gokyuzu.org

Cassini 1. ”Büyük Final” Dalışından Sağ Çıkmayı Başardı

”Büyük Final”’ine doğru emin adımlarla ilerlemekte olan NASA’nın Cassini uzay aracı daha önce hiçbir uzay aracının keşfetmediği, Satürn’ün halkaları ve dış atmosferi arasında bulunan dar aralığa yaptığı dalışı başarıyla gerçekleştirdi.

NASA’nın California’daki Goldstone Derin Uzay Ağı Kompleksi, Cassini’den ilk sinyali 26 Nisan gece saat 02.56’da aldığını bildirdi – büyük dalıştan neredeyse bir gün sonrası. NASA çalışanları verilerin uzay aracıyla iletişim kurduktan 5 dakika sonra gelmeye başladığını açıkladı.

Washington D.C.’de bulunan  NASA’nın Gezegen Bilimi Bölümü’nün müdürü Jim Green açıklamasında şu sözlere yer verdi: ”Bu büyük keşif geleneğinde Cassini uzay aracı bir kez daha bize harika bir şey gösterdi ve cesaret etsek merakımızın bizi nerelere götüreceğini kanıtlayan harika bir izin peşinden gitti.”

Cassini Satürn’ün dış atmosferinden 3000 km, halkalarının görünen kenarlarından 300 km uzaklıktaki boşluğa bir gün önce saat 05.00’te giriş yaptı. Cassini halkaların arasından saatte 124.000 km’lik bir hızla çıktı – bu hız ufacık bir parçanın bile Cassini’ye ölümcül zarar vermesi için yeterli büyüklükte bir hızdı. Bu olasılığı en aza indirmek için uzay aracı çanak şeklinde olan 4 metrelik antenini kalkan olarak kullandı. Cassini antenini gelebilecek parçalara yönelttiğinden dolayı  o sıralarda Dünya ile iletişim kuramadı. Cassini dalışı gerçekleştirirken bilimsel veri toplamaya proglamlandı ve 20 saat sonra kontrolü sağlayan görevlilerle tekrar iletişim kurdu. (Cassini’den çıkan sinyallerin Dünya’ya yolcuğu ortalama 78 dakika sürmektedir.)

Cassini Projesi menajeri  Earl Maize açıklamasında: ”Daha önce hiçbir uzay aracı Satürn’e bu kadar yakın olmamıştı. Satürn’ün diğer halkaları ile olan deneyimlerimize dayanarak, yalnızca halkalarla Satürn arasındaki bu boşluğun nasıl olacağını düşündüğümüz tahminlere güvenebilirdik.” dedi ve ekledi: ” Cassini’nin planladığımız gibi halkalardan geçtiğini ve öbür tarafa mükemmel bir şekilde çıktığını bildirmekten keyif alıyorum.”

Cassini bu görevin ”Büyük Final” aşamasında bu dalışlardan haftada bir tane olmak üzere 21 tane daha yapacak.

NASA, ESA (Avrupa Uzay Ajansı)  ve İtalyan Uzay Ajansı’nın büyük emek sarf ettiği 3.2 milyar dolarlık Cassini-Huygens görevi Ekim 1997’de başlatıldı ve Temmuz 2014’te Satürn’e ulaştı. (Huygens 2005 yılında Satürn’ün en büyük uydusu Titan’a iniş yapan küçük bir araçtı.)

Cassini ‘halkalı gezegen’in etrafındaki 13 yıllık yaşamında harika bir keşifler serisi yarattı. Örneğin, Titan’daki sıvı hidrokarbon denizlerini, buzul gayzerlerini ve Satürn’ün başka bir uydusu olan Enceladus’un güney kutup bölgesinden yükselen organik molekül ve diğer maddeleri keşfetti. Bir başka keşfi ise Enceladus’un  buzlu kabuğunun altında potansiyel olarak yaşanabilir bir okyanusu barındırdığıydı.

Fakat cesur kaşif Cassini yakıtını tüketmek üzere ve görevinin kaçınılmaz sonuna doğru ilerliyor. 15 Eylül’de Titan ve Enceladus’u – ikisi de yaşamı destekleyen yapıya sahip olabilir- Dünya’dan getirdiği mikroplarla kirletmemek için Satürn’ün kalın atmosferine doğru bir ‘ölüm dalışı’ yapacak ve bizlere bıraktığı bilgiler ve yaptığı keşifler dışında ondan geriye pek bir şey kalmayacak.

Kaynak: http://www.space.com/36630-cassini-saturn-spacecraft-survives-grand-finale-dive.html

Çeviri: İlkcan Erdem

Ölmekte Olan Yıldız Bir Kara Deliğe Hayat Veriyor

Astronomlar oldukça büyük, ölmekte olan bir yıldızın, kara deliğe dönüşümüne tanıklık etti. Hayata yenik düşen bu yıldızın kalıntılarını aramak için Büyük Çift Gözlü Teleskop ( Large Binocular Telescope/ LGT ) ve NASA’nın Hubble ve Spitzer uzay teleskopları güçlerini birleştirdiler fakat buldukları tek şey ölmekte olan koca bir yıldızın gözlerden kaybolduğuydu.

Dikkatleri üzerine çekecek büyük bir patlama yerine kaşla göz arasında yok oldu.

Güneş’imizden 25 kat daha büyük olan bu yıldız çok büyük bir süpernovaya sebep olmalıydı. Fakat onun yerine bir anda söndü ve arkasında bir kara delik bıraktı. Bu olay ” büyük başarısızlık ” olarak adlandırıldı.

Ohio State Üniversitesi’nden bir grup astronom bir yıldızın ortadan kaybolarak muhtemelen bir karadeliğe dönüştüğünü gözlemledi. Süpernova sonrasında bir kara deliğe dönüşmek gibi beklenilen bir süreç yerine, ” başarısız süpernova ” sonucunda kara deliğe dönüştü.

Telif Hakkı: NASA’s Goddard Space Flight Center/Katrina Jackson

“Yakınımızdaki galakside yaşanan bunun gibi ‘büyük başarısızlıklar’ , astronomların neden en büyük kütleli yıldızlarda nadiren süpernovalar gördüğünü açıklayabilir.” diye belirtiyor Ohio State Üniversitesi’nden astronomi profesörü Christopher Kochanek.

Bu tip yıldızların yaklaşık yüzde 30’u – görünen o ki- bir süpernovaya ihtiyaç duymadan sessizce kara deliklere dönüşüyorlar.

” Tipik görüşe göre bir yıldız ancak bir süpernovaya dönüştükten sonra kara delik oluşturabilir.” diye açıkladı Kochanek ve ekledi ” Eğer bir yıldız çok kısa süreliğine süpernovaya dönüşüp yine de bir kara delik oluşturuyorsa, bu niye en büyük kütleli yıldızlarda süpernova göremediğimizi açıklamaya yardımcı olacaktır.”

Hubble Uzay Teleskobu’ndan alınan görünebilir ışık ve kızılötesine yakın bu fotoğraf çifti, dev yıldız N6946-BH1 ‘ in gözlerden kaybolmadan önceki ve bir kara delik oluşturmak için içeriye doğru çökmesinden sonraki hallerini gösteriyor. Soldaki görsel, Güneş’in 25 katı kütleli yıldızın 2007’deki halini göstermektedir. 2009’da, yıldız, parlaklığı birkaç ayda Güneşin 1 milyon katından fazla olacak şekilde aniden gelişti. Ama daha sonra, 2015’teki sağ panelden de görebileceğiniz gibi yok oldu. Yıldızın önceden olduğu yerden çok küçük miktarda kızılötesi ışık algılandı. Bu radyasyon muhtemelen kara deliğe dönüşen enkazdan geliyordu. Kara delik 22 milyon ışık yılı uzaklıkta sarmal galaksi NGC 6946’da bulunmaktadır.

