gokyuzu.org

Şahane Süper Ay’ı Kaçırmayın

68 yılın en büyük, en parlak dolunayını kaçırmak istemezsiniz… Bu dolunayı neyin bu kadar özel yaptığını ve onu en iyi nasıl gözlemleyebileceğinizi de öğrenmek istersiniz.(diye düşündük…)

Dolunayın doğuşu, 14 Kasım Pazartesi günü saat 17.52’de (Ankara’ya göre)  gerçekleşecek.

Ay’ı kocaman görmeye hazır olun! Pazartesi gecesi, gezegendeki tüm gök gözlemcileri 26 Ocak 1948 tarihinden bu yana gerçekleşen en büyük, en yakın, en görkemli  dolunaya şahit olacak. Hepimiz önümüzdeki gecelerin bulutsuz olmasını umuyoruz çünkü böyle bir Ay , ne yazık ki 25 Kasım 2034 yılına kadar bir daha gözlenemeyecek.

“Süper Ay” terimi çok da eski sayılmaz aslında. Genel olarak 2011 yılında kullanılmaya başlansa da, izlerini kendini sertifikalı profesyonel astrolog olarak tanıtan Richard Nolle tarafından 1979’da yapılan şu açıklamada görmek mümkün; “…yeni ay veya dolunayın kendi yörüngesinde Dünya’ya en yakın (%90 oranında) olduğu zamanlar.”

Ay’ın ilginç, eliptik yörüngesi her devrinde Dünya’ya olan uzaklığının değişmesine yol açar. En yakın nokta ‘perigee’ yani yerberi; en uzak nokta ise ‘apogee yani yeröte olarak adlandırılır.

Ay’ın yörüngesinin çembersel yerine eliptik olmasından dolayı Dünya’ya olan mesafesi yerberide 363,400 km ve yerötede 405,550 km arasında değişmektedir. Uzaklığın değişmesi, Ay’ın parlaklığının ve boyutunun da değişmesine sebep olur aynı zamanda. Yerberi ya da süper ay, normal dolunaydan %7 daha büyük ve %16 daha parlaktır. Ama normalden daha yakın yerberide  gerçekleşen dolunay, yerötede gerçekleşen dolunaydan %12-14 daha büyük ve %30 daha parlak olabilir.

Dolunayın, Dünya’ya en yakın (solda) ve en uzak konumlardayken sahip olduğu boyutların karşılaştırılması. Mesafedeki değişim, iki dolunayın boyutlarını farklı algılamamıza yol açar.

Gökyüzünde aynı anda sadece tek Ay görebildiğimiz için Mikro ve Makro dolunayları karşılaştırmamız pek mümkün değil, yani normal dolunayın görüntüsünü aklınızda tutup Süper Ay ile karşılaştırmamız gerekecek ya da Süper Ay ile 8 Haziran 2017’de gerçekleşecek olan Mikro Ay’ı. Peki ya size buna gerek olmadığını söylesem?

Bir ölçü aleti yapmaya ne dersiniz?

Öncelikle bir makas, bir kağıt ve bir kaleme ihtiyacınız olacak. Makasla bir kağıda farklı derinlik ve genişliklerde kesikler açın, gece olduğu zaman kağıdı yüzünüze paralel tutun ve kolunuzu tamamen uzatıp bir gözünüzü kapatarak Ay’a bakın, Ay’ın boyutuna uygun kesiğin altına tarih atın. Bu şekilde bir sonraki Ay ile, boyutunu ölçtüğünüz Ay’ı rahatlıkla karşılaştırabileceksiniz.

Aynı prosedürü Süper Ay’a uyguladığınızda rahatlıkla boyut farkını görebilirsiniz. Bu yöntemle en iyi görüntüyü gökyüzünün en parlak olduğu şafak vaktinde yakalayabilirsiniz, fakat bulutsuz bir gecede de bu işlemi gerçekleştirmek mümkün.

Her yıl, yılda birkaç defa dolunay yerberide bir-iki gün kalır, bu da Süper Ay’ları bir bakıma yaygın yapar ama bu eşdeğer oldukları anlamına gelmez. Süper Ay, yerberi ve dolunay aynı zamana denk geldiklerinde gerçekleşir. Bu Kasım’daki dolunay yerberi konumunda olmanın yanı sıra Ay’ın yörüngesindeki “esneklik” dolayısıyla normalden daha yakın, yani daha büyük görünecek.

Bu paneller geçmişteki, günümüzdeki ve gelecekteki Süper Ay’ların konumlarını ve Dünya’ya olan uzaklıklarını göstermektedir. Ay’ın, 14 Kasım’da Dünya’ya en yakın konumda olacak olmasına rağmen ortadaki panelde tarihin 13 Kasım olarak belirtilmesinin sebebi, saat farkı nedeniyle ABD’de tarihin 13 Kasım’a denk gelecek olması.*Panellerin kaynağı: Stellarium

Bazen Ay’ın yörüngesi Güneş, Dünya ve Ay’ın birbirlerine göre konumlarına, Dünya’nın küresel olmayan şekline ve hatta diğer gezegenlerin kütleçekim kuvvetlerine göre daha yuvarlak, bazen ise daha eliptik olur. Bu etkilerden dolayı Ay’ın çembersel yörüngesinden sapma oranı 0.026 ile 0.077  arasında, yani %5.5 oranında değişir. Bu, Ay’ın uzaklığının değiştiğini, yani büyüklüğünü farklı algıladığımızı gösterir.

Eğer yeni ay veya dolunay yerberi ya da yeröte noktasında gerçekleşirse, Ay’ın yörüngesi biraz değişir, sonuç olarak da yerberide gerçekleşen dolunay daha yakın olur. Yani Süper Ay gerçekleşir. Yerberide gerçekleşen yılın en yakın dolunayına “proxigee*” denir. (*Güneş’in ve Dünya’nın kütlesel çekiminden ötürü Ay’ın yörüngesinde meydana gelen düzensizlikten dolayı oluşan yakın yerberi.)

Yeni ayın, ya da dolunayın konumlarına bağı olarak yerberi ve yeröte konumları değişkenlik gösterir. Güneş, Dünya ve Ay aynı hizada olduğu zaman birbirlerini kütleçekimsel olarak en büyük oranda etkilerler. Kütleleri daha büyük olduğu için Güneş ve Dünya, Ay’ı daha çok etkiler. Eğer aynı hizada olma durumları Dünya’nın Güneş’e en yakın olduğu, Güneş’in Ay’ı kütleçekimsel olarak en çok çektiği zamanlarda olursa Ay bize hiç olmadığı kadar yakın görünür. Bu Kasım ayından 2017 senesinin Şubat’ına kadar Dünya, Güneş’e en yakın konumunda olacak.

