gokyuzu.org

Merkür: Güneş Sistemimizin Kanatlı Habercisi

Merkür, Güneş’e en yakın gezegendir ve Güneş etrafında diğer gezegenlerden daha hızlı dönmesi sebebiyle adını Romalıların haberci tanrısı Merkür’den ( kendisinin hızlı hareket eden kanatlı sandaletleri vardır) almıştır.

Merkür’ün fiziksel özellikleri ve yapısı

Merkür, Güneş’e o kadar yakındır ki uzun gündüzlerde sıcaklık kurşunu eritecek kadar yükselip 430 °C’yi bulabilir. Ancak atmosfer tabakası ince olduğundan ısıyı hapsedemez ve geceleri sıcaklık -180 °C’ye düşer. Güneş sistemindeki başka hiçbir gezegende bu kadar sıcaklık farkı görülmez. Ayrıca çarpmaları durduracak bir atmosfer tabakasına sahip olmadığı için gezegenin yüzeyi çukurlarla kaplıdır.

Merkür’ün, Dünya’dakine benzer (ancak %1’i şiddetinde) bir manyetik alana sahip olduğunu belirlenmiştir. Bu bilgiden de çekirdeğinin genel yapısının Dünya’nınkine çok benzer olması gerektiği söylenebilir. Merkür’ün manyetik alanı, aynen Dünya’nın manyetik alanında olduğu gibi (ancak daha küçük ölçekte) gezegeni saran bir yapıya sahiptir ve Güneş rüzgarı ile etkileşir. Bu etkileşme sonucu gezegenin çevresinde manyetosfer tabakası oluşur ve bu tabaka Güneş rüzgarı parçacıklarının gezegene yaklaşmasını önler. Bu nedenle Dünya’nın çevresinde görülen Van Allen ışınım kuşaklarına benzer yapılar Merkür çevresinde görülmez.

Merkür bazı uydulardan küçük olmakla birlikte, Dünya hariç tüm gezegenlerden daha yoğundur. Merkür gibi küçük bir gezegenin bu kadar yoğun olmasının sebebi gerçekten büyük bir demir çekirdeğe sahip olmasıdır. Ayrıca bu küçük gezegen, soğuyan bir demir çekirdeği üzerinde bulunan tek bir kıtasal plakadan oluşur ve çekirdek soğudukça katılaşır. Bu da gezegenin hacmini azaltır ve küçülmesine neden olur. Merkür yeterince küçük değilmiş gibi bugün de küçülmeye devam ediyor. Bu yüzden de yüzeyi buruştu, bazıları yüzlerce mil uzunluğunda ve bir mile varan derinlikte yarık ve uçurumlar meydana geldi. Örnek olarak Merkür’ün “Great Valley”si Büyük Kanyon’dan daha büyük ve Afrika’nın doğusundaki Büyük Rift Vadisi’nden daha derindir.

Merkür; kendi çevresindeki bir turu yaklaşık 59 Dünya gününde, Güneş etrafındaki yörüngesini ise 88 günde tamamlar. Fakat Merkür’de gün doğumu ile gün batımı arasındaki süre olması gerekenden farklıdır. Çünkü Merkür, oluşumundan bu yana Güneş’in etkisi altında küresel yapıdan sapmış ve bir dönel elipsoid şeklini almıştır. Bu yüzden de Güneş kendine yakın olan kenarı daha büyük bir kuvvet ile çeker. Ancak yörüngesinin elips olması nedeniyle Merkür’ün uzun ekseni sadece enberi noktası (Güneş’e en yakın noktası) civarında tam olarak Güneş’e dönüktür. Güneş’in kendine yakın olan kenara uyguladığı çekim kuvveti artan uzaklıkla hızla zayıflar. Dolayısıyla enöte noktasına (Güneş’e en uzak noktası) yaklaştıkça gezegenin ekseni etrafında dönmesi daha baskın çıkar ve uzun eksen Güneş’ten sapar. Daha sonra uzun eksenin Güneş’e bakan noktasının ters tarafındaki nokta Güneş’e yaklaşmaya başlar. Azalan uzaklıkla Güneş’in bu nokta üzerindeki çekim etkisi artacağından uzun eksen tekrar Güneş’e doğru yönlenmeye zorlanır ve sonuçta enberi noktasına ulaştığında uzun eksen yine tam olarak Güneş’i göstermektedir. Ancak bir önceki enberi konumunda Güneş’e bakan yüzün tam tersi bu sefer Güneş’e bakmaktadır. Bu yüzden Merkür’de gün doğumu ile gün batımı arasındaki süre yaklaşık 88 Dünya günü ve iki gün doğumu arasındaki süre ise yaklaşık 176 Dünya günüdür.