Telif Hakkı: NASA, ESA, and C. Kochanek (OSU)

Kochanek, en son sonuçlarını Royal Astronomi Topluluğu’nun Aylık Duyuru’larında yayınlamış olan bir grup astronoma liderlik etmektedir. Galaksiler arasından, onlar 22 milyon ışık yılı uzaklıkta bulunan, lakabı ” Havai Fişek Galaksisi” olan NGC6946’yı izlemeyi seçtiler; çünkü orada süpernovalara sık sık rastlanılmaktadır. Bu galaksideki NGC6946-BH1 adlı belirli bir yıldız 2009’da zayıf bir şekilde parlamaya başladı ve 2015’te ise sanki varoluştan yok oldu.

LBT başarısız süpernova araştırmaları için gözünü bu yıldıza diktiken sonra, astronomlar Hubble ve Spitzer uzay teleskoplarını, yalnızca daha sönük haliyle hala orada olup olmadığını görmek için bu yıldıza doğru çevirdiler. Spitzer’ı aynı zamanda o noktadan herhangi bir kızılötesi radyasyonunun yayılıp yayılmadığına bakmak için kullandılar. Bu, yıldızın belki hala orada, toz bulutlarının arkasına saklanmış olabileceğine bir işaret olabilirdi.

NGC6946-BH1 adlı ölüme mahkum bu yıldız Güneş’in 25 katı büyüklüğünde. 2009’da zayıfça parlamaya başladı. Ama 2015’te sanki varoluştan yok oldu. Dikkatli bir eleme sürecinden geçerek, araştırmacılar yaptıkları gözlemlere dayanarak yıldızın bir kara deliğe dönüşmüş olması gerektiğinin kanısına vardılar. Bu belki de evrendeki son derece büyük kütleli yıldızların kaderidir.

Telif Hakkı: NASA, ESA, and P. Jeffries (STScI)

Bütün testler negatif çıktı. Yıldız artık orada değildi. Dikkatli bir eleme sürecinden geçerek, araştırmacılar yaptıkları gözlemelere dayanarak yıldızın bir kara deliğe dönüşmüş olması gerektiğinin kanısına vardılar.

Bu proje, ne sıklıkla yıldızların bu büyük başarısızlığı tecrübe ettiklerini tam anlamıyla bilebilmek için henüz çok genç; ama Ohio State’in eski öğrencilerinden olan ve geçtiğimiz günlerde doktorasını bu çalışmasıyla kazanan Scott Adams başlangıç niteliğinde bir tahmin öne sürdü.

“NGC6946-BH1 araştırmamızın ilk yedi yılında karşılaştığımız ilk başarısız süpernova örneğiydi. Bu süreç içerisinde, izlediğimiz galaksiler içinde altı süpernova meydana geldi, buradan varsayıyoruz ki büyük kütleli yıldızların yüzde 10 ila 30’u başarısız süpernovalarla ölüyorlar.” dedi Scott Adams.

“Bizi en başında bu araştırmaya iten aynı problemi açıklayabilecek küçük bir parça sadece bu, ki problem de evrende olması gerekenden çok daha az süpernova gözlemliyor olmamızdı; eğer bütün büyük kütleli yıldızların bu şekilde öldüğünü varsayarsak.”

Çalışmanın yardımcı yazarı Krzysztof Stanek’e göre, keşfin en ilginç tarafı yüksek kütleli kara deliklerin kökenlerine dair, LIGO deneyinin gravitasyonel dalgalar aracılığıyla saptadığı tarzdaki çıkarımlardı. (LIGO açılım: Laser Interferometer Gravitational-Wave Observatory)

Mantıklı olması şart değil, diyor Ohio State’den astronomi profesörü Stanek, büyük kütleli bir yıldız süpernova geçirebilir ki bu onun dış katmanlarının çoğunun uzaya dağılmasına sebep olan bir süreçtir fakat yine de LIGO’nun saptadıklarının skalasında geride büyük kütleli bir kara delik oluşturacak kadar kütle kalır.

“Zannediyorum ki, ortada bir süpernova yokken çok büyük kütleli bir kara delik oluşturmak daha kolay.” diye de ekledi.

Kaynak: https://www.nasa.gov/feature/goddard/2017/collapsing-star-gives-birth-to-a-black-hole

İlgili Linkler:  

Çeviri: Fatma Yaşa

Bilinen En Yüksek Kütleli Kahverengi Cüce Keşfedildi!

Uluslararası bir astronomi ekibi, bilinen en yüksek kütleli ve en saf bileşimli kahverengi cüceyi (nükleer füzyon için çok küçük kütleli bir yıldız) keşfettiklerini açıkladı. SDSS J0104+1535 adıyla bilinen bu gök cismi, galaksimizin en dış bölgesine uzanan halelerden birinin içinde yer almaktadır. Bilim insanları bu keşfi “Monthly Notices of the Royal Astronomical Society” isimli dergide yayımladı.

Kahverengi cüceler, yakıtını kullanan yıldızlar ile onların etrafında dönen gezegenlerin ortasında bir boyuttadır. Hidrojeni helyuma dönüştüren nükleer füzyon için çok küçük boyuttadırlar ancak gezegenlerin bir çoğundan da yüksek bir kütleye sahiptirler. Dünya gezegeninden 750 ışık yılı uzaklıkta, Balık Takımyıldızı’nda bulunan SDSS J0104+1535,  Güneş’ten 250 kat daha saf bir gaz yapısına sahiptir ve bünyesinde 99.99% hidrojen ve helyum gazı barındırır. Tahmini olarak 10 milyar yıl önce oluştuğu düşünülmektedir. Ayrıca ölçümler göstermektedir ki bu kahverengi cüce yaklaşık olarak Jüpiter’in 90 katı bir kütleye sahiptir. Bu da SDSS J0104+1535‘i bilinen en yüksek kütleli kahverengi cüce yapar. Daha önceden kahverengi cücelerin ilkel gazlardan oluştuğu bilinmiyordu ve bu keşif bize galaksimizin antik geçmişinden gelen bir sürü ”saf” kahverengi cüce olabileceğini gösterdi.

Bu ekibin başında olan, Kanarya Adaları’ndaki Institute of Astrophysics’den Dr.ZengHua Zhang:

”Bu kadar saf içeriğe sahip bir  kahverengi cüce görmeyi beklemiyorduk. Bu keşif bizlere daha keşfedilmemiş bir çok şeyin olabileceğini gösteriyor. Dışarıda buna benzer keşfedilmeyi bekleyen gök cisimleri yoksa, bu beni çok şaşırtacaktır.”

SDSS J0104+1535, optik ve yakın-kızılötesi spektrumu yardımıyla  L tipi bir ultra-kahverengi cüce olarak sınıflandırıldı. Bu ölçüm Avrupa Güney Gözlemevi’nin Çok Büyük Teleskop’u (European Southern Observatory’s Very Large Telescope) yardımıyla yapıldı. Bu sınıflandırma, yakın zamanda Dr. ZengHua Zhang’in yayımlanan şeması üzerine kuruludur.