Bütün bu olayların bir araya gelmesiyle 14 Kasım’daki dolunay, 2034 yılına kadar gerçekleşen en görkemli dolunay olacak.

Eğer bulunduğunuz bölgede hava kapalıysa Süper Ay’ı yine de takip edebilirsiniz. İtalyan astronom Gianluca Masi Süper Ay’ı, kendi “Sanal Teleskop Projesi”nde 14 Kasım günü saat 17.00’dan itibaren canlı olarak yayınlayacak.

Yeni ay ve dolunay zamanları Güneş, Dünya ve Ay’ın konumlarından dolayı gelgitler her zaman daha fazla olur. Süper Ay gibi normalden daha yakın bir Ay, normalden daha fazla gelgit anlamına gelir. Eğer deniz kıyısında yaşıyorsanız Süper Ay’ın yanısıra takip eden birkaç günlük süre içerisinde gelgitlere de dikkat etmenizi öneririz.

Böyle küçük kütleçekimsel değişimlerin bu kadar eşsiz olaylara yol açması ne kadar da harika değil mi? Bu tarz durumlar kozmosla ne kadar iç içe yaşadığımızın birer hatırlatıcısı adeta. Gözünüz daima yukarılarda olsun Yıldız Çocukları!

Telif Hakkı: Bob King

Kaynak : Sky&Telescope

Çeviri: Deniz Gamze Sanal

KIZIL GEZEGENE MERAK: CURIOSITY

KIZIL GEZEGENE MERAK: CURIOSITY

26 Kasım 2011 yılında başlıyor hikâyemiz. NASA üssündeki görevliler son kontrolleri yapmaktalar. İnsanın her zaman daha öteye gitme merakının yarattığı itici güç, bu cesur insanları heveslendirmekteydi. Başarılı bir kalkış! Her şey kusursuz bir şekilde ilerlemekteydi. 352 milyon millik yolculuğunun ardından Curiosity, 6 Ağustos 2012’de Mars’a, Gale Krateri’ne iniş yaptı. Ardından aynı krater içinde bulunan yaklaşık 5500 km yüksekliğindeki Sharp Dağı’na doğru yola çıktı. Sharp Dağı’nın sahip olduğu çok katmanlı yüzey sebebiyle Mars’ın geçmişine ve olası mikrobiyolojik yaşam izlerine dair en fazla bilgiyi saklayan yerlerden biri olduğu düşünülüyor. Curiosity, 9 kilometrelik yolculuğunu 12 Eylül 2014 tarihinde tamamladı. Bu yolculuk sırasında binlerce fotoğraf çeken, birçok yerde sondaj yapan, çeşitli kum ve taş örnekleri toplayan robot, Dünya’ya Mars hakkında bir sürü bilgi gönderdi.

NASA’nın Jet İtki Laboratuvarında (Jet Propulison Laboratory) Curiosity’nin test edilişi

lk sondajını 9 şubat 2013 te yapan Curiosity daha sonrasında da bir çok sondaj gerçekleştirdi. Bu sondajlar sonucunda Mars toprağında Uranyum, Toryum, Potasyum gibi çok sayıda radyoaktif elementin yanı sıra Silikon, Oksijen, Demir, Magnezyum, Alüminyum, Kalsiyum gibi elementler de olduğunu saptadı. Curiosity’nin bulduğu Sülfür, Nitrojen, Oksijen ve Karbon mineralleri ise geçmişte veya günümüzde olası organik yaşam ihtimallerini arttırıyor.

Curiosity’nin yaptığı sondajlarda gördüğümüz en ilginç bulgulardan biri, Mars’ın yüzeyindeki toprak kırmızı olmasına rağmen, birkaç santimetre altındaki toprağın beyaz olması. Bunun sebebi ise, Mars toprağında bulunan Demir elementinin yüzeyde demir oksit oluşturması yani pas tutması. Bu durumun, Mars’ta çok eskiden oksijen yoğunluğunun daha fazla olduğunu ve bu yoğunluğa izin verecek bir atmosferin varlığını işaret ettiği bir takım bilim insanları tarafından düşünülüyor. Yüzeyden itibaren bulunan pas yoğunluğu üzerinden bölgede serbest dolaşabilecek oksijen miktarı inceleniyor.

Mars’ta suyun hikayesi

Curiosity’nin gönderdiği fotoğraflara baktığımızda, indiği bölgenin yakınlarında, toprakta çizgiler oluştuğunu görüyoruz. Çizgiler, yıllar önce burada akan su olduğunun bir göstergesi. Curiosity’nin bu bölgeden topladığı çakıl taşlarının şekil ve büyüklüklerini inceleyen bilim insanları, eskiden burada hızlı akan ve derin bir nehir olduğu sonucuna ulaştı. Ayrıca 160 km genişliğindeki Gale kraterinde, kumtaşı ve çakıl taşından oluşan çok sayıda yatak olduğu belirlendi. Buradan, kraterin yıllar önce sığ bir göl olduğu sonucunu çıkarıyoruz. Kraterde tespit edilen eğimli yataklar, dünyadaki göllere dökülen nehir yataklarını andırıyor.

Curiosity uzay aracının çektiği bir “Selfie”

ize bunca bilgiyi gönderen bu güzel aracın yolladığı fotoğrafların bir diğerinde de, 1 cm çapında kusursuz küre şeklinde bir kaya parçası göze çarpıyor. Bilim insanlarına göre bu taş antik göl kraterinde milyonlarca yıl önce su varken oluşan tortul kayaçlardan biri. Konkreasyon (katılaşma) yoluyla oluştuğu ve suyun hareketiyle aşınarak bu şekle geldiği tahmin ediliyor. 2004’te de benzer kayalar bulunmuş ve bunlara ‘’Yaban Mersini Kayası’’ adı verilmişti. Fakat bugüne kadar görüntülenen kayaların hiç birinin şekli bu kadar kusursuz değildi. Sharp Dağı’nın ise bu gölde milyonlarca yılda biriken çökeltiler etkisiyle oluştuğu düşünülüyor. Yüksek bölgelerden suyla kratere akan tortu biriktiği esnada güçlü rüzgârların etkisiyle dağı ortaya çıkarmış olabilir. Kraterde tortu birikimi ve rüzgâr erozyonunun on milyonlarca yıl sürdüğü tahmin ediliyor. Gölün büyüklüğü ve yaşanan jeolojik faaliyetler göz önüne alındığında mikrobiyolojik yaşam için yeterli şartların oluştuğu görülüyor.

