karanlık maddenin yoğun olduğu iddia edilen yerlerde rastlanmakta.

Teoride mantıklı gözükse de, henüz elimizde herhangi bir delil bulunmamakta. Fakat LIGO’ya ait Mişelson İnterferometrelerinde gözlenecek yeni Kütle Çekimsel Dalga tespitleri, bizlere evrenin farklı yerlerinde henüz keşfetmediğimiz kara delikleri gösterebilir. Kara delik hipotezini, bu deneyler ve gözlemler doğrulayacak. Ünlü fizikçi Richard Feynman’ın da dediği gibi: “Bilgiyi sınamanın tek yolu deneydir, deney; bilimsel gerçeğin tek hâkimidir.”

*: Kozmik Mikrodalga ışıması, evrenin her bir yanını doldurmuş olan bir tür ışımadır ve Mikrodalga dalga boyunda görülür. Her yerden aynı anda geldiği için Büyük Patlama’nın en büyük kanıtı olarak görülen bu ışımayı kendi evinizde uydu bağlantısı olmayan bir televizyonu açıp gri renk karıncalanmalara bakarak da gözlemleyebilirsiniz.

KAYNAKLAR:

İlgili Makaleler:

http://iopscience.iop.org/article/10.3847/2041-8205/823/2/L25

http://arxiv.org/abs/1402.2301

İlgili NASA Açıklamaları:

http://www.nasa.gov/feature/goddard/2016/nasa-scientist-suggests-possible-link-between-primordial-black-holes-and-dark-matter

http://www.nasa.gov/topics/universe/features/abundant-black-holes.html

İlgili Space.org Haberi:

http://www.space.com/33122-dark-matter-black-hole-connection.html

Bu yazı Bilim ve Teknik Dergisi Kasım 2016 sayısında yayımlanmıştır

Yazan: Özgür Can Özüdoğru

Bir Asteroitte Daha Su Buzuna Rastlandı

Bilim insanları su içeren ikinci bir asteroit daha tespit etti. Bu yılın nisan ayında 24 Themis asteroitinde su buzu ve organik maddelerin varlığını keşfeden araştırmacılar, şimdi de 65 Cybele asteroitinde aynı maddeleri buldular.

“Bu keşifle birlikte, Güneş Sistemi’nde sanılandan daha fazla su buzu bulunduğu söylenebilir. Ve aynı zamanda bu, ‘Asteoritler, Yer’e çarpmış olabilir ve gezegenimize yaşamın temek taşlarından suyu getirmiş olabilir’ teorisini de destekliyor.” Diyor Merkez Florida Üniversitesi’nden Profesör Humberto Campins.

Asteroit 65 Cybele, 290 kilometre çapında ve 24 Themis asteroitinden biraz daha büyük bir asteroit. İki asteroit de Mars ve Jüpiter arasında yer alan asteroit kuşağında bulunuyor.

Genel olarak , asteroitlerin çok kuru bir yapıya sahip olduğu düşünülür; fakat şimdi görülüyor ki asteroitler ve gezegenler Güneş Sistemi’nin en erken dönemlerinde oluşurken, buz Ana Kuşak bölgesine kadar ilerliyor. Bu da demek oluyor ki; yıldızların çevrelerinde su ve organik madde miktarı oldukça fazla olabilir.

Bu bulgular ise, Astronomi ve Astrofizik Dergisi’nde (Astronomy and Astrophysics) yayınlanacak ve Campins, bulguları Amerikan Astronomi Derneği’nin bu haftaki Gezegen Bilimi toplantısında sunacak.

İlgili Bağlantılar:

Kaynak : UniverseToday

Mars Yüzey Aracı Göktaşı Avında

NASA’nın Mars Keşif Yüzey Aracı Opportunity, 16 Eylül’de 31 metre uzağında koyu renkli bir göktaşı görüntüledi. Bu uzay aracının ekibi, bu göktaşının demirli bir göktaşı olup olmadığını anlayabilmek için daha çok yaklaşma kararı aldı.

