gokyuzu.org

Ejderha Şeklindeki Toz Bulutu

NASA’nın Spitzer Uzay Teleskopu’ndan (Spitzer Space Telescope) alınan yeni görüntüde ejderha şeklindeki bir toz bulutu, yıldızlarla birlikte uçacakmış gibi görünüyor. Görünür ışıkta, varlık bulutun içinde kayboluyor.

Ejderha şeklindeki bir toz bulutu,  görünür ışıkta görüntülendiğinde (görüntünün üst yarısı) tamamıyla gölge içinde saklanan varlık, bu kızılötesi görüntüde (görüntünün alt yarısı) büyük bir patlamadan uçacakmış gibi görünüyor. Resmi büyültmek için üzerine tıklayınız.) Telif Hakkı : NASA/JPL – Caltech/ Penn State/DSS

Kızılötesi görüntü, M17 SWex olarak adlandırılan bu siyah bulutsu varlığın öfkeli bir biçimde yıldız oluşumlarına neden olduğunu ancak henüz ‘O yıldızlar’ olarak bilinen en ağır yıldızları meydana getirmediğini ortaya çıkardı. Bunun gibi dev gök cisimleri M17’i bulutsusunu aydınlatıyor (görüntünün merkezinde) ve M17’nin göz alıcı sol kenarını oluşturan gaz ve toz arasındaki büyük bir ‘kabarcık oluşturdu.

Bu bölgedeki gaz ve yıldızlar, şimdi Samanyolu’nun sarmal kolu Yay  (Sagittarius) boyunca hareket ediyor. Yıldız oluşumunun en erken evresi, sarmal kola giren tozlu ejderhanın içinde geçiyor. Zaman içerisinde, bu bölge M17 Bulutsusu gibi genç ağır yıldızların ışığında parlayacak. Yıldız oluşumunun en eski patlaması, bölgede görülen ‘kabarcığı’, M17 EB olarak adlandırılan en soldaki bölgeye savurdu.

Bu bölgenin görünür ışıktaki görüntüsü, ‘kabarcık’la beraber M17 Bulutsusu’nu açıkça gösteriyor. Öte yandan M17 SWex ‘ejderha’, görünür ışığı engelleyen toz bulutunun içinde saklı. Bu örtülü bölgeden ışık yakalayabilmek ve yıldız oluşumunun en erken evrelerini görebilmek için kızılötesi bir görüntü alındı.

Ejderha şeklindeki bir toz bulutu bu kızılötesi görüntüde büyük bir patlamadan uçacakmış gibi görünüyor. Resmi büyültmek için üzerine tıklayınız.) Telif Hakkı : NASA/JPL – Caltech/ Penn State

Üstteki üç renkli birleşik görüntü, iki Spitzer aracından alınan kızılötesi gözlemleri gösteriyor.  Mavi renk, 3.6-mikron ışığı ve yeşil ışık da 8-mikron ışığı temsil ediyor. Kırmızı renk ise, 24-mikron ışığı simgeliyor. En alttaki görünür-ışık görüntüsü, Birleşik Krallık Schmidt Teleskopunun Sayısal Gökyüzü Araştırıcısı’ndan (Digitized Sky Survey – DSS) alınan görünür ışık verilerinin bir birleşimidir. Bölgeden kırmızı ve mavi ışığı temsil eden iki gözlemin birleştirilmesi ile oluşturuldu.

Spitzer Uzay Telescopu’nu, NASA’nın Kaliforniya – Pasadena’daki Jet İtki Laboratuarı yürütüyor.

İlgili Bağlantılar:

Kaynak : NASA

Planck’ten Tüm Gökyüzü

Bir yıllık gözlemler sonrasında, Planck Gözlemevi (the Planck Observatory) ekibi, tüm gökyüzünün mikrodalga görüntüsünü yayınladı. Gözlemevindeki uydu, Büyük Patlama’nın (BigBang) yankılarını (Kozmik Mikrodalga Arkaplan – the Cosmic Microwave Background – CMB) duymak için elektromanyetik tayfın mikrodalga alanlarında tüm gökyüzünü izliyor. Bu yeni görüntü, gökadamızı dolduran gaz ve toz karışımının önplandaki yayılımının arkasındaki saklı kozmik sinyali gösteriyor.

