gokyuzu.org

Zamanı durdurursak ne olur?

Fizik, zamanın hareket etmediği bir dünya yaratmamızı engellese de, böyle bir dünyanın nasıl olacağını hayal etmek için fiziği kullanabiliriz.

Bir dakikalığına imkansızı başardığınızı ve zamanınızı durduğunuzu varsayalım. Bu senaryonun tamamen varsayımsal olduğunu unutmayın. Peki, nasıl bir şey? Etrafınızdaki tüm insanlar donmuş halde. Rüzgar esmiyor, su akmıyor ve Dünya dönmeyi durduruyor.

Bir bankayı soymadan ya da parmağınızı bir arkadaşınızın burnuna sokmadan önce, bilmeniz gereken bazı şeyler var. Tüm bunlar, sizi oluşturan her şeyin, tüm hücrelerin, mikropların ve atomların, zamandan etkilendiği varsayımı altındadır. Bu düşünce deneyini nispeten kolay tutmak için, doğa yasalarının hala yürürlükte olduğunu varsayalım. Yani, yasaların donmuş bir dünyada nasıl davranacağını, yasaların tamamen ortadan kalkmadığını düşüneceğiz. Bu hafif bir çelişki çünkü zaman durdurarak birkaç fiziksel yasayı çiğniyoruz. İlk örnekleri okuduğunda, taşlar yerine oturacaktır. Atmosfer donmuş durumdadır, böylece havada bulunan moleküllerin etrafında manevra yapamayacak şekilde pozisyonda sıkışırsınız. Nefes alamazsınız, çünkü ciğerlerinize hareketsiz havanın girmesinin bir yolu yoktur. Belki de yardım çağırmaya çalışırsınız (etrafınızdaki tek bilinçli kişi olduğunuzu unutarak) ve atmosferi ses dalgalarının bir vericisi olarak kullanamayan bir ortamın içinde rezonans edemezsiniz. Sonra donarak ölürsünüz, çünkü dünya herhangi bir ısı yaymayı bıraktı. Öyleyse, siz ve atmosferin hala hareket ettiğini veya belki de zaman / hareketi etkileşime girdiğiniz şeylere yeniden yerleştirme yeteneğine sahip olduğunuzu varsayalım. Böylece atmosferi yoldan çıkarabilir, normal günlük yaşamda yürürken veya oksijen için kullanabilirsiniz. Ayrıca size ısı veririz, böylece birkaç dakikadan daha uzun süre hayatta kalabilirsiniz. Bir düşününce, elektromanyetik spektrumun tamamını tekrar harekete geçirmeliyiz – ısı radyasyonu, görünür ışığımızın da uzandığı elektromanyetik spektrumun bir parçasıdır – aksi takdirde fotonların hareket etmeyeceği gibi gözleriniz de göremez. Hareket etme yeteneğiniz varsa, ışığa doğru hareket edebilir ve ilerledikçe yakalayabilirsiniz, ancak ışık sürekli olarak her yöne doğru hareket eder, böylece etrafınızdaki her yönden ışığı yakalarsınız. Beyninizin bu bilgiyi deşifre etmesi muhtemel değildir. Böylece sıcağı, ışığı, sesi, nefesi ve hareket etme rahatlığını elde edersiniz. Başa çıkmamız gereken bir engel daha var, ancak bu ölümcül dondurma kadar kötü değil.

İmkansızlık

Şu ana kadar bahsettiğimiz şey, çoğunlukla, zamanın olmadığı bir dünyada iş yapma yeteneğinizi engelliyor, zamanınızdaki varlıklar. Ancak bu kavramın neden mümkün olmadığına dair mutlaka bir açıklama yapmıyorlar. Işık hızının – matematiksel olarak c olarak tanımlandığı – saniyede yaklaşık 300,000,000 metre olduğunu hatırlayın. İki saniye içinde ışık 600.000.000 metreye ulaşıyor. Sıfır saniyede, ışık sıfır metreyi geçer. Eğer zaman durursa, sıfır saniye geçiyordu ve böylece ışık hızı sıfır olacaktı. Zamanı durdurmak için sonsuz hızlı yolculuk yapıyor olman gerekirdi. Einstein’ın görelilik teorisine göre hiçbir şey, sonsuz kütle ve enerji almadan ışıktan daha hızlı (sınırsız hızda gidemez) gidemez.