NASA’nın Mars Keşif Aracı Opportunity, göktaşının bu görüntüsünü panoramic fotoğraf makinesi ile aldı. Ufukta ise Endurance Krateri’nin kıyısı görülüyor. (Resmi büyütmek için üzerine tıklayınız.) Telif Hakkı: NASA/JPL-Caltech/Cornell Üniversitesi

“Siyah rengi, yuvarlak yapısı ve gezegenin yüzeyindeki duruşuna bakıldığında, demirli bir göktaşına benziyor.” Diyor NASA’nın Jet İtki Laboratuvarı’ndan Matt Golombek. Opportunity uzay aracı, 2004’de başlayan görevi süresince 4 demirli göktaşı bulmuştu. Bu taşların incelenmesinden sonra taşların özellikleri kadar Mars’ın atmosferi hakkında da önemli bilgilere ulaşıldı.

Yeni bulunan taşa, henüz resmi olmamakla beraber, İrlanda’nın kuzeybatısında yer alan bir adanın ismi (Oileán Ruaidh) verildi. Göktaşının, uzay aracının şuanki bakış açısından, yaklaşık olarak 45 cm. genişliğinde olduğu görülüyor.

Opportunity şu ana kadar Mars üzerinde 23.3 kilometre ilerledi. Opportunity’nin bu göktaşına ulaşması ile birlikte, diğer bir Mars yüzey aracı olan Spirit ile toplam aldıkları yol 31 kilometreyi bulacak.

Kaliforniya, Pasadena’daki NASA’nın Jet İtki Laboratuvarı, Mars Keşif Yüzey Araçları (the Mars Exploration Rover) görevini yönetir.

İlgili Bağlantılar:

Kaynak: ScienceDaily

Jüpiter Bize Çok Yakın

Eylül ayının başlarında bütün bir akşam boyunca gökyüzünde görmeye başladığımız Jüpiter gezegeni, 20 – 21 Eylül gecesi bize en yakın konumuna ulaşacak.

Jüpiter, gökyüzünde bulunduğu sürece birçok yıldızdan ve gökcisminden hep daha parlak olmuştur; ancak son zamanlarda biraz daha parlak olması da gözden kaçmamaktadır.

Dev gezegen, 20 – 21 Eylül gecesinde 1963 ve 2022 yılları arasındaki diğer konumlarından daha yakın bir konuma ulaşacak. Bu sırada Dünya’dan yaklaşık 592 milyon kilometre (368 milyon mil) uzaklıkta bulunacak ve -2.9 kadir parlaklığında olacak.

Jüpiter, Güneş’in batmasıyla beraber doğu ufku üzerinde yükselmeye başlıyor ve parlaklığı sayesinde onu gökyüzünde bulmak çok kolay. Dürbün veya küçük bir teleskopla bile koyu-renkli kuşaklarını, Büyük Kırmızı Lekesi’ni ve dört büyük uydusunu (Gelileo uyduları) rahatlıkla görebilirsiniz. Orta ve büyük teleskoplarla ise, bunların yanı sıra, daha küçük lekeleri ve bulutların oluşturduğu girdapları gözlemlemeniz mümkün.

Jüpiter’in yanı sıra bize en yakın konumuna ulaşan bir gezegen daha var: Uranüs. Gezegen, Jüpiter’den 5 kat daha uzakta ve daha soluk. 5.7 parlaklığındaki gezegeni çıplak gözle görmek zorken, dürbün veya küçük teleskoplarla görmek mümkün.

Uranüs’ü gökyüzünde bulabilmek için Jüpiter’den yararlanılabilir; öyle ki, Uranüs, Jüpiter’in yaklaşık 1 derece uzağında yer alıyor ve mavimsi-yeşilimsi rengiyle ve yuvarlaklığı nedeniyle yıldızlardan kolayca ayırt edilebilir.

Dünya’mızın uydusu Ay da o gece gökyüzündeki yerini alacak.