Güneş sisteminde yer alan diğer gezegenlerin çekim etkisi sonucunda Merkür yörüngesinin yarı büyük ekseni, Güneş etrafında çok yavaş bir şekilde dönmektedir. Güneş merkezinden bakıldığında enberi noktasının yüzyılda 574″ doğuya doğru hareketi olarak kendini gösteren bu olaya Merkür’ün enberi noktasının presesyonu denir. Güneş sistemindeki diğer gezegenlerin yörüngelerinde bu etki daha küçük ölçekte gözlenmektedir. Bu etkinin varlığı uzun zamandan beri biliniyordu ve Newton çekim yasaları ile kolayca modellenebiliyordu. Ancak Merkür’de izlenen 574″ lik enberi presesyonunun tamamı başlangıçta Newton çekim yasaları ile açıklanamamıştır. Çünkü 43″ lik bir artma söz konusuydu. 19. yüzyılın ortalarında Le Verrier bu artık presesyonu açıklamak için Güneş’e Merkür’den daha yakın bir gezegenin var olabileceğini söylemiştir. Daha gözlenmeden “Vulkan” adı verilen bu gezegenin Güneş önünden geçişlerinin görülmesi gerekiyordu. Ancak bu geçiş hiçbir zaman gözlenemediği için böyle bir gezegenin olmadığı kesin olarak anlaşılmıştır. Daha sonraları Albert Einstein’ın ortaya attığı genel görelilik kuramı 43″ lik bu artık presesyonu başarıyla açıklamış ve de bu olayla birlikte kendini deneysel olarak test etme olanağı bulmuştur. Bu olayın sebebi, Merkür’ün Güneş’e çok yakın ve yörünge dış merkezliğinin göreli olarak büyük olmasıdır. Diğer gezegenler ve uydularda bu koşullar gerçekleşmediği için de artık presesyon olayı görülmemektedir.

Merkür’ün gözlenmesi ve araştırılması

Merkür gözlemlerine dair bilinen ilk kayıtlar eski Babil gök cismi kataloglarına (MUL.APİN tabletlerine) dayanır. Merkür çıplak gözle görülebilmesine rağmen bu o kadar da kolay görülmez. Çünkü Merkür Güneş’e çok yakın ve küçük olduğundan  şafak ve alacakaranlık (Güneş’in parlaklığının Merkür’e gölge düşürmediği zamanlar) dışında doğrudan gözlemlemek zordur. Ancak gözlemciler her yüzyılda 13 kez olan Merkür’ün Güneş’in önünden geçişini izleyebilirler. Bu nadir geçişler 8 Mayıs ve 10 Kasım arasında birkaç gün içinde gerçekleşir. 21. yüzyılda Merkür’ün ilk geçişleri 7 Mayıs 2003, 8 Kasım 2006 ve 9 Mayıs 2016’da gerçekleşti. Bir sonraki ise 11 Kasım 2019’da gerçekleşecek.

Galileo Galilei, Merkür’ü teleskopla gözlemleyen ilk bilim insanıdır. 1631 yılında Pierre Gassendi, Merkür’ün Güneş’in önünden geçişini izlemek için teleskop kullandı. 1639 yılında ise Giovanni Zupi, gezegenin Ay’ınkilere benzeyen evreleri olduğunu keşfetti.

Araştırmacılar Merkür’e bir uzay aracı göndermek istiyordu ama bu kolay bir iş değildi . Çünkü bir uzay aracının Merkür’e ulaşmak için hızlı gitmesi ancak gezegene vardığında ise yörüngeye oturmak için Güneş’in aracı daha da hızlandırmaya çalışan kütle çekiminin etkisine girmeden yavaşlaması gereklidir. Üstelik Güneş’in çekimi Merkür yakınlarında o kadar kuvvetlidir ki gezegenin etrafındaki yörüngeler kararsızken Güneş’e bu denli yakın olmak uzay aracının sabit sıcaklıkta kalmasını zorlaştırır. Yine de bu zorlu işi başardılar. 1974 yılında Merkür’ün araştırılması için ilk uzay aracı gönderildi. Bu aracın ismi Mariner 10’du ve bu araç gezegenin yüzeyinin yaklaşık yüzde 45’ini görüntülemiştir. Ayrıca Merkür’ün manyetik alanı oluğunu göstermiştir.