Bir takım astrofizikçiye göre 3 milyar yıl önce Mars’ta çok büyük bir okyanus ve nehirler vardı. Bir zamanlar gezegenin yüzeyini kaplayan bu su, şu anda bir yeraltı okyanusunu oluşturmuş olabilir. Bunu yanı sıra atmosferde buhar ve kutuplarda buz şeklinde bulunduğu biliniyor. Ayrıca yüzeyde akışkan halde bulunduğu da gözlendi. Bilim insanları, sıvı halde bulunan suyun canlı mikroorganizmalar için son derece uygun bir ortam olduğunu belirtiyor. Mars kraterlerinde bulunan, çok yoğun bir tuz çözeltisi şeklinde olan su, yoğun bal kıvamındadır. Suyun içerdiği tuzların magnezyum perklorat, magnezyum klorat ve sodyum perklorat olduğu tahmin ediliyor.

Marsta yaygın bulunan ve klor içeren perkloratların suyun donma noktasını 0 santigrat dereceden -32 santigrat dereceye düşürerek, sıvı halde kalmasını sağladığı düşünülüyor. Eğer su perklorat içermeseydi, Mars’ın düşük atmosfer basıncı ve düşük ısısı altında sıvı kalamazdı. Mars’ta bulunan bu su zehirlidir. Fakat önümüzdeki yıllarda Mars’a gitmesi planlanan astronotlar için umut vaat ediyor. Astronotlar bu suyu işleyip içebilir, oksijen kaynağı ve roket yakıtı olarak kullanabilir.

İnsanlığın sahip olduğu merak var olmaya devam ettikçe, Mars’ı keşfetme konusundaki tutkumuz da sürmeye devam edecek. Attığımız her adımda bir gizemi daha çözüyoruz. Şimdilik pek çok konuda elimizde olanlar kısıtlı, ancak Curiousity ve ondan sonra gelecek araçlar yardımıyla Mars’ın gizemlerini çözmeye devam edeceğiz.

Gökyüzü Bülteni Dergisi, Türk Astronomi Derneği, Ocak 2016

Kütleçekimsel Dalgaların Bize Armağanı: Çarpışan Nötron Yıldızları

Dünya genelindeki bilim insanları ilk kez 130 milyon ışık yılı uzaklığındaki iki nötron yıldızının çarpışmasını fotoğraflamayı başardı. Bu olay “GW170817” olarak adlandırıldı.

Ve bunun tamamı, olayı saptayan ve gözlemevlerini nereyi incelemeleri gerektiği ile ilgili uyaran kütle çekimsel dalga astronomisi sayesinde oldu. Böylelikle bunu, ilk eş zamanlı optiksel ve kütleçekimsel dalga gözlemi olarak ilkler listesine ekleyebiliriz.

Parti verebilir miyiz? Hadi verelim!

Şakayı bir yana bırakırsak, bu gerçekten muhteşem bir şey. Daha önce hiçbir zaman kütleçekimsel dalgaların nereden geldiğini ya da bu dalgaların sebep olduğu olayları saptayamamıştık. Ve bu, tüm zamanların yalnızca beşinci kütleçekimsel buluşu.

Önceki dört buluş, bir büyük kara delik oluşturmak için bir araya gelen ikili kara delik sistemlerindeki çarpışmadan (ya da birleşmeden) elde edilmişti. Onları göremememizin iki ana sebebi vardı.

Bunlardan ilki, bu yılın başlarına kadar sadece iki saptayıcımızın olmasıydı –LIGO’nun (Lazer İnterferometre Kütle Çekim Dalga Gözlemevi) Louisiana, Livingston’daki ve Washington, Hanford’daki interferometreleri (çatışma ölçeği). Bu da ilk üç olayın gökyüzünün sadece çok geniş bir kısmında saptanabileceği anlamına geliyordu.

Üçüncü bir saptayıcının eklenmesi, ki bu da İtalya’daki Virgo’nun interferometresi, daha birkaç hafta önceki dördüncü kütleçekimsel dalga olayında lokasyon kesinliğini 10 civarında bir faktör olarak geliştirdi.

Diğer sebep ise kara deliklerin doğaları gereği görünmez olmalarıydı. Kara delikler bütün ışığı emdiklerinden onların varlığını yalnızca etraflarındaki uzaydaki değişimlere bakarak anlayabiliriz. Öte yandan, nötron yıldızları oldukça görülebilirdir haliyle aralarındaki çarpışma heyecanla beklenen bir şeydi.

Bu bir dizi yeni gözlemi yapmak için 70 civarında yeryüzü ve uzaya bağlı gözlemevi, merceksel galaksi NGC 4993’ün hemen bitişiğindeki Su yılanı takımyıldızını araştıran Virgo ve LIGO’ya katıldı.

İlk saptayıcı 17 Ağustos’ta EDT saat dilimine göre 08.41’de ötmeye başladı.

Sonrasında, yaklaşık 1.7 saniye sonra  iki uzaya dayalı gözlemevi, NASA’nın Fermi Gama Işını Uzay Teleskobu ve ESA’nın Uluslararası Gama Işını Astrofizik Laboratuvarı, gökyüzünün aynı alanından yoğun bir gama ışını patlaması –evrendeki en parlak ve en enerjik olayları- algıladı.

“Cırıltı” da farklıydı tabi. Bunlar ses verisine dönüştürülen şeylerdir ve kara delik çarpışmaları için sadece saniyenin kesirleri kadar sürerler. GW170817’de cırıltı 100 saniye civarında sürdü.

Bu bir tesadüf değildi ve dünya genelindeki astronomlar teleskoplarını Suyılanı’ya yöneltmek için çılgınca atıldılar.

LIGO’nun sözcüsü David Shoemaker ,“Bize hemen öyle göründü ki, kaynağın görmeyi umduğumuz bir diğer kaynak olan nötron yıldızları olması olasıydı ve Dünya’ya göreceğimizin sinyallerini veriyordu.” dedi.

Nötron yıldızları, bir süper kütleli yıldızın yaşam döngüsünün sonunda meydana gelebilecek şeylerden biridir.

Çekirdek, protonları ve elektronları nötron ve nötrinolara sıkıştırarak çöker. Nötrinolar kaçar fakat nötronlar sadece 10-20 kilometre arasında (6-12 mil) bir çapta çekirdeğin içine inanılmaz derecede yoğun olarak doluşurlar.

Eğer çekirdeğin ağırlığı üç yıldız kütlesinden daha azsa, bu yoğunluğun baskısı nötron yıldızını destekler. Eğer çekirdek daha büyükse, çekirdek bir karadeliğin içine çöker.

GW170817’deki iki nötron yıldızı yaklaşık 1.1 ve 1.6 yıldız kütlesi arasındaydı ve hızlandıkça etraflarındaki uzay zamanını çarpıtarak ve evrene dalgacıklar göndererek yaklaşık 300 kilometrelik mesafeden daralan sarmal bir şekilde birbirlerini yörüngelerine alıyorlardı.

