gokyuzu.org

Karanlık Enerji Garipleşiyor: Gizemli Kuvvet Zamanla Değişebilir

Karanlık enerji, astronomların düşündüğünden de gizemli olabilir.

Bilim adamları ilk olarak, evrenin genişlemesinin hızlandığına dair şaşırtıcı keşfi açıklamak için bu görünmez gücün, yani karanlık enerjinin, varlığını öne sürdüler (Bu bulgu 2011’de üç araştırmacıya Nobel Fizik Ödülü kazandırdı).

Evrimin ve evrenin yapısını açıklamada en çok kullanılan astrofiziksel model karanlık enerjiyi sabit olarak kabul eder. Doğrusu birçok astronom karanlık enerjinin, Einstein’ın 1917’de genel görelilik teorisinin bir parçası olarak gösterdiği kozmolojik bir sabit olduğuna inanmaktadır.

Ancak kuasar olarak bilinen büyük ve parlak kara delikler üzerinde yapılan yeni bir araştırma, karanlık enerjinin kozmolojik sabit ya da herhangi bir sabit olduğu konusunda bir yanlış anlaşılma olabileceğini gösteriyor. Araştırma ekibi üyelerini söylediğine göre, bu güç 13,8 milyar yıl önce evrenin doğumundan bu yana değişmiş olabilir.

Floransa Üniversitesi’nden yazar Guido Risaliti, bir demecinde: “Büyük Patlama’dan sadece bir milyar yıl sonraki kuasarları gözlemledik ve evrenin genişleme hızının o zamandan bu zamana kadar sandığımızdan çok daha hızlı olduğunu tespit ettik. Bu, kozmos büyüdükçe karanlık enerjinin daha da güçleneceği anlamına gelebilir.” dedi.

Kuasarların illüstrasyonu. Telif: G.Risaliti & E.Lusso/Illustration: NASA/CXC/M.Weiss; X-ray: NASA/CXC/Univ. of Florence

Kuasarlar, galaksilerin kalbinde hızla büyüyen süper kütleli karadeliklerdir. Kuasarların inanılmaz parlaklığı -kuasarlar evrendeki en parlak nesnelerdir- karadeliklerin etrafında dönen malzeme disklerinden kaynaklanır. Bu hızla dönen diskler, yakındaki sıcak gaz bulutlarında elektronlara çarpan yüksek miktarda ultraviyole (UV) ışığı üretir. Bu tür etkileşimler, UV ışınımını X ışını seviyesine yükselterek yüksek enerjili ışığın birden fazla dalga boyunda güçlü bir parlama oluşturur.

Risaliti ve Durham Üniversitesi’nden Elisabetta Lusso’nun belirlediğine göre, bu iki ışık türü arasındaki ilişki bir kuasara olan mesafeyi ortaya çıkarabilir. Yeni çalışmada ikili, bu ilişkiyi yaklaşık 1600 kuasarda incelemiştir. Bunu yaparlarken kuasarların X ışını ışığını gözlemlemek için NASA’nın Chandra X-Işını Gözlemevi’ni ve Avrupa Uzay Ajansı’nın XMM-Newton Uzay Aracı’nı kullandılar; ayrıca nesnelerin UV ışığı çıkışını analiz etmek için yer tabanlı Sloan Dijital Gökyüzü Araştırması’nı da çalışmalarına dahil ettiler.

Risaliti ve Lusso, birçok kuasarın inanılmaz derecede uzak olduğunu tespit etti. Örneğin bize en uzakta bulunan kuasar, Büyük Patlama’dan yalnızca 1,1 milyar yıl sonra kozmosa büyük miktarda ışık yaymaktaydı.

Evren’in genişleme oranı üzerine önceki çalışma -1990’ların sonunda karanlık enerji kavramını tanıtan çalışmalar da dahil olmak üzere- genellikle süpernova patlamalarının “standart mumlar” olarak gözlemlenmesine dayanıyordu. Araştırmacılar, gerçek parlaklığı bilinen bu nesnelere olan uzaklığı belirlediler ve ışıklarının ne kadar “kırmızıya kaydığını” analiz ederek (daha uzun dalga boyuna gererek) Dünya’ya göre ne kadar hızlı hareket ettiğini belirlediler.