Olasılık

Gerçekten zamanı tamamen durdurmamız gerekmiyor, ama belki de dünyanın çok yavaş bir hızla hareket ettiğini gözlemleyebilmeniz için yeterli. İşte nasıl yapılacağı. Bir yol, fizik yasalarının buna izin verdiği bir evrene gitmektir. Akla gelebilecek diğer bir yol, evreni dondurmak, böylece moleküler hareketi yavaşlatmaktır. Evreni bu şekilde tamamen durduramazsınız, çünkü şu an itibariyle, sıfır derece Kelvine (mutlak sıfır) ulaşılmadı ve bu mümkün olmayabilir. Bir diğer konu ise, ısının bir enerji olduğu ve enerjinin ancak hiç aktarılmadığı. Bu nedenle, ısıyı başka bir yere aktarmanız gerekir, fakat bunun evrenden başka bir yeri olabilirdi ve bunu nasıl yapabilirdiniz? Bu, ısının çoğunu nesnelerden uzaklaştırmak için de geçerlidir, hepsinden değil, bu nedenle moleküler hareketin daha yavaş olması için bir gezegeni veya yerel bir alanı teknolojik olarak dondurmanın bir yolunu bulabiliriz. Sorun şu ki, muhtemelen herkesi öldüreceksin; ve neredeyse tamamen donmuş bir arazinin ne kadar eğlenceli olacağını hayal edin.

Clockstoppers filminde yapılan bir şeyi yapalım. Bu filmde, bir insanın atomlarını hızlandırılır, böylece zaman çok yavaş hareket eder, ancak donmaz. Bununla ilgili sorun moleküler hareket ve ısının birbirine bağlı olmasıdır. Molekülleriniz hızla titriyorsa, siz de çok sıcak olacaksınız…  Zamanın nasıl çalıştığı ve gerçekte ne olduğu hakkında anlaşılması gereken çok şey var, ancak yolculuk yapmak, algılamak ve durmak gibi şeyler hakkında düşünmek harika bir akıl egzersizi. Evrendeki en temel güç olduğu için, düşünülmeyi hak ediyor. Her şeyin var olmasına ve değişmesine izin veriyor ve onun dışında bir şeyi hayal etmenin bizim gibi zamana bağlı varlıklar için kolay olduğundan şüpheliyim.

Kaynak: wiki futurism curiosity

Yazan: Elif Akbaş

Bir Öykü Denemesi: Kızıl Diyarın Şarkıları

Gördüklerim bir hayal miydi yoksa gerçekliğin ufak tanecikleri mi? Gördüklerim melankoli denizinde süzüldüğüm zamanlardan kalma kötü hataların bana çektirdiği ızdırapların kalıntıları mıydı yoksa? Mutfağımda, bir elim tavada tutarken pencereden uçarak bana bakan eski sevgilimin beni öldürmek ister gibi attığı bakışı başka ne açıklayabilir. Yemek yanmak üzereydi ve sentetik ete elimi uzattım. Elim yanmaya, canım acımaya başladı. Gözlerimi açtım.

Gözlerim, ürperen tüylerimin ahengiyle açıldı. Oturduğum koltuğun penceresinden Kızıl Gezegen, tüm detaylarıyla gözüküyordu. Hani o tam gün batımı başlarken oluşan var olan güzel renkten bir elbise ile süslemişti kendini Mars. Gece bölgesindeki koloni ışıkları ve bağlantı yollarının parıltıları, Giovanni Schiaparelli’nin söylediklerini bir kehanet haline getirmişti. Yüzlerce yıllık bilimsel ilerlemenin yarattığı bu kocaman yapının her tuğlasını monte eden bilim insanlarının, fedakâr mühendislerin ve cesur öncülerin yaptıkları olmasaydı bugün Mars Serbest Ticaret Bölgesi’nden bahsediyor olabilir miydik? Mars hala bakir, sade, bir anlamı olmayan bir yer olacaktı. Bir duyurunun geleceğini bildiren ses, mekiği inletti.