Onları gözlemlediğimiz uzaklıktan bakıldığında son çarpışma aşırı derecede parlaktı, gama ışınlarından yoğun bir “ateş topu” yayıyordu. Bunu aşağıdaki videoda görebilirsiniz. Büyük parlak nokta, NGC 4993 galaksisinin merkezinde. Hemen yukarısına ve soluna bakın, GW170817’yi görebilirsiniz.

Kesinlikle inanılmaz değil mi? Bu iki nötron yıldızının arasındaki çarpışma Güneş’ten çok da büyük değil ve 130 milyon ışık yılı uzaklıktaki bu olayı bizzat kendi gözlerinizle görüyorsunuz.

Fakat durum gittikçe iyi bir hal alıyor. Gama ışını patlamasından bahsettiğimizi hatırlıyor musunuz?

NASA’nın Goddard Uzay Uçuş Merkezi’nin Fermi Projesi’nin bilim kadını Julie McEnery, “On yıllardır kısa gama ışını patlamalarının gücünü nötron yıldızı birleşmelerinden aldığından şüpheleniyorduk.” dedi.

“Şimdi bu olay için LIGO ve Virgo’dan gelen inanılmaz veri ile cevaba sahibiz. Kütleçekimsel dalgalar bize birleşen objelerin nötron yıldızlarıyla tutarlı kütleleri olduğunu ve gama ışınlarının ışıltısı da bize objelerin büyük olasılıkla karadelikler olmadığını çünkü bir karadelik çarpışmasının ışık yaymasının beklenmediğini söylüyor.”

Ve bütün bunlar bir kez daha Einstein’ın haklı olduğunu kanıtlıyor.

”Bu… kütleçekimsel dalgaların ışık hızıyla neredeyse aynı hızda -10.000 trilyonda birlik bir farklılıkta- olduğunu gösterip,  Einstein’ın 1915’teki öngörüsünü destekliyor.” diyor Melbourne Üniversitesi’nden Andrew Melatos.

Önümüzdeki haftalar ve aylarda da gözlemevleri kilonova hakkında daha fazla şey keşfetmek için çarpışmanın gözlemlerini yapmaya devam edecek. Ki bu da çarpışmadan geriye kalan maddeler hala parlıyorken ve uzaya püskürmeye devam ediyorken gerçekleşecek.

Dünya genelindeki gözlemevleri ve enstitüler aynı zamanda bu olay hakkında raporlar yayınlıyor olacaklar. Bu olayın daha keşfedilmeyi bekleyen birçok yönü var.

Shoemaker, “Nötron yıldızları ve ürettikleri salınımlar hakkındaki derin çalışmaların detaylandırılmış modellerinden alınan bilgiye göre, genel izafiyet gibi daha temel fizik konuları için bu olay son derece zengin bir kaynak.” dedi.

“Bu bizlere bir şeyler bahşetmeye devam edecek olan bir hediye.”

Daha fazlasını aşağıdaki Veritasium videosunda bulabilirsiniz:

LIGO-Virgo sonuçları “Physical Review Letters” gazetesinde yayınlandı.

Kaynak: Science Alert 

Çeviri: Elif Hazal Bilmiş

Sputnik 60 Yaşında!

Bundan tam 60 yıl önce, 4 Ekim 1957’yi 5 Ekim’e bağlayan gece, ıssız Kazak steplerinin ortasından yukarıya, göklere doğru yükselen bir roket, Uzay Çağı’nı başlattı… Bu gece, uzaya başarıyla gönderilen ilk yapay uydu olan Sputnik 1’in 60. yıldönümü!

1957’nin son ayları, insanlık için oldukça hareketli bir yıl oldu. 1955’te ABD, 1957’deki Uluslararası Jeofizik Yılı kapsamında uzaya bir uydu fırlatacaklarını ilan etmişti. Sovyetler Birliği ise bu ilandan geri kalmadı, aynı yıl fırlatılmak üzere 200-300 kilogramlık bilimsel aygıt taşıyabilecek kapasitede bir uydunun fırlatılması için hazırlıklara girişti. Ta 1951’de bile Sovyetler’in içinde köpek bulunan roketleri uzayın başladığı kabul edilen 100 kilometre yüksekliğe ulaşmıştı, fakat uzaya çıkıp Dünya’nın etrafında turlayan bir yapay “uydu”yu başarıyla göndermek bambaşka bir görevdi. Önce uzayda çalışabilecek bir uydu tasarlamak, sonra onu uzaya, Dünya’nın kütleçekim çukurundan yukarılara ulaştırabilecek güçte, çok kademeli bir roket inşa etmek gerekiyordu. Dahası, bilgisayar denen aletin daha yeni yeni ortaya çıktığı bir zamanda ince hesaplar yapıp uydu için uygun bir yörünge çıkarmak ve uydunun yörüngeye erişebilmesi için roket kademelerinin tam zamanında, istenilen süre boyunca çalışması gerekiyordu. Fakat tüm bu zorluklara değerdi, çünkü Soğuk Savaş’ın hızla tırmandığı ve şehirleri ortadan kaldırabilecek hidrojen bombası denemelerinin ardı ardına yapılmaya başlandığı 1950’li yıllarda Dünya’nın yörüngesine yapay uydu gönderebilmek, uzaya “hakim olmak” ve bu sayede gerekirse düşmanın kafasına uzaydan atom bombası yağdırabilmek anlamına geliyordu. Dünya’nın manyetik alanını incelemek hevesi, bunun için bir anlamda bir kılıftı.

1956’nın sonlarında, Sovyet bilim adamları projelerinin kısıtlı zamanda tamamlanamayacağını fark edince daha basit bir uydu planına yöneldiler: 80 küsur kiloya düşürülen, görevi sadece uzayda “biplemek” olan bu uydu, Sputnik 1’in ta kendisiydi. Ertelenen o büyük uydu ise 7 ay sonra, Sputnik 3 adıyla başarıyla fırlatıldı.

Amerikalılar, uzay ve teknoloji konusunda Sovyetler’den çok daha önde olduklarını düşünüyorlardı fakat yanıldıklarını Sputnik 1 ile anladılar. Sovyetler ilk yapay uydu olan Sputnik 1’in başarıyla fırlatıldığını duyurduğunda halk başta kuşkuyla yaklaştı, fakat radyosunu kabaca 20 Megahertz’e ayarlayabilen herkes bir buçuk saatte bir Sputnik’in biplemeleriyle karşılaşınca Uzay Çağı’nın ayaklarına geldiğini anladı. Dahası, gün doğumları ve batımlarında uydu zor da olsa gökte seçilebiliyordu. İnsanlar heyecanlıydı, gazeteler insanlığın yeni bir çığır açtığını yazıyordu: Uzayı fethetme zamanı gelmişti.