Süpernovalar, daha güçlü ve etkileyici olsalar da kuasarlardan çok daha az parlaklığa sahiptirler ve bu sebeple çok uzaktan gözlemlenemezler. Bu nedenle bu yeni çalışma araştırmacılara daha geniş bir zaman diliminde evrenin genişlemesini belirlemek için kullanılabilecek “başka bir” standart mum veriyor.

Ancak yine de Risaliti ve Lusso bazı süpernova ölçümlerine de baktı.

Lusso, “Bu yeni bir teknik olduğundan, bu yöntemin bize güvenilir sonuçlar verdiğini göstermek için fazladan adımlar attık.” Dedi. “Tekniğimizden elde ettiğimiz sonuçlarla 9 milyar yıl önceki süpernovaların ölçümlerinden elde ettiğimiz sonuçların eşleştiğini gösterdik, bu da sonuçlarımızın önceki sonuçlarda bile inanılır olduğuna dair bize güven verdi.”

Chandra X-Işını Gözlemevi’nin görüntülediği, bir karadeliğin dönüş hızını hesaplayarak karanlık enerjiye dair bilgiler elde etmek için PSS 0955+5940 objesine ait kare. Telif: NASA/CXC/Univ. of Florence/G.Risaliti & E.Lusso

Yeni sonuçlar, nispeten yakınlardaki süpernovaların daha önceki gözlemleriyle tutarlı. Önceki çalışma, görünüşe göre erken evreninkine kıyasla (Büyük Patlama’dan kalan eski ışık, mikrodalga arkaplanın ölçümlerinden türetildiği gibi) açıkça hızlandırılmış bir genişleme oranı buldu.

Risaliti, “Bazı bilim insanları, karanlık enerjini gücünün artması olasılığını da içeren bu tutarsızlığı açıklamak için yeni bir fizik gerekebileceğini öne sürdüler. Yeni sonuçlarımız bu öneriyle aynı fikirde.” dedi.

Yeni çalışma 28 Ocak Pazartesi günü Nature Astronomy dergisinde çevrimiçi olarak yayınlandı. Çevrimiçi yayın sitesi arXiv.org’ta ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.

Kaynak: SPACE.COM

Çeviri: Buğra Güneş

Kara Delikler Evrenimizi Nasıl Şekillendirir?

Astrofizikçiler, gök adaların oluşumları ve evrimleri hakkında yeni bilgilere ulaştı.

 Astrofizikçiler; kara deliklerin, karanlık maddenin dağılımını nasıl etkilediğini, ağır metallerin nasıl oluştuğunu ve evrende dağıldığını, ve manyetik alanların nerede başladığını hesapladılar. Bunu mümkün kılmak için geliştirilen yeni evren simülasyonu, şu ana kadar yapılmış en geniş kapsamlı simülasyon olma özelliğini taşıyor.

Çökmüş karanlık madde yapılarının (turuncu ve beyaz renklerde) etrafındaki kozmik gazların (mavi renkte) içindeki şok dalgalarının yoğunluğunun gösterimi.