Orjinal Makale Kaynağı: Z. H. Zhang et al. Primeval very low-mass stars and brown dwarfs – II. The most metal-poor substellar object, Monthly Notices of the Royal Astronomical Society (2017)DOI: 10.1093/mnras/stx350

Ayrıca Bakınız: https://phys.org/news/2016-04-brown-dwarfs.html

Çeviri: İlkcan Erdem

Karanlık Madde Dağılımının En Detaylı Haritası Oluşturuldu

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Yale Üniversitesi’nden bir grup astrofizikçi Hubble Uzay Teleskobu’ndan gelen verileri kullanarak karanlık maddenin 3 galaksi kümesindeki dağılımını daha önce benzeri görülmemiş düzeyde bir detay ile haritalandırmayı başardı. Bu çalışma için bilim insanları kütleçekimsel merceklenme adı verilen bir yöntemden faydalandılar. Kütleçekimsel mercek etkisi bir kütlenin gelen ışığı bükerek sanki bir mercekten geçiyormuş gibi görünmesine sebep olan bir etkidir. Karanlık madde ise görünmez, ışığı yansıtmayan ve absorbe etmeyen ancak kütleçekim kuvveti uygulayan ve evrenin yaklaşık yüzde 27’sini oluşturan bir tür maddedir. Karanlık maddenin bu özelliğinden faydalanarak 3 galaksi kümesini ışığın içinden geçerken büküldüğü bir kütle olarak alan ve arkadan gelen ışığın sapma miktarına göre bu 3 kümedeki karanlık madde miktarını ve dağılımını oldukça hassas bir şekilde hesaplayan bilim insanları oldukça detaylı bir harita çıkarmayı başardılar. Bu haritadan edinilen bilgi karanlık maddenin “soğuk” karanlık madde modeli lehine olduğu yönünde. Bu modele göre karanlık madde ışık hızına göre oldukça yavaş hareket eden ve birbiriyle etkileşmeyen parçacıklardan oluşuyor. Araştırmacılara göre bu haritanın standart model ile olan uyumu da karanlık maddenin keşfi için önemli bir adım niteliğinde, fakat bu başarıya rağmen karanlık madde parçacığı henüz tam olarak keşfedilebilmiş değil.

Karanlık madde dağılımının yüksek çözünürlüklü modellemesi

Kaynaklar:

http://www.sciencemag.org/news/2017/03/scientists-unveil-most-detailed-map-dark-matter-date?utm_source=sciencemagazine&utm_medium=facebook-text&utm_campaign=darkmapper-11524

http://www.dailymail.co.uk/sciencetech/article-4272668/Yale-astrophysicists-reveal-detailed-map-dark-matter.html

Çeviri: Alper Karasuer

Cüce Gezegen Ceres’te Yaşam Olabilir mi?

 

Bu sanatçı tasviri, NASA’nın Dawn uzay aracının Ceres’in yörüngesindeyken çektiği fotoğraflardan oluşturulan yüzey haritasına dayanarak yapılmış. Tasvir, Occator kraterinde ve başka yerlerde görülen çok parlak maddesel lekeleri gösteriyor. La Silla, Şili’deki 3,6 metrelik ESO teleskobunun HARPS spektrografını kullanarak yapılan yeni gözlemler, lekelerin beklenmedik bir şekilde günlük değişimlerini ortaya çıkardı ki bu da değişimlerin Ceres döndükçe Güneş ışığının etkisi altında gerçekleştiğini akla getiriyor. Telif Hakkı: SO/L.Calçada/NASA/JPL-Caltech/UCLA/MPS/DLR/IDA/Steve Albers/N. Risinger

Uzaylılar sandığımızdan daha da yakında olabilir. Astronomlar geçtiğimiz günlerde, Ceres cüce gezegeninde Dünya dışı yaşam olma ihtimalini destekleyecek organik moleküller keşfetti.

Maria Cristina de Sanctis tarafından yürütülen bir araştırma ekibi NASA’nın Dawn uzay aracından elde edilen verileri incelerken, Ceres’de bulunan Ernutet kraterinden gelen parlak ışıkları fark etti.

Dawn, yayılan ışınları kaydederek hangi dalga boyundan ne kadar ışık yayıldığını ölçtü. Farklı türdeki atomlar arasında oluşan bağlar farklı dalga boylarındaki ışıkları emdiklerinden, gözlenen molekülün içeriğini dalga boyundan anlamak mümkün. Bu veriler De Sanctis ve ekibine Ceres’te karbon temelli, metil ve metilen grupları içeren moleküller bulunduğunu gösterdi. Molekülün ne olduğu tam olarak bilinmese de Dünya’da katran benzeri minerallere yakın bir dizilime sahip olduğu biliniyor.

Araştırma ekibi üyelerinin açıklamasına göre bu moleküller tamamen cüce gezegene özgü, yani asteroid ya da kuyrukluyıldız çarpışmaları sonucu gezegene ulaşmamış; çünkü böyle bir çarpışma sonrasında oluşan yüksek sıcaklıklarda organik moleküller parçalanırdı.

Ceres, çok ince bir atmosfere sahip. Yüzeyindeki sıcaklık -27 ile -107 °C arasında değişiyor. Fakat yüzeyinin altında yüksek miktarlarda buz bulunduruyor—hatta okyanus bulunduruyor bile olabilir—ve hala oluşum günlerinden kalma, gezegenin alt tabakalarında yüksek miktarda ısı barındırıyor olma ihtimali de var. Amonyak içeren mineraller, tuzlar ve yeni bulunan organik molekülleri de eklersek Ceres, bir yaşamın oluşması ve gelişmesi için teoride birçok kriteri sağlıyor.

“Ceres’in oluşum günlerinden kalma iç sıcaklığını koruması ve yer altı okyanusları barındırması ihtimaline karşın, ilkel yaşam formları Ceres’de oluşmuş olabilir.” açıklamasında bulunuyor Avrupa Uzay Ajansı’nda bilim insanı ve aynı zamanda makalenin yayınlandığı Science dergisinde yazar olan Michael Küppers. Küppers, araştırmaya dahil olmadı, bunu da belirtelim…

Dawn uzay aracı tarafından Ernutet krateri çevresinden toplanan veri. Kırmızıya yaklaşan renkler daha yoğun düzeyde organik molekül barındırıyor. Telif: NASA/JPL-Caltech/UCLA/ASI/INAF/MPS/DLR/IDA

Dawn uzay aracının görünür ve kızılötesi dalga boylarında ışınlar kullanarak keşfettiği organik moleküller cüce gezegenin kuzey yarımküresinde bulunan 53 kilometre genişliğindeki Ernetut kraterinde ve bu kratere 400 kilometre uzaklıkta bulunan Inamahari krateri çevresinde yoğunlaşmış; yaklaşık olarak 1000 kilometrekarelik bir alana yayılmış durumda.

Organik moleküller daha fazla alana da yayılmış olabilir. Dawn uzay aracı 2015 yılından bu yana cüce gezegenin sadece 60° güney ve 60° kuzey enlemleri arasında bulunan orta bölümünü taradı.

“Ernetut kraterinin jeolojik ve morfolojik özellikleri geçtiğimiz aylarda elde edilen verilerle dikkatli bir şekilde inceleniyor; ama neyin onu bu kadar özel yaptığı konusunda emin değiliz,” diye açıklamada bulunuyor De Sanctis. Ceres’in karmaşık yapısının astrobiyologlara ilgi çekici geldiği aşikar.

De Sanctis, Jüpiter ve Satürn’ün okyanus barındıran uydularına gönderme yaparak, “Bazı yönlerden Europa ve Encladus’a oldukça benziyor,” diye de belirtiyor.