Sputnik 1, pili bitene dek 3 hafta kadar biplemeye devam etti. Fırlatılışından 3 ay sonra, 4 Ocak 1958’de ise atmosfere girerek parçalandı. Uzay Çağı’yla birlikte ABD ile Sovyetler Birliği arasında, sonu Ay’a insan göndermeye varacak Uzay Yarışı da başlamıştı…

60 yıl sonra, uzaya uydu göndermek bir nevi çocuk oyuncağı oldu. Dünya’nın etrafında dolanan binlerce uydu televizyon yayınlarına erişmemizi, telefonlarımızdan konumumuzu öğrenmemizi, hava tahmini yapmamızı ve daha nicesini sağlıyor. Ay’a, gezegenlere, hatta kuyrukluyıldızlara gönderilen uydular ise evren hakkında daha fazla bilgiye erişmemizi sağlıyor. İşte bu yüzden, tüm bunların kapısını açan Sputnik 1’e “iyi ki doğdun” diyoruz!

********

Sputnik 1’le gelen heyecan, bir ay sonra Sputnik 2 ile Laika adlı köpeğin uzaya başarıyla fırlatılmasıyla (başarıyı bir de Laika’ya sorun tabii!) yerini endişeye bıraktı. Sovyetler biri köpekli iki uyduyu fırlatmışken ABD’de tık olmayınca Amerikalılar kafalarına nükleer füzeler düşmesinin an meselesi olduğu endişesine kapılmaya başladılar. Aralık 1957’de ABD’nin televizyondan da yayımlanan ilk uydu fırlatma denemesinin roketin 1 metre yükselip infilak etmesiyle hüsrana uğraması da üzerine tüy dikti. Başarıyla yörüngeye oturan ilk ABD uydusu Sputnik 1’den üç ay sonra, 1 Şubat 1958’de fırlatılan (yani ABD 1957 planlarını tutturamadı) Explorer 1 oldu—ki bu uydu Dünya’nın etrafındaki Van Allen kuşaklarının tespitini sağladı.

Türk Bilim İnsanları İlk Kez Bir Ötegezegen Keşfetti!

Ankara ve Ege Üniversitesi’nden dört bilim insanı Rus ve Japon bilim insanlarıyla ortak yürüttükleri 10 yıllık bir çalışmanın sonunda, 212 ışık yılı uzaklıkta Jüpiter’in 1.5 katı  çapa sahip olan bir ötegezegen keşfettiklerini duyurdular. Bu keşif, Türk bilim tarihinde  keşfedilen ilk ötegezegen oldu.  Ankara Üniversitesi’nden Mesut Yılmaz’ın baş yazar olduğu makalede, Ege Üniversitesi Uzay Bilimleri Bölümünden Varol Keskin, Ankara Üniversitesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümünden Selim Osman Selam ve doktora öğrencisi İbrahim Özavcı da bulunuyor.

TÜBİTAK Ulusal Gözlemevi’nde yer alan 1.5 metre çaplı Rus-Türk teleskobu ile Japonya Okayama Gözlemevi’nde bulunan bir teleskop kullanıldı. TÜBİTAK tarafından desteklenen bu çalışmada yapılan analizlerin sonucunda gözlenen bu yıldızın hareketindeki değişimi incelediklerinde, kaynağın Jüpiter’e çok benzeyen bir gezegen olduğu ortaya çıktı. Jüpiter’den 1.5 kat daha büyük boyutlara sahip olan bu gezegen, yıldızı etrafındaki turunu neredeyse 365 günlük bir sürede  tamamlıyor. Yıldızına olan uzaklığı ise 1 astronomik birim( Dünya ile Güneş arasındaki uzaklığa verilen isim, 149,5 milyon km).

Mesut Yılmaz, 212 ışık yılı uzaklıkta bulunan  bu gezegene “Türk” ismini koymak istediklerini, bununla ilgili bir oylama yapabileceklerini belirtti. “Bildiğim kadarıyla Japonya, ABD, Fransa ve Kanada, keşfettikleri ilk gezegene bir isim verdiler. Bizde de neden olmasın? “Benim “Türk”, “Türk1” ve “Atatürk” isimleri aklımda geçti.” ifadelerini kullandı.

Kaynak:

1- http://aa.com.tr/tr/vg/video-galeri/turk-bilim-insanlari-ilk-kez-bir-gezegen-kesfetti

2-  http://www.ntv.com.tr/teknoloji/turk-bilim-insanlari-ilk-kez-bir-gezegen-kesfetti,OESjCo-Jr0S8Cx2Epp0qEQ

Yazan: İlkcan Erdem

7 Ağustos 2017 Parçalı Ay Tutulması

Kaynak: skyandtelescope.com Kaynak: skyandtelescope.com

7 Ağustos’ta bizleri parçalı bir Ay tutulması bekliyor. Bu tutulma Dünya’nın birçok yerinden gözlemlenebilecek. Buralar Güney ve Doğu Asya, Avrupa, Afrika ve Avustralya kıtaları.

Tutulmanın gözlenebileceği bölgeler koyu renkle gösterilmiş. Kaynak: thetimenow.com

Tutulma Türkiye saatiyle saat 18.50’de başlıyor. Bu saatte dolunay henüz doğmamış olacağı için tutulma başlangıcı ülkemizden gözlemlenemeyecek. Güneş’in batmasıyla doğacak dolunayla gözlenmeye başlanacak tutulmanın ortası, yani maksimuma ulaşacağı saat ise 21.20. Tutulma saat 23.50’de son bulacak. 5 saat 1 dakika sürecek olan tutulma, %25’lik bir büyüklüğe ulaşacak, yani Ay’ın %25’i Dünya’nın tam gölgesine girecek.

Peki Parçalı Ay Tutulması Nasıl Oluşur?

Dünya, Güneş ve Ay uzayda gezinmektedirler. Kimi zaman bu üç gök cismi tek bir çizgideymiş gibi sıralanır. Bu zamanlarda da tutulmalar gerçekleşir. Ay’ın Dünya’nın gölgesine saklandığı tutulmalara Ay tutulması diyoruz. Bugünkü gibi tutulmalarda ise Ay, Dünya’nın gölgesine tamamen saklanmaz. Bu nedenle bu gök olayına kısmi veya parçalı Ay tutulması denmektedir. Ay yüzeyinin küçük bir kısmı, tamamen Dünya’nın gölgesinde kalarak “umbra” (tam gölge) ile kaplanırken, kalan kısmı “penumbra” (yarı gölge), yani Dünya’nın gölgesinin dış kısmı ile kaplanır.