 Ses patlamasına benzer bir şekilde, şok dalgalarının içindeki gazlar, kozmik ipliklere ve gök adalara çarparken, oluşan sarsıntıyla ivmelenirler. Her gök adanın merkezinde bir süper kütleli kara delik bulunur. Yeni bir bilgisayar modeli ise, bu kütleçekim canavarlarının, evrenimizi ne denli büyük bir ölçüde etkilediğini gösteriyor. Araştırma ekibinde ise, Heidelberg Enstitüsü (Heidelberg Institute for Theoretical Studies / HITS), Max-Planck Astronomi ve Astrofizik Enstitüsü (Max-Planck-Institutes for Astronomy and for Astrophysics / MPIA, Heidelberg / MPA, Garching), Birleşik Devletler’in Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (Massachusetts Institute of Technology / MIT), Harvard Üniversitesi (Harvard University) ve New York’taki Bilgisayımsal Astrofizik Merkezi’nden gelen bilim insanlarından oluşuyor. Yürüttükleri simülasyon “Illustris — The Next Generation” (IllustrisTNG), şu ana kadar yapılmış en geniş kapsamlı simülasyon olma özelliğini taşıyor. Basit fizik yasalarına dayanan bu simülasyoni evrenimizin Büyük Patlama’dan beri nasıl evrimleştiğini gösteriyor. Ondan önceki Illustris projesine ek olarak IllustrisTNG, bu evrimleşmede önemli rol oynayan fiziksel süreçleri içinde barındırıyor. IllustrisTNG’nin ilk bulguları “Monthly Notices of the Royal Astronomical Society” dergisinde 3 makale olarak paylaşıldı. Bu bulgular, kozmolojinin temel sorularını cevaplanmasında yardımcı olabilir.

Bilgisayardan Gerçekçi Bir Evren

 IllustrisTNG’nin tahminince, kozmik gaz ağlarının ve karanlık maddenin birleşme noktalarındaki gök adaların boyutu ve şekli, gerçek gök adalarınkiyle benzer. Tarihte ilk defa, hidrodinamiksel simülasyonlar uzaydaki gök adaların ayrıntılı kümelenme modellerini hesaplayabilir. En yeni araştırmalarla birlikte, gözlemsel verilerin karşılaştırılmasıyla, IllustrisTNG’nin yüksek derecedeki gerçekçiliği ortaya çıkıyor. Bununla beraber, simülasyonlar, özellikle karanlık madde kozmosunun ‘omurgası’ konusunda, kozmik ağların zamanla nasıl değiştiğini de tahmin ediyor. Heidelberg Üniversitesi’nden Prof. Volker Springel şöyle diyor:

 “Büyük ölçekte süper kütleli kara deliklerin maddenin dağılımındaki etkisinin bu denli kesinlikle tahmin edilmesi çok heyecan verici. Bu, ileride kozmolojik hesaplamaların doğruluğu için çok önemli.”

Gök adaların yaşamları boyunca yaşanan en önemli değişim

 Bir başka araştırmada Dr. Dylan Nelson (MPA), kara deliklerin gök adalara olan önemli etkileri ortaya koydu. İçinde bulunan genç yıldızların yaydığı ışıkla mavi renkte parıldayan gök adalarda meydana gelen ani bir değişim yıldız oluşumunu sonlandırır, bundan dolayı da gök adanın içi yaşlı, kırmızı yıldızlarla kaplanır, ve “kırmızı ve ölü” gök adalarla dolu bir mezarlığa katılır. Dr. Nelson, bu olayı şöyle açıklıyor:

 “Geniş eliptik gök adalardaki yıldız oluşumlarını durdurabilecek tek fiziksel varlık, merkezlerindeki süperkütleli kara deliklerdir. Bu kütleçekim tuzaklarının yarattığı boşalmaların hızı, ışık hızının yüzde onuna ulaşır; görece küçük kara delikten milyarlarca kat büyük yıldız sistemlerini etkileyebilir.”

Yıldızların parladığı yer: Gök adaların yapıları hakkında yeni bulgular

 IllustrisTNG, araştırmacıların gök adaların oluşumundaki düzeni daha iyi anlamasını sağlıyor. Kuramcılara göre, ilk önce oluşan küçük gök adalar, kütleçekim etkisiyle birleşerek daha büyük nesnelere dönüşüyor. Gök adaların çarpışması, bazı gök adaları parçalıyor ve içindeki yıldızları, merkezi yeni oluşmuş büyük gök adalar olmak üzere, geniş yörüngelere oturtuyor. Tahmin edilen bu solgun yıldız çemberleri düşük yüzey parlaklığından dolayı gözlemlenmeleri çok güç, fakat IllustrisTNG astronomların hangi verilere bakmaları gerektiğini tamamen gösterdi. IllustrisTNG hakkındaki çalışmaları yürüten Dr. Annalisa Pillepich (MPIA) bunu şu şekilde açıklıyor:

 “Artık tahminlerimiz düzenli bir biçimde gözlemciler tarafından denetleniyor. Bu da onu gök adalarınn oluşma düzeni hakkındaki kuramsal modelin önemli bir denetleyci haline getiriyor.

Özel kodlu astrofizik ve süper bilgisayar

 Araştırmacılar proje için AREPO adlı yüksek ölçüde paralel hareketli ağ kodunun daha güçlü bir versiyonunu geliştirdi ve bunu Almanya’nın Stuttgart şehrindeki Yüksek Performansla Hesaplama Merkezi’nde bulunan en hızlı  19. anaçatı bilgisayarlar olan Hanzel Hen makinesinde kullandılar. IllustrisTNG, kozmik yapıların oluşumunu incelemek için oluşturulan şu ana kadarki en büyük hidrodinamik simülasyon. İki ana simülasyonlardan birini başlatmak için, 2 ay içerisinde 24 binden fazla işlemci kuruldu; bu sayede evreni temsil eden, bir milyar ışık yılı genişliğinde bir bölgede milyonlarca gökada oluştu. Volker Springel bu durum hakkında şunu söylüyor:

“German Gauss Centre for Supercomputing’den elde ettiğimiz fazladan hesaplama zamanı sayesinde bu alandaki teknoloji harikası ürün artık bizim eliimizde. Yaptığımız bu simülasyon sayesinde elimizde 500 terabitten fazla yeni veri var. Bu kadar fazla verinin hepsini incelememiz bizi uzun süre meşgul etmesiyle beraber, farklı astrofiziksel olaylara değişik bakış açılarıyla bakmamıza vesile olacak.”

Bu haber Science Daily adlı sitedeki haberden çevrilmiştir.

Kaynak: https://www.sciencedaily.com/releases/2018/02/180201085822.htm

Çeviri: Tolga Can Menekşe

Titan’daki Olası Metan-Temelli Yaşam

NASA’nın Cassini uzay aracından alınan verilerin dikkatle incelenmesiyle Satürn’ün uydularından Titan’ın üzerinde karmaşık kimyasal olaylar gözlendi. Bazı biliminsanları biyolojik olmayan bu kimyasal olayların, Titan’daki ilkel ve yabancı bir yaşamın oluşumuna dair bir işaret olduğuna inanıyor. Astrobiyologların öne sürdüğü bir teoriye göre, bu bulgular varsayılan bir “metan-temelli”  yaşamın işareti olabilir.

Bu sanatçı görüntüsünde, sislerle kaplı Titan’ın yüzeyinde ayna gibi pürüzsüz bir göl görülüyor. Telif Hakkı : NASA/JPL

Icarus Dergisi’nde yayınlanan bulgulardan bir tanesi Titan’ın atmosferinden aşağıya doğru hidrojen moleküllerinin düştüğünü ve bunların yüzeyde kaybolduğunu gösteriyor. Başka bir dergi Geophysical Research’de (Jeofiziksel Araştırma) ise Titan’ın yüzeyindeki hidrokarbonların dağılımını gösteren bir harita yer alıyor ve asetilen eksikliği olduğu görülüyor.

“Bu asetilen eksikliği önemli çünkü Titan üzerindeki olası bir metan-temelli yaşamın en iyi enerji kaynağı bu kimyasal olabilir.” Diyor  NASA AMES Araştırma Merkezi’nden astrobiyolog Chris Mckay. Asetilen ile ilgili verilerden yapılan bir başka varsayım ise hidrokarbonun Titan üzerindeki olası varlıkların besin olarak tüketilebileceği. Fakat Mckay, hidrojendeki düşüşün daha önemli olduğunu çünkü tahmin ettikleri tüm canlı mekanizmalarının hidrojen tüketebildiğini söyledi.