“Nergal Kentine inişimiz birazdan başlayacaktır, lütfen koltuklarınızı dik konuma getirip kemerlerinizi bağlayınız. Oksijen maskelerinizi takınız. ANT Hava Yolları İyi Uçuşlar diler. Bizleri tercih ettiğiniz için teşekkür ederiz.”

Teraform istasyonlarıyla kaplı gökyüzünün arasında, havalimanın olduğu bölgeye özel bir boşluk açmaya başlamışlardı. ANT Şirketinin logolarını atmosfer sabitleyicilerinin üstünde okuyabiliyordum. Uçağın televizyonunda, CEO Başkan Cheng Namaskare’nin harika hayatı ve Yeni Orta Doğu’ya yaptığı hayır işleri gösterilmekteydi. O sinir bozucu siyah güneş gözlüğü ve parlak Toryum saati ile olabildiğince itici gözüküyordu. Gemimiz titreşerek ve kırmızı alevlere bürünerek Nergal’in banliyolerini, tarım kooperatiflerini, ticaret merkezlerini görünür kılmaya başladı. Tarlalar, kırmızı üstüne kurulmuş yeşiller ile kübik zamanlardan kalma sanat eserlerini andırıyorlardı ve her tarım blokunun etrafından geçen su kanal ağları, sanat eserimizin çerçeveleri gibilerdi adeta. Dergimi ve tabletimi çantama koyup yavaş yavaş toparlanmaya başladım.

Gemimiz büyük bir gümbürtüyle platforma iniş yaptı ve roket motorları yavaşça sessizleşti. Dengenin tam anlamıyla ayarlandığının anlaşılmasıyla yolc körüğü, geminin kapısına yanaştı. Basınç ve Oksijen değerlerinin yavaşça dengelenmesinin ardından kapılar açıldı ve güleryüzlü görevlilerin yol göstermesiyle kendimi gemiden dışarı attım. Yerçekimi azlığı içimi tuhaf ediyordu, ama 2 haftadır yerçekimsiz kalan bedenime, bir gezegen üstünde olmak iyi gelmişti. Çelimsiz, uzun insanlar her yerdeydi. Solmuş ten renkleriyle bu soğuk dünyanın iklimine ayak uydurmuş yeni nesil, adeta başka bir insan türü gibi görünüyorlardı. Daha önce videolardan görmüştüm Marslıları elbette, fakat kendi gözlerimle görmek insanı oldukça tuhaf hissettiriyor doğrusu. Valilik temsilcileri beni almak için girişte bekliyor olmalıydı. Lenslerime kişilik tanıma komutu verip etrafa bakınmaya başlarken arkamdan gelen bir sesle irkildim:

-Demir bey merhabalar, ben Mars Ticaret Şirketi Dış İşleri Müdürü Dante Leschinky. Şirketimizin özgürlük dolu topraklarına hoşgeldiniz. Denetlemelerinizi yapmadan önce size hotelinize kadar eşlik edeyim. Belki sonrasında çeşitli kentlerimizi görmek istersiniz.

-Teşekkür ederim. Fakat önce Birleşmiş Milletler Temsilciliği ile görüşüp sayın temsilciyle çeşitli istişareler yapmalıyız. Ayrıca Valilik ile randevularım olacak.

-Hay hay, fırsat bulursanız şirketimiz size ihtiyacınız olan her desteği vermeye hazır.

Kravatımı gevşetip ana salona doğru ilerledim. Valilik görevlileri beni bekliyorlardı

-Sayın müfettiş hoşgeldiniz. Sayın temsilci sizleri bekliyor, bir saat sonra vali bey ile Marstaki tekelleşme üzerine bir toplantı alacaksınız. Sizin için uygun mudur?