Kaynak: https://www.timeanddate.com/eclipse/lunar/2017-august-7

Not: Animasyon için kaynağa ayrıca bakınız.

Yazan: Aylin Açıkgöz

Inmarsat’ın Avrupa’daki Kısa Mesafeli Wi-Fi Uzay Aracı Fırlatıldı!

Uçaklar için Avrupa çapında yeni bir Wi-Fi servisi sağlayacak olan uydu çarşamba günü Fransız Guyanası’ndan fırlatıldı. Yolcular yakın zaman içerisinde, uçakta olsalar dahi bu uzay aracı ya da yerdeki hücre kulelerin tamamlayıcı sistemleri aracılığıyla internete erişim sağlayabilecekler.

Avrupa Havacılık Ağı’nın arkasındaki şirket Inmarsat, Birleşik Krallık’taki en büyük uydu operatörüdür ve bu sistemi Almanya’daki Alman Komünikasyon şirketiyle birlikte inşa ediyor. Uçaklarını gerekli ekipmanlarla kuran ilk grup olan IAG Group (Aer Lingus, British Airways, Iberia ve Vueling) ile yılın başında hizmet vermeyi umuyor. Lufthansa da bazı testler yapıyor olacak.

Sistem, uçakların üst kısmına yerleştirilecek olan antenlerin uydulara bağlanması ve uçağın gövdesine yerleştirilen diğer terminallerin Avrupa’nın kısa menzilli rota bölgelerinde bulunacak olan 300 tane 4G-LTE kulesine bağlanması ile çalışacak. Bu melez sistem kıta için bir ilk olacak.

Kabinde bulunan yolcular bir otel ya da bir kafedelermişcesine, istedikleri zaman internette dolanıp video izleyebilecekler.

Avrupa Komisyonu önce 2009’da radyo spektrumunun S-band bölümünde çalışan uydu iletişimi için iki lisans verdi ve servislerin geçen yılın aralık ayına kadar çalıştırılması ve yürütülmesini bekledi. Ancak Inmarsat ve diğer lisans sahipleri frekans tahsisinden en iyi faydayı sağlayacak bir iş geliştirmede yavaş ilerleme kaydetti.

Başlangıçta pek çok yorumcu, işin ya bir uyduya ya da yerel bir hücre ağına bağlanabilecek cep telefonlarını içerebileceğini düşündü. Bununla birlikte, uçuş öncesi bağlantı (IFC) patlama pazarına dönüşmeden önce gerçekleşti.

Uçaklardaki Wi-Fi, geleneksel olarak kötü bir üne kavuşmuş ancak teknolojiler değişiyor ve kullanıcı deneyimi hızlı bir şekilde gelişiyor.

Inmarsat’ın CEO’su Rupert Pearce, “Bir sürü ticari vaka hazırladık ve bu seyahat boyunca IFC geldi ve mükemmel bir uyum sağladı. Kısa mesafeli pazar, uçaklar ve yolcu taşımacılığı açısından Kuzey Amerika’daki kadar hızlı bir şekilde büyüyor ve dünyanın en büyük kısa mesafeli havacılık piyasası haline gelecek. Çünkü Çin’in alacağını düşünüyorum. Çin önümüzdeki beş yılda 50 havaalanı inşa edecek, bu yüzden onlarla rekabet etmek çok zor; Ama yine de, Avrupa fırsatı çok heyecan verici” dedi. Zaten havacılık piyasası Inmarsat’ın en hızlı büyüyen sektörlerinden biridir ve Global Xpress olarak adlandırılan ve uzun mesafeli uçuşlarla bağlantı kuran büyük Ka-band uyduları vardır. EAN, özellikle Avrupa çapında hızlı atlamayı sağlayan tek kanallı uçakları hedef alıyor.

Bay Pierce, Deutsche Telekom’un hala zemin segmentini açması ve hata ayıklaması gerektiğini söyledi. Bununla birlikte çarşamba günü Kourou’dan bir Ariane roketi üzerinde başlatılan yeni uydunun çalışır hale gelmesi üç ila dört ay daha sürecek. Yetkili, CEO’nun stratejik ortak olarak tanımladığı IAG ve Lufthansa, daha sonra bir test dönemi başlatabilir diye ekledi. Ancak rekabette ciddi bir geri itme var.

Diğer uydu operatörleri, Inmarsat’ın EC tarafından verilen S-band lisansının orijinal koşullarının ihlal edildiğine inanan toplulukları eleştiriyor.

Kuzey Amerika’da uçaklarla bağlantı kurmak için en iyi bilinen  ViaSat, Avrupa Adalet Divanı’na şikayette bulunuyor. Bu eylem de Avrupa ortağı Eutelsat ve IFC hizmetlerini satan Panasonic Avionics tarafından destekleniyor.

Üçlü, S-band lisansının ağırlıklı olarak yedek bir yer segmenti olan bir uydu servisi olması gerektiği görüşünde. Inmarsat yetkilileri, aksini ürettiklerini söylüyorlar. Eutelsat’ın spektrum yönetimi ve politikası direktörü Wladimir Bocquet, “Orijinal amaçtan güçlü bir sapma var” diyor.

“Sadece bir örnek vermek gerekirse, hesaplamalara göre, uydu bileşeninin toplam kapasitesinin Avrupa için saniyede 100 Mb / sn (Mbps) olduğunu görüyoruz. Bunu karasal bileşenin kamuya açıklanan kapasitesi ile karşılaştırın: Karasal bir ağ saniyede 50 gigabit civarındadır (Gbps) nasıl 500 farklık bir tamamlayıcı faktör olarak düşünülebilir? Bu seçim işlemi uydu unsuru temelinde yapıldığında önemlidir”diyor BBC News.

2020/21 yıllarında, Viasat ve Eutelsat, Avrupa’nın şimdiye kadarki en güçlü uydusuna (saniyede 1 terabit toplam işleme kapasitesi) sahip olmayı planlıyorlar. Bu uyduyla, uçaklara EAN’dan çok daha üstün bağlantılar sunacaklarını söylüyorlar, ancak hava yollarının yanlış bir tanıtım yüzünden kendilerini daha az gelişmiş bir hizmete kilitlenmelerinden korkuyorlar.

Bay Bocquet “Ya kurallara saygı duyuyorsunuz ve anlaşmaya varılan çerçevede işinizi geliştiriyorsunuz ya da çerçevenin uygun olmadığını söylüyorsunuz ve bu durumda yeni bir çerçeve geliştiriyorsunuz” dedi. Bununla birlikte, EAN’yı çalıştırmak için Inmarsat, Avrupa Birliği’nin her üye devletinin -hem alan segmenti için hem de karasal öğe için ulusal bir lisansa sahip olmak için- iznine gereksinim duymaktadır.