“Ceres’in yüzeyinde, Enceladus’taki gaz bulutlarında rastladığımız bileşiklere benzer bileşikler görüyoruz. Ceres’in yüzeyi Jüpiter ve Satürn’ün uydularında daha sıcak sayılabilir—Güneş’e olan uzaklıkları göz önünde bulundurulursa… Ceres’in yer altı okyanuslarına sahip olduğuna dair şimdilik bir kanıtımız olmasa da, yakın zamanda yeraltında sıvı barındırdığına dair ipuçlarımız var,” diye ekliyor De Sanctis son olarak.

Ceres’in 4,5 milyar yıl önce oluştuğuna inanılıyor ve gezegenin mineral yapısını anlamak; yaşama elverişli olup olmadığına, hatta bizim Dünya’mızda da yaşamın oluşumuna dair ipuçları verebilir. Bu son çalışma gösteriyor ki Güneş Sistemi’mizde Ceres; Mars’tan sonra, uzaylı yaşam formu bulmak için en uygun seçenek.

Ceres Güneş’e Dünya’dan daha uzak, bu yüzden Güneş’in yıkıcı radyasyonundan daha az etkileniyor. Tüm bunlara rağmen Ceres’de yaşam bulunsa bile yer seviyesinin kilometrelerce altında bulunması bekleniyor.

Araştırmacıların hala ne bulduklarına dair bir sürü soruları var. Ekip, gözlemledikleri organik moleküllerin neden belirli bölgelerde toplandığını ve Ceres’in evriminde ne gibi bir etkileri olduğunu anlamaya çalışıyor. Dawn uzay aracı gözlemlerine devam ettikçe, önümüzdeki günlerde Ceres ve yapısı hakkında daha detaylı bilgiler elde edeceğiz.

Kaynaklar:

http://www.space.com/35729-dwarf-planet-ceres-organic-molecules.html

https://www.forbes.com/sites/samlemonick/2017/02/17/the-dwarf-planet-ceres-may-have-the-ingredients-for-life/#669ec9df2fe9

http://www.popsci.com/dwarf-planet-ceres-contains-key-ingredients-for-life

http://www.theverge.com/2017/2/16/14642506/organic-compounds-ceres-dwarf-planet-dawn

NASA’nın Teleskobu Yaşanabilir Bölgede Bulunan En Kalabalık Dünya Benzeri Gezegen Grubunu Keşfetti

NASA’nın basın bülteninin İngilizce orijinaline buradan erişilebilir.

Çeviri: Doğuş Kaçmaz, Çağatay Kerem Dönmez, Mina Meşe, Ulaş Can Yazar

Bu illüstrasyon, TRAPPIST-1 sisteminde keşfedilen yeni gezegenlerden biri olan TRAPPIST-1f’nin olası yüzeyini göstermektedir. Spitzer Uzay Teleskobu’nu ve yer teleskoplarını kullanan bilim insanları, TRAPPIST-1 sisteminde Dünya boyutunda yedi adet gezegen bulunduğunu keşfettiler.
Telif: NASA/JPL-Caltech
Keşif hakkında daha fazla resim ve video için tıklayın

NASA’nın Spitzer Uzay Teleskobu ile yapılan çalışmalar sonucunda Güneş Sistemi’mizin dışında bulunan, tek bir yıldız etrafında dolanan, Dünya boyutlarında yedi adet gezegen keşfedildi. Teleskop ile yapılan detaylı araştırmalar sonucunda keşfedilen gezegenlerden üçünün yaşanabilir bölgede olduğu ve ana yıldız etrafındaki kayalık gezegenlerin bünyelerinde sıvı su barındırma ihtimallerinin çok yüksek olduğu belirtildi.

Yapılan bu keşif, Güneş Sistemi’mizin ötesinde tek bir ana yıldıza sahip başka bir sistemin yaşanabilir bölgesinde bulunan gezegen sayısına yeni bir rekor getirdi. Sistemdeki yedi gezegenin her birinin uygun atmosfer koşulları içerisinde sıvı halde suya sahip olabileceği ve bu olasılığın sistemin yaşanabilir bölgesinde bulunan üçü için daha da yüksek olduğu belirtiliyor.

NASA’nın Washington Bilim Misyon Müdürlüğü’nde yönetici olan Thomas Zurbuchen yapılan keşif için, “Bu keşif, gökadamızda yaşama elverişli olan bölgeleri bulmamızda çok önemli bir role sahip,” dedi. “Bizim önceliğimiz ‘Evrende yalnız mıyız?’ sorusuna yanıt bulabilmek; ve yaşanabilir bölgede yer alan bu denli fazla sayıda gezegen keşfetmek, amacımıza doğru giden yolda kayda değer bir seviyede ilerlememize yardımcı oluyor.”

NASA’nın Spitzer Uzay Teleskobu tarafından gözlemlenen, TRAPPIST-1 ismindeki küçük, aşırı soğuk cüce yıldızın etrafında turlayan Dünya boyutlarındaki yedi gezegen. Yedi gezegenden üçü yaşanabilir bölgede bulunuyor.
Telif: NASA
Bu videoyu YouTube üzerinden izlemek için tıklayın

Aşırı soğuk cüce yıldız TRAPPIST-1 ve etrafında turlayan Dünya boyutlarındaki yedi gezegen. Bu sanatçı tasviri, 23 Şubat 2017’de Nature dergisinin kapağında yer aldı.
Telif: NASA/JPL-Caltech
Tam boyutlu resmi ve açıklamaları görmek için tıklayın

Bulunan gezegen sistemi Kova takımyıldızında, bizden yaklaşık 40 ışık yılı (380 trilyon kilometre) uzaklıkta yer alıyor. Bulunan gezegenler Güneş Sistemi’miz dışında yer aldığından, onlara bilimsel olarak “ötegezegen” deniyor.

Bu ötegezegen sisteminin adı TRAPPIST-1 ve sistem adını Şili’deki “Geçiş Yapan Gezegen ve Gezegenimsiler Küçük Teleskobu”ndan (TRAPPIST) alıyor. 2016’nın mayıs ayında TRAPPIST’i kullanan araştırmacılar, sistemde üç gezegen keşfettiklerini duyurdular. Avrupa Güney Gözlemevi (ESO) de dahil olmak üzere yer tabanlı birkaç teleskoptan da yardım alınan çalışmada, Spitzer’dan alınan bilgiler gezegenlerin ikisinin varlığını doğruladı ve buna ek olarak beş farklı gezegen daha keşfetti. Böylece sistemdeki keşfedilmiş olan gezegen sayısı yediye yükselmiş oldu.

Araştırmanın yeni sonuçları çarşamba günü Nature dergisinde yayımlandı ve NASA’nın merkezi olan Washington’da düzenlenen kısa toplantıda duyuruldu.

Ekip, Spitzer’dan gelen veriler ışığında yedi gezegenin de boyutlarını hesapladılar ve altısının kütleleri hakkındaki ilk tahminlerde bulunarak, yoğunluklarının tahmini olarak hesaplanabilmesini sağladılar.

Yoğunluklarından yola çıkılarak tüm TRAPPIST-1 gezegenlerinin yerbenzeri, yani kayasal gezegenler oldukları düşünülüyor. Gelecek gözlemler bu ötegezegenlerin yalnızca su açısından zengin olup olmadığını değil, yüzeylerinde sıvı halde su bulunup bulunmadığına da karar vermemizi sağlayacak. Yedinci ve en uzaktaki gezegenin kütlesiyle ilgili henüz bir tahmin yok. Bilim insanları bu ötegezegenin buzlu, kar topu benzeri bir gezegen olduğuna inanıyorlar, fakat kesin bir şey söylemek için daha fazla gözleme ihtiyaç var.