Merkür’ü ziyaret eden ikinci uzay aracı MESSENGER’dı (MErcury Surface, Space ENvironment, GEochemistry and Ranging). MESSENGER, 2004 yılında fırlatıldı ama Merkür’ün yörüngesine varması 6 yıldan fazla sürdü ve 2011 yılında Merkür’ün yörüngesine oturan ilk uzay aracı oldu. Gezegenin büyük kısmının renkli haritasını çıkardı ve atmosferle manyetosfer tabakalarını inceledi. 2015’te MESSENGER’ın yakıtı bittikten sonra görevi sonlandırıldı. Daha sonra kasıtlı olarak gezegenin yüzeyine düşmesi sağlandı.

Geçtiğimiz Ekim 2018’de ise Avrupa Uzay Ajansı (ESA) ile Japon Uzay Ajansı (Jaxa), Merkür’ün keşfine devam edilmesi için BepiColombo adlı aracı uzaya fırlattılar. Uzay aracının 2025’te Merkür’ün yörüngesine girmesi bekleniyor.

Kaynakça:

https://www.space.com/36-mercury-the-suns-closest-planetary-neighbor.html

https://acikders.ankara.edu.tr/pluginfile.php/23889/mod_resource/content/1/A207dersnotu_04.pdf

https://phys.org/news/2015-05-gravitational.html

https://solarsystem.nasa.gov/planets/mercury/exploration/?page=0&per_page=10&order=launch_date+desc%2Ctitle+asc&search=&tags=Mercury&category=129

https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-45914201

Gezegenler:Etkileyici Görsellerle Güneş Sistemimiz-Maggie Aderin-Pocock

Yazan: Ahmet Arda Pektaş

Astronomi Nedir?

İnsanlar uzun zaman boyunca göklere baktı, etraflarındaki evrene bir anlam ve düzen katmak için araştırma yaptılar. Takımyıldızların -gökyüzü üzerine rastgele serpilmiş yıldızların kolayca ayırt edilebilmesi için düşünülen kümeler- hareketi izlenmesi en kolay olanı olsa da tutulmalar ve gezegenlerin hareketi gibi diğer göksel olaylar da tahmin edildi ve belirlendi.

Astronominin Tanımı

Astronomi güneş, ay, yıldızlar, gezegenler, kuyruklu yıldızlar, gazlar, galaksiler, tozlar ve diğer Dünya dışı cisim ve olgular üzerinde çalışan bilim dalıdır. K-4 öğrencileri için müfredatta NASA astronomiyi basit olarak “yıldız, gezegen ve uzay incelemesi” olarak tanımlar. Astronomi ve astroloji tarihsel olarak ilişkilendirilmiştir, ancak astroloji bir bilim değildir ve artık astronomi ile ilgisi olmadığı kabul edilmektedir.

Aşağıda, astronomi tarihi ve kozmoloji de dahil olmak üzere ilgili çalışma alanlarını tartışacağız.

NGC 7026, bir gezegenimsi bulutsu. Telif: ESA/Hubble & NASA

Tarihsel olarak astronomi, göksel cisimlerin gözlemine yoğunlaşmıştır. Astrofizik de buna yakın bir işle uğraşır. Özetle astrofizik, astronomi fiziğinin çalışmalarını içerir ve uzaydaki nesnelerin hareketi, davranışı ve özelliklerine odaklanır. Bununla birlikte modern astronomi, bu nesnelerin hareketlerinin ve özelliklerinin birçok unsurunu içerir ve bu iki terim günümüzde genellikle birbirleri yerine kullanılır.

Modern astronomlar iki farklı alana eğilim göstermişlerdir: Teorik ve Gözlemsel.

  • Gözlemsel Astronomlar direkt olarak yıldızların, gezegenlerin, galaksilerin vb. üzerinde çalışırlar.
  • Teorik Astronomlar sistemlerin nasıl evrimleşmiş olabileceğini analiz eder ve modellerler.