Planck’in ‘tüm gökyüzü’ ayrıntılarıyla birlikte görülüyor. (Resmi büyültmek için üzerine tıklayınız.) Telif Hakkı : ESA / HFI / LFI

Kırmızı ve sarı renklerdeki görüntünün en üst ve en altında bölge, Kozmik Mikrodalga Arkaplan’ın açıkça görüldüğü yer.

“Öte yandan, gökyüzünün büyük bir bölümünü, her ne kadar düşük bir yoğunlukta olsa da gökadasal düzlem boyunca parlayan ve bu düzlemin yukarısı ve aşağısı boyunca uzanan Samanyolu kaplıyor.” diyor Planck Projesi’nda bilim insanı Jan Tauber.

Bu görüntüyü elde etmek için, Planck ekibi Planck’in tüm frekanslarında elde edilen veriler birleştirildi. Gökadamızın ana diski, görüntünün ortasında, Samanyolu’nun aşağısı ve üstüne doğru ilerleyen soğuk toz akımlarıyla birlikte uzanıyor. Bu gökadasal örgü, yeni yıldızların doğduğu yerler ve Planck, henüz oluşma aşamasında olan ya da gelişimlerine yeni başlamış birçok yıldız keşfetti.

Planck, bize Evren’in ilk göz alıcı görüntüsünü yolladı. Bu tek görüntüde Samanyolu’nun bizim bulunduğumuz bölgesi ve Büyük Patlama’nın izleri görülüyor. Böyle muhteşem bir keşif makinesini destekliyor olmaktan gurur duyuyoruz ve bu görüntünün güzelliğinin arkasındaki derin anlamları bulmayı bekliyoruz.” diyor Birleşik Krallık Uzay Ajansı’nın (the UK Space Agency) Uzay Bilimi ve Keşfi yöneticisi Dr. David Parker.

İlgili Bağlantılar:

  • Planck Projesi (Planck’in internet sayfası)
  • Avrupa Uzay Ajansı (European Space Agency – ESA’nın internet sitesinde yayınlanan Planck ile ilgili makale)

Kaynak : UniverseToday

Rhea’daki Halkalar

Araştırmacılar, 2008 yılında Satürn’ün ikinci büyük uydusu olan Rhea’da 3 kısımdan oluşan buz katmanları bulduklarını duyurdu. Ama daha detaylı araştırmalar aslında halkaların olmadığını söylüyor. O zaman bir soru ortaya çıkıyor: Araştırmacılar ne gördü?

Rhea’nın Cassini tarafından çekilmiş fotoğrafında halkalar görünmüyor. Eğer halkası olsaydı sağ taraftaki gibi görünecekti.

Telif Hakkı: NASA/JPL/Space Science Institute; (içteki) Tiscareno et al., Geophysical Research Letters (2010)

İlk halka tespiti, 2005 yılında Satürn etrafında dönen Cassini Uzay Aracı’nın plazma ölçerlerinin ölçümlerine dayanıyor. Londra Kolej Üniversitesi’nden (University College Londan) Geraint Jones ve meslektaşları Rhea etrafında daha önceden görülmemiş katı maddenin Satürn’ün manyetosferin yakalanan enerji yüklü elektronları emdiği görüldü. Bu emiş, aynı halkanın ince bir gölge yaratması gibi, elektron gölgeleri yarattı. Uydunun her tarafında oluşan bu elektron gölgeleri, uydunun buzlu bir halkasının olabileceğini düşündürdü. Bu şu an için olabilecek tek mantıklı açıklama.

Zaten varsayılan bu halkalar baştan beri araştırmacıları rahatsız ediyordu. Böyle halkaların Satürn’ün kütle çekimi ve ufak çarpışmalarla zaten oluşamamış olması gerekirdi.