Kaynaklar: Science@NASASky&TelescopeEarthSky

GJ436b, Gökbilimcileri Şaşırttı

Çalışmalarını NASA’nın Spitzer Uzay Teleskopu’nu kullanarak yapan gökbilimcileri, dev gezegen GJ 436b’de metan (CH4) gazının çok az miktarda bulunması şaşırttı.

GJ 436b’nin bu sanatçı görüntüsünde, gezegen bizim yıldızımızdan daha soğuk olan yıldızının arkasında görülüyor. (Resmi büyütmek için üzerine tıklayınız.) Telif Hakkı: NASA

“Bu sıcaklık ve büyüklükteki bir gezegende metanın bol miktarda bulunması gerekir fakat biz 7000 kat daha az metan tespit ettik.”  diyor sonuçları sunan Merkez Florida Üniversitesi’nden Kevin Stevenson.

Metan eksikliği şaşırtıcı; çünkü Güneş Sistemi’mizdeki tüm gaz devleri metan bakımından zengin gezegenler. Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün’ün atmosferlerinde hidrojen ve karbon bol miktarda bulunuyor. Bu elementler de doğal olarak bir araya gelerek en basit hidrokarbonu, metanı (CH4) oluşturuyor.

Stevenson ve meslektaşları Spitzer’i Aslan Takımyıldızı’nda bulunan ve 33 ışıkyılı uzaklıktaki GJ 436b’ye yönelttiklerinde, bizim sistemimizdeki gaz devlerindeki durumla karşılaşacaklarını umuyorlardı. Gezegenin tayfını incelediklerinde metan gazının var olduğunu tespit ettiler ancak düşündüklerinden az miktarda buldular. Öte yandan gezegen, karbondioksit bakımından oldukça zengin.

Peki, metanın büyük bölümü nereye gitti? Birinci olasılık: Parçalanmış olabilir. “Gezegenin yıldızından kaynaklanan mor-ötesi ışınım, metanı etilen gibi polimerlere dönüştürmüş olabilir.” diyor Merkez Florida Üniversitesi’nden Joseph Harrington.

Bir diğer olasılık ise: Gezgenin atmosferindeki güçlü rüzgârlar, karbondioksitin de bol miktarda bulunduğu sıcak katmanlardan maddeleri sürüklemiş olabilir.

Ya da tamamen daha farklı bir olasılık düşünülebilir: “Bu gezegenin atmosferi, bildiğimizin dışında değişik bir kimyaya sahip olabilir. Ancak henüz bilmiyoruz.” diyor Harrington.

Metan sadece dev gezegenlerde bulunmuyor;  Dünya’da da hatrı sayılır miktarda metan bulunuyor. Dünya üzerinde metan gazına, ineklerin ve keçilerin midelerinde ya da çürümüş organik maddelerin açığa çıkarmasıyla bataklıklarda rastlayabilirsiniz. Metan, gaz devlerinde sadece onların kimyasında yer alan bir maddedir ancak bizim gezegenimizde yaşamın işaretçisidir.

Bu nedenle, araştırmacılar, Yer-benzeri uzak gezegenlerin atmosferlerinde metan aramaya başladılar ve NASA’nın Kepler görevinin de bunun gibi gezegenler keşfetmesi bekleniyor. Ayrıca oksijenin yanı sıra metan da olası biyolojik etkinliklerin işaretçisi sayılabilir.

Kaynak: Science@NASA

Jüpiter Artık Akşam Gökyüzünde

Güneş Sistemimizin dev gezegeni Jüpiter’i uzun bir aradan sonra tekrar akşam gökyüzünde gözlemleyebileceğiz.

Görüntüde Jüpiter gezegeninin üzerinde, koyu renkli kuşaklar ve Kırmızı Büyük Leke görülüyor. (Resmi büyütmek için üzerine tıklayınız.) Telif Hakkı : NASA

Bir süredir Güneş’in doğmasına yakın veya gece yarısı gözlemlediğimiz Jüpiter, önümüzdeki akşamlarda Güneş’in batmasıyla birlikte doğu ufkundan yükselmeye başlıyor.