Diğer bilim alanlarının aksine, astronomlar bir sistemi tamamen doğumundan ölümüne kadar gözlemleyemezler; yıldızların, Dünya’nın ve galaksilerin ömrü milyarlarca yıl sürüyor. Bunun yerine astronomlar, cisimlerin nasıl oluştuklarını, geliştiklerini ve öldüklerini belirlemek için evrimlerinin çeşitli evrelerindeki anlık görüntülere güvenmek zorundalar.   Bu nedenle, teorik ve gözlemsel astronomi bir araya gelme eğilimindedir, çünkü teorik bilim insanları simülasyon oluşturmak için, toplanan bilgileri kullanırken; gözlemler, modellerin onaylanmasının ya da düzeltilmesinin belirlenmesinde görev alır.

Astronomi, bilim insanlarının belirli nesnelerde uzmanlaşmasına izin veren bir dizi alt alanlara ayrılmıştır.

Jüpiter’deki büyük kırmızı leke. Telif: Credit: Christopher Go via NASA

 Gezegensel astronomlar (gezegen bilimciler olarak da adlandırılırlar) gezegenlerin büyümesi, evrimi ve ölümüne odaklanırlar. Birçoğu güneş sistemi içindeki dünyaları incelerken, bazıları da diğer yıldızların etrafındaki gezegenlerin neye benzediğini tahmin etmek için giderek büyüyen kanıtları kullanırlar. University College London’a göre, gezegen bilimi “astronomi, atmosfer bilimi, jeoloji, uzay fiziği, biyoloji ve kimya gibi konuları içeren disiplinler arası bir alandır.”

 Yıldız astronomları gözlerini yıldızlara, karadeliklere, bulutsulara, beyaz cücelere ve yıldız ölümlerinden geriye kalan süpernovalara çevirirler. Kaliforniya Üniversitesi, Los Angeles, “Yıldız astronomisinin odak noktası evrende meydana gelen fiziksel ve kimyasal süreçler üzerinedir” diyor.

Güneş’in aktif bölgesi 10030, 15 Temmuz 2002. Telif: Royal Swedish Academy of Sciences

 Güneş astronomları zamanlarını tek bir yıldızın(güneşimizin) analizini yaparak geçirirler. NASA’ya göre “Güneşten gelen ışığın miktarı ve kalitesi, zaman ölçeklerinde milisaniyeden milyarlarca yıla kadar değişiyor.” Bu değişiklikleri anlamak, bilim insanlarının Dünya’nın nasıl etkilendiğini fark etmesine yardımcı olabilir. Güneş ayrıca diğer yıldızların nasıl çalıştığını anlamamıza yardımcı olur çünkü güneş, yüzeyiyle ilgili detayları ortaya çıkarabilecek kadar bize yakın olan tek yıldız.

 Galaktik astronomlar galaksimiz Samanyolu üzerinde çalışırken, ekstragalaktik (Samanyolu’nun dışında olan) astronomlar Samanyolu’nun dışında kalan yıldızların nasıl oluştuğunu, değiştiğini ve öldüğünü saptarlar. Wisconsin-Madison Üniversitesi “Dağılımları, yapısal içerikleri ve içindeki yıldızlarla gaz bulutlarının fiziksel yapıları, sürekli evrilen Gökadamızın tarihi hakkında iz sürmemizi sağlıyor” diyor.

 Kozmologlar evreni bütün olarak ele alırlar. Büyük patlamadaki doğumundan evrimine ve nihai olarak ölümüne kadar… Astronomi, her zaman olmasa da sıklıkla somut, gözlemlenebilir şeyler hakkındayken; kozmoloji ise genellikle evrenin geniş çaplı özelliklerini, sicim teorisi gibi ezoterik, görünmez ve bazen teorik şeyleri, karanlık madde, karanlık enerji ve çoklu evrenler kuramını içerir.

Astronomik gözlemciler, evrendeki nesneleri geniş mesafede incelemek için, elektromanyetik spektrumda farklı dalga boylarına (radyo dalgalarından görünür ışığa, X ışınlarına ve gama ışınlarına) güvenirler. İlk teleskoplar, çıplak gözle ne görülebilecekse, bunun üzerine basit optik çalışmalara odaklandı ve hala birçok teleskop buna devam ediyor.