“Hidrojen tüketiminin olası olduğunu düşündük çünkü Titan’da kesin olarak bulunan bir gaz, bizim Dünya’da oksijen tüketmemiz gibi.” Diyor Mckay. “Eğer bu işaretler bir yaşamın işaretlerine dönüşecek olursa bu, Dünya’daki su-temelli yaşamdan daha farklı ikinci bir yaşam şeklinin olduğunu gösterecek.” Diye sözlerine ekliyor.

Kaynak : NASA

NASA’nın Uçan Kızılötesi Gözlemevi ‘İlk Işığı’ Gördü

Kızılötesi Gökbilim için Stratosferik Gözlemevi (The Stratospheric Observatory for Infrared Astronomy – SOFIA), NASA ve Alman Havacılık Merkezi’nin ortak görevi. SOFIA, 26 Mayıs’ta gece uçuş gözlemlerinde ilk ışığı alarak görevine başarıyla başlangıç yaptı.

Jüpiter’in bu birleşik görüntüsü, SOFIA’nın ‘ilk ışık’ uçuşu sırasında, Cornell Üniversitesi’nin FORCAST fotoğraf makinesi ile alındı. Görünür dalgaboyunda alınan görüntüde de Jüpiter’in hemen hemen aynı tarafı görülmekte. Telif Hakkı : Anthony Wesley

Özel olarak değiştirilmiş Boeing747SP jet uçağına yaklaşık 2.75 metrelik bir yansıtıcı teleskop yerleştirildi. Bu özel uçak, NASA’nın Kaliforniya’daki Dryden Uçuş Araştırma Merkezi’ndeki Hava aracı Hareket Tesisi’nden havalandı. Uçuş mürettebatı ise NASA, Kolombiya’daki Uzay Araştırma Derneği Üniversiteleri, Cornell Üniversitesi ve Alman SOFIA Enstitüsü’nden uluslararası bir ekipten oluşuyor. Neredeyse sekiz saat süren uçuş sırasında, yaklaşık 10.700 kilometre yükseklikte, 10 biliminsanı, gökbilimci, mühendis ve teknisyenden oluşan mürettebat uzay aracının ana kabinindeki kontrol panelinde teleskoptan ulaşan verileri topladı.

İlgili Bağlantılar:

Kaynak : NASA

Samanyolu’nda Yeni Yıldız-Oluşum Bölgeleri

Gökbilimciler, gökadamız Samanyolu’nda büyük yıldızların oluştuğu daha önce görülmemiş birçok bölge tespit etti. NASA’nın Spitzer Uzay Teleskopu’nun yardımı ile yapılan keşif, gökadamızın oluşumu ve içeriği hakkında önemli yeni bilgiler içeriyor.

Samanyolu Gökadamızın bilgisayar programları ile oluşturulmuş bir görüntüsü. Telif Hakkı : NASA/JPL-Caltech

Gökbilimcilerin tespit ettiği “H II” olarak adlandırılan bu yıldız-oluşum bölgeleri, büyük ve genç yıldızların yaydığı radyasyonla elektronlarını kaybeden hidrojen atomlarının bulunduğu yerler. Samanyolu’nun gaz ve toz bulutuyla görünür ışıkta görülemeyen bu bölgeleri bulmak için, araştırmacılar kızılötesi ve radyo teleskoplar kullandı.

“NASA’nın Spitzer Uzay Teleskopu ve Ulusal Bilim Kurumu’nun (National Science Foundation) Çok Büyük Dizi Radyo Teleskopları (Very Large Array radio telescope) ile elde edilen kızılötesi verilerin değerlendirilmesiyle hedefe ulaştık. “ diyor Fransa’daki Marsilya Astrofizik Laboratuvarı’ndan (the Astrophysical Laboratory of Marseille) gökbilimci Loren Anderson.