Cornell Üniversitesi’nden Matthew Tiscareno bu halkaya kuşkuyla bakanlardan biriydi. 2008 sonralında ve 2009 başlarında, o ve 3 meslektaşı, Cassini Uzay Aracı’ndaki görünür ışık kamerasını kullanarak Rhea’yı inceledi. Rhea’nın Güneş’e göre hem önden hem de arkadan fotoğraflarını alındı. Eğer ortada bir halka varsa görünmesi gerekirdi ama görünmedi. “Cassini’nin araştırması daha küçük elektron gölgelerini tespit edebilecek kadar hassasiyeti iyi.” diyor araştırmacılar. Ayrıca Tiscareno ekliyor: “Şimdilik elektron gölgelerinin katı maddeden oluştuğu ihtimalini eledik.”

Jones’un takımı ise buna karşı çıkıyor: “Tiscareno ve meslektaşlarının ulaştığı sonuca karşı çıkamayız.” diyor Jones. “Muhtemelen gördüğümüz şey Rhea ve onu çevreleyen manyetosferle ilgili bir şeydi.” Rhea dışında hiçbir uyduda böyle bir durum olmadığı için Jones’un elinde bu ilgiyle alakalı bir ipucu da yok. Ama neyse ki Cassini Uzay Aracı’nın gelecekte uyduyu inceleyebilecek fırsatı olacak.

Kaynak: Science/AAAS

Dış Gezegende Süper Fırtına

Gökbilimciler ilk defa HD209458b adındaki ‘Sıcak Jüpiterler’ kategorisindeki bir dış gezegendeki süper fırtınayı ölçtü. Çok hassas karbon monoksit gazı ölçümü gösteriyor ki ışık alan sıcak kısımdan ışık almayan soğuk kısma doğru sürekli yüksek hızlarla bir rüzgar akımı var. Ölçümler aynı zamanda, gezegenin kütlesini doğrudan belirlenmesini sağlayabilecek yörüngesel hızı da gösterdi.
Sonuçlar bu hafta Nature adlı dergide yayınlanacak.

Sanatçının gözünden bir ‘Sıcak Jüpiter’in yıldızı etrafındaki dönüşü.

Telif Hakkı: ESO/L. Calçada

“HD209458b hiç de çekici bir yer değil. Çok hassas karbon monoksit gazı ölçümü, saatte 5000-10000 km hızla esen süper fırtınanın varlığını ortaya koydu.” diyor araştırmayı yapan takımın lideri Ignas Snellen.

HD209458b’nin kütlesi Jüpiter’in yaklaşık %60’ı kadar olup gezegen, Dünya’dan 150 ışık yılı uzaklıktaki Kanatlı At takımyıldızında bulunuyor. Dünya-Güneş arası mesafenin (1 AB) yirmide birinde dolanan gezegen, yıldızı tarafından ısıtılıyor. Yüzey sıcaklığı da ışık alan bölgelerde yaklaşık 1000 oC’yi buluyor. Ama gezegen her zaman yıldızına aynı tarafını göstermiyor. Bir tarafı çok sıcak olurken bir tarafı da çok soğuk oluyor. “Dünya’da bu tip sıcaklık farkları şiddetli rüzgarlara neden olurken bu durum HD209458b için de geçerli.” diyor takım elemanı Simon Albrecht.

HD209458b, geçiş yöntemi ilke bulunan ilk dış gezegen. Her 3.5 günde bir yıldızının önünden geçerek 3 saat süreyle yıldızının ışığını Dünya’ya gelmesini engelliyor. Gezegenin atmosferinden geçip Dünya’ya ulaşan ışık sayesinde bazı bilgilere ulaşılabiliyor. Bu bilgilere ulaşmak için Leiden Üniversitesi’nden, Hollanda Uzay Araştırmaları Enstitüsü’nden (Netherlands Institute for Space Research –SRON) ve Amerika Birleşik Devletleri’ndek, MIT’den bir grup bilim adamı Avrupa Güney Gözlemevi’nin (European Space Observatory – ESO) Çok Büyük Teleskopu’nu (Very Large Teleskope) ve CRIRES adlı izgeölçerini kullanarak gezegeni 5 saat süreyle gözlemledi. “CRIRES, Dünya’da 100000’de 1 keskinlikte karbonmonksit gazı miktarını yıldızın spektrumundan belirleyebilecek tek cihaz. “diyor takımın başka bir elemanı Remco de Kok. “Bu hassasiyet sayesinde ilk defa Doppler Etkisi’ni kullanarak gezegendeki karbon monoksit gazının ölçebildik.”