Inmarsat, tüm AB üyesi devletlerin izinlerine sahip olduğunu iddia ediyor (Norveç ve İsviçre de dahil olmak üzere) Almanya, Fransa ve Birleşik Krallık’tan zemin kule ağının çalışması için sadece üç lisans bekliyor.

Londra merkezli şirket, BBC’ye verdiği demeçte, Alman ve Fransız makamlarının önümüzdeki birkaç hafta içinde onay için hazır bulunmaya karar verdiklerini söyledi. İronik bir şekilde, Inmarsat İngiltere telekomünikasyon düzenleyicisi Ofcom’un sonuncu olmasını bekliyor.

Kaynak :http://www.bbc.com/news/science-environment-40435832

Birbirlerinin yörüngesinde bulunan iki kara delik keşfedildi

On yıldan fazla süren araştırmalar sonucunda New Mexico Üniversitesi’nden astronomlar iki çok büyük kütleli kara deliğin birbirleri etrafındaki yörüngesel hareketini gözlemlemeyi başardı.

New Mexico Üniversitesi’nde Fizik ve Astronomi bölümü yüksek lisans öğrencisi olan Karishma Bansal’ın The Astrophysical Journal isimli dergide New Mexico Üniversitesi’nde profesör olan Greg Taylor ile birlikte yayınladığı “Constraining the Orbit of the Supermassive Black Hole Binary 0402+379” isimli makale 12 yıllık bir çalışmanın sonucu yazıldı.

Teoride böyle bir olayın yaşanması gerektiğini bildiklerini ancak kimsenin daha önce böyle bir şey gözlemleyemediğini söyleyen Greg Taylor, uzun bir süredir iki galaksinin birleşmesi sonucu birbiri etrafında yörüngeye girmiş iki çok büyük kütleli kara delik aradıklarını söylüyor.

2016’nın başlarında LIGO (Lazer İnterferometre Kütleçekim Dalga Gözlemevi) projesinde çalışan, içinde New Mexico Üniversitesi mezunlarının da bulunduğu uluslararası bir takım kütleçekim dalgalarını gözlemlemeyi başardılar. Böylece Albert Einstein’ın 100 yıl önce öne sürdüğü tahmin doğrulanmış oldu. Gözlemlenen bu kütleçekim dalgaları iki yıldızsal kara deliğin (~30 güneş kütlesi) çarpışması sonucu oluşup yaklaşık 1.5 milyar ışık yılı yol aldıktan sonra Dünya’ya ulaştılar. Yapılan bu yeni araştırmada LIGO’dan edinilen bilgilerin de yardımıyla bilim insanları çok büyük kütleli kara deliklerin ne sebeple birleştiğini öğrenmeye çalışıyorlar  bu sayede galaksilerin evrimi ve bu kara deliklerin galaksi evrimine katkısı hakkında daha çok bilgi sahibi olacaklar.

Amerika Birleşik Devletleri boyunca yayılmış 10 radyo teleskobundan oluşan ve Socorro, New Mexico’dan kontrol edilen Very Long Baseline Array (VLBA) radyo teleskobunu kullanarak araştırmacılar bu çok büyük kütleli kara delikler tarafından yayılan radyo sinyallerini birden fazla frekansta inceleme imkanı buldular. Belirli bir süre zarfında radyo dalgaları ile gözlem yaparak bu kara deliklerin yörüngesini grafiğe dökmeyi başardılar böylece bu kara deliklerin birbirleri etrafında yörüngede olduklarını doğruladılar.

Merkezinde resimde C1 ve C2 olarak gösterilmiş iki çok büyük kütleli kara delik bulunduran 0402+379 radyo galaksisinin VLBA tarafından 15 GHz frekansında oluşturulmuş haritası.

Karishma Bansal araştırmasından bahsederken bu kara deliklerin toplam kütlesinin Güneş’in kütlesinin 15 Milyar katı olduğunu ve yörünge periyotlarının 24.000 yıl olduğunu ve bu kara delikler ile 0402+379 radyo galaksisinin birbirlerinden 750 milyon ışık yılı uzaklıkta olduğunu söylüyor. Aşırı derecede büyük bir uzaklık ancak bilim insanlarına göre kara deliklerin Dünya’ya ve birbirlerine olan uzaklığı böyle bir gözlem yapabilmek için olabilecek en iyi değerler arasında.

0402+379 radyo galaksisinin VLBA tarafından 15 GHz frekansta çekilmiş sahte renk görüntüsü. Görselde kara deliklerin etrafında toplanma diskleri ve kutuplarından çıkan ikiz jetler görülüyor.

Bu denli uzak cisimlerin birbirlerine göre olan hareketlerini inceleyebilmek için çok yüksek çözünürlükte gözlem yapmak gerekiyor. Stanford’da fizik profesörü olan Roger W. Romani  bu araştırmadaki gözlemin çözünürlüğünü (mikroarksaniye / yıl) göz önünde canlandırmak için şu şekilde açıklıyor:

Proxima Centauri sistemindeki bir gezegende (4.243 ışık yılı uzaklıkta) saniyede 1 cm hızla ilerleyen bir salyangozun hareketini ayırt edebilecek bir çözünürlükte gözlem yapıyoruz.

Elde edilen bilgiler sayesinde tıpkı ikili yıldız sistemlerini inceleyerek yıldızlar hakkında bir çok bilgi öğrenebildiğimiz gibi benzer teknikler kullanarak çok büyük kütleli kara delikler ve içlerinde bulundukları galaksiler hakkında da bir çok şey öğrenebileceğiz.

Bu araştırmanın en önemli yanlarından biri bizi oldukça yakından ilgilendiriyor olması. Bizim de içinde bulunduğumuz Samanyolu Galaksisi’nin milyarlarca yıl sonra Andromeda Galaksisi ile çarpışacak ve bu iki galaksi de merkezlerinde birer çok büyük kütleli kara delik barındırıyor. Yani aslında bu araştırmada gözlemlenen olay milyarlarca yıl sonra bizim galaksimizde de gerçekleşebilir.

Kara delikler etraflarındaki yıldızlar üstünde ve dolayısıyla içlerinde bulundukları galaksilerin büyümesi ve evrimleşmesinde oldukça etkin rol oynadığı için onlar hakkında bilgi sahibi olmak evreni daha iyi anlayabilmek için oldukça önemli.

Karishma Bansal’ın söylediğine göre kara deliklerin kesin yörüngesini doğrulamak 3-4 yıl daha sürecek, bu esnada araştırmacılar çalışmalarının diğer astronomlara teşvik edici nitelik taşımasını umuyor.