Hem profesyonel hem de amatör gökbilimcilerin yıllardır gözlemekte olduğu bu dev gezegeni, doğu ufku üzerinde, akşamın ilk saatlerinde fark etmeniz çok kolay; çünkü şu sıralarda -2 ve -3 kadir arasında parlaklıkta ve gökyüzündeki Venüs gezegeni dışındaki diğer gök cisimlerinden ve yıldızlardan daha parlak durumda.

Çıplak gözle kolaylıkla görebileceğimiz gezegenin, bir dürbün veya 6-7 cm.lik açıklığa sahip bir teleskopla, üzerindeki koyu renkli kuşakları, Kırmızı Büyük Leke’yi (Great Red Spot) ve Galileo olarak adlandırılan dört uydusunu görebilirsiniz. Yani 17. Yüzyılın başlarında İtalyan gökbilimci Galileo Galilei’nin küçük teleskopu ile yaptığı gözlemleri yapabilirsiniz.

Spitzer’in Asteroitler Grubu

NASA’nın Spitzer Uzay Teleskopu’nun yeni araştırması, Dünya’ya yakın bir dizi asteroit grubu ortaya çıkardı. Bu asteroitler, çikolatalarda ya da meyveli şekerlerdeki gibi değişik renk ve bileşimlere sahip. Bazıları koyu ve soluk, bazıları ise pırıl pırıl ve parlak. Spitzer Uzay Teleskopu’nun Dünya’ya yakın 100 bilinen asteroit ile ilgili bu gözlemleri, bu nesnelerin düşünüldüğünden daha geniş bir çeşitliliğe sahip olduğunu gösteriyor.

Bu görüntü, NASA’nın 2000’deki Dünya’ya Yakın Asteroitlerle Buluşma (Near Earth Asteroid Rendezvous) görevi kapsamında alında. Görüntüde, Eros asteroitinin yakın plan görüntüsü yer alıyor. (Resmi büyütmek için üzerine tıklayınız.) Telif hakkı: NASA/JHUAPL

Bu bulgular gökbilimcilere, fiziki özellikleri tam olarak bilinmeyen bu cisimler hakkında yeni bilgiler sağladı.

“Bu kayalar, geldikleri yer hakkında da bizlere bilgiler veriyor.” Diyor Kuzey Arizona Üniversitesi’nden  David Trilling.

Trilling ve ekibi, şimdiye kadar 100 Dünya’ya yakın cismin verilerini inceledi. Gelecek yıllarda 600 nesneyi daha incelemeyi planlıyorlar. Sayıları yüz binleri bulabilen nesnelerin dışında, Dünya’ya yakın yaklaşık 7.000 nesne bulunuyor.

“Dünya’ya yakın bu nesnelerin çok azının fiziksel özellikleri biliniyor. Yeni veriler bu grup hakkında daha fazla bilgi veriyor ve nasıl birbirinden bu kadar farklı oldukları konusunda fikir veriyor. Bu bilgiler, olası gelecek görevler için bize yardımcı olabilir.” Diyor Trilling.

Veriler gösteriyor ki, bazı küçük nesneler oldukça yüksek albedoya (Güneş ışığını yansıtma miktarı) sahip. Daha parlak yüzeye sahip asteroitler göreceli daha genç olanlar; çünkü asteroitlerin yüzeyi Güneş’in radyasyonuna maruz kaldığı için zamanla kararıyor. Bu da, Dünya’ya yakın nesnelerin devam eden evrimlerine bir kanıt.

Bunlara ek olarak, çok uzaktan gözlemlenmiş asteroitlerin aslında düşünüldüğünden daha büyük ölçüde çeşitliliğe sahip olmaları, onların farklı kökenlerden geldiğini gösteriyor. Bazıları Mars ve Jüpiter gezegenleri arasındaki ana kuşaktan gelirken, bazıları ise Güneş Sistemi’nin dışından gelmiş olabilir. Bu çeşitlilik ayrıca gösteriyor ki; asteroitleri oluşturan malzemeler (aynı zamanda gezegenimizi oluşturan malzemeler), Güneş Sistemi’nin erken dönemlerinde büyük bir ‘güneş-sistemi çorbası’ gibi bir araya gelmiş olabilirler.