“TRAPPIST-1’in yedi harikası, bu tür bir yıldızın etrafında dolandığı keşfedilen ilk Dünya boyutlu gezegenler,” diyor, makalenin baş yazarı ve Belçika’da bulunan Liege Üniversitesi’nin TRAPPIST ötegezegen araştırmasının baş araştırmacısı olan Michael Gillon. “Ayrıca bu, potansiyel olarak yaşam barındırabilecek Dünya büyüklüğündeki gezegenlerin atmosferlerini çalışmak için şimdiye kadarki en iyi hedef.”

Bir sanatçının tasviri, gezegenlerin büyüklük, kütle ve yörünge uzaklıklarının elde bulunan verilerine dayanarak TRAPPIST-1’in gezegenlerinin nasıl görünebileceğini gösteriyor.
Telif hakkı: NASA/JPL-Caltech
Tam boyutlu resim ve açıklamasını görmek için tıklayın

Güneş’imizin tersine, bir aşırı soğuk cüce olarak sınıflandırılmış TRAPPIST-1 yıldızı o kadar soğuk ki [Çeviri notu: O kadar “soğuk” ki, yıldızın yüzeyi sadece 2300 °C!], çok yakınında dolanan gezegenlerin yüzeyi sıvı su bulunduruyor olabilir. TRAPPIST-1’in yedi gezegeninin de yörüngeleri yıldızlarına, Merkür’ün yörüngesinin Güneş’e olduğundan daha yakın. Ayrıca, gezegenler de birbirlerine çok yakınlar. Eğer biri gezegenlerin birinin yüzeyinde durup göğe baksaydı, bazen göğümüzdeki Ay’dan bile büyük gözükecek komşu gezegenlerin jeolojik yapılarını veya bulutlarını görebilirdi.

Ayrıca, gezegenler yıldızlarına kütleçekimsel olarak kilitlenmiş, yani gezegenin hep aynı yüzü yıldıza bakıyor olabilir. Bu durumda gezegenlerin ön ve arka yüzleri sürekli gündüzü veya geceyi yaşamakta. Bu da gezegenlerin hava durumu örüntülerinin Dünya’nınkinden çok farklı olabileceği anlamına geliyor: gündüz tarafından gece tarafına doğru esen kuvvetli rüzgarlar ve aşırı sıcaklık değişimleri gibi.

Güneş’in etrafında turlayan Dünya’yı takip eden bir kızılötesi teleskop olan Spitzer, TRAPPIST-1’i çalışmak için birebir, çünkü yıldız insan gözünün görebileceğinden daha uzun bir dalgaboyuna sahip kızılötesi ışıkta en çok parlamakta. 2016 sonbaharında, Spitzer TRAPPIST-1’i durmadan neredeyse 500 saat boyunca gözlemledi. Spitzer, gezegenlerin yıldızlarının önünden yeterli sayıda geçişini gözlemleyip sistemin karmaşık yapısını ortaya çıkarmasını sağlayacak uygun bir yörüngede konumlanmış durumda. Mühendisler, beş yıllık faaliyetinin ardından planlandığı şekilde soğutucusu biten Spitzer’in, “sıcak görev” faaliyetleri sırasında gezegen geçişlerini gözlemleme yeteneğini en iyi duruma getirmişlerdi.

Pasadena, Kaliforniya’daki Caltech/IPAC’ta bulunan NASA’nın Spitzer Bilim Merkezi’nin müdürü Sean Carey, “Bu, 14 yıllık Spitzer faaliyetleri süresince gördüğüm en heyecan verici sonuç,” dedi. “Spitzer sonbaharda bu gezegenler hakkındaki bilgilerimizi iyileştirmek için çalışmalarına devam edecek, böylece James Webb Uzay Teleskobu da devamında çalışmaları sürdürebilir. Sistemin daha fazla gözlemlenmesi şüphesiz daha fazla sırrı açığa çıkaracak.”

Spitzer’ın keşfinin ardından NASA’nın Hubble Uzay Teleskobu da yaşanabilir bölgede olan üç gezegen de dahil olmak üzere dört gezegen için gözlem başlattı. Bu gözlemler, gezegenlerin etrafında Neptün gibi gaz devlerinde olan hidrojen ağırlıklı, şişkin atmosferlerin varlığını keşfetmeyi amaçlıyor.

Bu 360 derecelik panorama yeni saptanan bir gezegenin, TRAPPIST 1-d’nin, yüzeyini tasvir ediyor. Gezegen yaklaşık 40 ışık yılı uzakta olan yedi gezegenlik bir sistemde bulunuyor. Farenizi ya da mobil cihazınızı kullanarak bir sanatçının yaptığı bu uzaylı gezegenin tasvirini keşfedin.
Telif: NASA
Bu 360 derecelik panoramayı YouTube’dan izleyin

Mayıs 2016’da Hubble takımı en içteki iki gezegeni inceledi ve böyle bir atmosfere ilişkin bir kanıt bulamadı. Bu da yıldıza en yakın olan gezegenlerin taşlı yapıda olması ihtimalini güçlendirdi.

Hubble çalışmasının yardımcı liderliğini ve Baltimore, Maryland’de bulunan Uzay Teleskobu Bilim Enstitüsü’nde (Space Telescope Science Institute) astronomluk yapan Nikole Lewis, ‘’TRAPPIST-1 sistemi önümüzdeki on yıl boyunca Dünya boyutlarındaki gezegenlerin etrafındaki atmosferi incelemek için en iyi şanslardan birini sunuyor.’’ şeklinde açıklama yaptı. NASA’nın gezegen avcısı Kepler uzay teleskobu da TRAPPIST-1 sistemini inceleyerek, önünden geçen gezegenler yüzünden yıldızın parlaklığındaki küçük değişiklikleri ölçüyor. K2 görevini yürüten uzay aracının gözlemleri, astronomların sistemde yeni gezegenler aramasına yardımcı olacağı gibi bilinen gezegenlerin özelliklerini de daha iyi anlamalarını sağlayacak. K2 gözlemleri martın başında sonuçlanacak ve halka açık bir arşivde yayınlanacak.

TRAPPIST-1’e bir yolculuğun nasıl olabileceğini gösteren bir poster.
Telif: NASA/JPL-Caltech
Tam boyutlu resmi görmek için tıklayın

Spitzer, Hubble ve Kepler uzay teleskopları, astronomların NASA’nın 2018’de fırlatılacak olan James Webb Uzay Teleskobu’nu kullanacak devam çalışmalarını planlamalarında yardımcı olacak. Çok daha büyük hassasiyete sahip olan Webb, atmosferde bulunan su, metan, oksijen, ozon ve diğer bileşenlerin kimyasal parmak izlerini algılayabiliyor olacak. Webb ayrıca gezegenin yaşanabilirliğini belirlemek için gereken sıcaklığı ve yüzey basıncını da analiz edebilecek.

Spitzer Uzay Teleskobu görevini, NASA’nın Uzay Görevleri Müdürlüğü adına kurumun Pasadena, Kaliforniya’da bulunan Jet İtki Laboratuvarı yönetiyor. Bilimsel operasyonlar yine Pasadena, Kaliforniya’daki Caltech’te bulunan Spitzer Bilim Merkezi’nde yürütülüyor. Uzay aracı operasyonları Littleton, Kolorado’da bulunan Lockhead Martin Uzay Sistemleri Şirketi tarafından işletiliyor. Veriler Caltech/IPAC’te bulunan Kızılötesi Bilim Arşivi’nde depolanıyor. Caltech ayrıca NASA adına Jet İtki Laboratuvarı’ını yönetiyor.