Uzun süren değerlendirmelerin ardından gökbilimciler H II bölgelerini belirlediler. Ayrıca gökadamızın merkezinde ve sarmal kollarındaki yoğunluğu tespit ettiler. Araştırmanın sonuçları ayrıca bu bölgelerden 25’inin gökadanın merkezine Güneş’ten daha uzak olduğunu gösterdi.

Kaynak : NASA

Antik Gökadalar Bir Arada

Arka bahçenizde yaşayan bir dinozor bulduğunuzu hayal edin. Gökbilimciler, gökadalararası arka bahçemizde astronomik açıdan tarih öncesi yaşama denk gelen ve 10 milyar yıldır bir arada bulunan küçük, antik bir grup gökada keşfetti. Bu ‘geç çiçek açan’ grup, büyük bir eliptik gökada inşa etme yolunda. A group of stars and galaxies in space

AI-generated content may be incorrect.
Hickson Kompakt Grup 31, Kanadalı gökbilimci Paul Hickson tarafından oluşturulan 100 gökada grubundan bir tanesi. Telif Hakkı: NASA,ESA, S. Gallagher (Batı Ontario Üniversitesi), J. English (Manitoba Üniversitesi), Görüntü no. STScI-PRC10-08a Cüce gökadalar arasındaki bu tip karşılaşmalar normalde milyarlarca yıl uzaklıkta görülür bu yüzden milyarlarca yıl önce meydana gelmişlerdir. Fakat bu gökadalar, Hickson Kompakt Grup 31 üyeleri, göreceli daha yakın (yaklaşık 166 milyon ışık yılı uzaklıkta).
Bu gökadaların NASA’nın Hubble Uzay Teleskopu ile alınan yeni görüntüleri, evrenin gelişme evrelerinde (büyük gökadaların daha küçük yapı taşlarından oluştuğu zaman) yaygın olarak nelerin olduğunu gözler önüne seriyor. Hubble gözlemleri bu dörtlü arasındaki hikâyeye, gökbilimcilerin bu karşılaşmanın ne zaman başladığını ve gelecekte ne zaman birleşme olacağını tahmin etmelerine olanak sağlayan önemli bir ipucu ekliyor. Gökbilimciler bu sistemden bir süredir haberdarlar çünkü birkaç küresel kümenin içindeki en yaşlı yıldızlar 13 milyar yıl yaşındalar. Bu karşılama bile birkaç 100 milyon yıldır devam ediyor, bu da kozmik tarihte bir göz kırpmasında geçen süre kadar kısa. Gökbilimciler bu birleşik gökada grubunda nereye baksalar bir ‘bebek’ yıldız kümesi ya da yeni yıldız oluşumu bulmaktadırlar. Hubble, bu parlak yıldız kümelerinin, en az 100.000 yıldızın bulunduğu bu ağır grupların, 10 milyondan daha az bir süredir var olduğunu ortaya çıkardı. Yeni yıldızların oluştuğu bu sistemin tamamı hidrojen gazı yönünden zengin. Gökbilimciler, Hubble’ın Araştırmalar için Gelişmiş Kamera’sını (Advanced Camera for Surveys) yıldız kümelerinin yaşlarını hesaplamada yararlanılan en genç ve en parlak yıldız kümelerindeki yıldız-oluşum tarihini ortaya çıkarmak ve gökadaların, son aşamalarına gelip gelmediklerini belirlemek için kullandı. Hickson Kompakt Grup 31’in bu karma görüntüleri dört gökadanın birbirine karışmış üzere olduğunu gösteriyor. Ortadaki parlak biçimsiz nesne aslında çarpışan iki cüce gökada.  Mavimsi yıldız kümesi, gökadalardan çekilen yıkıntıların arasında, esas çarpışmanın olduğu bölgede oluşmuş. Eş gökadanın üzerinde yer alan puro şeklindeki nesne, grubun bir diğer üyesi. Yıldız kümelerinin bir köprüsü üçlü yapıya bağlı. Sağ tarafta aşağıda, parlak yıldız kümelerinin bir uzantısı da grubun dördüncü üyesinde sonlanıyor. Merkezdeki parlak yıldız ise daha ön plandadır. Bu görüntü, Hubble Uzay Teleskopu’nun Araştırmalar için Gelişmiş Kamera, NASA’nın Spitzer Uzay Teleskopu (Spitzer Space Telescope) ve Gökada Oluşumu Kâşifi (Galaxy Evolution Explorer – GALEX) tarafından alınan görüntülerin birleştirilmesi ile oluşturuldu. Kaynak: NASA