Bu araştırmanın bir diğer üyesi, NASA’nın Geniş-alan Kızılötesi Araştırma Kâşifi (Wide-field Infrared Survey Explorer, WISE), hala uzayda çalışmalarını sürdürüyor. WISE, şimdiye kadar 430 Dünya’ya yakın nesne gözlemledi. Bunların 110’dan daha fazlası yeni gözlemlendi.

Gelecekte, hem Spitzer hem WISE Dünya’ya yakın bu cisimlerin ‘tatları’ hakkında daha fazla bilgi verecek. Bu bilgiler de, kozmik cisimlerin su ve organik maddelerle (yaşamı tetikleyen malzemelerle) gezegenimizi nasıl oluşturdukları hakkında ipuçları verecek.

İlgili Bağlantılar:

Kaynak: NASA

Ay’da Renkli Havza

Ay’daki Shrödinger Havzası’nın yeni bir jeolojik haritasında çok uzun süren şiddetli olaylardan sonra meydana gelen şekiller, geçici olarak renklendirildi. Shrödinger Havzası, yeni bir oluşum sayılabilir çünkü yaklaşık 3.8 milyar yaşında. Öyle ki havza, Ay’ın ikinci en genç geniş havzası (yaklaşık 320 kilometre çapında).

Schrödinger havzanın bu ayrıntılı jeolojik haritası, Ay’daki maddelerle ilgili birleşik bir çalışmayı gösteriyor. Görüntüde; zirve-halkası (peak-ring) haklanın kahverengi iç bölgesi, yeni volkanik etkinlik kırmızı, krater oluşumu sarı, ovadaki maddeler yeşil tonlarda gösteriliyor. (Resmi büyütmek için üzerine tıklayınız.) Telif Hakkı : NASA/Scott Mest

Shrödinger, uydunun güney kutbuna yakın, buzun olduğu düşünülen bir bölgede. Bu harita, araştırmacılara Ay’ın jeolojik tarihi hakkında bilgi ve ileriki keşif çalışmalarında da uygun bir iniş yeri sağlayacak. Gezegen Bilim Enstitüsü (the Planetary Science Institute ) ile birlikte çalışan NASA’nın Goddard Uzay Uçuş Merkezi’nden (Goddard Space Flight Center) bilim insanı Scott Mest ve meslektaşları, bu güne kadarki en detaylı harita olan bu jeolojik haritayı çıkardılar. Bu harita, Ay Yörünge Aracı Lazer Yükseklik-ölçer uzay aracından alınan topografik (yersel) veriler ile Clementine ve Lunar Prospector görevinden elde edilen görüntüler ve tayfsal veriler birleştirilerek oluşturuldu.

Schrödinger Havzası, zirve-halka (peak-ring) olarak adlandırılan, zirvelerin bir halka oluşturduğu türden havzalara bir örnektir. Havzanın kenarı (halkanın kahverengi dış bölgesi) gibi, daha küçük ve daha çok parçalanmış zirve-halkası (halkanın kahverengi iç bölgesi) da, tahminen 35-40 kilometre çapındaki bir cismin çarpması sonucu oluşmuştur. Uydunun kabuğunda yükseltilerin oluştuğu bu bölge, havzadaki en eski kayalardır ve çarpan nesnenin sıcaklığından erimemiş tek yapıdır. Eriyen maddeler ise her yöne dağılmış ve ovaları oluşturmuştur. Ovalardaki maddeler ise farklı dokulara ve albedoya (güneş ışığını yansıtma oranı, yeşil tonlarında gösteriliyor) sahip olabilirler. Bu farklılığın nedeni ise büyük ihtimalle farklı zamanlarda soğumuş olmalarıdır. Kırıklar (siyah çizgiler), maddeler soğurken havzada oluşmaya başlamıştır.

