gokyuzu.org

Cüce Gezegen Ceres’te Yaşam Olabilir mi?

 

Bu sanatçı tasviri, NASA’nın Dawn uzay aracının Ceres’in yörüngesindeyken çektiği fotoğraflardan oluşturulan yüzey haritasına dayanarak yapılmış. Tasvir, Occator kraterinde ve başka yerlerde görülen çok parlak maddesel lekeleri gösteriyor. La Silla, Şili’deki 3,6 metrelik ESO teleskobunun HARPS spektrografını kullanarak yapılan yeni gözlemler, lekelerin beklenmedik bir şekilde günlük değişimlerini ortaya çıkardı ki bu da değişimlerin Ceres döndükçe Güneş ışığının etkisi altında gerçekleştiğini akla getiriyor. Telif Hakkı: SO/L.Calçada/NASA/JPL-Caltech/UCLA/MPS/DLR/IDA/Steve Albers/N. Risinger

Uzaylılar sandığımızdan daha da yakında olabilir. Astronomlar geçtiğimiz günlerde, Ceres cüce gezegeninde Dünya dışı yaşam olma ihtimalini destekleyecek organik moleküller keşfetti.

Maria Cristina de Sanctis tarafından yürütülen bir araştırma ekibi NASA’nın Dawn uzay aracından elde edilen verileri incelerken, Ceres’de bulunan Ernutet kraterinden gelen parlak ışıkları fark etti.

Dawn, yayılan ışınları kaydederek hangi dalga boyundan ne kadar ışık yayıldığını ölçtü. Farklı türdeki atomlar arasında oluşan bağlar farklı dalga boylarındaki ışıkları emdiklerinden, gözlenen molekülün içeriğini dalga boyundan anlamak mümkün. Bu veriler De Sanctis ve ekibine Ceres’te karbon temelli, metil ve metilen grupları içeren moleküller bulunduğunu gösterdi. Molekülün ne olduğu tam olarak bilinmese de Dünya’da katran benzeri minerallere yakın bir dizilime sahip olduğu biliniyor.

Araştırma ekibi üyelerinin açıklamasına göre bu moleküller tamamen cüce gezegene özgü, yani asteroid ya da kuyrukluyıldız çarpışmaları sonucu gezegene ulaşmamış; çünkü böyle bir çarpışma sonrasında oluşan yüksek sıcaklıklarda organik moleküller parçalanırdı.

Ceres, çok ince bir atmosfere sahip. Yüzeyindeki sıcaklık -27 ile -107 °C arasında değişiyor. Fakat yüzeyinin altında yüksek miktarlarda buz bulunduruyor—hatta okyanus bulunduruyor bile olabilir—ve hala oluşum günlerinden kalma, gezegenin alt tabakalarında yüksek miktarda ısı barındırıyor olma ihtimali de var. Amonyak içeren mineraller, tuzlar ve yeni bulunan organik molekülleri de eklersek Ceres, bir yaşamın oluşması ve gelişmesi için teoride birçok kriteri sağlıyor.

“Ceres’in oluşum günlerinden kalma iç sıcaklığını koruması ve yer altı okyanusları barındırması ihtimaline karşın, ilkel yaşam formları Ceres’de oluşmuş olabilir.” açıklamasında bulunuyor Avrupa Uzay Ajansı’nda bilim insanı ve aynı zamanda makalenin yayınlandığı Science dergisinde yazar olan Michael Küppers. Küppers, araştırmaya dahil olmadı, bunu da belirtelim…

Dawn uzay aracı tarafından Ernutet krateri çevresinden toplanan veri. Kırmızıya yaklaşan renkler daha yoğun düzeyde organik molekül barındırıyor. Telif: NASA/JPL-Caltech/UCLA/ASI/INAF/MPS/DLR/IDA

Dawn uzay aracının görünür ve kızılötesi dalga boylarında ışınlar kullanarak keşfettiği organik moleküller cüce gezegenin kuzey yarımküresinde bulunan 53 kilometre genişliğindeki Ernetut kraterinde ve bu kratere 400 kilometre uzaklıkta bulunan Inamahari krateri çevresinde yoğunlaşmış; yaklaşık olarak 1000 kilometrekarelik bir alana yayılmış durumda.

Organik moleküller daha fazla alana da yayılmış olabilir. Dawn uzay aracı 2015 yılından bu yana cüce gezegenin sadece 60° güney ve 60° kuzey enlemleri arasında bulunan orta bölümünü taradı.

“Ernetut kraterinin jeolojik ve morfolojik özellikleri geçtiğimiz aylarda elde edilen verilerle dikkatli bir şekilde inceleniyor; ama neyin onu bu kadar özel yaptığı konusunda emin değiliz,” diye açıklamada bulunuyor De Sanctis. Ceres’in karmaşık yapısının astrobiyologlara ilgi çekici geldiği aşikar.

De Sanctis, Jüpiter ve Satürn’ün okyanus barındıran uydularına gönderme yaparak, “Bazı yönlerden Europa ve Encladus’a oldukça benziyor,” diye de belirtiyor.

“Ceres’in yüzeyinde, Enceladus’taki gaz bulutlarında rastladığımız bileşiklere benzer bileşikler görüyoruz. Ceres’in yüzeyi Jüpiter ve Satürn’ün uydularında daha sıcak sayılabilir—Güneş’e olan uzaklıkları göz önünde bulundurulursa… Ceres’in yer altı okyanuslarına sahip olduğuna dair şimdilik bir kanıtımız olmasa da, yakın zamanda yeraltında sıvı barındırdığına dair ipuçlarımız var,” diye ekliyor De Sanctis son olarak.

Ceres’in 4,5 milyar yıl önce oluştuğuna inanılıyor ve gezegenin mineral yapısını anlamak; yaşama elverişli olup olmadığına, hatta bizim Dünya’mızda da yaşamın oluşumuna dair ipuçları verebilir. Bu son çalışma gösteriyor ki Güneş Sistemi’mizde Ceres; Mars’tan sonra, uzaylı yaşam formu bulmak için en uygun seçenek.

Ceres Güneş’e Dünya’dan daha uzak, bu yüzden Güneş’in yıkıcı radyasyonundan daha az etkileniyor. Tüm bunlara rağmen Ceres’de yaşam bulunsa bile yer seviyesinin kilometrelerce altında bulunması bekleniyor.

Araştırmacıların hala ne bulduklarına dair bir sürü soruları var. Ekip, gözlemledikleri organik moleküllerin neden belirli bölgelerde toplandığını ve Ceres’in evriminde ne gibi bir etkileri olduğunu anlamaya çalışıyor. Dawn uzay aracı gözlemlerine devam ettikçe, önümüzdeki günlerde Ceres ve yapısı hakkında daha detaylı bilgiler elde edeceğiz.

Kaynaklar:

http://www.space.com/35729-dwarf-planet-ceres-organic-molecules.html

https://www.forbes.com/sites/samlemonick/2017/02/17/the-dwarf-planet-ceres-may-have-the-ingredients-for-life/#669ec9df2fe9

http://www.popsci.com/dwarf-planet-ceres-contains-key-ingredients-for-life

http://www.theverge.com/2017/2/16/14642506/organic-compounds-ceres-dwarf-planet-dawn

Dilhan Eryurt’un İzinden (II)

Yazının ilk kısmı için: Dilhan Eryurt’un İzinden

Dilhan Eryurt, sonrasında ABD Bilimler Akademisi bursu ile NASA’nın New York’taki Goddard Uzay Araştırma Enstitüsü’nde görev alır. Uzay ve yer bilimleri üzerine çalışmalar yapan enstitüde bu konuda çalışan tek kadındır. Burada astrofizik ve yıldız yapıları üzerine ders almaya ve çalışmaya başlar. Burada Kanada’da çalışma fırsatı bulduğu Dr. Cameron da vardır. Çalışır, çalışır, çok çalışır… Bursunu üç kez üst üste uzatır. Artık esas kadroya alınmıştır. Maaşı hakkında da şunları söyler:

“İlk yıl belli bir burs ücreti alıyordum. İkinci yıl kurallara göre 500 dolar kadar bir artış yapıyorlardı. Ben ertesi yıl da 3. kez bursu alınca, esas kadroya alındım. Birlikte çalıştığımız Prof. Cameron bana dönüp ne kadar para alacağımı sordu, bilmediğimi söyleyince yanıtını de yine kendisi verdi. Öyle bir ücret veriyorlardı ki, hayal etmeme bile olanak yoktu. Hemen, ‘Ama bu çok büyük para, her halde çok sıkı çalışmam gerekecek,’ deyiverdim. Profesör de ‘Aptal olma, sen bunu hak ediyorsun,’ diye çıkıştı.”