Gökbilimciler başka buluşlara da imza attı. HD209458b adlı gezegenin hızını ilk defa doğrudan ölçebildiler. “Genellikle gezegenin kütlesi, yıldızın yalpalamasına bakılarak ve yıldızın kütlesi tahmin edilerek bulunur. Şimdi ise gezegenin hareketini ölçebildiğimiz gibi aynı zamanda hem yıldızın hem de gezegenin kütlesini ölçebiliyoruz.” diyor yazar Ernst de Mooij.

Gene ilk defa gökbilimciler gezegenin atmosferindeki karbon miktarını da ölçebildiler. “Öyle görünüyor ki HD209458b, Jüpiter ve Satürn gibi karbon zengini. Bu da gezegenin Jüpiter ve Satürn ile aynı şekilde oluştuğuna işaret ediyor.” diyor Snellen. “Gelecekte gökbilimciler bu tip gözlemlerle Dünya benzeri gezegenlerin atmosferlerini inceleyerek evrenin başka bir köşesinde yaşam olup olmadığına karar verebilirler.”

Kaynak: Astrobiology Magazine

Dış Gezegenler Belki Patlamalardan Kurtuluyorlardır

Bir M-cüce olan Gliese 581 ve onun etrafında dönen gezegen.

Telif Hakkı: ESO/L. Calcada

Astrobiyolojistler, galaksimizin çoğu yıldızının, Dünya gibi belli bir yörüngede dolanan gezegenlerin atmosferlerini yok ettiğini düşünüyor. Galaksimiz Samanyolu’nda bu tip yıldızlar oldukça yaygın. İsimleri ise M-cüceler (M dwarf stars). Bu yıldızlar uzaya aşırı miktarda yüklü parçacık gönderip ışımalar yapıyor. Güneş’imizden daha soğuk oldukları için de yaşam barındırma olasılığı olan herhangi bir gezegen Dünya’nın sahip olduğundan daha küçük bir yörüngede dolanmak zorundadır ki bu da onu tehlikeli bölgeye sokar. Ama yapılan bu araştırmaya göre bu gezegenler belki de bu tehlikeli bölgeden yara almıyorlardır.

Washington DC’de bulunan Carnegie Enstitüsü’nden Kepler Görevi’nde de rol alan Alan Boss, bu haberin gezegen avcıları için paha biçilemez olduğunu belirtiyor. “Belki de aradığımız yaşamı M-cücelerde buluruz.”

M-cüceler, Samanyolu’nun en az %70’ini oluşturuyor. Genel olarak kütleleri Güneş’in yarısından yirmide birine kadar değişiyor. Kütleleri düşük görünebilir ama yaşam ömürleri oldukça uzun. Gökbilimciler bu tip yıldızların 40 milyar yıl ile 100 milyar arası bir ömür süreceklerini tahmin ediyorlar. (Bu süre yaşam oluşması için yeterli gibi görünüyor çünkü G-sınıfı bir yıldız olan Güneş’in tahmini ömrü 10 milyar yıl.)M-cüceler en azından hayatlarının ilk birkaç milyar yılında uzaya iyonize olmuş atmosferlerinden proton yüklü ışımalar yaparlar.

Bu durumdaki gezegenleri araştırmak için Meksika’dan Antigona Segura bir bilgisayar modellemesi kullanarak AD Leo adlı Dünya’ya 16 ışık yılı uzaklıktaki bir yıldızın 1985 patlamasını ve 0.16 astronomik birim uzaklıkta olduğu varsayılan bir gezegene bu patlamanın etkisini hesapladı. Bu uzaklık Merkür’ün uzaklığının yarısından da küçük.

Yaratılan modelleme durumun o kadar kötü olmadığını gösteriyor. “Yıldızdan gelen radyasyon Dünya benzeri gezegenimizin atmosferiyle karşılaşınca kalın ozon tabakası gezegenin yüzeyi için doğal bir kalkan oluşturuyor.” diyor California Üniversitesi’nden LucianneWalkowicz. Çünkü enerji yok ettiği ozondan daha fazlasını oluşturuyor. “Muhtemelen gezegenimiz, Dünya’nın normal günde aldığı radyasyondan daha azını alıyordur bu tip patlamalar sırasında.”