Schrödinger Havzası, Ay’ın güney kutbuna yakın, volkanik etkinliğin olduğu ender bölgelerden bir tanesidir. Kırmızı alandaki bir delikten yayılan patlayıcı püskürmeler kadar,  bu volkanik etkinliğin lav akıntıları da, yüzeyde görülebilir. Bu delikler ise ovaları (kırmızı alan, bej rengi bölgelerden daha yenidir) örten koyu madde oluşturmuştur. Daha eski volkanik maddeler, daha geniş bir alana (gri ve limon rengi) yayılmıştır. Daha küçük nesnelerle oluşan daha yeni kraterler ise havzanın üst bölümlerine yakın yerlere (sarı alanlar) madde saçmıştır. Onun yanında (sarının yanındaki çok açık yeşil) ise havzanın dış bölgesinden ya da havzanın kenarından gelmiş olabilecek maddeleri barındıran bir bölgedir.

Kaynak : NASA

Aynı Yıldız Etrafında İki Gezegen

NASA’nın Kepler uzay aracı, aynı yıldızın etrafından geçmekte olan birden fazla gezegene sahip bir gezegen sistemi keşfetti.

Bu sanatçı görüntüsü, NASA’nın Kepler görevi ile keşfedilen Satürn büyüklüğündeki iki gezegeni gösteriyor.  Görüntüde gezegenlerin, yıldızlarının (Kepler-9) önünden geçişi gösteriliyor. Bu, çoklu gezegen geçişlerine sahip ilk yıldız sistemi bulgusu.  (Resmi büyütmek için üzerine tıklayınız.) Telif Hakkı : NASA/Ames/ JPL-Caltech

Kepler-9 olarak tanımlanan Güneş-benzeri yıldızın verileri arasında iki ayrı gezegenin varlığına rastlandı. Gezegenlere Kepler-9b ve Kepler-9c adı verildi. Bu keşif, ‘Güneş Sistemi’miz dışındaki yer-benzeri gezegen’ arama çalışmaları kapsamında, 156.000 yıldızın yedi aylık gözlemlerinin sonucunda geldi. Bulgular ayrıca Science Dergisi’nin 26 Ağustos’taki sayısında yayınlandı.

Kepler’in son derece keskin görüşe sahip fotoğraf makinesi, yıldızların önlerinden bir gezegen geçtiğinde ortaya çıkan parlaklık düşüşünü ölçer. Bu düşüşten yola çıkarak gezegenin büyüklüğü bulunabilir. Gezegenin yıldızına olan uzaklığı ise peş peşe gelen ‘parlaklıktaki azalmalar’ arasındaki zaman ölçülerek saptanabilir. Bu azalmalardaki küçük değişimler ise gezegenlerin kütlelerini belirlemede kullanılabilir.

Temmuz’da, bilim insanları Kepler’in ilk 40 gününde elde edilen verilerde 700’den fazla gezegen adayına ait bulguları sundular. Veriler ayrıca, yıldızının önünden geçen birden fazla gezegenin bulunduğu 5 gezegen sistemini kapsıyordu. Kepler ekibi, çoklu geçişlerin yaşandığı bir sistem tanımladı ve hakkında veriler toplamak için bu sistemi izlemeye başladı.

“Kepler’in bu nesneler üzerine yaptığı 24 saat süren çalışmalardan elde edilen kaliteli verilerle, ana yıldızlar ve onların gezegen sistemleri oluşturuldu.” Diyor Kepler görevinde bilim insanı Doug Hudgins.

Bilim insanları, Hawaii’deki Keck teleskopu ile yapılan gözlemlerden yararlanarak bu gezegenlerin kütlelerini tahmin etti. Gözlemler Kepler-9b’nin diğer gezegene göre daha büyük olduğunu ve kütlelerinin birbirlerinkine benzediğini fakat Satürn’ün kütlesinden az olduğunu gösterdi. Kepler-9c 38 günlük bir yörüngeye sahipken, Kepler-9b yıldıza daha yakın ve 19 günlük bir yörüngeye sahip.