Spitzer hakkında daha fazla bilgi için: https://www.nasa.gov/spitzer

TRAPPIST-1 sistemi hakkında daha fazla bilgi için: https://exoplanets.nasa.gov/trappist1

Ötegezegenler hakkında daha fazla bilgi için: https://www.nasa.gov/exoplanets

Görmek İnanmaktır

Bundan 13 yıl önce, 2004’te Erboğa Takımyıldızı’nda 2M1207 yıldızının yörüngesinde bulunan 2M1207b Ötegezegeni’nin keşfiyle Güneş Sistemi’nin dışındaki gezegenlerin(ötegezegenler) yıldızlarına olan küçük etkileri gözlemlenerek(transit fotometri) dolaylı yöntemler ile değil; direkt olarak da gözlemlenebildiği bir çağa girmiş bulunuyoruz.

Resim-1: 2M1207b gezegeninin (kırmızı) 2M1207 yıldızı (mavi) ile birlikte kızılötesi fotoğrafı.

Gezegenler yıldızlar gibi birer ışık kaynağı değildirler ve ancak kendi üstlerine gelen ışığı yansıtabilirler bu sebeple ve yıldızlara göre çok daha küçük cisimler olmalarından dolayı onlardan gelen ışık yıldızın parıltısı içinde kaybolup gider ve ayırt edilemez hale gelir. Dolayısıyla genel olarak gezegenleri ayırt edebilmek oldukça zordur. Ancak yıldız sistemi bize yaklaştıkça ve söz konusu gezegenin boyutu ile kendi yıldızıyla olan mesafesi arttıkça gözlem yapmak nispeten daha kolay olmaktadır. Bir cismi direkt olarak görebilmek dolaylı olarak görmekten çok daha tatmin edici olduğu için gözlem açısından apayrı bakış açıları kazandırmasının yanı sıra bu teknik bilim insanlarına gözlenen gezegen hakkında oldukça değerli bilgiler elde edebilme imkanı sunuyor. Ancak bu avantajların yanı sıra bu tekniğin dezavantajı sadece belli koşullar altında işleyebiliyor olmasıdır ve bu da haliyle büyük ölçekli çalışmalarda sınırlayıcı bir faktör haline geliyor.

2004 yılından bugüne kadar direkt gözlem tekniğiyle 20’den fazla ötegezegen keşfedilmiştir. Bunlar arasında en çok dikkat çekenler, keşfedilen ilk 10 gezegenin içerisinde olmalarıyla beraber aynı yıldız sisteminde bulunan tek ötegezegenler olma niteliği taşıyan HR 8799 b, c, d, e gezegenleridir.

İlk üç gezegen (b, c, d) 2008 yılında Herzberg Astrofizik Enstitüsü’nden Christian Marois ve ekibi tarafından (Bu üç gezegen 1998 yılında Hubble Uzay Teleskobu’nun NICMOS cihazı tarafından fotoğraflanmıştı ancak sadece daha sonra keşfedilen bir ek işlem sayesinde görülebilir oldukları için o tarihte açıklanmamıştı);  dördüncü gezegen ise (yıldıza en yakın konumda, yaklaşık 15 Astronomik Birim uzaklıkta) aynı ekip tarafından 2010 yılında Hawaii’deki Keck ve Gemini teleskopları yardımı ile keşfedildi.

Resim-2: Hubble tarafından çekilen fotoğrafta HR8799 yıldızı ve işlem gördükten sonra görünen gezegenleri.

Bu dört gezegenin hepsi gaz devi olmakla beraber kütleleri 7 ile 10 Jüpiter Kütlesi arasında, boyutları ise Jüpiter’in 1.2 ile 1.3 katı arasında değişmektedir yani birbirlerine oldukça benzemektedirler. Kütlelerinin oldukça büyük olmasından ötürü bu gezegenlerin birbirlerine olan mesafeleri de oldukça büyük, ayrıca sistemin stabil olup olmadığı da bilinmiyor yani yıllar sonra bu gezegenlerden biri diğerinin yanından ayrılıp bir “kaçak gezegen” olabilir.

Resim-3: Yetişkin bir insandan daha küçük boyutlu bir teleskobun, bir ötegezegenin direkt olarak fotoğraflanmasında ilk kez kullanılması özelliğini taşıyan ve HR8799 yıldızı ile beraber 3 gezegenini gösteren bir fotoğraf.

Bu gaz devlerinin yörüngesinde bulunduğu yıldız Pegasus Takımyıldızı’nda, bize 129 ışık yılı mesafede bulunan ve ~30 milyon yaşındaki yani nispeten genç bir yıldız olan HR 8799 yıldızıdır. Bu yıldız 1.5 Güneş Kütlesi’ne sahiptir ve parlaklığı Güneş’in 4.9 katıdır. Ayrıca bu yıldız tesadüfi olarak 1995 yılında ilk ötegezegenin keşfedildiği 51 Pegasi yıldızına oldukça yakındır.

Berkeley NExSS (Nexus for Exoplanet System Science) grubunun lideri James Graham’a göre bu sistemin oldukça ilginç ve kimisi bizim Güneş Sistemi’mize benzer bazı özellikleri var. Bunlardan bir tanesi gezegenlerin yörünge periyotlarının birbirlerine 1:2:4:8 sayıları ile orantılı olmasıdır, tıpkı Jüpiter’in Galilei uydularında olduğu gibi. (1:2:4 sırası ile Io, Europa ve Ganymede için geçerlidir ancak Callisto için böyle bir durum yoktur.)

Yine aynı gruptan (Berkeley NExSS) bir yüksek lisans öğrencisi olan Jason Wang yörünge rezonansı adı verilen bu olaydan ilham alarak 7 yıllık bir süre boyunca gezegenlerin dansını gösteren bir video hazırlama çalışması yürütmüş. Böyle bir video hazırlayabilmek için bu gezegenleri keşfeden isim olan Christian Marois Hawaii’deki 10 metrelik Keck teleskobundan alınan 7 yıllık veriyi 7 film karesi haline getirdi. Daha sonra Jason Wang’ın Beta Pictoris b gezegeni için yaptığı benzer bir projede kullanılan algoritma ile bu 7 kare 100 kareden oluşan akıcı bir video haline getirildi. “Motion Interpolation” adı verilen bu yöntemle gözlemler arasındaki zaman farkından dolayı görünen boşluklar gezegenin katettiği yol tahmin edilerek kapatılıyor böylece gezegenin 1 ay boyunca katettiği yolun bir yerden bir yere atlıyormuş gibi görünmesini engelliyor. 7 yıl gibi bir süre boyunca gözlem yapılmasına rağmen gezegenlerin yıldıza yakından uzağa doğru sırayla 49 yıl, 112 yıl, 225 yıl ve 450 yıl gibi oldukça uzun yörüngesel periyotları olduğu için videoda yörüngelerin ancak küçük bir kısmı görülebiliyor.

Resim-4: HR 8779 yıldızı ve dört gezegeni. Resmin ortasındaki siyah kısım gözlem esnasında yıldızın kendi ışığını kapatarak gezegenlerin görülebilmesini sağlıyor.