Başımı salladım ve arabaya bindik. En az 20 metre yüksekliğindeki büyük ve görkemli havalimanı salonu, bembeyaz demir sütunları ve bütünüyle iyon-geçirmez camlarla kaplı, endamıyla insanı etkiliyordu. “Farklı bir yere gelindiğinde ilk izlenimi güzel vermek ne kadar da önemli.” diye düşünürken en az bir insan boyu kadar büyük olan dev tekerlekli sarı arabamız elektrikli motorlara özgü, sinek vızıltısına benzeyen seslerle yola koyuldu. Sokaklardaki yoksul insanlar ve etrafta yükselmiş büyük binaları gördükçe ne umutlarla yeni dünyaya gelmiş insanların düştüğü durumu gördüm. Bizler yalnızca umut taşımamıştık Mars’a, hatalarımızı da taşımıştık…

Yazan: Özgür Can Özüdoğru

Bilimkurgu Öykü Denemesi: İntegral

Nihayet akşam olmuştu ve Güneş, pas rengine bulamıştı Orta Mahalle’deki gökdelenleri. Birliğin bana ayırdığı kubik bölgede ortalama 90 yıllık yaşantımın bir gününü daha harcamıştım. İş arkadaşımın geçen haftaki Hong Kong Suzuki Anonim Şirketi’ne yaptığı seyahatten bana hediye olarak getirdiği yeşil çayı yudumladıktan sonra, bilgisayarıma kapat komutunu verip 128. kattaki ofisimden gün batışını seyre daldım. Şehir büyümüştü, artık 200 milyon insana yetecek bir şehir değildi İstanbul. Daha yüksek gökdelenlere ihtiyaç vardı.

Artık hava trafiğine kalmadan yola çıkmalıydım, Arabama hareket konumu gönderip 150. Kattaki oto-tüpün kaldırımlarına gitmek üzere asansöre yöneldim. Benim gibi yola çıkmış iş arkadaşlarımla ve emin adımlarımızla imparator penguenlere benziyorduk. Ancak bu komik bir durum değildi elbette. Ekonominin güçlü olması için satışlarımız artmalıydı. Bu sayede birliğimizin konumunu yükseltip düşmanlarımızı iflasa sürükleyebilirdik. “Her birlik ekonomisi kadar güçlüdür” derler hep. Bizler de birliğimizi güçlü tutmak için satışları arttırıp bize karşı birliklere korku salmalıydık. Cebimden kulaklıklarımı çıkarıp yol asistanını çalıştırdım.

-Merhaba Demir, eve gidiyoruz değil mi?

-Evet

-Her zamanki gibi sessiz bir gün olsa gerek, bu haftanın yeni çıkan hit’I “Shake your boobs bitch”I dinlemek ister misin? Yoksa geçen haftanın hit’i olan “About fucking you”ya ne dersin? Bu parçanın çok duygusal olduğu söylenmiş Youtube’da. Bu arada Google’ın yeni çıkardığı

-Bana klasik müzik aç, Pink Floyd istiyorum.

-Ah, o aptal şarkıları neden hala dinliyorsunuz ki, şarkıın amacı size mutlu etmesidir. Kendinizi hitlere bırakın ve kafanızı boşaltın. Üstelik bu tür şarkılar için vergi de fazla
-Dediğimi yap. Bunu da seçim geçmişimden sil.

-Size daha iyi hizmet verebilemk için tüm seçimleriniz tamamen rapor edilmelidir efendim, bunu kabul etmiştiniz.

-Çünkü kabul etmeden almama izin vermediniz ki.

Hyperloop, bir bir mahalleleri geçerken ön koltuğumdaki camda alt sanayi mahallelerini görebiliyordum. İnsanların hala asphalt kullandığı rezil yerlerdi buralar. Yeryüzünde, toprakla ve gökdelenden atılan sanayi atıklarıyla dolu bu yerler hakkında pek konuşulmaz, Bizler gibi birlik için çalışan asil iş insanlarının tepelerindeki kara bulutlardan dolayı orada bulunan kara insanları görmek bile mümkün değildir.

Arabanın ön camındaki reklamların arasından Platin’in bana attığı mesajı gördüm. İnternetsizlik cezası verilmemiş miydi Platin’e, nasıl bu mesajı atabiliyordu? Bir dakikalık reklamın ardından gözlerimi kullanarak mesajı açtım. “Güneş’in battığı yere. Acil.”

Yazan: Özgür Can Özüdoğru