Eryurt, devamında Cameron ile Güneş evrimi üzerine çalışmalar yapar. Güneş hakkında bilinen çok önemli bir yanılgı gün yüzüne çıkmıştır: Aslında Güneş başlangıçta soğuk değil daha da sıcaktır ve gitgide soğumaktadır. Bu konuda Prof. Cameron ile çalışarak modeli tekrar oluşturur, 1963 senesinde hocası ile beraber bir makale hazırlar ve “The Early Evolution of the Sun” adı ile yayınlar. Dilhan Eryurt bir TRT belgeselinde bu konuyu şöyle açıklar:

“Gayet mükemmel bilgisayar sistemleri mevcuttu, ve biz Güneş’in oluşumundan bugünkü durumuna kadar durumuna kadar teorik [bir] model hesapladık. … Güneş bizim için en yakın yıldızdır. Güneş’in kütlesi, yüzey sıcaklığı, parlaklığı ve bir de yaşı oldukça kati olarak bilinmektedir. Teorik [olarak] Güneş’in oluşumundan başlayıp modeller kurarsak ve bunları muhtelif zaman aralıklarındaki durumunu inceleyip de nihayet 4,5 milyar yıl sonraki bir model elde edersek ve bu teorik model bugün Güneş’in bize gönderdiği ışınımı veriyorsa, yüzey sıcaklığı bugünkü değerine eşitse [işte] o teorik model Güneş’i temsil eder. Ve biz bu çalışmamızda o zamana kadar bilinenden daha değişik bir sonuca vardık, ve Güneş’in ilk devirlerindeki parlaklığının şimdikinden çok daha fazla olduğunu, yavaş yavaş azaldığını, içinde termonükleer reaksiyonlar başladıktan sonra bugünkü durumuna eriştiğini bulduk. Eğer Dünya’mız Güneş’in ilk devirlerindeki çok sıcak etkide kalmışsa, o zaman Güneş’i oluşturan maddelerin kimyasal fiziksel yapılarında bazı değişimler olmuştur. Tabii bu söz aynı zamanda Dünya’nın uydusu olan Ay için de doğrudur. O sıralarda Ay’a gidecek astronotlar hazırlıklar yapıyorlardı. Tabii bunların bilinmesi Ay’a gidecek astronotların karşılaşacakları ortamlar açısından da önem taşıyordu.”

Dilhan Eryurt, 1969 yılında NASA tarafından çok az bilim insanına nasip olan Apollo Başarı Ödülü’ne layık görülür. Ayrıca bu çalışmaları sebebiyle yabancı uyruklulara o dönem verilmeyen kıdemli araştırma ünvanını da almıştır.

Dilhan Eryurt, üzerinde çalışmış olduğu yıldız modelleri oluşturma ve yıldızlardaki termonükleer ilişkileri inceleme konularını, dünya çapında çalışmalara açan birkaç kişiden biri olmuştur.

İşte bir bilim insanının, bilim dünyasına kattıkları…

Artık sıra memleketine dönerek, bu ilmi kendisinden sonra devam ettirecek gençler yetiştirme zamanıdır. Eryurt, 1 yıl boyunca Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) misafir hocalık yapar, bölümde astrofizik derslerini başlatır. Ülkemizde bilimin gelişmesi adına Amerika’da bilimsel toplantılara katılır. Astronomların bir araya geldiği ve fikir alışverişi yaptığı bu toplantılarının bir benzerini de ülkemizde yapmak ister. TÜBİTAK’ın da desteğini alarak 1. Ulusal Astronomi Kongresi’ni ODTÜ’de gerçekleştirir. Tabii o zamanlar koca ülkede sadece 25 astronom vardır ve hepsi de bu kongreye katılmıştır. Sonrasında bir gelenek haline gelen bu kongre, iki yılda bir belirlenen bir üniversitede yapılmaya devam etmektedir.

Dilhan Eryurt 1969 yılında NASA’ya döner ve Dr. Cameron ile bilimsel çalışmalarına devam ederek yeni çalışmalara ve makalelere imza atarlar. 1973 yılında ODTÜ’ye geri dönerek burada Astrofizik Anabilim Dalı’nı kurar. Böylece birçok öğrenci bu alana yönelecek ve önemli çalışmalara imza atacaktır. Bu çalışmaların karşılığında 1977’de TÜBİTAK tarafından “Bilim, Hizmet ve Teşvik Ödülü” ile ödüllendirilir.

Eryurt, ODTÜ’de 6 ay Fizik bölüm başkanlığı, sonrasında 5 yıl boyunca da Fen Edebiyat Fakültesi’nde dekanlık yapar. 1991 yılında ODTÜ kampüsünde bir gözlemevi kurulmasını sağlar, fakat ne yazık ki bu gözlemevi artık kullanılmamaktadır. Halen Saklıkent, Antalya’da faaliyet gösteren TÜBİTAK Ulusal Gözlemevi’nin yapılmasına da katkı sağlar. Eryurt, 1993’te ise emekliliğine ayrılır.

Gazete sayfalarında küçük bir yer alarak basına yansımış bir vefa borcundan da bahsetmek istiyorum. Bir internet haberinde bahsedildiği üzere; Dilhan Eryurt’un eşi, eski Erzurum milletvekili Sebahattin Eryurt dönemin Erzurum Milli Eğitim Bakanı Fevzi Budak’ı arayarak, “Evladım hayatımın son dönemlerini yaşıyorum. Ne kadar daha yaşayacağımı bilmiyorum. Eşimle birlikte devletin çeşitli kademelerinde görev yaparken biriktirdiğimiz bir miktar paramız mevcut. Bu birikimlerimizi, her şeyimle bağlı olduğum Erzurum eğitimine bağışlamak istiyorum. Bana bu birikimlerimizi Ankara için harcamam teklif edildi. Ama ben kabul etmedim,” der. Yıllarca devlete çeşitli kademelerde hizmet etmiş karı-koca, biriktirmiş oldukları tüm servetlerini Erzurum Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağışlamışlardır. 800.000 TL’lik bağış şartlıdır: Bir kısmı ile Erzurum merkezine anaokulu, kalan kısmı ile Pasinler ilçesine 100 öğrenci kapasiteli bir kız yurdu yaptırılacaktır. Çocukları olduğu halde neden tüm servetlerini bağışladıkları sorusuna ise kısa ama anlamlı bir cevap verirler: “Ömrümüzün sonuna geldik, memlekete vefa borcumuzu ödemek istedik.”

Ve Dilhan hocamız, 2012 yılında hayata gözlerini yumar…

Dilhan Eryurt’a bilim dünyasına kattığı, ülkemizde bilimin ve eğitimin gelişmesi için yaptığı her şey için teşekkür ederiz. Kendisi bizlere yol gösterici ve büyük bir örnek teşkil etmektedir.

Dilhan Eryurt arkasında sadece büyük başarılar bırakmaz. Kendisi gibi birçok öğrenci yetiştirir ve onlar da başka öğrenciler… Mesela Halil Kırbıyık. TÜBİTAK Ulusal Gözlemevi’nin müdürü olan hocamızdan bir yazı istedim ve sağ olsun kırmadı. Söze ise “Şüphesiz daha söylenecek pek çok şey var…” ile başladı:

“Prof. Dr. Dilhan Ezer Eryurt ile 1968 yılından itibaren, emekliliğine kadar öğrenci-öğretmen-idareci, meslektaş ve arkadaş olarak yaklaşık 25 yıl beraber çalıştık. Bunun son 5 yılı ortak idareciliktir.

Tasarrufta aşırı titizlik gösterdiğini hatırlıyorum. Bir gün Dekanlık’ta otururken, “Bir şeyler yazmak için kağıt gerekiyor,” dedi. Ben hemen dosya kağıdı almak için ayağa kalktım ve getirmek için hamle yaptım. Bana “Dur, burada var,” dedi. Masasının sağ alt kısmından bir tomar eski samanlı kağıtlardan çıkardı. Ben “Hocam, ben temiz kağıt getireyim,” dedim tekrar. Ancak “Gerek yok, bunlar idare eder,” dedi. Sonra ben ona, “Bu kağıtları nereden buldunuz?” dedim. Çünkü o kağıtlar artık kullanılmıyordu. Dilhan Hanım da “Öyleyse hikayesini anlatayım,” dedi. “Bu kağıtlar babamın 1940’lı yıllarda bürokratlık yaptığı dönemlerden kaldı, evde duruyorlardı. Bunları şimdi müsvedde kağıdı olarak kullanıyorum; beyaz temiz kağıtları başka, daha önemli işlere kullanırız,” diyerek sözü bağladı. Devlette israfı önlemek için babasından 45-50 yıl önceden kalan kağıtları kullanarak devlet bütçesine katkıda bulunmayı yeğliyordu.

Bu anı benim belleğimde hep yer etmiştir. Zira pek çok bürokratın veya devlet görevlisinin bir makama getirildiğinde ilk işinin odasını tefriş etmek, pahalı şeylerle dekore etmek veya donatmak olduğuna şahit oldum.

Prof. Eryurt çalışmalarında ulusal ve uluslararası iş birliğine çok önem verirdi. Ancak merkez üssün ülkemizde, ODTÜ’de olması için çok çaba sarf etmiştir. Bunun için öğrenci yetiştirmenin önemine her zaman vurgu yapmış ve yüksek lisans ile doktora öğrencileri yetiştirmiştir. Bu çabası sonunda meyve vermiş, ODTÜ merkezli uluslararası projeler yapılmaya başlanmıştır.

Araştırmalarında kaliteye her zaman önem vermiş ve bu yönde bizleri hep teşvik etmiştir. Çalışmaları, daha çok yıldız yapısı ve evrimleri, ve özellikle Güneş üzerine olmuştur. Bu alanlarda evrensel ölçütlerde 50 civarında yayın yapmış, bu çalışmalarına yabancı müelliflerden [yazarlardan] verilen pek çok atıf almıştır. Güneş ile ilgili hala çözülememiş olan nötrino problemi üzerinde araştırmalarını geliştirmiş ve problemi çözme yönünde önemli katkılar sağlamıştır. Katıldığım uluslararası toplantılarda alanının tanınmış bilim adamlarının, Eryurt’u bilime katkı yapan üst düzey bilimcilerin arasına koymaları beni her zaman duygulandırmıştır.

TÜBA ve ulusal-uluslararası mesleki derneklerin de üyesi olan sayın Prof. Dr. Dilhan Eryurt gibi bir bilim kadının ülkemizde yetişmiş olmasından ne kadar gurur duysak azdır.”