Ancak ışık dalgaları çok ya da az enerjik hale geldikçe, daha hızlı veya daha yavaş hareket ederler. Farklı dalga boylarını incelemek için farklı teleskoplar gereklidir. Kısa dalga boyuna sahip yüksek enerjili ışınımlar, ultraviyole, X ışını ve gama ışını şeklinde görünürken; daha enerjili olanlar daha uzun dalga boylu kızılötesi ve radyo dalgaları yayar.

 Astrometri (Gök ölçümü) GüneşAy ve gezegenlerin ölçüsü olan, astronominin en eski koludur. Gök cisimlerinin hareketlerinin kesin olarak hesaplanması, diğer alanlardaki astronomların, gezegenlerin ve yıldızların doğuşunu ve evrimini modellemesine ve meteor yağmurları ile kuyruklu yıldızların görüneceği zamanın tahmin edilmesine olanak sağlar. Planetary Society’ye göre, “Astrometri güneşdışı gezegenleri tespit etmek için kullanılan eski bir yöntemdir”, buna rağmen işlemesi zor bir süreçtir.

 İlk astronomlar gökyüzündeki desenleri fark ettiler, hareketlerini izlemek ve tahmin etmek için bunları bir düzene koymaya çalıştılar. Takımyıldızları olarak bilinen bu desenler, geçmişte yaşayan insanların mevsimleri öğrenmelerine yardımcı oldu. Yıldızların ve diğer göksel cisimlerin hareketi, Çin, Mısır, Yunanistan, Mezopotamya ve Hindistan başta olmak üzere dünya çapında takip edildi.

Astronomun tasviri, gece teleskop başında yalnız bir ruh gibi düşünülmüştür. Ancak günümüzdeki en zorlu astronomi, bilgisayarlar ve bilgisayarlardan gelen veri ve görüntüler üzerinde çalışan astronomlar tarafından kontrol edilen uzaktaki teleskoplarla -yeryüzündeki veya gökyüzündeki- yapılır.

Fotoğrafçılığın ve özellikle dijital fotoğrafçılığın gelişinden bu yana astronomlar, sadece bilimsel olarak bilgi veren değil insanları büyüleyen inanılmaz fotoğraflar ortaya çıkardılar.

Astronomlar ve uzay uçuşu programları, kendi görevleri başladığında dışarıdan (Ay ya da ötesi) Dünya’ya bakıp Dünya’nın harika fotoğraflarının çekilmesine katkı sağladılar.

Kaynak:

https://www.space.com/16014-astronomy.html

Yazan: Buğra Güneş

Var Olmaması Gereken “Dev” Gezegen

‘Canavar’ Gezegenin Keşfi Oluşum Teorisini Zora Soktu

Uzak bir yıldızın etrafında, Gezegen Oluşum Teorisine göre var olması muhtemel olmayan dev bir gezegen keşfedildi. Sunulan yeni araştırma Kraliyet Astronomi Cemiyeti Dergisi’nde yayımlanmak için onay aldı.

‘Canavar’ gezegenin (NGTS-1b) varlığı, gezegen oluşum teorisine, bu boyuttaki bir gezegenin böylesine küçük bir yıldız etrafında dolanmasının mümkün olmadığını söyleyen teoriye, kafa tutuyor. Bu teoriye göre; bu denli küçük yıldızlar kolaylıkla taştan gezegenler şekillendirebilir ama Jüpiter boyutlarında bir tanesini asla.

NGTS-1b her halükârda bir gaz devi. Boyu ve sıcaklığından dolayı ‘sıcak Jupiter’ olarak da bilinir. Bu tip gezegenler -bizim Güneş Sistemi’mizin Jüpiter’ine, %20 daha az kütleye sahip olması dışında- çok benzer. Yine de Jüpiter’den farklı olarak NGTS-1b yıldızına çok yakın. Sadece Dünya ve Güneş arasındaki mesafenin %3’ü kadar ve yörüngesini 2.6 günde tamamlıyor. Yani NGTS-1b için bir yıl yaklaşık iki buçuk Dünya günü.