Kaynak

Çeviri: Alper Karasuer

NASA İlk Gerçek Kayan Yıldızı Keşfetti!

Güzel bir şansa ihtiyacınız olduğu zaman baktığınız “kayan yıldızlar” aslında sadece meteor, ama ilk defa NASA’daki uzmanlar gerçekten yıldız olan bir kayan yıldızı belirlediler. Bu yıldızın ismi Mira ve aynı bizim kayan yıldız diye adlandırdığımız meteorlar gibi uzun, parlayan bir kuyruğa sahip. NASA’ya göre bu yıldız arkasına daha sonradan yeni yıldızların ve gezegenlerin (belki de yaşam barındıracak gezegenler) oluşmasını sağlayacak materyaller dökerek ilerliyor.

NASA’nın teleskopları mor ötesi ışık kullanarak ilk kez Mira’nın kendine has kuyruğunu yakaladılar. Bu kuyruk bizim kayan yıldız diye adlandırdığımız gök cisimlerinin kuyruklarının aksine sadece anlık bir parlama yapıp sönmüyor. 13 ışık yılı uzunluğundaki kuyruk, Mira saate 468,000 kilometre hızla Samanyolu’nda giderken arkasında bıraktığı hidrojen gazı bulutları ve tozdan oluşuyor. NASA’nın söylediğine göre astronomlar bu fotoğrafı ilk gördüklerinde adeta şok oldular çünkü Mira üzerinde 400 yıldan uzun bir süredir çalışılmasına rağmen böyle bir şey daha önce hiç belgelenmemişti.

NASA, bu yıldızın aslında son 30,000 yıldır 3,000 Dünya ya da 6 Jüpiter büyüklüğünde gezegenin içini doldurabilecek kadar materyal saçtığını belirtti ama Mira’dan artakalanlarla ilgili bir endişe duymamıza gerek yok çünkü Mira Dünya’mıza 350 ışık yılı uzaklıkta ve Balina Takımyıldızı’nın bir parçası.

Yani eğer Mira bizim bildiğimiz kayan yıldızlardan değilse, diğerleri ne oluyor? Onlar meteor yani, yeterince şanssızsak atmosferimize çarpacak uzaydaki kaya yığınları; bu bir kere oldu mu yeryüzüne doğru inanılmaz bir hızla gelmeye başlarlar ve yüzlerce kilometre öteden bile görülebilecek şekilde etraflarındaki havanın parlamasını sağlarlar. Yani gerçek kayan yıldızlar bize yüzlerce ışık yılı uzaklıktayken bizim yıldız kayması diye isimlendirdiğimiz olaylar atmosferimizin içinde oluyor.

Mira öyle sıradan bir yıldız değil; o bir kırmızı dev. Bir yıldızın kırmızı deve dönüşmesi onun ömrünün sonlarına yaklaştığının bir işaretidir. Bizim Güneşimiz de 5 milyar yıl sonra bir kırmızı deve dönüşecek ama bir yıldızın yaşam süresini ele aldığımız zaman ömrünün son günleri demek, diyelim ki 11 milyar yıllık ömrünün sonları demektir yani yaşamak için gayet uzun bir süre. NASA Mira’dan çok da uzak olmayan başka bir gök cismi daha belirledi. Bu gök cisminin ismi Mira B ve bunun bir beyaz cüce olduğu düşünülüyor. Bir kırmızı dev, çekirdeğine kadar bütün yakıtını bitirdiğinde beyaz cüceye dönüşür ve beyaz cüceler oldukça yoğundurlar. National Geographic bir çay kaşığı kadar beyaz cücenin maddesinin dünya üzerinde bir fil kadar yani 5.5 ton ağırlığında olacağını belirtti. NASA ise Mira ve Mira B’nin birbirlerinin etrafında döndüklerini ve bir turlarını 500 yılda tamamladıklarını belirtti.

Mira Dünya’ya 350 ışık yılı uzaklıkta Cetus Takımyıldızı’nda -diğer adı Balina Takımyıldızı- yer alıyor. Şans eseri Mira ve onun balina kuyruğu Balina Takımyıldızı’nın kuyruğunda bulunabilir. Resim: NASA/JPL-Caltech

Kaynakça: https://curiosity.com/topics/nasa-has-found-the-first-legit-shooting-star-curiosity/

Çeviri: Ege Özkoç

Jüpiter’in İki Yeni Uydusu Keşfedildi!

Jüpiter’in kendisi yeterince etkileyici değilmiş gibi, bu gaz devinin zaten uzun olan uydu listesine iki uydu daha eklendi.

PlanetX’i arayış sürecinde  DTM personeli, bilim insanı Scott Sheppard, Hawaii Üniversitesi’nden David Tholen ve Kuzey Arizona Üniversitesi’nden Chadwick Trujillo teleskoplarını Jüpiter’e doğru çevirmeye karar verdiler. Bu sayede hem Jüpiter’i ön tarafından inceleyebilecek, hem de arka tarafından PlanetX çalışmalarını sürdürebileceklerdi.

Bu gözlemleri yaparken  S/2016 J1  ve S/2017 J1 adını verdikleri, biri Jüpiter’den 21 milyon diğeri 24 milyon km uzaklıkta olan  iki yeni uyduya ek olarak  birçok ”kayıp” uydu keşfettiler. Sheppard’ın ekibinin bulduğu uyduların birkaçı 2003’te keşfedilmelerine rağmen, astronomların elinde uyduların tam yörüngelerini tespit etmek için yeterli bilgi bulunmuyordu ve uydular Jüpiter’in yörüngesinde dolanırken astronomlar onları ”kaybettiler”. Bazı uydular tekrar bulunmuş olsalar da, 2016’nın başından beri 14 tanesi hala kayıp.

*S/2016 J1 ve S/2017 J1’in astronomlar tarafından kaydedilmiş görüntüleri

Gözlemlerine devam ederken, Sheppard ve ekibi 2003’teki verilerine 2016-2017 arasındaki verileri de eklediler ve bu kayıp uydulardan beş tanesini daha buldular. İleriki yıllarda da gözlemlerine devam edecek olan ekip geri kalan uyduları bulmayı ümit ediyor, ki bu sırada çok daha fazla uyduyla karşılaşabilirler.

2016-2017 verilerini, 2003’te çekilmiş resimlerle karşılaştıran ekip daha önce keşfedilmemiş S/2016 J1  ve S/2017 J1‘yi Jüpiter’in uydu listesine ekledi ve Jüpiter’in uydularının sayısı bu uydularla birlikte 69’a çıktı.

Kaynak: http://astronomy.com/news/2017/06/jupiters-new-moons

Çeviri: İlkcan Erdem