Biz de ODTÜ Amatör Astronomi Topluluğu olarak, hocamız Dilhan Eryurt’un adını verdiğimiz bir gelenek başlatmak istiyoruz. Lisans, lisansüstü, doktora öğrencilerinin katılıp araştırmalarını, çalışmalarını, elde ettiği verileri sunabileceği, böylece özgüven kazanıp eksiklerini görecekleri, aynı alanda çalışmalar yapan başka üniversitelerden öğrenciler ile tanışıp bilgi alışverişi yapacakları bir etkinliği, 1. Dilhan Eryurt Gökbilim Günü‘nü düzenlemeye hazırlanıyoruz. 22 Nisan 2017 Cumartesi günü gerçekleşecek bu etkinliğimize sizleri de bekleriz. Astronomiyle kalın…

Ayrıca, Dilhan Eryurt hakkındaki bu videoları da izlemeniz tavsiye edilir:

https:/youtu.be/rG9p0CUvbjE

Kaynakça:
https://medium.com/@_tanricabastet_/kadın-hikayeleri-dilhan-eryurt-58df2cda94b
http://www.acikbilim.com/2012/03/dosyalar/gokyuzu-kadinlarindir.html
http://fizikciler.info.tr/index.php/13-fizikciler/79-dilhan-eryurt
https://tr.wikipedia.org/wiki/Dilhan_Eryurt
http://www.focusdergisi.com.tr/bilim_insanlari/soylesiler/00462/
Gökyüzü bülteni, 57. sayı

Yazan: Aylin Açıkgöz

NASA’nın Teleskobu Yaşanabilir Bölgede Bulunan En Kalabalık Dünya Benzeri Gezegen Grubunu Keşfetti

NASA’nın basın bülteninin İngilizce orijinaline buradan erişilebilir.

Çeviri: Doğuş Kaçmaz, Çağatay Kerem Dönmez, Mina Meşe, Ulaş Can Yazar

Bu illüstrasyon, TRAPPIST-1 sisteminde keşfedilen yeni gezegenlerden biri olan TRAPPIST-1f’nin olası yüzeyini göstermektedir. Spitzer Uzay Teleskobu’nu ve yer teleskoplarını kullanan bilim insanları, TRAPPIST-1 sisteminde Dünya boyutunda yedi adet gezegen bulunduğunu keşfettiler.
Telif: NASA/JPL-Caltech
Keşif hakkında daha fazla resim ve video için tıklayın

NASA’nın Spitzer Uzay Teleskobu ile yapılan çalışmalar sonucunda Güneş Sistemi’mizin dışında bulunan, tek bir yıldız etrafında dolanan, Dünya boyutlarında yedi adet gezegen keşfedildi. Teleskop ile yapılan detaylı araştırmalar sonucunda keşfedilen gezegenlerden üçünün yaşanabilir bölgede olduğu ve ana yıldız etrafındaki kayalık gezegenlerin bünyelerinde sıvı su barındırma ihtimallerinin çok yüksek olduğu belirtildi.

Yapılan bu keşif, Güneş Sistemi’mizin ötesinde tek bir ana yıldıza sahip başka bir sistemin yaşanabilir bölgesinde bulunan gezegen sayısına yeni bir rekor getirdi. Sistemdeki yedi gezegenin her birinin uygun atmosfer koşulları içerisinde sıvı halde suya sahip olabileceği ve bu olasılığın sistemin yaşanabilir bölgesinde bulunan üçü için daha da yüksek olduğu belirtiliyor.

NASA’nın Washington Bilim Misyon Müdürlüğü’nde yönetici olan Thomas Zurbuchen yapılan keşif için, “Bu keşif, gökadamızda yaşama elverişli olan bölgeleri bulmamızda çok önemli bir role sahip,” dedi. “Bizim önceliğimiz ‘Evrende yalnız mıyız?’ sorusuna yanıt bulabilmek; ve yaşanabilir bölgede yer alan bu denli fazla sayıda gezegen keşfetmek, amacımıza doğru giden yolda kayda değer bir seviyede ilerlememize yardımcı oluyor.”

NASA’nın Spitzer Uzay Teleskobu tarafından gözlemlenen, TRAPPIST-1 ismindeki küçük, aşırı soğuk cüce yıldızın etrafında turlayan Dünya boyutlarındaki yedi gezegen. Yedi gezegenden üçü yaşanabilir bölgede bulunuyor.
Telif: NASA
Bu videoyu YouTube üzerinden izlemek için tıklayın

Aşırı soğuk cüce yıldız TRAPPIST-1 ve etrafında turlayan Dünya boyutlarındaki yedi gezegen. Bu sanatçı tasviri, 23 Şubat 2017’de Nature dergisinin kapağında yer aldı.
Telif: NASA/JPL-Caltech
Tam boyutlu resmi ve açıklamaları görmek için tıklayın

Bulunan gezegen sistemi Kova takımyıldızında, bizden yaklaşık 40 ışık yılı (380 trilyon kilometre) uzaklıkta yer alıyor. Bulunan gezegenler Güneş Sistemi’miz dışında yer aldığından, onlara bilimsel olarak “ötegezegen” deniyor.

Bu ötegezegen sisteminin adı TRAPPIST-1 ve sistem adını Şili’deki “Geçiş Yapan Gezegen ve Gezegenimsiler Küçük Teleskobu”ndan (TRAPPIST) alıyor. 2016’nın mayıs ayında TRAPPIST’i kullanan araştırmacılar, sistemde üç gezegen keşfettiklerini duyurdular. Avrupa Güney Gözlemevi (ESO) de dahil olmak üzere yer tabanlı birkaç teleskoptan da yardım alınan çalışmada, Spitzer’dan alınan bilgiler gezegenlerin ikisinin varlığını doğruladı ve buna ek olarak beş farklı gezegen daha keşfetti. Böylece sistemdeki keşfedilmiş olan gezegen sayısı yediye yükselmiş oldu.

Araştırmanın yeni sonuçları çarşamba günü Nature dergisinde yayımlandı ve NASA’nın merkezi olan Washington’da düzenlenen kısa toplantıda duyuruldu.

Ekip, Spitzer’dan gelen veriler ışığında yedi gezegenin de boyutlarını hesapladılar ve altısının kütleleri hakkındaki ilk tahminlerde bulunarak, yoğunluklarının tahmini olarak hesaplanabilmesini sağladılar.

Yoğunluklarından yola çıkılarak tüm TRAPPIST-1 gezegenlerinin yerbenzeri, yani kayasal gezegenler oldukları düşünülüyor. Gelecek gözlemler bu ötegezegenlerin yalnızca su açısından zengin olup olmadığını değil, yüzeylerinde sıvı halde su bulunup bulunmadığına da karar vermemizi sağlayacak. Yedinci ve en uzaktaki gezegenin kütlesiyle ilgili henüz bir tahmin yok. Bilim insanları bu ötegezegenin buzlu, kar topu benzeri bir gezegen olduğuna inanıyorlar, fakat kesin bir şey söylemek için daha fazla gözleme ihtiyaç var.

“TRAPPIST-1’in yedi harikası, bu tür bir yıldızın etrafında dolandığı keşfedilen ilk Dünya boyutlu gezegenler,” diyor, makalenin baş yazarı ve Belçika’da bulunan Liege Üniversitesi’nin TRAPPIST ötegezegen araştırmasının baş araştırmacısı olan Michael Gillon. “Ayrıca bu, potansiyel olarak yaşam barındırabilecek Dünya büyüklüğündeki gezegenlerin atmosferlerini çalışmak için şimdiye kadarki en iyi hedef.”

Bir sanatçının tasviri, gezegenlerin büyüklük, kütle ve yörünge uzaklıklarının elde bulunan verilerine dayanarak TRAPPIST-1’in gezegenlerinin nasıl görünebileceğini gösteriyor.
Telif hakkı: NASA/JPL-Caltech
Tam boyutlu resim ve açıklamasını görmek için tıklayın

Güneş’imizin tersine, bir aşırı soğuk cüce olarak sınıflandırılmış TRAPPIST-1 yıldızı o kadar soğuk ki [Çeviri notu: O kadar “soğuk” ki, yıldızın yüzeyi sadece 2300 °C!], çok yakınında dolanan gezegenlerin yüzeyi sıvı su bulunduruyor olabilir. TRAPPIST-1’in yedi gezegeninin de yörüngeleri yıldızlarına, Merkür’ün yörüngesinin Güneş’e olduğundan daha yakın. Ayrıca, gezegenler de birbirlerine çok yakınlar. Eğer biri gezegenlerin birinin yüzeyinde durup göğe baksaydı, bazen göğümüzdeki Ay’dan bile büyük gözükecek komşu gezegenlerin jeolojik yapılarını veya bulutlarını görebilirdi.

Ayrıca, gezegenler yıldızlarına kütleçekimsel olarak kilitlenmiş, yani gezegenin hep aynı yüzü yıldıza bakıyor olabilir. Bu durumda gezegenlerin ön ve arka yüzleri sürekli gündüzü veya geceyi yaşamakta. Bu da gezegenlerin hava durumu örüntülerinin Dünya’nınkinden çok farklı olabileceği anlamına geliyor: gündüz tarafından gece tarafına doğru esen kuvvetli rüzgarlar ve aşırı sıcaklık değişimleri gibi.

Güneş’in etrafında turlayan Dünya’yı takip eden bir kızılötesi teleskop olan Spitzer, TRAPPIST-1’i çalışmak için birebir, çünkü yıldız insan gözünün görebileceğinden daha uzun bir dalgaboyuna sahip kızılötesi ışıkta en çok parlamakta. 2016 sonbaharında, Spitzer TRAPPIST-1’i durmadan neredeyse 500 saat boyunca gözlemledi. Spitzer, gezegenlerin yıldızlarının önünden yeterli sayıda geçişini gözlemleyip sistemin karmaşık yapısını ortaya çıkarmasını sağlayacak uygun bir yörüngede konumlanmış durumda. Mühendisler, beş yıllık faaliyetinin ardından planlandığı şekilde soğutucusu biten Spitzer’in, “sıcak görev” faaliyetleri sırasında gezegen geçişlerini gözlemleme yeteneğini en iyi duruma getirmişlerdi.