Evren Düşünüldüğünden 30 Kat Daha Fazla Tükeniyor

Otomobiller benzin, yıldızlar yakıt tüketir ve gökadalar karadelikler içine çöker. Bunlar olurken, evren ve içindeki her şey yavaş yavaş tükenir. Fakat bu tükeniş nasıl olur? Avustralya Ulusal Üniversitesi’nden araştırmacılar, evrenin daha önce düşünülenden 30 kat daha fazla tükendiğini buldular.

Avustralya Ulusal üniversitesi’nin Astronomi ve Astrofizik Araştırma Okulu’ndan doktora öğrencisi Chas Egan ve Dr Charley Lineweaver evrenin entropisini hesapladı. Bilim insanları, entropiyi bir makinenin ne kadar verimli olduğunu ya da bir miktar yakıttan ne kadar iş yapılabileceği ya da bir sistemin nasıl tükendiğini ve bozulduğunu bulmak için hesaplarlar. Karadeliklerin boyutu ve sayısından oluşan verileri kullanarak evrenin daha önce tahmin edilenden 30 kat daha çok entropi içerdiğini buldular.

“Biz, gözlemlenebilir evrenin entropisine olan tüm katkıları dikkate aldık: yıldızlar, yıldız ışığı, kozmik mikrodalga arkaplan. Hatta karanlık maddenin entropi tahminini bile yaptık. Fakat bu, evrenin entropisini yöneten süper kütleli karadeliklerin entropisi. Bu süper kütleli karadeliklerin boyut ve sayılarından oluşan verileri kullandığımızda, evrenin entropisinin daha önce hesaplanandan yaklaşık 30 kat daha büyük olduğunu bulduk.” diyor Mr. Egan

“Yaygın  düşüncenin aksine, çevremizde gördüğümüz tüm karmaşık yapıların (gökadalar, yıldızlar, fırtınalar ve kangurular) varlığı, evrenin entropisi ve bozulmasının artmasında belirgin bir etkiye sahip. Ancak dürüst olmak gerekirse, onların katkıları, süper kütleli karadeliklerle karşılaştırıldığında göz ardı edilecek düzeydedir.” diye ekliyor Dr Lineweaver.

Araştırmacıların sonuçları, karasal ve Dünya-dışı yaşam için önemli etkilere sahip. “Evren, düşük bir entropi halindeyken oluşmaya başladı ve termodinamiğin ikinci yasası uyarınca, entropi o andan beri artmakta. Bu önemli çünkü evrende yaşam (karasal yaşam da dahil) için elde edilebilir enerji miktarı, evrendeki entropiye bağlı. Evrenin herhangi bir yerinde yaşam için ne kadar enerjinin elde edilebilir olduğunu ve nerede bulunduğunu bilmek isterdik. Bu süreçteki ilk adım evrenin entropisini belirlemektir. Bu da bizim yaptığımız şey.” diyor Mr Egan.

Dr Lineweaver, araştırmada sıradaki adımın, maksimum entropiye ne kadar yakın olduğumuzu, şu anki süreçte ne kadar entropinin bulunduğunu ve evren ile tüm hayatın kaçınılmaz ısı-ölümle sona ermesinden önce ne kadar zamanımızın kaldığını tespit etmek olduğunu söyledi.

Kaynak: ScienceDaily