Bu kadar uzaktaki gökcisimlerinin bir nokta olarak bile olsa direkt olarak gözlemlenebildiğini bilmek oldukça etkileyici görünüyor. Şu an için sadece bir hayal bile olsa belki ileride gelişen gözlem teknikleri sayesinde ötegezegenlerdeki bulutları, denizleri bile görebiliriz.

Kaynaklar:

https://en.wikipedia.org/wiki/Methods_of_detecting_exoplanets#Direct_imaging

http://www.planetary.org/explore/space-topics/exoplanets/direct-imaging.html

https://en.wikipedia.org/wiki/Fomalhaut_b#cite_note-Kalas2008-2

https://en.wikipedia.org/wiki/2M1207b#Discovery_and_identification

http://www.manyworlds.space

https://phys.org/news/2017-01-four-planet-imaged-motion.html

https://arxiv.org/abs/0902.3247https://en.wikipedia.org/wiki/HR_8799

Yazan: Alper Karasuer

Bir Kahraman Daha Aramızdan Ayrıldı

Gemini 9A, Apollo 10 ve Apollo 17’de görev alan Eugene Cernan, Ay’da yürümüş 12. ve son kişi olarak geçtiğimiz gün hayata veda etti. Bu her ne kadar üzücü bir kayıp olsa da Cernan’ın dünyaya bıraktıkları hakkında aynı şeyin söylenmesi mümkün değil.

Kariyerine deniz kuvvetlerinde başlayan ve ardından hava araçlarında yüzlerce saat harcayan Cernan bu deneyimleri sayesinde 1963 yılında NASA’ya astronot olarak katıldı. İlk uzay uçuşu Gemini 9A’ydı (ilk olarak Gemini 9’un yedek pilotu olarak listedeydi fakat orijinal ekibin pilotları egzersiz uçuşunda talihsiz bir kaza ile hayatlarını kaybetti.). İlk ”uzay yürüyüş”lerinden birini yapacak olacak Cernan, aracın yeterince uzuv desteği-tutacağı- olmaması sebebiyle zorlansa da büyük bir yorgunluğun ardından çoğu görevini tamamladı; ve gelecek uzay görevlerine katkıda bulunacak değerli bilgiler topladı.

İkinci görevi olan Apollo 10 ile 1969’da tekrar uzaya çıktı. Bu görevin amacı Ay’a inişi simüle etmekti -Apollo 10’un başarısı, Apollo 11 ile Buzz Aldrin’in Ay’a ayak basmasını sağladı. Görev gayet normal gidiyordu; Komuta Modülü ”Snoopy”, Ay Modülü ”Charlie Brown”a geri dönmeye çalışana kadar. Snoopy’nin yön bulma sistemi yanlış yönü gösterdiğinden mürettebat bir süre Ay’ın üzerinde dönmeye başladı. Fakat durumu kontrol altına almayı başardılar ve görev başarıyla tamamlandı.

12 Aralık 1972’de son görevi olan Apollo 17 ile Ay’dan ayrılmadan önce ”Geldiğimiz gibi gidiyoruz, ve umarım, tüm insanlığa barış ve umutla döneceğiz.” diyen Cernan, Ay’daki ayak izlerinin yanı sıra yüzeye tek çocuğu olan kızının adının baş harflerini çizdi. Hikayesini anlatan The Last Man on the Moon (Ay’daki Son Adam) isimli belgeselde deneyimini “Oradan ayrılmak üzere mekiğe çıkan merdivenleri tırmanmak oldukça güçtü çünkü geri dönmek istemedim. Biraz daha kalmak istiyordum. Belki de hayatımın en parlak anıydı. Hani dondurmak istediğiniz anlar vardır fakat yapamazsınız… O anı dondurmak ve yanımda götürmek istedim.” şeklinde anlattı. Hayatının son zamanlarında bile uzayı keşfetme tutkusundan vazgeçmeyen Cernan, ülke liderlerini ve gençleri ”Ay’da yürüyen son insan” olarak kalmaması yönünde teşvik etti.

Yazıda biraz kişiselleşme yönüne gitmek istiyorum. Ay’a bir teleskopla baktığım ilk seferde gözlerim dolmuştu. Belki de asla Ay’da yürüyemeyeceğimi düşünmüştüm ve o muhteşem görüntüyü gördükten sonra bu benim canımı çok yakmıştı. Ay’daki Son Adam’ı izledim ve Carnen’ın bir sözünden sonra bütün fikrim değişti. Yazıyı kendisine son bir kez elveda diyerek ve o sözleri sizinle paylaşarak bitirmek istiyorum. ”Genelde küçük çocuklara, özellikle torunlarıma şunu söylerim: Asla kendinden vazgeçme. Eğer denemezsen asla ne kadar iyi olduğunu bilemezsin. İmkansızı hayal et, oraya çık ve bunu başar. Ben Ay’da yürüdüm, neden sen de yapamayasın?”.

Yazan: Ulaş Can Yazar

Göktürk-1 Uydusu Fırlatıldı

Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. ‘nin (TUSAŞ), İtalyan Telespazio Şirketi ve Aselsan’ın, Türkiye Cumhuriyeti Milli Savunma Bakanlığı için tasarlanmış olan, Türkiye’nin Göktürk-2’den sonra yüksek çözünürlüklü bir diğer uydusu  5 Aralık 2016’da Kourou’da Fransa’nın Güney Amerika’daki ilindeki Guyana Uzay Merkezi’nden fırlatıldı. Bu programın tüm bütçesi 250 milyon Euro’yu geçmektedir. Dünya’yı gözlemleyen 1060 kg ağırlığındaki, Güneş enerjili bu uydunun, yüksek çözünürlüklü bir optik sensörü (0,8m) vardır ve sensörün ömrü 7 senedir. Ayrıca projenin bir diğer önemli kısmı ise Türkiye’de kurulmuş olan tesis etabıdır. Türkiye’de kurulan bu tesiste, 5.00 kilograma kadar uzay aracının montajı, entegrasyonu ve denenmesi yapılabilmektedir. Uydu yaklaşık 90 dakikada Dünya çevresinde bir tur atacağı ve bir sene içerisinde 60 binden fazla görüntü alacağı tahmin ediliyor.

Bu uydunun amacı TUSAŞ’ın internet sitesinde şu şekilde açıklanmıştır:

“GÖKTÜRK-1 Programının amacı; coğrafi kısıtlama olmaksızın dünya üzerinde herhangi bir bölgeden askeri istihbarat amaçlı yüksek çözünürlüklü görüntü elde edilmesine imkan tanıyacak; aynı zamanda orman alanlarının kontrolü, kaçak yapılaşmanın takibi, doğal afet sonrası en kısa sürede hasar tespiti, ürün rekolte tespiti, coğrafi harita verilerinin üretilmesi gibi pek çok sivil faaliyet alanında da görüntü ihtiyacını karşılayacak bir uydu sisteminin tedarik edilmesidir.”

TUSAŞ’ın yürütmeye devam ettiği bir diğer proje de Göktürk-3’tür. Bu proje tamamen yerli bir tasarım (uydu ve yer istasyonu) olarak başlamıştır. Göktürk-3 uydusu Türkiye’nin ilk sentetik aralıklı uydusu olacaktır ve 2019’da fırlatılması planlanlanmaktadır.