Pasadena, Kaliforniya’daki Caltech/IPAC’ta bulunan NASA’nın Spitzer Bilim Merkezi’nin müdürü Sean Carey, “Bu, 14 yıllık Spitzer faaliyetleri süresince gördüğüm en heyecan verici sonuç,” dedi. “Spitzer sonbaharda bu gezegenler hakkındaki bilgilerimizi iyileştirmek için çalışmalarına devam edecek, böylece James Webb Uzay Teleskobu da devamında çalışmaları sürdürebilir. Sistemin daha fazla gözlemlenmesi şüphesiz daha fazla sırrı açığa çıkaracak.”

Spitzer’ın keşfinin ardından NASA’nın Hubble Uzay Teleskobu da yaşanabilir bölgede olan üç gezegen de dahil olmak üzere dört gezegen için gözlem başlattı. Bu gözlemler, gezegenlerin etrafında Neptün gibi gaz devlerinde olan hidrojen ağırlıklı, şişkin atmosferlerin varlığını keşfetmeyi amaçlıyor.

Bu 360 derecelik panorama yeni saptanan bir gezegenin, TRAPPIST 1-d’nin, yüzeyini tasvir ediyor. Gezegen yaklaşık 40 ışık yılı uzakta olan yedi gezegenlik bir sistemde bulunuyor. Farenizi ya da mobil cihazınızı kullanarak bir sanatçının yaptığı bu uzaylı gezegenin tasvirini keşfedin.
Telif: NASA
Bu 360 derecelik panoramayı YouTube’dan izleyin

Mayıs 2016’da Hubble takımı en içteki iki gezegeni inceledi ve böyle bir atmosfere ilişkin bir kanıt bulamadı. Bu da yıldıza en yakın olan gezegenlerin taşlı yapıda olması ihtimalini güçlendirdi.

Hubble çalışmasının yardımcı liderliğini ve Baltimore, Maryland’de bulunan Uzay Teleskobu Bilim Enstitüsü’nde (Space Telescope Science Institute) astronomluk yapan Nikole Lewis, ‘’TRAPPIST-1 sistemi önümüzdeki on yıl boyunca Dünya boyutlarındaki gezegenlerin etrafındaki atmosferi incelemek için en iyi şanslardan birini sunuyor.’’ şeklinde açıklama yaptı. NASA’nın gezegen avcısı Kepler uzay teleskobu da TRAPPIST-1 sistemini inceleyerek, önünden geçen gezegenler yüzünden yıldızın parlaklığındaki küçük değişiklikleri ölçüyor. K2 görevini yürüten uzay aracının gözlemleri, astronomların sistemde yeni gezegenler aramasına yardımcı olacağı gibi bilinen gezegenlerin özelliklerini de daha iyi anlamalarını sağlayacak. K2 gözlemleri martın başında sonuçlanacak ve halka açık bir arşivde yayınlanacak.

TRAPPIST-1’e bir yolculuğun nasıl olabileceğini gösteren bir poster.
Telif: NASA/JPL-Caltech
Tam boyutlu resmi görmek için tıklayın

Spitzer, Hubble ve Kepler uzay teleskopları, astronomların NASA’nın 2018’de fırlatılacak olan James Webb Uzay Teleskobu’nu kullanacak devam çalışmalarını planlamalarında yardımcı olacak. Çok daha büyük hassasiyete sahip olan Webb, atmosferde bulunan su, metan, oksijen, ozon ve diğer bileşenlerin kimyasal parmak izlerini algılayabiliyor olacak. Webb ayrıca gezegenin yaşanabilirliğini belirlemek için gereken sıcaklığı ve yüzey basıncını da analiz edebilecek.

Spitzer Uzay Teleskobu görevini, NASA’nın Uzay Görevleri Müdürlüğü adına kurumun Pasadena, Kaliforniya’da bulunan Jet İtki Laboratuvarı yönetiyor. Bilimsel operasyonlar yine Pasadena, Kaliforniya’daki Caltech’te bulunan Spitzer Bilim Merkezi’nde yürütülüyor. Uzay aracı operasyonları Littleton, Kolorado’da bulunan Lockhead Martin Uzay Sistemleri Şirketi tarafından işletiliyor. Veriler Caltech/IPAC’te bulunan Kızılötesi Bilim Arşivi’nde depolanıyor. Caltech ayrıca NASA adına Jet İtki Laboratuvarı’ını yönetiyor.

Spitzer hakkında daha fazla bilgi için: https://www.nasa.gov/spitzer

TRAPPIST-1 sistemi hakkında daha fazla bilgi için: https://exoplanets.nasa.gov/trappist1

Ötegezegenler hakkında daha fazla bilgi için: https://www.nasa.gov/exoplanets

NASA Sizi Gezegen Keşfine Çağırıyor!

NASA sizleri Güneş Sistemi’mizde ve yıldızlararası uzayda keşfedilmemiş dünyaları bulmaya davet ediyor! Backyard Worlds: Planet 9 (Arka Bahçedeki Dünyalar: Gezegen 9) adındaki internet sitesi sizlere NASA’nın Geniş Alan Kızılötesi Araştırma Kaşifi (WISE) uydusu tarafından çekilmiş görsellerle oluşturulan kısa filmleri incelemenize olanak sağlıyor. Bu kısa filmler, dereceli olarak hareket eden cisimleri ön plana çıkarıyor.

Backyard Worlds: Planet 9 sitesi NASA, Berkeley Üniversitesi, Amerikan Doğa Tarihi Müzesi, Arizona Eyalet Üniversitesi, Baltimore Uzay Teleskobu Enstitüsü ve Zooniverse bilim insanları, yazılım geliştiricileri, online eğitimcileri ile proje geliştiricileri tarafından yürütülen ortak bir çalışma.

WISE verileri Neptün’ün yörüngesi dışında kalan, ta yıldızlararası uzayda bulunan kahverengi cüce gezegenler gibi daha uzak objeleri bile gösterebilir. NASA’nın Goddard Uzay Uçuş Merkezi’nde çalışan astrofizikçi Marc Kuchner, “Neptün ile en yakın yıldız olan Proxima Centauri’nin arasında yaklaşık 4 ışık yılı mesafe var ve bu aradaki geniş alanın çoğu keşfedilmemiş bir şekilde duruyor, çünkü bu bölgelere çok az ışık geliyor. Büyük cisimleri bile zar zor bulabiliyorken diğer küçük cisimleri bulmak neredeyse imkansız hale geliyor. WISE görselleri sayesinde gözden kaçırdığımız objeleri görme şansımız olabilir,” açıklamasında bulunuyor.

Bu internet sitesi sayesinde Dünya’nın dört bir yanındaki insanlar milyonlarca kısa film arasında cisimlerin yıllar içinde nasıl hareket ettiğini gözlemleyebilecekler. Katılımcılar tarafından işaretlenen noktalar profesyonel astronomlardan oluşan bir bilim ekibi tarafından incelenecek ve herhangi bir keşif durumunda katılımcıların da adları bu keşifte yer alabilecek.

WISE’ın verilerinden oluşturulan kısa videolara bakarak bir sonraki gezegen keşfini siz yapabilirsiniz!

California Berkeley Üniversitesi’nde doktora sonrası araştırmacısı, aynı zamanda takım üyesi ve WISE görsellerinde uzmanlaşmış olan bilim insanı olan Aaron Meisner site hakkında, “Backyard Worlds: Planet 9 sitesinde yüzyılda bir gerçekleşebilecek bir olayın potansiyeli var. Bu site sayesinde herhangi bir vatandaş bilimsel bir keşif yapabilecek,” diyor.

Astronomiyle amatör olarak ilgilenen insanların da keşifler yapmasına o kadar da yabancı değiliz aslında. Mesela amatör olarak astronomiyle ilgilenen, günlük hayatta bir öğretmen olan Hollandalı Hanny van Arkel 2007 yılında, internette herkese açık olarak yayınlanan bir araştırma projesinin verilerini incelerken tuhaf, yeşil bir obje keşfetti.

IC 2497 gökadasının hemen önünde, Dünya’ya yaklaşık 650 milyon ışık yılı uzaklıkta bulunan bu yeşil nesnenin büyük ihtimalle bir cüce galaksi olduğu ve bu galakside yer alan toz bulutlarının, arka plandaki IC 2497 gökadasının merkezinde 100.000 yıl önce oluşmuş bir kuasarın ışığını yansıtıyor olabileceği düşünülüyor.

17 Haziran 2010 tarihinde bir grup araştırmacı bu cismin oluşumu hakkında bir hipotez daha öne sürdü. Bu hipoteze göre yansıyan yeşil ışığın muhtemel iki kaynağı var: IC 2497 merkezindeki bir süper kütleli karadelik ve IC 2497 çevresindeki gaz bulutları ile karadelikten yayılan enerjinin etkileşimi sonucu oluşan ışık.

Bu yeşil bulutun ne olduğu tam olarak açığa kavuşturulamasa da kendi adını bu cisme vermeyi başardı: Hanny’s Voorwerp (Hanny’nin Nesnesi).

Hanny von Arkel ve daha nice amatör astronom önemli keşiflerde bulundu; hem de büyük imkanlara, kocaman teleskoplara sahip olmadan. Bu site sayesinde işimiz bir adım daha kolaylaştı, evde bilgisayar başında bile keşif yapmak mümkün hale geldi. Hanny von Arkel’in ve bu yeni sitenin sizi umutlandırdığını umuyorum yıldız çocukları; bir sonraki keşfi yapan amatör astronom neden siz olmayasınız?

Unutmayın ki daima bir yerlerde inanılmaz bir şey keşfedilmeyi bekliyor olacak.