Bu haberler gerçekten çok iyi. Çünkü AD LEo gerçekten çok genç bir yıldız. 300 milyon yaşında ve bilinen en aktif M-cücelerden de biri. Yıldızda 1985 yılında patlama Güneş’teki benzer bir patlamanın yaklaşık 1000 katı. Görünüşe göre gerçekten olmayan gezegenimiz bu patlamadan sağ kurtulmuş olabilir.

Fakat garip bir durum daha var: Çoğu M-cüce AD Leo’dan çok daha soğuk. Bu da yaşam barındırma olasılığı yüksek bir gezegenin çok daha yakın bir yörüngede dolanması gerektiğini gösteriyor. Bu da onun daha fazla radyasyon olması demek.

Kaynak: Science/AAAS

Eskiden Venüs’te Su Var Mıydı?

Venüs’e 30000 km uzaklıktan ultraviyole (morötesi) dalga boyunda çekilmiş bir Venüs fotoğrafı.

Telif Hakkı: ESA/MPS/DLR/IDA

ESA’nın (European Space Agency) Venus Express Uzay Aracı’ndan alınan verilere göre, gezegen araştırmacıları Venüs’ün gençken içinde yaşam barındıran okyanuslara sahip olma olasılığı üzerinde duruyorlar.

Venüs ile Dünya büyüklük bakımından birbirine benzeseler de aslında çok farklılar. Dünya yaşam barındıran ılımlı bir gezegen olmasına rağmen Venüs’ün yüzeyi sürekli ‘pişme’ halinde.

İki gezegen arasındaki en büyük fark ise Venüs çok az suya sahipken Dünya’nın su içinde ‘yüzmesi’. Eğer Dünya yüzeyindeki tüm okyanuslar Dünya yüzeyine homojen bir şekilde dağılsaydı 3 kilometre derinlikte bir su tabakası oluşurdu. Ama Venüs’teki tüm su buharı biraraya gelseydi bu derinlik sadece 3 cm’den ibaret olacaktı.

Ama şimdi araştırmacılar milyarlarca yıl öncesini düşünmeye başladı. Venüs’te belki de daha fazla su vardı. Venus Express’üin topladığı veriler, gezegenin uzaya saldığı çok miktarda su olduğunu gösteriyor. Bunu da, Güneş’in ultraviyole radyasyonla su (H2O) moleküllerinden parçalanan oksijen ve hidrojen  moleküllerinin uzaya kaçma miktarından tespit etti. Hidrojen moleküllerinin oksijen moleküllerinin neredeyse iki katı olması da gezegendeki su varlığını ortaya koyuyor. Araç aynı zamanda döteryum adı verilen hidrojenin daha ağır bir türü olan molekül de Venüs atmosferinin üst katmanlarında bulundu. Ağır olan hidrojenin gezegenin kütle çekimden kurtulması daha zor.

“Her şey geçmişte Venüs’te büyük bir su kütlesi olduğunu gösteriyor.” diyor Oxford Üniversitesi’nden Colin Wilson. Ama bu suyun sıvı halde bulunacağı anlamına gelmiyor.

Fransa’nın Paris-Sud Üniversitesi’nde Eric Chassefiére, gezegenin yüzeyi tamamen erimişken suyun geçmiş zamanlarda sıvı halde bulunduğunu şimdi de tüm suyun atmosferde bulunduğunu gösteren bir bilgisayar modellemesi hazırladı. Su molekülleri, güneş ışığı tarafından atomlarına parçalanıp uzaya savrulurken, sıcaklıkta oluşacak olan ani düşüş yüzeyin katılaşmasına neden olacaktır. Yani uzun lafın kısası geçmişte Venüs’te okyanuslar yoktu.

Test edilmesi zor olmasıan karşın elde bir anahtar soru var: Eğer gezegen geçmişte yüzeyinde sıvı suya sahipse gezegende yaşanılabilir bir ortam var mıydı?