Buna karşın, ev sahibi yıldızı çap ve kütle olarak Güneş’imizin yarısı kadar küçük. Warwick Üniversitesi’nden Profesör Peter Wheatley, lanse edilen karışıklığı şöyle yorumladı: “Canavar bir gezegen olmasına rağmen NGTS-1b, bulmak için çok zordu. Çünkü yıldızı çok küçük ve sönük.” Zor şartlar dikkate alındığında, bu keşfin ne denli önemli olduğuyla devam etti. “Bu kırmızı cüce gibi küçük yıldızlar evrende en sık rastlananlardan, yani çok daha fazla dev gezegen bulunmayı bekliyor olabilir.”

NGTS-1b, 12 sıra teleskopuyla göğü didik didik arayan Yeni Nesil Transit Gözlem tarafından belirlenen ilk gezegen oldu. Araştırmacılar keşiflerini; karanlık göğün bölümlerini aylarca devamlı olarak görüntüleyerek ve yıldızdan gelen kırmızı ışığı yenilikçi kırmızıya karşı hassas kameralar ile tespit ederek gerçekleştirdi. Yıldızın ışığının, 2.6 günde bir periyodik olarak malum dev gezegenimiz tarafından bloke edilmesini dikkate aldılar.

Bu bilgileri kullanarak, gezegenin yörüngesini belirlediler ve dairesel hızını ölçerek boyutunu, kütlesini ve konumunu hesapladılar. Aslında bu yöntem; yıldızın, gezegenin kütle çekimselliğinden kaynaklanan yalpalanmasının ölçümüydü. Bu da NGTS-1b’nin boyutunu ölçmenin en iyi yoluydu.

Yine Warwick Üniversitesi’nden çalışmanın başyazarı Dr. Daniel Bayliss: “NGTS-1b’nin keşfi bize tam bir sürpriz oldu. Böylesine büyük gezegenlerin bu kadar küçük yıldızların etrafında var olmasını hiç beklememiştik. Sıradaki hedefimiz bu tip gezegenlerin galakside ne sıklıkla bulunduğunu, sadece bu iş için özenle yerleştirdiğimiz yeni Yeni Nesil Transit Gözlem’in yardımıyla bulmak.” diye açıklamada bulundu.

Yeni Nesil Transit Gözlem, Şile’deki Atacama Çölü’nün tam kalbinde Avrupa Güney Gözlemevi’nin Paranal Gözlemevi’nde bulunuyor ve bu yer Birleşik Krallık Üniversiteleri, Warwick, Leicester, Cambridge ve Queen Belfast Üniversitesi de dahil olmak üzere Cenevre Gözlemevi ve Almanya Gökyüzü Merkezi ve Şile Üniversitesi ile birlikte dışarıdan kişiler tarafından yürütülen ender yerlerden biri.

Yeni Nesil Transit Gözlem’i yöneten Profesör Peter Wheatley, şaşırtıcı sonuçlardan memnun olarak: “Yeni Nesil Transit Gözlem’in teleskop düzenini geliştirmek için neredeyse 10 yıl harcamış olmanın karşılığı olarak yeni ve tahmin edilmemiş gezegenler görmek nefes kesici. Daha ne kadar şaşırtıcı gezegenler keşfedebileceğimizi görmek için sabırsızlanıyorum.” dedi.

Kaynak:phys.org

Çeviri: Ertuğrul Ceylan

Merkür

Sistemimize hayat veren yıldıza en yakın, en küçük ve en ihtişamlı görünen gezegenlerden biri olan; tanrıların habercisi, Merkür. Bizleri büyülemek için herhangi bir yardımcı araca (teleskop) ihtiyaç duymayan Merkür’ün bu özelliği onun birçok kültürün mitolojik ve astrolojik hikayelerinde aktif olarak rol almasını sağladı. Fakat buna rağmen kendisi, sistemimizde en az bilgi sahibi olduğumuz gezegenlerden biridir. Merkür’ün yörüngesi de Venüs gezegenine benzediğinden (ikisinin de yörüngesi Dünya ile Güneş arasındadır) kendisini hem gündüz hem de akşam vaktinde gözlemleyebiliyoruz. Geceleri ise sahneyi başka gezegenler ve Samanyolu süslüyor. Ay ve Venüs gibi Merkür’ün de çeşitli evreleri vardır.