Kaynakça:

http://www.science20.com/news_articles/hannys_voorwerp_one_strangest_space_objects_space_gets_hubble_treatment-75191

https://apod.nasa.gov/apod/ap110210.html

https://en.wikipedia.org/wiki/Hanny’s_Voorwerp

http://www.space.com/35721-find-planet-nine-citizen-science-project.html

https://phys.org/news/2017-02-nasa-funded-website-nearby-worlds.html

Yazan: Deniz Gamze Sanal

Dilhan Eryurt’un İzinden (I)

Bu yazıya başlamadan önce, Dilhan Eryurt hakkında dergilerde, internette birçok yazı okudum; bazı öğrencilerinin hakkında yazdıkları yazılara baktım, videolar izledim. Karşımda başarılarla dolu bir hayat hikayesi vardı. Zorluklara rağmen yılmayan, ilklere imza atan, kendi için çalışan, maddi geliri ve statüyü öncelik olarak görmeyen, kendisinden sonra da kendi gibi öğrenciler yetiştiren bir Türk bilim insanının hikayesi idi bu.

Dilhan Eryurt, 19 Kasım 1926’da İzmir’de dünyaya gelir. Cumhuriyet yeni kurulmuştur. Okula gitmek, eğitim görmek şimdiki kadar kolay değildir, hele ki bir kız çocuğu için. Alfabeyi kısa sürede öğrenen, kitapları ezberleyen, matematiğe özel ilgisi olan ve başarısı ile övünmeyip kendi için çalışan öğrenci Dilhan, liseyi takdirnâme alarak bitirir. Ayrıca lisede üst üste üç yıl iftihar listesine de girmeyi başaran bir öğrenci olan Dilhan’a, dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, Nutuk kitabını hediye eder. İçinde şöyle bir not vardır: “Gönlümün bütün dileği, sizin de gireceğiniz meslekte ve ileriki hayatınızda Atatürk gibi Türk milletine büyük hizmetler etmeniz ve insanlığa milletiniz yolundan büyük faydalar ve bahtiyarlıklar getirmenizdir.”

İlginçtir ki yaşamı boyunca önemli ödüllere layık görülmesine rağmen, aldığı en önemli ödül olarak bu Nutuk kitabını görür. Dilhan Eryurt der ki: ” Bu sözler benim yaşamımdaki başarılı hizmetlerin dayanağını teşkil eder.” İşte o dönemlerde yetişen bir kız çocuğu, bilim adına hem ülkesinde hem de dünyada birçok başarıya imza attı. Tıpkı babasının ona öğütlediği gibi yaptı: “Kızım, oku, kendini yetiştir ve memleketin için bir şeyler yap.”

Matematiğe olan ilgisi ona 1942 yılında İstanbul Üniversitesi Yüksek Matematik ve Astronomi Bölümü’nü seçtirir. Bu dönemde, astronomi derslerine ülkemizde yeni yeni yer verilmeye başlanmıştır. Yardımcı ders olarak okutulan astronomi dersleri ile birlikte Dilhan Eryurt’ta astronomi ilgisi de oluşmaya başlar. Matematiği de kullanabileceği için astrofizik alanına yönelen Dilhan Eryurt, çevresindekilere, “Günün birinde size Ay’dan el sallayacağım,” der.

Dilhan Eryurt’un İstanbul Üniversitesi’nde okuduğu dönemde, Nazi zulmünden kaçıp gelen profesörler İstanbul Üniversitesi’nde ders vermektedir. Çok güçlü temelleri olan bu profesörler, çok güçlü temeller vermiştir. Daha sonrasında, Ankara Üniversite’sinde Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü açılması için görevlendirilen Tevfik Okyay Kabakçıoğlu’nun yanında Dilhan Eryurt fahri asistanlık yapar. Bu nedenle birkaç yıl ücret almadan çalışan Dilhan Eryurt’a Tevfik Okyay, “Bir şey söyleyeceğim ama utanıyorum. Seni hiç olmazsa laborant konumuna sokalım da, bari yol paran çıksın,” demiştir. Kendisine kadro çıkmıştır çıkmasına ama buna artık gerek yoktur çünkü babası onu büyük dayısının yanına, Michigan’a gönderir. Eryurt, Michigan Üniversitesi’nde astronomi bölümüne kabul edilir, burada astrofizik üzerine yüksek lisansını tamamlar. Başarısı ile dikkat çekmesi üzerine hocaları orada kalmasını ister ama o memleketine geri dönmeyi tercih eder.

Türkiye’ye döndüğünde Ankara Üniversitesi Astrofizik Anabilim Dalı’nda asistan olur. Prof. Dr. Egbert Adriaan Kreiken’in yanında doktora, daha sonra da doçentlik çalışmalarına başlar. Bu dönem 1950’li yıllara denk gelmektedir. Üniversitede yabancı dili olan asistan bulunmaması nedeniyle Hollandalı profesör Kreiken’in tercümanlığını da kendisi üstlenmiştir. Kreiken’in enstitünün kütüphanesini geliştirmek için getirdiği kitaplar sayesinde Dilhan Eryurt, Michigan’dan dönerken yanında getirdiği araştırmalar ve verilerle birlikte çalışmalarına devam etmiştir.

Kreiken, eşi ve Eryurt haftasonları Ankara’da gezintiye de çıkardı. Halkla sohbet eder ve bir rasathanenin kurulması için uygun bir yer ararlardı. İşte Ankara Üniversitesi’nin Ahlatlıbel’deki Kreiken Rasathanesi’nin yerinin seçilmesi de işte o zamanlara denk gelir.

Dilhan Eryurt doçentliğini tamamladığında, Kreiken 30 yaşında doçentliğini tamamlayan bu genç ve başarılı öğrencisine profesörlük teklif eder. Ancak Eryurt kendisini daha fazla geliştirmek istediğinden bu teklifi reddeder. Sıradaki yolculuğu ise Kanada’yadır.

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın bursu ile bu kuruma bağlı olan laboratuvarda çalışmaya Kanada’ya gider. Burada Deep River Atom Enerji Laboratuvarı’nda Dr. Cameron’un yanında çalışmaya başlar. Dilhan Eryurt bu zamanları şöyle anlatıyor:

”Gerçek astrofizikle burada karşılaştım. Türkiye’de biz bilgisayar bile görmemiştik, hesaplamaları hesap makinesiyle yapıyorduk. Kanada’da Prof. Cameron’un yanına gittim ve o bana çalışmam için üç konu teklif etti. Ben hidrojen yıldızlarını seçtim. Dr. Cameron bana dönüp, ‘En zorunu seçtin,’ dedi. Ardından da, önce hidrojenden oluşan bir gazın opozitesini [opasite, ışık geçirmezlik] hesaplamak gerektiğini söyledi. Bir bilgisayar programı yapmam gerekiyormuş. Programa belli sıcaklık ve yoğunluk değerleri girilince, program o gazda opozitenin ne olması gerektiğini bulmalıymış. Yani programın bunu yapması için, benim de programı yapmam gerekiyordu. Ama ben değil bilgisayar programını; bilgisayarı ve programlamayı bile bilmiyordum. Hemen kütüphanelere gittim, kitaplar aldım ve programlamayı öğrendim ve programı başardım. Dr. Cameron, ‘Şimdi bunu bilgisayara koy,’ dedi, ama ben daha önce bilgisayarı görmemişim. Gittik kartları yerleştirdik ve Dr. Cameron ‘Git sonucu al,’ dedi. Sonucu birkaç saniye içinde elimde görünce doğrusu çok şaşırdım.”

Eryurt, daha sonra ise ABD’ye giderek önce Amerikan Soroptimist Federasyonu bursuyla ABD’de Indiana Üniversitesi’nde görev alır. sonra da üniversiteye bağlı Goethe Link Gözlemevi’nde yıldız modelleri yapmakla tanınmış Prof. Dr. Marshall Wrubel ile çalışmaya başlar. Bu gözlemevinde Dilhan Eryurt, emrindeki büyük bir bilgisayarın başında gecesini gündüzüne katarak çalışır ve bu çalışmalar meyvesini verip, yıldız modellerini oluşturmada kullanılan yeni bir yöntem ortaya koyar. Dilhan Eryurt’un sözleriyle: “O zamana kadar yıldız modellerinin çözümü için kullanılan yöntem ‘fitting’ yöntemiydi ve hep onu kullanırlardı. Ne olduğunu kısaca söylemek gerekirse; yıldızın merkezinden başlayarak 4 diferansiyel denklem bir orta noktaya gelir. İkinci bir başlangıç da, yüzey şartlarından başlayarak içeri doğru çözümlenir ve belirli bir kesişme noktasında 2 çözümün birbirine uyması istenir. Uymuyorsa, çakışana kadar değişimler yapılır. Biz o günlerde yıldızın yüzeyinden içine kadar çözümü otomatik şekilde tek bir yoldan giderek yaptık. İki ayrı yoldan değil. Bulup geliştirdiğimiz yöntem buydu.” Bu yöntem sonraları ABD Atomik Enerji Komisyonu, Los Alamus Ulusal Laboratuvarında kullanılmaya başlandı.

Yazının devamı için: Dilhan Eryurt’un İzinden (II)

Kaynakça:
https://medium.com/@_tanricabastet_/kadın-hikayeleri-dilhan-eryurt-58df2cda94b
http://www.acikbilim.com/2012/03/dosyalar/gokyuzu-kadinlarindir.html
http://fizikciler.info.tr/index.php/13-fizikciler/79-dilhan-eryurt
https://tr.wikipedia.org/wiki/Dilhan_Eryurt
http://www.focusdergisi.com.tr/bilim_insanlari/soylesiler/00462/
Gökyüzü bülteni, 57. sayı

Görmek İnanmaktır

Bundan 13 yıl önce, 2004’te Erboğa Takımyıldızı’nda 2M1207 yıldızının yörüngesinde bulunan 2M1207b Ötegezegeni’nin keşfiyle Güneş Sistemi’nin dışındaki gezegenlerin(ötegezegenler) yıldızlarına olan küçük etkileri gözlemlenerek(transit fotometri) dolaylı yöntemler ile değil; direkt olarak da gözlemlenebildiği bir çağa girmiş bulunuyoruz.