Chassefiére’nin modellemesi kuyrukluyıldızlarla taşınan suyu hesaba katmıyor. Belki bu taşınan suyu Venüs yüzeyinde sıvı bir şekilde tutabildiyse suda bir yaşam oluşmuş olabilir.

Hala çok fazla cevaplanamayan soru var. “Daha detaylı bir modelleme için Venüs’ün mağma, okyanus ve atmosfer sistemini daha iyi anlamak gerekiyor.” diyor Chassefiére.

Bu tip modelleme yaratılırken de Venus Express’ten gelen bilgiler çok önemli olacak.

Bu hafta Fransa’da toplanacak olan Venus Express araştırma takımı bulduklarını tartışacak.

İlgili Bağlantılar:

Kaynak: Universe Today

New Horizons Yolu Yarıladı

Sanatçının gözünden New Horizons Uzay Aracı.

Telif Hakkı: Johns Hopkins University Applied Physics Laboratory/Southwest Research Institute (JHUAPL/SwRI)

Günde yaklaşık 1.5 milyon kilometre yol kateden NASA’nın New Horizons (Yeni Ufuklar) adlı uzay aracı Plüton yolculuğunda ve bu yolun yarısını tamamlamış durumda. Uzay aracı için artık aylardan beri ilk kez uyanma zamanı.

“Uzay aracımız garip bir bölgeden çıkmak üzere ve bizim yapacak çok işimiz var” diyor araştırmacı Hal Weaver.

Bu, New Horizon 2015’te Plüton’a ulaşmadan önce uzay aracının aletlerini test etmek için harika bir zaman. “Plüton’a yakınlaşma sırasında herhangi bir sorun çıkmasını istemediğimiz için herşeyi kontrol etmemiz gerekiyor.”

9 haftalık test aşaması 25 mayısta başladı. Görev denetleyicileri bir plan çerçevesinde araçta bulunan yedi aletin ayarlarını yapacak.

İlki ise en büyük gezegenler arası teleskoplardan olan LORRI (Long – Range Reconnaissance Imager – Uzun Menzil Keşif Görüntüleyicisi).

“14 Haziran 2015’te, yani yakınlaşmanın olacağı gün, Plüton’daki futbol sahası büyüklüğündeki objeleri farkedebileceğiz.” diyor Weaver.

LORRI, ‘Ralph’ adı verilen ve Plüton’un yüzeyini görünür ve kızılötesi dalga boyunda inceleyen izgeölçerle birlikte çalışıyor.

Sanatçının gözünden Plüton.

Telif Hakkı: Ron Miller

“Testler sırasında, LORRİ ve ‘Ralph’, gökyüzünde ikisinin de tam hassasiyetle çalışabileceği bir cisme yönlendiriliyor. New Horizons Uzay Aracı şu anda herhangi büyük bir cisimden uzak olduğu için aletleri bir yıldız alanına çevirerek test etmek zorundayız.”

New Horizons Plüton’u 2015’te geçtikten sonra gezegen uzay aracı için görülmesi zor bir hedef olacak. Weaver, bu evre sırasında LORRI’nin gezegenin atmosferi ve yüzeydeki olası soğuk – volkanizması (cryo – volcanism) hakkındaki bir takım şüpheleri giderebileceğini düşünüyor.

“Güneş’in parlaklığı, aletlerin bu tip faaliyetleri tespit ederken işini zorlaştırıyor. Bu yüzden şu anda yapılan tüm testlerde gerçekleşebilecek olan açılar göz önünde bulunduruluyor.”

New Horizon Uzay Aracı’nın yedi aleti.

Sadece kameralar ve izgeölçerler bu araştırmada kullanılmayacak. Aynı zamanda REX (Radio Science Experiment – Radyo Bilimi Deneyi) de NASA’nın Dünya üzerindeki Deep Space Network’ten(Derin Uzay Ağı) gelen radyo dalgalarını inceleyecek.

“Sinyallerin bükülmesine bakarak Plüton’un atmosferinin kalınlığına ve basıncına ilişkin bilgiler elde edebiliriz.”