“Bu keşif ile, gezegenin iki geçişi arasındaki zamanda görülen önemli değişimler (geçiş zamanlama değişimleri – transit timing variations) ilk defa açıkça tespit edildi. Bu, Kepler uzay aracı ile görülen iki gezegen arasındaki etkileşimin bir kanıtı.” Diyor Kepler görevinden, Cambridge’teki  Harvard-Smithsonian Astrofizik Merkezi’nde çalışan bir bilim insanı Matthew Holman.

Kaynak: NASA

27 Ağustos’ta Mars

Yıllardır ağustos ayında özellikle de 27 Ağustos’ta Mars’ın dolunay kadar büyük görüneceği ve bugün hayatta olan hiçbir kimsenin bu olayı tekrar göremeyeceği söylentileri etrafta dolaşır. Ve şu günlerde de yine bu yönde haberler etrafta dolaşmaktadır. Ancak bunların gerçekle hiçbir ilgisi yoktur.

Gerçek olan şudur ki; Mars, 27 Ağustos 2010’da Dünya’dan yaklaşık olarak 314 milyon kilometre uzaklıkta bulunacak ve günbatımından sonra batı ufkunda ‘ortalama parlaklıktaki küçük bir kırmızı yıldız’ gibi parlıyor olacak. Eğer yerini tam olarak bilmiyorsanız, onu gökyüzünde bulmanız bile zor olacaktır.

2003 Ağustos’ta Mars, 60.000 yıl içindeki en yakın konumda. Buna rağmen, gezegen parlak bir yıldıza benziyor ve dolunay kadar büyük değil. (Resmi büyütmek için üzerine tıklayınız.) Telif Hakkı : John Nemy & Carol Legate of Whistler, B.C.

Peki, bu söylentiler nasıl ve ne zaman ortaya çıktı? 2003’te Mars beklenmedik oranlarda büyüklüğü artmıştı. Aynı yılın 27 Ağustos günü Mars, Dünya’ya 60.000 yıl içindeki en yakın konuma (56 milyon kilometre) gelmişti. O gün insanlar, Mars’ın üzerindeki yanardağları, kıpkırmızı ovaları ve parlayan kutup buzullarını görmek için teleskoplarına sarıldılar. Aslında gözlemledikleri Mars, dolunay evresindeki Ay’dan 75 kat daha küçüktü.

Bazı insanlar bunu, ‘Eğer Mars, Ay’dan daha küçükse, Mars’ı 75 kere yakınlaştırdığımızda Ay’ın büyüklüğüne eşit olması gerekir.’ şeklinde açıkladılar. Ardından “75 kere yakınlaştırıldığında, Mars çıplak gözle Ay kadar büyük görünecek.” açıklaması, insanlar arasında e-postalarla “Mars, çıplak gözle Ay kadar büyük görünecek.” söylentisine dönüşerek hızla yayılmaya başladı. Bunun bir yanlış anlaşılma ya da ihmal olduğu söylenebilir.

27 Ağustos’ta ise Güneş battıktan hemen sonra batı ufku üzerinde parıldayan Venüs’ü hemen görebilirsiniz. Onun birkaç derece sağına doğru bakarsanız küçük, turuncu, yıldızımsı Mars’ı görebilirsiniz. Hatta daha iyi görebilmeniz için dürbün veya teleskop kullanmanız gerekli.

Gecenin ilerleyen saatlerinde ise Ay ve birkaç derece uzağında parlamakta olan Jüpiter’i gözlemleyebilirsiniz.

27 Ağustos 2010, gece yarısına doğru doğu ufku üzeri. (Resmi büyütmek için üzerine tıklayınız.) Telif Hakkı : EarthSky

İlgili bağlantılar:

Kaynaklar : Science@NASAEarthSkyBBC