Resim-1: 2M1207b gezegeninin (kırmızı) 2M1207 yıldızı (mavi) ile birlikte kızılötesi fotoğrafı.

Gezegenler yıldızlar gibi birer ışık kaynağı değildirler ve ancak kendi üstlerine gelen ışığı yansıtabilirler bu sebeple ve yıldızlara göre çok daha küçük cisimler olmalarından dolayı onlardan gelen ışık yıldızın parıltısı içinde kaybolup gider ve ayırt edilemez hale gelir. Dolayısıyla genel olarak gezegenleri ayırt edebilmek oldukça zordur. Ancak yıldız sistemi bize yaklaştıkça ve söz konusu gezegenin boyutu ile kendi yıldızıyla olan mesafesi arttıkça gözlem yapmak nispeten daha kolay olmaktadır. Bir cismi direkt olarak görebilmek dolaylı olarak görmekten çok daha tatmin edici olduğu için gözlem açısından apayrı bakış açıları kazandırmasının yanı sıra bu teknik bilim insanlarına gözlenen gezegen hakkında oldukça değerli bilgiler elde edebilme imkanı sunuyor. Ancak bu avantajların yanı sıra bu tekniğin dezavantajı sadece belli koşullar altında işleyebiliyor olmasıdır ve bu da haliyle büyük ölçekli çalışmalarda sınırlayıcı bir faktör haline geliyor.

2004 yılından bugüne kadar direkt gözlem tekniğiyle 20’den fazla ötegezegen keşfedilmiştir. Bunlar arasında en çok dikkat çekenler, keşfedilen ilk 10 gezegenin içerisinde olmalarıyla beraber aynı yıldız sisteminde bulunan tek ötegezegenler olma niteliği taşıyan HR 8799 b, c, d, e gezegenleridir.

İlk üç gezegen (b, c, d) 2008 yılında Herzberg Astrofizik Enstitüsü’nden Christian Marois ve ekibi tarafından (Bu üç gezegen 1998 yılında Hubble Uzay Teleskobu’nun NICMOS cihazı tarafından fotoğraflanmıştı ancak sadece daha sonra keşfedilen bir ek işlem sayesinde görülebilir oldukları için o tarihte açıklanmamıştı);  dördüncü gezegen ise (yıldıza en yakın konumda, yaklaşık 15 Astronomik Birim uzaklıkta) aynı ekip tarafından 2010 yılında Hawaii’deki Keck ve Gemini teleskopları yardımı ile keşfedildi.

Resim-2: Hubble tarafından çekilen fotoğrafta HR8799 yıldızı ve işlem gördükten sonra görünen gezegenleri.

Bu dört gezegenin hepsi gaz devi olmakla beraber kütleleri 7 ile 10 Jüpiter Kütlesi arasında, boyutları ise Jüpiter’in 1.2 ile 1.3 katı arasında değişmektedir yani birbirlerine oldukça benzemektedirler. Kütlelerinin oldukça büyük olmasından ötürü bu gezegenlerin birbirlerine olan mesafeleri de oldukça büyük, ayrıca sistemin stabil olup olmadığı da bilinmiyor yani yıllar sonra bu gezegenlerden biri diğerinin yanından ayrılıp bir “kaçak gezegen” olabilir.

Resim-3: Yetişkin bir insandan daha küçük boyutlu bir teleskobun, bir ötegezegenin direkt olarak fotoğraflanmasında ilk kez kullanılması özelliğini taşıyan ve HR8799 yıldızı ile beraber 3 gezegenini gösteren bir fotoğraf.

Bu gaz devlerinin yörüngesinde bulunduğu yıldız Pegasus Takımyıldızı’nda, bize 129 ışık yılı mesafede bulunan ve ~30 milyon yaşındaki yani nispeten genç bir yıldız olan HR 8799 yıldızıdır. Bu yıldız 1.5 Güneş Kütlesi’ne sahiptir ve parlaklığı Güneş’in 4.9 katıdır. Ayrıca bu yıldız tesadüfi olarak 1995 yılında ilk ötegezegenin keşfedildiği 51 Pegasi yıldızına oldukça yakındır.

Berkeley NExSS (Nexus for Exoplanet System Science) grubunun lideri James Graham’a göre bu sistemin oldukça ilginç ve kimisi bizim Güneş Sistemi’mize benzer bazı özellikleri var. Bunlardan bir tanesi gezegenlerin yörünge periyotlarının birbirlerine 1:2:4:8 sayıları ile orantılı olmasıdır, tıpkı Jüpiter’in Galilei uydularında olduğu gibi. (1:2:4 sırası ile Io, Europa ve Ganymede için geçerlidir ancak Callisto için böyle bir durum yoktur.)

Yine aynı gruptan (Berkeley NExSS) bir yüksek lisans öğrencisi olan Jason Wang yörünge rezonansı adı verilen bu olaydan ilham alarak 7 yıllık bir süre boyunca gezegenlerin dansını gösteren bir video hazırlama çalışması yürütmüş. Böyle bir video hazırlayabilmek için bu gezegenleri keşfeden isim olan Christian Marois Hawaii’deki 10 metrelik Keck teleskobundan alınan 7 yıllık veriyi 7 film karesi haline getirdi. Daha sonra Jason Wang’ın Beta Pictoris b gezegeni için yaptığı benzer bir projede kullanılan algoritma ile bu 7 kare 100 kareden oluşan akıcı bir video haline getirildi. “Motion Interpolation” adı verilen bu yöntemle gözlemler arasındaki zaman farkından dolayı görünen boşluklar gezegenin katettiği yol tahmin edilerek kapatılıyor böylece gezegenin 1 ay boyunca katettiği yolun bir yerden bir yere atlıyormuş gibi görünmesini engelliyor. 7 yıl gibi bir süre boyunca gözlem yapılmasına rağmen gezegenlerin yıldıza yakından uzağa doğru sırayla 49 yıl, 112 yıl, 225 yıl ve 450 yıl gibi oldukça uzun yörüngesel periyotları olduğu için videoda yörüngelerin ancak küçük bir kısmı görülebiliyor.

Resim-4: HR 8779 yıldızı ve dört gezegeni. Resmin ortasındaki siyah kısım gözlem esnasında yıldızın kendi ışığını kapatarak gezegenlerin görülebilmesini sağlıyor.

Bu kadar uzaktaki gökcisimlerinin bir nokta olarak bile olsa direkt olarak gözlemlenebildiğini bilmek oldukça etkileyici görünüyor. Şu an için sadece bir hayal bile olsa belki ileride gelişen gözlem teknikleri sayesinde ötegezegenlerdeki bulutları, denizleri bile görebiliriz.

Kaynaklar:

https://en.wikipedia.org/wiki/Methods_of_detecting_exoplanets#Direct_imaging

http://www.planetary.org/explore/space-topics/exoplanets/direct-imaging.html

https://en.wikipedia.org/wiki/Fomalhaut_b#cite_note-Kalas2008-2

https://en.wikipedia.org/wiki/2M1207b#Discovery_and_identification

http://www.manyworlds.space

https://phys.org/news/2017-01-four-planet-imaged-motion.html

https://arxiv.org/abs/0902.3247https://en.wikipedia.org/wiki/HR_8799

Yazan: Alper Karasuer

İntihale Dur De!

BİLİM YAYINCILARININ TÜRKİYE’DE İNTİHAL (İÇERİK ve

BİLGİ HIRSIZLIĞI) YAPAN KİŞİ, KURUM ve KURULUŞLAR

KONUSUNDA ORTAK BİLDİRİSİ

İntihale Dur De!

27 Ocak 2017

Özet

Türkiye’de aktif çalışma yürüten bilim yayıncıları, içerik üreticileri ve yazarları olarak;

oldukça zorlu şartlar altında yoğun tempo ve emeklerle ürettiğimiz içeriklerimizin, bu davra-
nışı “iş modeli” haline getirme düzeyine kadar götüren bazı kişi, kurum ve kuruluşlarca izinsiz

ve/veya kaynak göstermeksizin ve tamamen ticari amaçlarla kullanması kabul edilemezdir. Bu

bildirimiz, söz konusu bilim yayıncıları ve yazarları olarak bu gidişata bir dur demek, bunu

sürdürenlere toplu bir ihtarda bulunmak ve intihal yapan birey ve oluşumlara karşı ortak

hareket bildirisi ve çağrısı yapmak amacıyla yayınlanmaktadır.

                   Bizler, Türkiye’nin zorlu iklimi ve şartları altında özgün içerikler üretmeye çalışan veya ülkemize kazandırılmasının faydalı olduğunu düşündüğümüz bilimsel içerikleri Türkçeye çeviren bilim emekçileri, gönüllüleri, çalışanları ve üreticileriyiz.

                   Bizleri çeşitli isimlerde duyabilirsiniz. Kimi zaman Evrim Ağacı oluruz, kimi zaman Açık Bilim olarak karşınıza çıkarız; kimi zaman Kozmik Anafor’dur adımız, kimi zaman Bilimfili, Bilimsol, Rasyonalist ve buraya sığdıramadığımız daha niceleri… Kısacası bizler her gün gerek sosyal medya üzerinde, gerekse internet sitelerimiz, yayınlarımız, kitaplarımız, paylaşımlarımız aracılığıyla gördüğünüz, okuduğunuz, desteklediğiniz bilim yayıncıları ve yazarlarıyız.