İlgili Bağlantılar:

  • New Horizons (New Horizons Uzay Aracı’nın internet sayfası)

Ay’daki Su

Apollo Görevleri’nden kalma Ay taşları bugün incelendiğinde taşların önceden tahmin edilenden çok daha fazla su içerdiği keşfedildi. Maddeleri milyonda bir mertebesinde bulabilen Carnegia Enstitüsü Jeofizik Laboratuarı’ndaki İkincil İyon Kütle İzgeölçer (Secondary Ion Mass Spectrometry – SIMS) kullanılarak  taşlardaki minimum su oranının bir milyarda 64 ile bir milyonda 5 arasında değiştiği görüldü. Bu rakam önceden bulunan sayının yüzlerce katı oluyor. Araştırmayı yapan takım üyeleri suyun, bundan 4.5 milyar yıl önce Ay oluşurken sıcak mağmadan geldiğini düşünüyor. “Yoğunlukları çok düşük ve keşfedilmeleri gerçekten çok zor.” diyor St. Louis’deki Washington Üniversitesi’ndeki takım elemanı Bradley Jollify. “Artık Ay’ın iç tabakasındaki suyun kaynağını araştırabiliriz.”

Apollo 11 görevi Ay taşları.

Telif Hakkı: NASA

Önceden egemen olan görüş, Ay’ın büyük bir çarpışmanın ürünü olduğunu söylüyordu. Mars büyüklüğündeki bir cisim Dünya’ya çarpmıştı ve dağılan maddelerde birleşerek Ay’ı oluşturmuştu. Ay taşlarında yapılan yeni araştırmada, bilim adamları, suyun, sıcak mağmanın kristalleşmesinden çok daha önce varolduğunu düşünüyor. Bu sonuç da suyun Ay’dan kaynaklandığını gösteriyor.

SIMS teknolojisi, örneğe bir çeşit fosfor bombardımanı yaparak hidroksil iyonu sayısını ölçüyor. Bu ölçümlere dayanarak, araştırmacılar mimimum su içeriğini geçmiş tahminlerin 100 katı civarında buldu. Burdan da suyun Ay’ın ‘yerlisi’ olduğunu sonucunu çıkartıyorlar.

Araştırma, Ay manyetizması ve Ay’ın oluşması hakkındaki tüm teorileri çürütebileceği için oldukça önemli.

Su, Ay’da hiç beklenmedik yerlerde görülmeye başlandı. Eylül 2009’da, bir uzay aracı Ay yüzeyinde su ve hidroksil içeren bir tabaka keşfetti. Ama bu Ay’daki su içeriğinin çok fazla olduğunu göstermiyor. Tahminlere göre, 450 kilogram Ay toprağında sadece 2 yemek kaşığı su var. 2009 yılının ekim ayında ise LCROSS aracı Ay’a çarparak su varlığını ortaya çıkarmıştı.

İlgili Bağlantılar:

  • Universe Today (2009’un eylül ayında Ay’da yapılan araştırma hakkında detaylı bilgi)
  • Universe Today (2009’un ekim ayında gerçekleşen çarpışma hakkında detaylı bilgi)

Kaynak: Universe Today

Beta Pictoris b

İlk defa, gökbilimciler güneş sistemi dışı bir gezegenin, yıldızının bir tarafından diğer tarafına geçişini direk olarak izleyebildiler. Gezegen şu ana kadar görülebilmiş en küçük yörüngeye sahip. Yıldızı ile arasındaki mesafe, Satürn’ün Güneş’e kadar olan mesafe kadar. Yıldızı Beta Pictoris (Beta Ressam) ise sadece 12 milyon yaşında, bu da gezegeninin birkaç milyon yıl içinde çok hızlı bir biçimde oluştuğunu gösteriyor. Bu tip sistemlerin de uyduğu bir teoriye göre uzmanlar, gazsal disk yapıların, içlerinde bulunan gezegenlerin tanımlanmasında önemli bir yere sahip olduğunu düşünüyor.

Gökbilimciler ilk defa bir dış gezegenin yıldızının etrafındaki dönüşünü direk olarak gözlemleyebildiler.