Boyut, Kütle ve Yörünge:

Yaklaşık olarak 2440 kilometre çap ile sistemdeki en küçük gezegen (on bir sene öncesinde Plüton idi) olan Merkür, Ganymede ve Titan adındaki doğal uydulardan daha da küçük olsa dahi yuvamızdan sonra en yoğun gezegen olma ünvanına sahiptir. Merkür’ün dışmerkezlik (gezegenlerin yörüngelerinin eliptikliği) durumu diğer gezegenlerden biraz farklı durumdadır. Dışmerkezliği, Merkür’ün yıldızımıza olan uzaklığının 46 ila 70 milyon kilometre arasında değişim göstermesine sebep olmaktadır. Ve Merkür’ün Güneş etrafındaki bir tam dönüşü yaklaşık olarak 88 Dünya günü sürer.

Yapısı ve Yüzey Özellikleri:

Kayasal gezegenlerin tamamının içeriğinde olan metal ve silikat maddeleri Merkür gezegeninde de vardır. Gezegenin %70’lik kısmı metallerden, kalan %30’luk kısmı ise silikat materyallerinden oluşmuştur. Her ne kadar diğer gezegenleri yapılan detaylı gözlemler henüz Merkür için yapılamamış olsa da bilim insanları, gezegenin boyutunu ve yoğunluğunu göz önünde bulundurarak sahip olduğu çekirdeğinin gezegenin tamamının %42’lik kısmını kapladığını düşünüyor. Çekirdeğinin üst katmanında erimiş demir, demirin etrafı ise beş yüz ila yedi yüz kilometre yer yer değişkenlik gösteren silikat içerikli materyaller ile kaplanmış durumda. En dış katmanının kalınlığı ise yüz ila üç yüz kilometre arasında değişiklik gösteriyor. Gezegenin yüzeyinde genişliği yüzlerce kilometreyi bulan bazı büzüşük yükseltiler de bulunuyor. Bu yükseltilerin Merkür’ün çekirdeğinin ve kabuğunun soğuduğu zamanda oluştuğu ve yer kabuğunun katılaştığı zamanda büzüşük hale geldiği düşünülüyor. Merkür çekirdeğinin sistemdeki diğer gezegenlere kıyasla bünyesinde çok fazla demir maddesi bulundurduğu düşünülüyor. Bunu açıklamak için bilim insanları ortaya fazlaca teori atmış durumda fakat henüz herhangi biri doğrulanmış değil, doğrulanmaları için gezegende daha detaylı araştırmaların yapılması gerekiyor. Gezegenin yüzeyinde asteroid çarpmaları ve lav akışı sonucunda oluşmuş çukurlar vardır. Bunun yanında Merkür’ün oldukça geniş ovalara sahip oluşu ise kendisinin milyarlarca yıl boyunca jeolojik açıdan oldukça pasif kaldığını gösteriyor.

Atmosferi ve Sıcaklığı:

Bir atmosfer oluşturabilmek için oldukça küçük ve sıcak olan Merkür’ün; hidrojen, helyum, oksijen, sodyum, kalsiyum, potasyum ve su buharından oluşan oldukça hafif ve değişken olan bir ekosferi (yeryüzündeki canlıların yaşam alanı olarak kullandıkları katman) vardır. Var olan ekosferin oluşumunu ise bilim adamları; yıldızımızdan gönderilen çeşitli partiküllerin gezegen tarafından yakalanması, volkanik aktiviteler ve mikrometeroid çarpışmaları sonucu gezegenin yörüngesine giren parçacıklar ile açıklayabiliyor. Gezegenin canlı bir atmosferi olmadığından Güneş tarafından gelen sıcaklığı koruma adına yapabileceği herhangi bir şey yoktur. Bu nedenledir ki, gezegende gündüz ve gece arasındaki sıcaklık farkı oldukça yüksektir. Güneş’e dönük olan yüzü 427 °C iken Güneş görmeyen yüzü -173 °C olabilmektedir. Sıcaklığındaki bu dengesizliklere rağmen gezegende buz halindeki su ve organik moleküllerin varlığı kanıtlanmış durumdadır. Gezegenin kutuplarında bulunan derin kraterler Güneş ışığına direkt olarak maruz kalmadığından ve o bölgelerin sıcaklığı gezegenin ortalama sıcaklığından daha düşük olduğundan varlıklarını koruyabilmişlerdir.