Hepimiz farklı arka planlardan, farklı deneyimlerden, farklı uzmanlıklardan gelmekteyiz; ancak her birimizin ortak bir amacı var: Türkiye’ye ve Türkçeye modern bilimi elimizden geldiğince güvenilir, kapsamlı, anlaşılır biçimde taşıyabilmek. Mümkünse, bunu tamamen özgün içeriklerle yapmak; değilse, bunu açıkça kaynağını gösterdiğimiz çeviriler veya derlemeler yoluyla yapmak… Bir diğer ortak özelliğimiz, bu çabadan herhangi bir maddi kazancımız olmamasına rağmen, günlerimizin önemli bölümünü bu uğurda harcıyor olmamız.

Kimimiz iş yerlerinde, kimimiz laboratuvarlarında, kimimiz üniversite sıralarında, kimimiz evlerinde saatlerini Türkiye’de modern bilime dair ufak tefek de olsun bir parça taşıyabilmek için, yorulmak bilmeksizin çalışıyor. Hatta birçoğumuz kendi ceplerimizden yaptığımız harcamalarla bu siteleri, oluşumları, platformları ayakta tutuyor.

Hepimizin hataları, eksikleri, yanlışları olmuştur, olacaktır da… Ancak hiçbirimiz, bir diğerinin emeğine göz dikmedik, bir başkasının emeğini çalmadık, intihal (bilgi ve içerik hırsızlığı) üzerine bir iş modeli kurmadık.İçeriklerimize başkalarından olduğu gibi “kopyala yapıştır” yöntemiyle alınma parçalar eklemedik, sonrasında bunu kendi içeriğimizmiş gibi yayınlamadık, öncelikle insanî değerlerimiz tarafından, sonrasında ise Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nca korunan emeklerine hakaret etmedik. Bir başka kaynaktan içerik aldıysak ya önce sahibinden izin aldık ya da çok açık bir şekilde alıntılarımıza kaynak ekledik. Bir diğer deyişle, birbirimizin emeğine zarar vermemek adına elimizden geleni ardımıza koymadık.

Ne yazık ki, yıllarımızın emekleriyle geldiğimiz şu noktada, ülkemizdeki bazı “gazetelerin”, “haber kaynaklarının” ve “medya oluşumlarının” bu içeriklerimizi ve emeklerimizi çalıyor olduğunu görmek son derece rahatsız edicidir. Hatta sadece yanlışlıkla birkaç içerik çalmayı geçtik; bazı kurum ve kuruluşlarının iş modelleri başkalarından alınan içeriklerin bazen hafif miktarda düzenleme, kimi zamansa doğrudan kopyalama şeklinde paylaşmak üzerine kurmuş olmaları, bilim ve insanlık etiği bakımından iç ürperticidir.

Bizler, bilim oluşumları olarak bu gidişata bir DUR deme vaktinin geldiğini düşünüyoruz. Aşağıda, bu bildiriye imzacı olan oluşumlarla birlikte tek yumruk ve tek vücut olarak bir araya geldiğimizi kamuoyuna ilan ederiz. Bundan sonra intihal yoluyla içeriklerimizi aşıran, paylaşan, gerekli referansları vermeden dağıtan, emek hırsızlığı yapan her türlü kişi, kurum ve kuruluş ile her türlü mücadele içerisinde olacağımızı kamuoyuna bildiririz.

Bu kararımızın arkasında bilimsel bilginin yayılmasına engel olmak, yavaşlatmak, bilgi akışını aksatmak gibi amaçlar yoktur. Bizler, kendi içimizde yaptığımız içerik alışverişinden de görülebileceği gibi, başka kişi, kurum ve kuruluşların yazılarımızı barındırmasından ve paylaşmasından hiçbir rahatsızlık duymayan insanlarız.

Birçoğumuz, zaten içeriklerini ücretsiz olarak halka arz etmiş oluşumlarız. Tek istediğimiz, doğru zamanda, doğru yerde ve doğru şekilde alıntı yapılan kaynağın bildirilmesi, eğer ki yazılar bir bütün olarak alınıp yayınlanacaksa, içeriklerin orijinal yazarlarına ve kaynaklarına çok açık bir şekilde yönlendirme yapılmasıdır. Bu, sadece insanî haklara saygı duyulduğunu göstermekle kalmayacak, aynı zamanda orijinal metinlerimiz bilimin kendini durmaksızın yenileyen ve geliştiren doğası çerçevesinde yeni veriler ve bulgular ışığında yenilendiğinde, okurların orijinal kaynaklara giderek en güncel bilgilere erişebilmesinin önünü açacaktır.

Bu bilgiler dahilinde, aşağıda imzacı olduğu belirtilen tüm oluşumların okurlarını ve ülkemizdeki tüm bilim-
severleri intihal konusunda daha uyanık ve tepkisel olmaya davet ediyor; denk geldikleri internet siteleri, kişiler, kurumlar ve kuruluşların içerik hırsızlığı yaptığı durumlarda bizleri ve intihalcileri uyarması konusunda ricada bulunuyoruz.

Kamuoyuna saygıyla duyururuz.

İMZACILAR

(28 Ocak 2017 itibariyle:)

BİLİM YAYINCILARI, İÇERİK ÜRETİCİLERİ ve YAZARLARI

1. Açık Bilim             2. Bilim Ne Güzel Lan

3. Bilimfili                4. Bilimkurgu Kulübü

5. Bilimsol                          6. Evrim Ağacı

7. Kayıp Rıhtım                     8. Kozmik Anafor

9. Muhabbet Teorisi                10. Rasyonalist

11. Teknomani                      12. Yalansavar

ÜNİVERSİTE BİLİM TOPLULUKLARI

1. Aster – Erciyes Üniversitesi Astronomi Kulübü

2. İstanbul Teknik Ünivesitesi Astronomi Kulübü

3. İstanbul Teknik Üniversitesi Astronomi Topluluğu

4. İstanbul Üniversitesi Amatör Astronomi Kulübü

5. ODTÜ Amatör Astronomi Topluluğu

6. ODTÜ Bilim ve Gelecek Topluluğu

7. ODTÜ Biyoloji ve Genetik Topluluğu

8. ODTÜ Felsefe Topluluğu

9. ODTÜ İstatistik Topluluğu

10. ODTÜ Kimya Topluluğu

11. ODTÜ Matematik Topluluğu

12. ODTÜ Psikoloji Topluluğu

13. ODTÜ Sosyoloji Topluluğu

14. ODTÜ Tarih Topluluğu

15. Yıldız Teknik Üniversitesi Bilim ve Matematik Kulübü

16. Yıldız Teknik Üniversitesi Fizik Kulübü

DESTEK OLAN KURUM ve KURULUŞLAR

1. Bilim ve Gelecek Dergisi

Kütleçekimsel Merceklenme Etkisi Evrenin İvmelenen Genişlemesini Destekliyor

Evrenin genişleme hızı olan Hubble sabiti, evreni tanımlamakta kullandığımız en temel kavramlardan birisidir. Münih Teknik Üniversitesi’nde(TUM) Max Planck profesörü olan Sherry Suyu tarafından yönetilen, HOLiCOW birliğinden bir grup astronom, ve Almanya, Garching’deki Max Planck Astronomi Enstitüsü, NASA/ ESA Hubble Uzay Teleskobu’nu , uzaydaki ve Dünya’daki bir kaç başka teleskobu kullanarak, Hubble sabitinin bağımsız bir hesaplamasını yapmak üzere beş gökadayı gözlemlediler.

Fotoğrafın merkezinde bulunan HE0435-1223, bugüne kadar keşfedilmiş kütle çekimsel merceklenme etkisinin en iyi görüldüğü beş Kuasardan bir tanesidir. Öndeki gökada, arkadaki kuasarın neredeyse eşit dağılmış dört görüntüsünün, etrafında oluşmasına neden oluyor. NASA/ESA Hubble Uzay Teleskobu’nu kullanan uluslararası astronomlar evrenin ne kadar hızlı genişlediğini ölçmek üzere bağımsız bir ölçüm yaptılar. Yakın çevremizdeki evrenin genişleme hızınım yeni ölçümleri, daha önceki bulgularla örtüşüyor. Fakat şaşırtıcı bir şekilde bu bulgular, daha önceden erken evrenin genişlemesinde dair elde edilmiş olan verilerle uyuşmuyor.

Telif Hakkı: NASA, ESA, Suyu (Max Planck Institute for Astrophysics), Auger (University of Cambridge)

Bu araştırma, Kraliyet Astronomi Topluluğu Aylık Bildirimlerinde yer almak üzere bir dizi bildiriyle sunulmuştu.

Bu yeni ölçüm, referans olarak Cepheid değişken yıldızlarını ve süpernovaları kullanan diğer Hubble sabiti ölçümlerinden tamamen bağımsız olarak hesaplandı fakat mükemmel bir uyum içindeler.[heic1611].

Fakat, Cepheid yıldızlarını ve süpernovaları kullanarak hesaplanan ve Suyu ve takımının hesapladığı sabit, ESA’nın Planck uydusunun hesapladığı sabitten farklıdır. Burada önemli bir ayırım yapmak gerekiyor çünkü Planck’ın hesapladığı Hubble sabiti, kozmik mikrodalga arka plan ışıması kullanılarak yapılan erken evren gözlemlerine dayalıdır.

Planck’tan elde edilen verilerle hesaplanan Hubble sabiti evreni şu anki anlayışımıza uysa da, yerel evrenin gözlemlerine dayanılarak farklı astronom gruplarınca elde edilen değerlerin gösterdiği Hubble sabiti şu an kabul ettiğimiz kuramsal evren modeline uymuyor. “”Evrenin genişleme hızı farklı yöntemlerle öyle bir kesinlikle hesaplanıyor ki, gerçek tutarsızlıklar evrendeki mevcut bilgimizin ötesinde yeni bir fiziği işaret ediyor olabilir.” diyor Suyu.