Telif Hakkı: ESO/A.-M. Lagrange

Beta Pictoris, Güneş’ten %75 daha fazla kütleye sahip. Dünya’dan da 60 ışık yılı uzaklıkta olan yıldız çevresinde toz diski olduğu bilinen en ünlü örneklerden biri. Diskte bulunan ufak bir bozuklukta ise kuyrukluyıldızlar var ve yıldıza doğru düşüyorlar.

“Bu tip dolaylı işaretler, bize orada büyük kütleli bir gezegenin olduğunu gösteriyor ve yeni gözlemlerimiz de bunu doğrular nitelikte.” diyor takım  lideri Anne-Marie Lagrange. “Yıldız çok genç olduğu için, dev gezegenin oluşma süresi sadece birkaç milyon yıl.”

Beta Pictoris b adı verilen gaz devi gezegen ilk defa 2003 yılında fark edildi ve ilk defa gezegenin 2008 yılında resmi çekildi.

Son zamanlardaki araştırmalar, genç yıldızların etrafındaki disklerin birkaç milyon yıl içinde yayıldığını gösteriyor. Bu da oluşacak olan dev gezegenlerin oluşum süresini oldukça kısalttığını gösteriyor.

“Gezegenin kısa periyodu (çünkü yörüngesi oldukça küçük) bize gezegenin yörüngesi 15 – 20 yıl içinde tam olarak belirlememize imkan tanıyacak. Bu da Beta Pictoris b hakkında daha çok bilgi toplanabileceğini gösteriyor.” diyor araştırmacı Mickael Bonnefoy.

Gezegen, kütle olarak Jüpiter’in yaklaşık 9 katı. Doğru kütlesi ve konumu, gözlemlenen bozukluğu açıklıyor. Olay, aynen Uranüs’ün yörüngesinden yola çıkılarak Neptün’ü keşfeden Adams ve Le Verrier’in izlediği yola benziyor. Bozukluktan yola çıkan araştırmacılar, bu bozulmayı yaratan bir gezegen olduğunu keşfettiler.

Sanatçının gözünden Beta Pictoris b.

Telif Hakkı: ESO/L. Calçada

“Dış gezegenlerin VLT (Very Large Telescope – Çok Büyük Teleskop) tarafından alınan son görüntülerinde bir çok gezegen çeşitliliği ön plana çıkıyor. Bunların arasında da Güneş Sistemi ile aynı yolla oluşan Beta Pictoris b çok önemli bir yere sahip.” diyor araştırmacı Gael Chauvin.

İlgili Bağlantılar:

  • Universe Today (2008’de ilk defa görüntülenen Beta Pictoris b hakkında bilgi)
  • ESO (European Southern Observatory – Avrupa Güney Gözlemevi) (Haber hakkında detaylı bilgi)

Kaynaklar :

Mars Yüzeyi’nin Yeni Görüntüleri

Mars’ın etrafında dolanan teleskopik bir kamerayla yapılan son 600 gözlemde, Mars’ın yüzeyinde dalgalı oyuntular, geometrik çıkıntılar ve dik kayalıklar görülüyor.

Görüntüde, Mars’ın Kuzey Yarım Küresi’nin ortalarındaki bir kraterin batı yanı görülüyor. (Resmi büyültmek için üzerine tıklayınız) Telif Hakkı : NASA/JPL-Caltech/Arizona Üniversitesi

NASA’nın Mars Keşif Yörünge Aracı’ndaki (NASA’s Mars Reconnaissance Orbiter) Yüksek Çözünürlükte Görüntüleme Bilim Deneyi (High Resolution Imaging Science Experiment – HiRISE) kamerası tarafından alınan bu 600 görüntünün her biri, Mars’ın üzerinde birkaç mil genişliğinde bir alan kaplıyor.

Bu HiRISE görüntüleri 5 Nisan ve 6 Mayıs tarihleri arasında alındı.

HiRISE kamerası, Mars’a 2006’da ulaşan NASA’nın Mars Keşif Yörünge Aracı’ndaki altı araçtan bir tanesi.

Mars’ın bu yeni görüntülerine aşağıdaki bağlantılardan ulaşabilirsiniz:

İlgili Bağlantılar :

Kaynak : NASA