Kaynakça:

Yazan: Çağıl Benibol

HALKA ÖPEN YÖRÜNGELER

Cassini son görevi “Halka Öpen Yörüngeler” e hazırlanıyor…

NASA’nın Cassini uzay aracı yolculuğunun en heyecanlı bölümüne başlamak üzere. Mühendisler bu yıl boyunca büyük bir itinayla uzay aracının eğimini Satürn’ün ekvatoruna ve halkalarına göre arttırmak için  gezegenin etrafında uzay aracının yörüngesini genişletmeye çalıştılar.30 Kasım’da Satürn’ün uydusu Titan’ın gravitasyonel alanından yararlanan Cassini, görevinin heyecan verici son oyununun ilk evresine girecek.

1997’de fırlatılan Cassini, Satürn’ün halkaları ve uyduları  hakkında daha detaylı bilgilere ulaşmak amacıyla gezegenin sistemine oturduğu 2004 yılından beri  yörüngeyi turluyor.Bu yolculuk esnasında, uydusu Enclaudus’un tüm yüzeyi kaplayan okyanusunu bulmakla birlikte diğer uydularından biri olan Titan’da sıvı metan denizleri bulması  gibi sayısız keşiflere imza attı.

Cassini 30 Aralık ile 22 Nisan arasında Satürn’ün keşfedilmemiş bölgelerinde; dışta kalan ana halkaların tepelerine her yedi günde bir dalış yaparak -bu olay 20 defa gerçekleşecek- gezegenin kutuplarının üstünden ve altından dolanacak.

NASA’nın jet itki laboratuvarında Cassini projesinde çalışan Linda Spilker “Biz görevin bu evresine Cassini’nin Halka Öpen Yörüngeleridiyoruz çünkü halkaların en dış tepelerini sıyırıp geçmiş olacağız.” diyor ve ekliyor : “Ayrıca  biz halka düzleminde ilerlerken iki aygıtımız  parçacıkların ve gazların örneklerini değerlendirecek , işte bu yüzden bir bakıma Cassini halkaları sıyıracak.

Bu geçişlerin birçoğunda Cassini’nin aygıtları halkaların yakınında bulunan sönük gaz moleküllerini ve halkaları oluşturan parçacıkların örneklerini direkt almaya çalışacak. Uzay aracı ilk iki halkadaki yolculuğunu sürdürürken, iki küçük uydu olan Janus ve  Epimetheus’a çarpan küçük meteorların oluşturduğu son derece sönük halkanın içinden geçecek. Mart ve Nisan’daki halka geçişleri uzay aracını F halkasının tozlu uzantılarına gönderecek.

Cassini projesinde faaliyet gösteren  Earl Maize : “F halkasına daha önce olduğundan çok daha fazla yaklaşmış olmamıza rağmen hala 7,800 km uzaktayız. Bu aralıktaki toz bulutu tehlikesine dair çok az endişe var.”

F halkası ana halka sisteminin en dış sınırını belirtiyor. Aslında Satürn’ün oldukça fazla halkası var ama gezegenden daha uzak ve ana halkalardan daha sönükler. Karmaşık bir yapıya sahip olan bu F halkası sürekli değişmekte : Cassini’nin görüntüleri, zayıf ipliksi ve sadece saatler içinde ortaya çıkıp gelişen yapılar ortaya koydu. Aynı zamanda halka oldukça dar –sadece 800 km genişliğinde. Çekirdeğinde yaklaşık 50 kilometre genişliğinde daha yoğun bir bölge var.

Görülecek Çok Yer Var

Cassini’nin;Pandora, Atlas, Pan ve Daphnis uydularının en iyi konumlanmış görüntülerini elde etme olanağı da dahil ve bu halkaların uçlarında veya yakınında yörünge izleyen küçük uyduların çeşitliliğini gözlemleme imkanı sunuyor.

Halkaların tepelerinden geçmek , Satürn’ün ana halkaları (A,B  ve F halkaları)nın dış kısımlarına dair daha önce ulaşılmayan birçok bilgiye ulaşma imkanı sağlayacak ve bu alanların 2004’ten bu yana elde edilmiş en ayrıntılı görüntülerini elde etmesi bekleniyorGörev Aralık’ta ,halkaları genişliği boyunca görüntülemekle, piksel başı 1 kilometreden küçük ayrıntıları çözmekle ve Cassini’nin halkalarının karmaşık yapısının en kaliteli ve en iyi bir şekilde  taranmasıyla  başlayacak.

Görev, görünmeyen uyducukların varlığını ortaya çıkaran “pervaneler” adlı A halkasındaki küçük ölçekli yapıların özelliklerini tahkik etmek suretiyle devam edecek. Biliminsanları, uçak pervanelerine benzeyen şekillerinden dolayı ,daha kalıcı özelliklere gayrı resmi isimler vermişler ve bu noktada Atlas Okyanusu’nu tek başına geçen kadın  pilot Amelia Earhart da dahil olmak üzere pilotlardan esinlenmişler.Bu “pervaneler”i yüksek çözünürlükte gözlemlemek muhtemelen kökeni ve yapısı hakkında yeni ayrıntılar ortaya çıkaracaktır.

Mart’ta Cassini Satürn’ün gölgesinde dolaşırken,meteor çarpmalarından dolayı dağılan toz bulutlarını yakalamak umuduyla halkaları gözlemlemeye devam edecek.

Finale Hazırlanmak

Cassini bu halkalarda yolculuğunu sürdürürken Satürn’ün kutup bölgesinde bulunan bulutlarına 90,000 km kadar yaklaşacak.Nisan 2017’de de büyük finalinin ilk evresine başlayacak.Yaklaşık 20 yıl sonra uzay aracının yakıtı gittikçe azaldığı için görev sona yaklaşıyor olacak, Cassini ekibi bu büyük finali, uzay aracını gezegenin potansiyel olarak yaşanabilir uydularını korumak amacıyla Satürn’e göndermeden önce, olağanüstü bilimsel araştırmaları aktarmak için tasarladı.Bu büyük final esnasında,15 Ekim’de Satürn’ün atmosferine son girişi gerçekleştirmeden önce  Cassini, bulutların 1,628 kilometre üzerinden geçecek ve gezegen ile halkaları arasındaki dar aralıktan defalarca dalış yapacak.Fakat bundan önce uzay aracının halkaları geçip son aşamaya ulaşması için hazırlıklar sürüyor.

Cassini,4 Aralık’ta halkalara en yakın konumda bulunurken ana motorunun kısa bir süre yanmasına programlandı.Bu manevra , görevin geri kalanını sağlamak için doğru rotayı belirlemekte  ve yörüngede ince ayar yapmakta önem arz ediyor. Earl Maize bu konuda “Ana motoru ateşlemek 183.  ve son defa planlandı.Motoru kullanmaya tekrar karar vermiş olsak da , kalan manevraları roketleri kullanarak tamamlamak  planımızda.” açıklamasında bulundu.

Gerçekleşecek diğer çalışmalardan biri de Satürn’ün atmosferinin gezegenin üzerinde ne kadar uzandığını tam olarak belirlemek. Biliminsanlarının belirlediklerine göre  gezegenin atmosferi Cassini’nin oraya varışından  beri küçük miktarda da olsa dönemden döneme genişliyor ve büzülüyor. Bu değişkenlik göz önüne alındığında mühendislerin ellerine geçecek bilgiler , uzay aracının güvenli uçuş yaptığından emin olmaları bakımından oldukça önemli.

Cassini’nin bu zorlu yolculuğunu yakından takip etmek ve daha detaylı bilgilere ulaşmak için https://saturn.jpl.nasa.gov/news/2966/ring-grazing-orbits adresini ziyaret edebilirsiniz.

Kaynakça :

Yazan: Nihan Gulcan