Bu çalışmadaki hedefler Dünya ve inanılmaz parlak gökada çekirdekleri olan uzak kuasarlar doğrultusunda ve bunların arasında bulunan büyük kütleli gökadalardı. Uzaktaki kuasarlardan gelen ışıklar güçlü kütleçekimsel merceklenme etkisiyle uzay-zamanda gökadaların etrafında bükülüyor. Bu olay gökadanın etrafında arkadaki kuasarın -bazıları uzamış ve bulanık yaylara benzeyen- bir çok görüntüsünün oluşmasına neden oluyor.

Gökadaların uzay-zamanda oluşturduğu bükülme kusursuz dairesel bir şekilde olmadığı ve kuasarla gökada mükemmel bir hizada olmadığı için mükemmel bir kütleçekimsel merceklenme oluşamıyor ve, arkadaki kuasarın farklı görüntülerinden gelen ışık -çok az bir fark olsa da- farklı uzunluklarda yollar izleyerek bize farklı zamanlarda ulaşıyor. Kuasarların parlaklıkları zamanla değiştiğinden dolayı astronomlar, ışığın izlediği yolun uzunluğuna bağlı olarak, oluşan görüntülerin aralarındaki gecikmeler görmekteler. Bu gecikmeler Hubble sabitinin değeriyle doğrudan bağlantılıdır. ”Bizim kullandığımız metot Hubble sabitini ölçmek için kullanılan en doğrudan yol, çünkü yalnızca geometriyi ve genel göreliliği kullanmamız gerekiyor, başka bir varsayımı kabul etmemiz gerekmiyor.” diyor İsviçre’deki Lastro Astrofizik Laboratuvarı’nın(EPELs) eş başkanı Frédéric Courbin.

Bilgisayar modellerinin yanı sıra, çoklu görüntülerin aralarındaki zaman gecikmelerinin doğru ölçümlerini kullanarak, takım Hubble sabitini yüzde 3.8 gibi yüksek bir hassasiyetle hesaplayabildi. “Şuan araştırmalarda en çok aranan çalışmalardan biri Hubble sabitinin doğru bir ölçümüdür.” diyerek Hubble sabitinin önemini vurguluyor, İsviçre’deki EPFL’den Vivien Bonvin. Suyu ise şunları ekliyor, ”Hubble sabiti, modern astronomi için çok önemlidir, çünkü evrenin -karanlık enerji, karanlık madde ve normal maddenin birleşiminden oluşan- maddelerden oluşan resminin gerçekten doğru olup olmadığının veya temel bir şeyin eksik olup olmadığının teyit edilmesine ya da çürütülmesine yardımcı olabilir.”

Hubble Uzay Teleskobu Nasa ve ESA’nın uluslar arası işbirliğiyle yürüttüğü bir projedir.

Kaynak: https://www.nasa.gov/feature/goddard/2017/cosmic-lenses-support-findings-on-accelerated-universe-expansion 

ÇEviri: Mina Meşe

Oyuncak

Oyuncak

Çocuğun bir oyuncağı var.

Büyükler için “beş para etmez” bir oyuncak.

En güzel gülümsemeleri o oyuncak görecek.

En gizli gözyaşlarını,

Çocuğu kuşlara bölen öfkesini…

Ellerinin büyüdüğüne en çok o tanıklık edecek,

Bakışların gittikçe derinleştiğine,

Irmakların teker teker denize karıştığına…

Yatağındaki rüyalara eşlik edecek bazen.

Uykuya dalmadan önce, yıldızlarla konuşacaklar.

Dokunacaklar onlara.

Sırdaşı olacak onun.

Bazen yaramazlıklarına gülecek içinden,

Bazen de kederleri için göğsünde yatıracak.

Zaman çölünde kaybolup duracak oyuncak.

Kozmos salıncağında sallanan çocuk,

Yitirmeyecek onu, hiç yitirmeyecek.

Küçük Prens

-Çağrı Erciyes

Karanlık Madde’nin İlk Keşifçilerinden: Vera Rubin (1928-2016)

Karanlık madde, bugün fizik dünyasında neredeyse herkes için kabul gören bir kuramdır. İlk olarak 1930’lu yılların başında birkaç astrofizikçi tarafından öne sürülmüş olsa da o yıllarda pek ciddiye alınmamıştır. Seneler sonra, 1970’te ABD’li bir astronom olan Vera Rubin karanlık maddeye dair en güçlü gözlemsel kanıta ulaşmıştır ve karanlık maddenin ilk kaşiflerinden biri olmuştur. Bu yazımızda, geçtiğimiz ay 25 Aralık’ta kaybettiğimiz değerli ve saygıdeğer bilim insanı Vera Rubin’den bahsetme gereği hissettik.

Vera Rubin 23 Temmuz 1928’de Philadelphia, Pennsylvania’da dünyaya geldi. 10 yaşından beri yıldızlara, gökyüzüne ve astronomiye olan ilgisi ve hayranlığı, onu ilerde lisansını Vassar Üniversitesi’nde astronomi dalında tamamladığı günlere götürecekti. 1948’de astronomi lisansını bitirdikten sonra kocasıyla tanışacağı yer olan Cornell Üniversitesi’nin Fizik Bölümü’ne, yüksek lisansa kabul edilen Rubin, orada Philip Morrison, Richard Feynman ve Hans Bethe gibi önemli fizikçilerle tanışma fırsatı yakaladı. 1954’te galaksilerin gruplar halinde olduğunu öne süren doktora tezini tamamlamadan önce, Rubin 1951’de yüksek lisansını bitirdi ve master tezinde Hubble Teleskobu gözlemlerini kullanarak galaksilerin hareketlerindeki sapmaları araştırdı. Mezun olduktan sonra Junior College’da ders vermeye ve doktorasını yaptığı Georgetown Üniversitesi’nde araştırma asistanı olarak çalışmaya başladı. 1962’de aynı üniversitede doçent oldu ve 1965’te Palomar Gözlemevi’ni ve araçlarını kullanan ilk kadın oldu.

1970’lerde meslektaşı Kent Ford ile birlikte galaksi hareketlerini araştırdı. Beraber yakın galaksilerin hareketlerini, eğrilerini ve rotasyonlarını gözlemlediler ve kabul görmeyen galaksi kümeleri üzerinde çalışmaya başladılar. İlerleyen zamanlarda bu çalışmalar Rubin-Ford etkisi olarak anılmaya başlandı ve yoğun tartışmalara konu oldu. Bu tartışmalardan uzaklaşmak isteyen Rubin dikkatini sarmal galaksilerin dönüşüne çevirdi. Andromeda Galaksisi’ni inceledi ve diğer galaksilerin de Andromeda gibi hızlı bir şekilde, dağılmadan hareket ettiğini keşfetti. Rubin bunun, galaksileri bir arada tutan kuvvetin göremediğimiz ve yıldızlardan daha kuvvetli bir kütle çekimine sahip olan  bir madde olduğuna işaret ettiğini gösterdi. Kent Ford ile yaptıkları incelemeler, araştırmalar ve gözlemler doğrultusunda, galaksi dönüş probleminin ve gerçek açısal momentum ile gözlemsel açısal momentum tahminleri arasındaki tutarsızlığın karanlık maddenin varlığını teyit ettiği sonucuna vardılar.

Karanlık madde evrenin nasıl genişlediğinin açıklanması için gerekli olan “evrenin kayıp kütlesiydi”. Karanlık madde kavram olarak ilk 1930’larda Jan Hendrik Oort ve Fritz Zwicky gibi fizikçiler tarafından ortaya atılmış ve 1970’lerde Vera Rubin ve arkadaşlarının çalışmalarıyla, varlığına dair o zamanki en güçlü kanıta ulaşılmıştı; ne var ki bilim dünyasında uzun yıllar boyunca ne Oort ve Zwicky’nin ne de Rubin’nin karanlık maddenin varlığına ilişkin teorileri kabul görmedi, ta ki 2006’da 150 milyon yıl önce iki gökada kümesinin çarpışmasını içeren ve daha somut kanıtlar barındıran bir gözleme kadar.

Rubin’in çalışmaları yalnızca astronomi ve diğer bilim dallarıyla sınırlı değildi, aynı zamanda diğer kadınların da bu alanlarda çalışması için çabaladı ve yorulmaz bir savunucu oldu. Kadınların erkekler kadar sık bilim yapamamasına verdiği tepkiyi şu sözleriyle dile getiriyor:“Hepimizin bilim yapmak için izne ihtiyacı var, ancak tarihte kök salmış nedenlerden dolayı bu izin kadınlara değil erkeklere daha sık veriliyor.”

Vera Rubin, yaşadığı süre boyunca araştırmaları ve çalışmalarıyla bilime ışık tutmuş değerli bir bilim insanıydı. O zamanlar kadınların bilim gibi birçok alanda çalışması neredeyse imkansızken Rubin, kararlılıkla okumayı ve çalışmayı sürdürmeyi başarmış ve o dönemde kadınların çalışma hakları için yoğun çaba harcamıştı.

88 yaşında hayata veda eden değerli bilim kadını Vera Rubin, kayda değer çalışmaları, insanlığı ve vaziyet niteliğindeki şu sözüyle daima aklımızda yer edinecektir:

“Ün geçicidir, benim rakamlarım bana adımdan çok daha fazlasını ifade eder. Eğer bundan yıllar sonra astronomlar hala benim verilerimi kullanıyor olurlarsa, bu bana yapılabilinecek en büyük iltifat olacaktır.’’ 

Kaynaklar:

http://www.astronomy.com/news/2016/12/pioneering-physicist-vera-rubin-dies-at-age-88

http://www.amnh.org/explore/resource-collections/cosmic-horizons/profile-vera-rubin-and-dark-matter/

Yazan: Tuğba Uçar